Ⅹ☾ Amansız Duygular

3729 Words
ON | AMANSIZ DUYGULAR ♫ ♪ ♫ Çağan Şengül - Sevmedin mi? Anahtarla evin kapısını açtıktan sonra hızlıca içeri girdim. Neden burada olduğumu çok iyi bilen arkadaşım sesi duyduğu gibi yattığı koltuktan fırladı. Evin kapısı direkt açık mutfak ve salonuna açıldığından geldiğimi hemen görmüş oldu Nur. "Yataktan kalkamayacak kadar hastasın demek..." Kıstığım gözlerimle ona tehditkâr bir bakış attım. "Seni gerçekten yatalak edeceğim şimdi, Nur." "Ey ahali, yardım... Yardım çığlıkları, kurtarın beni bu kızgın boğanın ellerinden!" "Feriştahı gelse seni elimden alamayacak, seni çiğ çiğ yiyeceğim!" Evin içinde onu peşlerken çığlıklarımızla duvarları inlettik. Nihayet elime geçirdiğimde saçlarının kökünden yakaladığım canım arkadaşım fizâh fizâh bağırdı bense onu bir güzel patakladım. Bir süre sonra halının üzerinde nefes nefese yatarken bulduk kendimizi. "Ağzımın tam ortasına ettin..." dedi çaresizce Nur. "Sen benim gönül evimi ateşe verdin!" Sözlerimi tamamladığım an bir sessizlik oldu. Hemen sonra kahkaha atarken bulduk kendimizi. Gür kahkahamız gözlerimizden yaş gelene kadar devam etti. İki deli, halının üstünde sırt üstü yatmış kahkaha atıyorduk. Bir başkası görse kesinlikle kafayı yediğimizi düşünürdü. Aslında, yemiştik biraz... Kendimizi toparladıktan sonra kahve yapıp mutfaktaki masaya oturduk. Ben her şeyi en başından sonuna kadar Nur'a aktardım. Her sözümü sünger gibi emen heyecanlı Nur, gözleri parlayarak beni dinliyordu. Tek bir sözümü kaçırmak istemediğini görebiliyordum. "Hiçbir şey yapmadan iki adamı kendine divane eden sen, kahve içerken bunları dinleyen ben... Hiç adil değilsin be dünya. Nerede benim aşıklarım?" Sırıttım. Sırıtışımın altındaki imayı hemen anladı elbette ama konuşmama engel olamadı. "Senin de bir yakışıklın var ya, Nur." "Pembe Yanaklı benim hiçbir şeyim değil." "Aklına ilk o geldi bak... Gördüğün her yerde çocuğu ırzına geçmekle tehdit ederken de böyle mi düşünüyordun peki Nur Hanım?" Sözlerimle duraksadı ve düşündü. Ciddi ciddi kendini yokladığını bakışlarından anlayabiliyordum. "Yalnızca onunla uğraşmak hoşuma gidiyor." Kıstığım gözlerimle ona baktım. Beni kandırabileceğini zannediyorsa bir hayli yanılıyordu. Konu kendim olunca kör, bir başkası olunca alim kesilirdim. Herkes gibi... "Külahıma anlat sen onu. Çocuğun kucağına bile çıkmışsın be!" Yüzünü buruşturdu. Yüksek sesim kulaklarına bir miktar zarar vermiş olabilirdi. Hemen sonra toparlandı ve kendini açıklamaya başladı. "Yanlışın var, kucağına değil omzuna çıktım." Birbirimize dik dik baktıktan sonra yeniden bir kahkaha attık. Nur'un beceriksiz inkârı da burada son buldu. "Tamam, hoş çocuk. Aslında esmer severim ama niyeyse bu çok önemli değilmiş gibi." "Çünkü onu gören gözlerinle seçmedin." Sözlerim ikimizi de dumura uğrattı. Bana anlamadığını belli eden bir ifadeyle baktı. "Onu kalbin seçti, Nur." Duyduklarıyla irkildi. Hislerinin bu kadar aşikâr olmasıydı onu telaşlandıran, biliyordum. Onu ezbere kitap bilir gibi iyi tanıyordum. Hangi sayfasında ne yazdığına kadar bilirdim. O yüzden Merih'e karşı tutumunun ne olduğundan bu kadar emindim. Bu basit bir onunla uğraşmayı seviyorum değildi. "Bu konulara pek muktedir gördüm seni, Beyza. Kendinden biliyorsun herhalde." Bakışlarımı arkadaşımın gözlerinden çekip evinin güzel akşam manzarasına çevirdim. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken inkârın bir anlamı olmadığını onun gibi kabullendim. Çünkü ben onu nasıl iyi tanıyorsam o da beni öyle iyi tanıyordu. Beni bir kitap gibi okurdu yüz ifademden. En azından onun karşısında rol yapmama gerek yoktu. "Bana dar bu sevda, Nur." "Başlatma travmalarına, yetmedi mi kendine ettiğin eziyetler?" "Elimde değil, Nur. Korkuyorum!" "Kim korkmuyor ki?" *** Bahadır Sorgun Onun çoktan kışlaya döndüğünü düşünüyor olmalıydı. Beyza, rahat bir şekilde arabasından inip hızlı adımlarla apartmandan içeri girişini seyrederken dağılmış düşüncelerinin bir ucunu bulamıyordu, tutabilsin. Kaskını yeniden başına taktıktan sonra motoru çalıştırdı. Gazına yüklendiği makine hızla öne doğru fırladı ve asfalt yol üzerinde ilerlemeye başladı. Askeriyeye şimdi gönlü rahat bir şekilde dönebilirdi. Tenine değen buz gibi rüzgâra rağmen için için yandığını biliyordu ve içindeki bu ateşi söndürebilecek kudreti yoktu. O şerefsizi yanında gördüğü an aklına geldikçe, kan beynine sıçrıyordu. Ona söylediği sözleri düşündükçe öfkesi dirileşiyordu. O itin beklenmedik itirafını düşünmek istemiyordu ama zihninde başka hiçbir şey yoktu. O anı baştan tekrar ve tekrar yaşıyordu sanki her an! Parmaklarının boğumları beyazlaşırken gaza biraz daha yüklendi. Askeriyeye yaklaştıkça yol tenhalaştığından korkmadan gazlamaya devam etti. Bedeninde kol gezen bu tekinsiz duygular öfkeyle birleşince hiç güvenli olmuyormuş. Çıplak elleriyle o iti zihninde kaç kere öldürmüştü? Ona ne oluyordu böyle? "O elini götüne sokacaktım sürahi gibi gezecektin, piç!" Zihninde öyle yoğun bir düşünce yumağı vardı ki sesli bir şekilde küfrettiğinin farkına bile varamıyordu. "Yakacağım ulan seni, su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim!" Derin derin nefesler alıp verirken yavaşlamaya başladı. Nihayet gelmişti. B kapısından giriş yapıp motoru park ettikten sonra kafasındaki kaskı hışımla çıkarıp yürümeye başladı. O esnada otoparka bir araba girdi. Tam yanından geçerken camı indi. İçinden Merih ona bakıyordu. "Sorgun'um, nereden böyle?" "Ebenin cenazesinden!" dedi ters ters ve yürümeye başladı. "Yine ne yaptım ulan sana, berber aynasındaki yamuk yüzünü mü siktim ne yaptım?" Bağıra bağıra arabadan inip onun peşinden yürümeye başladı Merih. "Asabım bozuk, Merih. Siktir git bu gece benimle uğraşma." Durmadan yürüdü ve Merih'i es geçti. O esnada küfretmeye elbette devam ediyordu. "Senin götüne cam sokup, camı içinde kıracağım. Bekle sen orospu çocuğu, bekle." O an Sorgun'un derdinin başka olduğunu fark eden Merih, ses çıkarmadan peşinden gitmeye karar verdi. Yol boyunca hayal gücünün sınırlarını aşan Sorgun küfürlerini işitti ama yine de çıtını çıkarmadı. Çok sinirli olduğu belliydi, üstüne gitmek istemiyordu. "Yanında durmaya layık tek adammış... Adamlığını siktiğim! Sen kim onun yanında durmak kim?" Burnundan solumaya devam ediyordu ama bitmiyordu, içindeki bu öfke giderek çağlıyordu. "Neymiş, Beyza onun yanında dururken ben seyredecekmişim. Öylece durup seyreder miyim sence aklının avlu duvarını siktiğim, öylece seyreder miyim? Doğmamış tohumunu, ırzını..." "Oğlum bir dur be, bir dur! Bekliyorum on dakikadır için sönsün diye bu ne öfke?" Merih'e dönen Sorgun arkadaşına dikkatle baktı. Merih daima onun içini görürdü. Arkasını dönüp güvenebileceği tek adamdı şu hayatında. Ondan önce herkes o sırta bir bıçak saplamayı başarmıştı ama Merih bunca yıldır buna yeltenmemişti bile. "Şu sülalesini peş peşe bellediğimin puştu var ya, İskender..." "He var, ne olmuş ona?" "Bugün Beyza'ya sikik duygularını itiraf etti, gözümün önünde!" Bir an duraksadı Merih. Bir mafya babasının, suç makinesinin kalkıp Baş Kıdemli İstihbaratçı Yüzbaşı bir kadına âşık olmasından daha saçma çok az şey duymuştu doğrusu. "Sen ne yaptın lan gevşek, seyrettin mi?" "Ne seyredeceğim ulan, tuttum bunu boynundan tam ağzına vereceğim Beyza durdurdu." "Niye, onunda mı gönlü varmış?" Sorgun'un kan yine beynine sıçradı. Gözleri öfkeyle neredeyse yerinden fırlayacaktı. İki eliyle yüzünü sıvazlarken aklını kaybetmemeye çalışıyordu. "Ulan ne gönlü, çıldırtma beni ne gönlü?" Nefes alıp verdi ama yine de sakinleşemiyordu. "Sikerim öyle gönül bağını elbette yok, adamın suratına karşı kahkaha atıp adamla alay etti." Merih, hayretle arkadaşına bakıyordu. Elbette bazı şeylerin farkındaydı ancak Sorgun'u böyle görmek her şeyi netleştirmişti. "Bana diyene bak, ulan sen kül olmuşsun!" Sorgun hışımla ona döndü. Bu gerçeği sesli olarak ondan ilk duyuşu oluyordu. "Beyza Yüzbaşım senin kuş kadar aklını da başından almış!" "Gece gece sikimi bokuna bulamadan defol git, Merih!" "İnkâr etmedin..." Merih'in dudakları keyifli bir sırıtışla kıvrıldı. "Demek ki evin yanmış, Sorgun." "Evim mi kaldı ki yansın, Merih?" Merih duyduğu sözlerle kalakaldı. Acı dolu bir ifadeyle arkadaşına baktı. Haklıydı, evi yoktu onun. Çıkar uğruna oğluyla iletişime geçmek isteyen bir babayla, sessizliği ile her şeyi kabullenen silik bir annenin evladı olmak onu kimsesizlikten daha çok yaralıyordu. Bir yanı vardı her şeyle alay edip bu hayatla baş edebilmesine yardımcı oluyordu. Diğer yanı kül olana kadar yanmaya meyilli bir fedakâr, açık sözlü bir aptaldı. O aptalın canını az yakmamışlardı. Dost bildiklerinden yediği kazıklar, aşk dediğinden gelen ihanet... O hiçbir şeyin doğrusunu bilmeyen bir çaresizdi. Ailenin, dostun, aşkın doğrusu onu bu hayatta hiç bulmamıştı. Merih'e kadar bu düzen böyle yürümüştü. Ona bu hayatta ihanet etmemiş tek insan Merih'ti. Birbirleriyle olan iletişim biçimleri herkese tuhaf hatta belki de kabul edilemez görebilirlerdi ama onlar bu şekilde birçoklarının aksine daha samimiydiler. İkisinin kimyası birbirini tamamlardı. Bunun ne kadar kıymetli olduğunu ifade edemezdi. Kendi yetiştirdiği, özenle tek tek seçtiği timinin erleri arasında bile bir hain vardı. O yüzden Merih'in yanında oluşuna her zaman şükredecekti. Bir de şimdi başında bambaşka bir bela vardı. Bir evi yoktu, yanmıyordu. Bir kalbi vardı ona kalan, onu da seve seve onun ellerine teslim etmesine ramak kalmıştı. "Evimi değil ama beni yaktı, içten içe kavruldum. Bir bakışı yetti, zaman durdu gözlerinde. Şimdi beni tam kalbimden bıçaklasa ben son kez gözlerini görebilmek için çırpınırım, yaşamak umurumda bile olmaz." "Seni çok iyi bilirdim, Sorgun'um. Allah sana rahmet etsin..." Merih'in eli omzunu kavradı ve destek olmak istercesine sıvazladı. "Dünyada cehennemi yaşamayı seçtiğine inanamıyorum. Bu aptallığı ben yaparım ama sen yapmazsın diye düşünürdüm hep..." "Sen yapmadın mı sanki?" diyerek hışımla ona döndü Sorgun. "Nur'a bir şey olacak diye kaçırmadın mı aklını? Onun iyi olduğunu öğrenene kadar durmadı mı zaman?" Yutkundu Merih. Bir o duyguyu bilirdi doğru diye. Nur'un iyi olduğunu duyana kadar yaşamadığını biliyordu. Onun gözünü açtığı ana kadar doğmamıştı güneş. Bin bir parçaya ayrılıp dört bir yana dağılmıştı ama yüreğinde bir kor gibi yanan o his bölünmemişti bile. "Biz boku yemişiz, Sorgun'um." "Hem de afiyetle..." Onla ayrıldıktan sonra evine doğru yürüdü gücünü yitirmiş bacaklarıyla. Kabullenmek en ağır gelen şeydi insana. Bir rahatlama kalıyordu geriye bir de o tüm hayatından kalan yorgunluk omuzlarında... Kimsesizliği iyi bilirdi. Aynısını onun gözlerinde gördüğü gün huysuz deli yanı sonsuz uykusuna geri dönmüştü. Ona ne kadar öfkeyle, nefretle yaklaşmak istese de başaramamıştı. Hiçbir yere sığamamıştı ama onun bir bakışında evini bulmuştu. Bahadır Sorgun Kızılarslan, bir gülümsemenin gölgesinde güneşin doğmasını uman biçareden başka hiçbir şey değildi o günden beri. Ona bile gülümsemiyordu ama yine de o gülümsemeye kurban olmuştu... Günün ilk ışıkları henüz gezegeni aydınlatmaya başladığında bölük pörçük uykusundan uyanıp hızlıca hazırlandı. Saçlarını kısalttığı için şekil vermekle uğraşmasına gerek yoktu. Rahatça beresini başına geçirdi ve evden çıktı. İçtima için hızlı adımlarla alana doğru ilerlerken yolda gördüğü birkaç tanıdıkla selamlaştı. Yaklaştıkça heyecanı nüksediyordu. Onu göreceğini bilmenin verdiği bu heyecan hep diriydi. "Günaydın, Sorgun'um. Ne yaptın, topladın mı aklını?" Merih'e dikkatle baktı. Dünkü konuşma hiç yapılmamış gibi bakıyordu. İşte onun bu yanını seviyordu. Ne olursa olsun hiçbir zayıflığını ona anımsatmazdı. "Günaydın. İyiyim, önümüzdeki operasyona hazır mısın?" "Seninle her operasyona hazırım, Sorgun'um." Yüzünü ekşitip bir tane ensesine geçirdi. Ardından konuşarak alana girdiler. Gökbörü Timi, karşılarındaki komutanın önünde, hazır ol da bekliyorlardı. Ellerini arkasında birleştirmiş, bacaklarını omuz genişliğinde açmış, duruşundan kuvvetini hissettirircesine karşısındaki askerlere bakıyordu. Gözlerinde bir sorgulama olduğunu çok net görüyordu. Köstebeği arıyordu, kim olabileceğini tartıyordu, yine... "Oğlum sen gerçekten fena vurulmuşsun." Merih'in sözleriyle dalmış gözlerini çekip arkadaşına çevirdi. "Sonra görüşürüz," dedikten sonra selam verip yanından ayrıldı. Ne kadar heyecanlı olduğunu belli etmeden sakin adımlarla timine doğru yaklaştı ve tam Beyza'nın yanında durdu. Onu başıyla selamladı yalnızca. "Günaydın, asker." "Sağ ol!" "Bu hafta çıkacağımız operasyon için antrenman yapacaksınız. Öğleden sonra da operasyonun üstünden geçeceğiz." Sözlerini onaylayıp onaylamadığını anlamak için yanında duran kadına çevirdi bakışlarını ve yine aynı bakışları gördü. Nefesini kesen o bakışlar... Her şeye razıymış gibi, ondan gelecek iyiliği de kötülüğü de kabul edecekmiş gibi, her savaşa varmış gibi ama ürkek ve kırılgan... "Eklemek istediğin bir şey var mı, Beyza Yüzbaşım?" Artık, komutanım, yoktu. Ast-üst ilişkileri artık eşitti ama yine ona öyle seslenesi geliyordu. O gizemli ve gururlu gülümsemesi bir anlık yüzünde parlar ve hemen kaybolurdu. O gülümsemeyi görmek istiyordu. "Hayır, Bahadır Yüzbaşım. Derhal başlayabilirsiniz, asker!" "Emredersin komutanım!" Askerlerin hepsi antrenman alanına geçerken onlar birbirlerinin gözlerinde mahkûm olmuşlardı. "Nasılsın?" "İyiyim, sen?" Beyza'nın saklayamadığı titreyen sesi kanının kaynamasına neden oldu. "Fütursuz." Şaşkınlıkla ona bakakaldı Beyza. Bu sözlerinin manasını anlamazdan gelmek artık çok zordu. "O genel halin değil mi, Bahadır Yüzbaşım?" "Genel halim bunun tam aksidir. O şerefsiz tekrar iletişime geçmeye çalıştı mı?" Yüzünde tek bir mimik oynamadı. Dimdik bir şekilde karşısındaki adama baktı. "Yardımın için tekrar teşekkür ederim Bahadır Yüzbaşım ama sence de fazla ilgili değil misin?" Evet, fazla ilgiliydi çünkü bu konu onu bizzat ilgilendiriyordu. Kimsenin onun yanına yaklaşmasına tahammülü yoktu. Ne o Tulgar Bora denen zirzop ne de İskender... Fark etmezdi, biri yaklaşacaksa da o kendisi olmalıydı. "Tam benim ilgi alanım bu konular, Beyza Yüzbaşım." Kaçamak cevabının ardından göz kırptı. "Ayrıca elbette ilgileneceğim, sen benim timimde komutansın. Tüm timimden olduğu gibi senden de ben sorumluyum." Hayretle bakakaldı kadın. Adamın ciddiyeti en çok şaşırdığı şeydi. İş kıvırmaya geldiğinde ondan daha iyi dansöz olamazdı, rakipsizdi! "Bu hangi Bahadır?" "Bozuk olmayan," derken oldukça keyiflendi Sorgun. Çünkü görmek için savaştığı adamı karşısında bulduğunda onun bozuk olduğundan yakınmıştı hanım efendi. "Harika, prenses bünyeme ağır geliyor." Aynı Sorgun gibi alayla gerçek duygularını gizlemeye çalışması kaçmadı adamın gözünden. "Kimsenin prensesi olmaya ihtiyacın yok, Baş Belası." "Ne alaka?" derken samimi bir şaşkınlık çehresine yayıldı kadının. "Sen zaten kraliçesin!" Karşısında durduğu her an daha fazla şaşıramayacağını sanan Beyza daima onun tarafından yanıldığını öğreniyordu. "Yine mi başladık?" "Neden başlamasına müsaade etmiyorsun?" Beyza'nın çizdiği sınırın ötesine geçememek zoruna gidiyordu. O sınırı genişletebilmek için toprağın altına gömdüğü asıl benliğini tekrar diriltirdi gerekirse ama bir şekilde ikna edecekti onu. Gardı bu sefer sağlam tutacaktı ve kadının eliyle ördüğü tuğlaları bir bir yıkacaktı. "Bir kez daha arkada bırakılan olmayacağım!" Kendinden emin çıkan sesi ile dumura uğradı Sorgun. Neyden bahsettiğini anladı. Anladı çünkü neden ikinci ismini kullanmadığını kısa bir zaman önce öğrenmişti. Öğrenmeden hemen önce Beyza'dan yediği silleyi unutmamıştı. "Benim seni bırakıp gidemeyeceğimi çok iyi biliyorsun, Bal Bela." Bakışlarında kaçmak için tutuştuğunu gördü ama buna rağmen kılını bile kıpırdatmadı. Bu bile bir umuttu Sorgun için. "İlk kez arkada bırakılmıyorum, Kızıl!" Nihayet çıkarttı pençelerini ruhuna geçirmek istercesine. "Çiçek ağaçtan vazgeçer ve düşer dalından ama ağaç çiçekten hiçbir zaman vazgeçmez derler, Bal Bela." Sırıttı Beyza. Birazdan söyleyeceği her sözün altında bırakacağını bilen bir sırıtıştı bu. Sorgun yine onun zehirli sözleriyle sınanacağa benziyordu. "Ağaç vazgeçmese çiçekten, onu beslemeye devam eder ama etmiyor, vazgeçiyor çiçekten yenisi açabilsin diye Bahadır. Önce besinini sonra da suyunu kısıyor, sonbahar geldiğinde ise yapraktan önce döküyor çiçeğini." Yutkundu Sorgun. Ona bakakalırken söyleyecek tek bir kelam bulamadı. "Yapraktan önce vazgeçilen çiçek olmayacağım yeniden, Yüzbaşım." "Yine üst üste koydun da belledin feriştahımı, Bal Bela." "Gitmesin zoruna gerçekler, Bahadır Yüzbaşım. Güzel de değilim, sıkma canını." Sorgun'a uzanıp onu teselli edercesine omzunu okşadı. Dokunuşu altında tüm bedeni tetiklenen adam gözlerini yumup derin bir nefes almaktan başka çare bulamadı. "Benim gözümden görmedin sen kendini..." *** Ayliz Suratımda en sahici tebessümüm, kulağımda en sevdiğim şarkılardan biriyle yine adliye koridorlarını çınlatan topuklu ayakkabı sesiyle yürüyordum. Davanın lehimize sonuçlanmasının ardından hiç görmediğim savcı sayesinde keyfim pek yerindeydi. Son görüşmemizden sonra zaten köşe bucak ondan saklanmam gerekmişti. Bahadır'ı aklamak için o teröristin doğup büyüdüğü köye bile gitmiştim. Topladığım delillerin pek işe yaramayacağını düşünürken bir itirafçının bana ulaşmasıyla zevkten dört köşeye döneceğimi bile düşünmüştü. İtirafçı olarak korumaya alınan eski terör örgütü üyesi, reşit bile olmayan bir çocuktu. Ailesinin hayatı uğruna kendini feda eden küçücük bir çocuk. Ailesi daha fazla tehdit edilmesin, rahat etsinler diye dağa çıkmayı kabul etmişti. Elbette orada gördüklerinden sonra kaçmaya karar vermişti. Camideki baskından hemen önce kaçmayı başaran çocuk, çok uzun süre saklanarak yaşamak zorunda kalmış ama camiye saklanan o vatan hainlerinin tamamının tutuklandığını duyduğunda yeniden köyüne dönmeye karar vermiş. İşin kısası, kaçtıktan sonra onu yeniden sindiremesinler diye birçok delil toplayan çocuk hepsini bana vermeye ve itirafçı olmaya gönüllü olmuştu. Onun ifadesi ve topladığı deliller sağ olsun, dava gününü bile beklemeden duruşmayı öne çekebilme fırsatım olmuştu. Alpay Savcının mimik oynamayan suratına zafer dolu sırıtışımla bakarken ne kadar eğlendiğimi hatırladığım her an keyifleniyordum. Yeni müvekkilimin davası için bugün adliyeye gelmiştim. Kulağımdaki kulaklığı çıkarıp kutusuna koyduktan sonra savcının kalemine yaklaştım. "İyi günler, ben Avukat Ayliz, müvekkilimin davası adına dosyaya avukat vekaletnamemi koymanızı rica edecektim." "Hemen ilgileneyim, Avukat Hanım." Elimdeki belgeleri alan kadın bir süre dosya arayıp bulamayınca yeniden bana dönmüş ve dava dosya numarasını sormuştu. Dava numarasına rağmen bulamadığında canım sıkılmıştı. Acaba yeni işe başlayan biri miydi? "Ah... Avukat Hanım, o dava Alpay Savcıma devredildi. Umut Savcım farklı bir dosyayla ilgileneceği için devretmesi gerekti." Hayretle karşımdaki kadına bakakaldım. Tam o uyuz savcıdan kurtuldum derken başıma gelenler şaka gibiydi... "Teşekkür ederim." Kadına teşekkür ettikten sonra oradan ayrıldım ve o koridordan çıktım. Alpay Savcının odası bir üst katta olduğu için çaresiz bir şekilde merdivenlerin yolunu tuttum. Her basamakta içten içe bir küfür yuvarladım. Kaderin oyunu muydu bu? Onun o buz gibi bakan mavilerine uzun bir süre denk gelmem zannediyordum ama yanılıyormuşum meğer. Savcının kalemine selam verdikten sonra elimdeki vekaletnameyi dosyaya koyması için ona uzattım. "Bu özel bir dava mı?" diye sordu meraklı kadın bana umutla bakarken. Onu aydınlatabileceğimi düşünüyordu çünkü savcı buna cevap vermezdi. Ama konu benimde dikkatimi çekti elbette. "Ne gibi?" "Alpay Savcım bu davayı Umut Savcıdan almak için ricada bulundu. Sizin de avukat olduğunuzu görünce acaba farklı bir dava mı diye merak ettim, Avukat Hanım." Vay, demek öyle... Alpay Savcımız avukatın ben olacağını bilebilir miydi? Vekaletnamemi şimdi dosyaya ekletiyordum, önceden tahmin edemeyeceğini düşünüyordum ama emin de olamıyordum. Acaba bir katakulli çevirmiş olabilir miydi? "Ben zor davaları severim, bilirsin ama Alpay Savcının özel ilgisinin sebebini bilemem." Kafamda düşünceler dönüp durmaya devam etti. Böyle bir şeyi bilerek yapmış olabilir miydi? "Avukat Hanım?" Sesini işitmek geceye doğmasını beklemediğiniz güneş etkisi bıraktı üstümde. Öyle bir şaşkınlık ile arkamı döndüğümde beklediğim buz mavisi gözleri yoktu. Biraz alayla harmanlanmış sıcak bir gülümseme dudaklarını süslüyordu. Tam da beni bekliyormuş gibiydi. Bunları ben uyduruyor olamazdım herhalde? "İyi günler, savcım." "Günüm iyileşmeye başladı şimdi, yine mi aynı davadayız?" Savcının kalemi Esra, bizi yalnız bırakabilmek için odadan çıkarken ikimiz de ona dikkat etmedik. Bir şeyler mırıldandı ve hışımla odadan çıktı. "Şaşırdınız mı?" Bu sivri dilimden az mı çekmiştim de hâlâ böyle pervasız kelimeler kullanabiliyordum, bilmiyordum. "Bir tek size mi sürpriz oldu zannediyordunuz?" "Elbette, en nihayetinde dava öncesinde Umut Savcımdaydı. Tam avukatlık vekaletnamemin dosyaya konulmasını isteyeceğim gün öğreniyorum ki size devredilmiş... Size de fazla tesadüf görünmüyor mu?" Dudağının bir kenarı arsız edayla kıvrıldı. Tepeden, alay edercesine gülümsüyordu. Can yakacak kadar güzel gülümsemesi insanın ağzının içini kurutuyordu. Neye gülüyordu böyle güzel güzel? "Tesadüflere inanmadığınızı zannediyordum." "İnanmıyorum zaten," Hiç düşünmeden cevap verdiğim an yine onu suçlar bir pozisyona düştüğümü geç fark ettim. İflah olmazdım ben. "İyi yapıyorsunuz o halde..." Nefesim kesildi. Bu kadar kavurucu bir enerjisi olduğunu ilk kez fark ediyordum. Kendimi çölde kalmış gibi hissediyordum. Ne oluyordu Allah aşkına? "Tesadüf değil yani?" "Değil mi?" "Savcım..." dedim sabrım tükenmiş bir şekilde. Neyse ki beni konuşma yükümlülüğünden kurtarıp ipleri eline aldı. O sözleri duymamak için yapabileceklerimin bir sınırı yoktu ama maalesef ki duydum... "Sırf siz bir davayı aldınız diye gidip meslektaşımdan baktığı davayı bana devretmesini isteyeceğimi mi düşünüyorsun, Ayliz? Senin için bunca çabayı göstereceğime mi inanıyorsun?" Beni gafil avladığını o an fark ettim ama artık çok geçti. "Seni görebilmek için bunca şeyi neden yapacağımı düşünüyorsun ki ya da umuyorsun ki diye mi düzeltmeliyim?" Allah kahretsin ki köşeye sıkışmıştım. Öylece suratına bakakalırken dilimi yuttuğumu düşündüğüne emindim. Suratındaki zafer sırıtışını eğer yapabiliyor olsaydım dağıtırdım ama elbette kendime engel olabildim. "Sayın Savcım..." Konuşmama müsaade bile etmeden araya girdi, yine! "Nazarımda pek kıymetli görüyormuşsun kendini, Ayliz. Ama neden? Yaralı narin ayağınıza yara bandı yapıştırdığım için mi? Bana ettiğiniz onca hakarete rağmen hâlâ bir centilmen gibi sizinle konuştuğum için mi?" Orada öylece durup dumura uğradım. Bu aşağılanma karşısında gözlerim doldu ama onlara hâkim olabilmeyi başardım. Onu tokatlamamak için öyle bir çaba sarf etmem gerekti ki tüm gücümün tükendiğini hissettim. Ona söylediğim, itham ettiğim onca sözden sonra hak ettiğimin farkındaydım ama altında dümdüz olmuştum işte sözlerinin. Akıl alır gibi değildi! "Size iyi günler dilerim, Sayın Savcım..." Hâlâ yapabiliyorken oradan kaçabilmek için hızlı hareket etmem gerekiyordu. Onun karşısında daha fazla aşağılanmayı kabul edemezdim. Yenilgiyi edemeyeceğim gibi... Gitmek için hızlı bir şekilde arkamı döndüm. İlk adımımı attığım an bileğimi kavrayan elleriyle alabora oldum. Beni zarif bir şekilde bir adım geriletip ardından kendine döndürmesiyle nutkum tutuldu. Dolu dolu gözlerle yüzüne baktığım an ölmeyi diledim. Bu güçsüzlüğümü gördüğü için kendimden ve hassasiyetimden nefret ettim. Sıra onundu tabi, benim yaptıklarımı misliyle ödetecekti bana. "Ayliz..." dedi pişman bir tonla. Ağzımı açsam ağlayacağımdan emin olduğumdan çıt bile çıkarmadım. "Özür dilerim. Böyle alçakça rövanş almak bana hiç yakışmadı." Kollarında ağlaya ağlaya kendimden geçme arzum nüksettiğinde neye uğradığımı şaşırdım. Kendime hayret ettim. Ben ne yapıyordum yahu? Bu Ayliz benim tanıdığım kadına hiç benzemiyordu. Karşısında bu kadar hassaslaşabildiğime bile inanamıyorum. Betondan olduğunu düşündüğüm kalbim meğer ettenmiş... "Sözlerinin altında öyle bir kaldım ki, hiç hak etmediğim o ithamlar yüzünden öfkeme yenik düştüm. Lütfen, bağışla beni." Konuşamazdım! Konuşursam hüngür hüngür ağlayacağımı biliyordum. Bu yüzden yalnızca olumlu anlamda başımı salladım. Sanırım beni en çok üzen şey, sözlerinde haklı oluşuydu. Ben sırf benim için bunca şeyi yapabileceğini gerçekten düşünmüştüm. Bu nasıl olabilirdi? Ben hangi kafada yaşıyordum? Onu nereye koymuştum ki böyle bir beklentim oluşmuştu? "Ayliz... Özür dilerim, ne olursun bakma şöyle..." "Ne?" dedim şaşkınlıkla. Bakışlarım mıydı onu böylesine kahreden? "Onca lafı eden kadın nasıl bu kadar hassas olabilir, aklım almıyor. Kendimi idam cezasına çarptırasım geliyor gözlerindeki incinmişliği gördükçe." "Savcım..." Biliyordum! Ağzımı açtığım an lanet olasıca bir gözyaşı sol gözümden firar etmeyi başardı. Neye ağlıyordum neye? Kendimi gebertme dürtümü bastırmam çok zordu. Görmüştü işte çaresiz, zayıf beni! Gözlerini yumup derin bir nefes alan adam sonraki an beni dehşete sokan o hamleyi yaptı. Bileğimdeki eli usulca başımın arkasını kavrarken serbest olanla belimi sardı. Bedenim onunkine değdiğinde dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Elimle ağzımı kapatsam da sonraki an yine de iş işten geçmişti bir kere. Şimdi onun kollarında, sessiz bir acıyla akıtıyordum gözyaşlarımı. "Senin için her şeyden vazgeçeceğimi mi sandın... Senin için daha fazla çabalayacağımı mı düşünüyorsun? Hiç gitmeyeceğimi zannettiğinden miydi onca eziyetin?" Gözlerimi sıkıca yumarken zihnimin ücralarından çıkıp gelen korkunç anılarım tarafından çepeçevre sarıldım. "Huysuz, suratsız bir kadın için hayatımı daha fazla harcamayacağım!" Yıllar olmuştu ama dün gibi aklımdaydı her bir kelimesi. Alpay'ın beni neden böylesine yıkabildiğini anlayabilmek daha kolaydı şimdi. Ben unuttum sansam da bilinçaltım daima hatırlayacaktı. Üniversitede ve sonrasında hayatımı bir süre meşgul eden o insanın, beni nasıl da yıkıp, yakıp, darmadağın bırakıp gittiğini hiç unutamayacaktım. Ona kalbimi, ruhumu emanet etmiştim. O emanete hıyanet edecek kadar karaktersizdi yalnızca. Bana acıyarak bakışı hâlâ capcanlıydı zihnimde. Ona önce sevdiğim sonra sevgilim ve en son da eşim demiştim. Ama dememeliymişim... Beni kirli sularında boğup, dönüştürdüğü mutsuz kadından şikâyet edip bir başıma bırakan pislik... Hâlâ onun bana hatıra olarak bıraktığı yaraları sarıyordum ruhumda ben. Ona dair tek bir his yoktu içimde ama açtığı yaraların derinliği ile sınanıyordum. Onun sözlerine benzer sözleri işitmekti beni darmadağın eden. Ne kadar süre öylece durduk bilmiyordum. Aklım başıma geldiği an hışımla geri çekildim. "Yanlış..." Ağzımdan dökülen ilk sözcük bu oldu. Karşımdaki adam bana bakakaldı. "Hep yanlış, hep yanlış..." Gitmek için hareket edecekken yeniden beni durdurmasıyla karşılaştım. Çığlık atmak isterken sakince ona döndüm. Beni bırakması gerekiyordu. Yanlıştı, baştan sonra her şeyi yanlıştı. "Yanlış değil." Hayır, hayır, hayır... İmasına bile tahammülüm yoktu. O gözlerindeki ifadeye aşinaydım. Bir kere yenilmiştim, akıllanmak için yeterliydi. Sobanın sıcak olduğunu öğrenmek için elinizin bir kere yanması kâfiydi. İkinciyi denemek aptallık olurdu! "Yanlış!" "Neyden korkuyorsun, neden kendinden kaçıyorsun? Barış artık geçmişinle, ben kaçmaya çalıştığın o kişi değilim." "Sen..." Nefes nefese kaldım sanki saatlerce koşturmuş gibi. "Nereden biliyorsun?" "Boşanma davan için vekalet verdiğin avukatı ne çabuk unutmuşsun, Ayliz..." ▬▬▬ • Bölümü nasıl buldunuz? Bölüm hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum doğrusu. İG: dilanwrites (Aktif olarak tüm alıntılar, spoilerlar bu hesapta yer almakta. Takip etmeyi unutmayınnnn.) DREAME: Dilan Aladağ Çetin (KİTAP ÜCRETSİZDİR) Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, öptüm xoxo
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD