YEDİ | Sana Güvenmiyorum
♫ ♪ ♫
Dedublüman & Aleyna Tilki - Sana Güvenmiyorum
Dudaklarım düz bir çizgi halini alırken bakışlarım koyu harelerinde gezindi. Muzip sırıtışını hiç bozmayan adam da bana bakmaya devam ediyordu. Sanki hiçbir şey söylememiş gibiydi ama sözleri zihin hapishanemde deprem yaratmıştı. Tüm bedenim alayla dahi olsa söylediği sözlerine tepki veriyordu. Titriyordum ve biliyordum ki bunun sebebi esen rüzgâr değildi.
Derin bir nefes alırken içten içe sabır çektim. Bu adam benim sınavımdı. Hem de bu hayatta karşıma çıkan en zor sınavlardandı. Tanıştığımız ilk günden beri durmaksızın beni sınıyordu ve biliyordum ki bu değişmeyecekti.
"Bahadır..." Ne diyeceğimi bilmiyordum o yüzden ismini söyledikten sonra sessizleştim.
"Hemen itiraz etme, Beyza Yüzbaşım. Belki ileride ben teklif etmeden sen kendin istersin."
Arsızdı, bunun bazı anlar faydası dürüstlük oluyordu ama her an bu şekilde davranmasına tahammül edebilmem elbette mümkün olmuyordu. Suratındaki sırıtışı dağıtma arzusu ile kavrulurken ters ters bakmakla yetinmem gerekti. Sözlerini ciddiye almamam gerektiğini kendime hatırlattım, yine aklımı bulandırdığını görmezden gelmeye çalıştım. Sırf bakışının bile tutuşturmaya yettiği bedenime bir açıklamam yoktu. Yanmaya meyilli bir pervaneden de farkım yoktu ve derhal kendimi toparlamalıydım. Onun oyunlarına kanmazdım. Her ne kadar ateşe büyük bir istekle uçsam da durmam gereken sınırı bulmalıydım. Yine de bir şekilde içime işlediğinin farkındaydım.
"Teşekkür ederim, benim için hayatını riske attığın için Bahadır..." Çehresindeki ifade gözle görülür biçimde dağılmasa sözlerime alaylı bir biçimde devam edecektim fakat bir anda karşımda eğilmez bükülmez Bahadır'dan eser kalmadı.
Gardı gözle görülür biçimde düşerken daima kendini ardına sakladığı duvarlarında çatırdama oldu. O duvarda bir gedik açıldı. O gediği ben mi açtım? Bakışlarındaki alay anında yok olurken karşımda durumun ciddiyetini kavramış bir adam belirdi. Yaşadığımız anı anımsamış olacak ki çenesi kasıldı. Neredeyse kaçırılacak oluşum ben kadar onu da korkutmuş muydu sahiden?
"Teşekküre gerek yok, Beyza. Yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı." Ve ilk kez bir an bile olsa gördüğüm o adam toz bulutuna karıştı. Ses tonu ciddiydi hâlâ o ilk kez görmeye nail olduğum adamdan emareler taşıyordu, onu ele veriyordu ama sanırım o kadar iyi gizlenemediğindendi.
Bir an gördüğüm benim için delicesine endişelenmiş adamı ben mi uydurmuştum? Peki gözlerindeki o korku da neyin nesiydi?
Yerinde kim olsa aynı şeyi yapmayacağını ikimizde çok iyi biliyorduk ama bunu ne o ne de ben dillendirmedik. Onun gizlemek için tutuştuğu yanı artık daha ilgi çekiciydi benim için. Sinsice çatlaklarından içeri sızıyordum, görmüştüm işte gözlerinde! O eğilmez bükülmez tutumuna kocaman bir darbe indirmiş gibiydim. Benim hatalarımla dolu o operasyonda an dahi düşünmeden yanıma koşan tek insandı o. Bir an bile tereddüt etmediğine emindim. Yanıma gelmişti, öleceksek bile beraber ölecektik. Bunu nasıl göz ardı edebilirdim? Görevden uzaklaştırılmamam için kulaklığımı kendi elleriyle kırmıştı çünkü komutanımızın emrini dinlemediğim öğrenilecekti aksi halde. Oysa çokta işine gelirdi benden kurtulmak ama yine de beni kurtarmıştı.
Dengemi bozuyordu çünkü onda da dengeden geriye hiçbir şey kalmamıştı, görüyordum gözlerinde. O mekâna gittiğimiz gün belimi tutan sıcak ellerini anımsamak bile tüm tenimin karıncalanmasına neden oluyordu. Bu hislerin farkında olan bir tek ben olamazdım! Savrulduğumuz şey neydi, bilmiyordum. Ben böyle bir duygunun yaşanabilir olduğundan bile habersizdim ama böylesine insanı akıl yoksunu bırakan his, iyi bir şey olamazdı. İyi bitmeyeceğini bugün dahi iyi biliyordum, o da biliyordu ve sınır koyuyordu. Kapıldığımız rüzgâr bizi öyle savururdu ki onca yıl nasıl savrulduğumuzu anlamakla geçerdi. Bu bir felaketti, korkunçtu ama kaçınılmazdı.
Kaçmak zorunda olduğumuz bir kaçınılmaz... Hayatın espri anlayışını hiçbir zaman anlamayacaktım!
"Yine de teşekkür ederim, iyi geceler."
Onun konuşmasını bile beklemeden hışımla arkamı dönüp lojmanların olduğu yöne doğru yürümeye başladım. Aptaldım, biliyordum. Kaçınılmaz sondan kaçmak yalnızca aptalların işiydi. En ala aptaldım! Farkına vardığım hisler boğazıma yapışmışken daha fazla orada duramayacağım da bir gerçekti. Hızlıca onun çekim alanından uzaklaşmazsam dönülmez ufkun sınırını geçmekten korkuyordum. Ben bunu yapamazdım. Yanmaya razı, kül olmaya duacı olamazdım...
Eve girer girmez salona doğru ilerledim. Nefes nefeseydim ve bu durumun hızlı yürümemle alakası bile yoktu. Derhal Nur'u aramalıydım. Delirmiş olmalıydı. Benden biraz daha haber alamazsa tüm ülkeyi ayağa kaldırırdı deli kızım benim.
"Beyza!" Öfkeyle açtığı telefondan belliydi bana yapacakları.
"İyiyim..." diyebildim yalnızca çünkü önceliğim onun içini rahatlatmaktı.
"Bok iyisin!" Sözleriyle yüzümü buruşturmadan edemedim. Çevremde ne çok ağzı bozuk insan vardı sahiden. "Bahadır olmasa şu anda başına neler gelebileceğini ufku geniş hayal gücümle bile tahmin edemiyorum, Beyza. Büyük bir boka bulaştık. Sahi ona haber vermek o an aklına nasıl geldi? Neden herkes yerine o mesela?"
Benim için endişelenmesi hemen kayboldu. Manalı sözlerini gecikmeden işitmeme şaşırmadım. Aksine nasıl ilk sorduğu soru nasıl bu olmaz diye meraklanıyordum.
"Sanırım başım büyük bir belada, Nur. Bu timdeki köstebeğin adama çalıştığını düşünmeye başladım.."
"İhtimali var ama asıl soruma cevap alamadım, Beyza Hanım!"
Yutkunma ihtiyacıyla kavruldum. Beni köşeye sıkıştırmak konusunda Nur'un üstüne tanımazdım. Yine bildiğim gibiydi. Nasıl cevap vereceğimi de bilemiyordum. Daha otururken inkâr ettiğim onca şeyden sonra yapacağım itirafla pek keyiflenecekti.
"Mesajlaşıyorduk o esnada..." Mırıl mırıl bir sesle konuşurken arkadan kahkahası duyuldu. Bin sene dilinden düşmezdim artık.
"Bir sözünle tüm riskleri alıp seni kurtarmaya geldi, öyle mi?" Kahkahasına tezat ciddi bir ses tonuyla sorduğu soru ile tüm bedenim kasıldı. Gerginlik dalga dalga tüm bedenime yayıldı.
"Panikle ne yapacağımı bilemedim ve anlık kaçırıldığımı mesaj atıvermişim. Ayrıca adama direkt konum attım telaşla. Bir bakıma onu beni kurtarmak zorunda bırakmış oluyorum sanırım. Kim olsa aynı şeyi yapardı zaten..." Konuşmak için cümlemi bitirmemi beklemedi sabırsız arkadaşım.
"Kim olsa aynı şeyi yapmazdı, Beyza. Beni zaten kandıramazsın da bari kendini kandırmaya çalışma." Azarlar tondaki sesiyle mırın kırın etmeyi sonlandırdım. Haklıydı ve haklıyken daha da zor bir insandı. Allah herkesi Nur'un haklısından sakınsın. "Bir sözünle motoruna atlıyor, yanına geliyor ve seni kurtarıyor. Yetmiyor, suç kralı olan adamı alenen tehdit ediyor. Sence bunları herkes, herkes için yapar mı güzel kızım benim? Bunları ancak..."
"Nur, hayır öyle bir şey değil!" Hışımla, beklemeksizin sözünü kestiğimde ciğerime çektiğim oksijenin yetersizliği ile sınanıyordum. O sözün devamını duymaya cesaretim yoktu. Olamazdı, olmazdı! Annesinin bile sevmediği, istemediği kızını elin oğlu ne yapsın?
Bu gerçek göğsümün ortasına saplandı yine bir hançer gibi. Anne sevgisinden mahrum kalmış her kimse gibi gerçekten sevilebileceğine inanamayan o insanlardan biriydim ben. Durumum bana özel değildi, bu dünyada annesi tarafından terk edilmiş ilk insan ben değildim. Bu yüzden içselleştirmek yerine kabullenmek gerektiğini biliyordum ama bazı anlar çok zor geliyordu. O ilk bağ, en önemli bağ, anne ile evlat arasında kurulan sevgi bağı eksik olunca meğer her şeyi eksik olurmuş insanın. Annemin beni sevmemek için geçerli tek bir sebebi vardı, o bunu seçmişti. Annesinin sevmeye layık görmediği birini kim neden sevsindi değil mi?
"Beyza... Beyza!" Dakikalardır kendi düşüncelerimin içinde çırpındığımdan Nur'un bana seslendiğini çok geç fark ettim.
"Düşündüğün gibi bir şey olamaz, Nur. Gerçekten iyi bir insan ve zor durumda olan birine sırtını döncek birisi değil. Senin için de aynısını yapardı. Yalnızca bu. Bu kadar... İlerisi de olamaz zaten. Kendimi aksine heveslendirip, göklere çıkarıp sonra betona çakılışımı yeniden seyretmek istemiyorum."
Sözlerimle derin bir nefes aldı Nur. Onunla aynı şeyi düşündüğümüze emindim. Tulgar'ın görev için gideceği zaman benimle vedalaşmaya gerek bile duymadan gittiği günün anıları zihnimde canlanırken ürperdim. Tanıdık bir histi. Terkedilmek bana yabancı değildi. Ben arkada bırakılmaya alıştırılmış olanlardandım.
"Herkes aynı değildir, Beyza." Dedi yine beni teselli etmeye çalıştığını biliyordum ama artık buna inanmazdım.
"Bu sefer de aynı hatayı yapıp aylarca dört bir yana dağılmış kendimi toplamak istemiyorum, Nur. Tamamen profesyonel bir ilişki bu!"
"Sen profesyonel bir yalacısın, güzelim. Yalnızca bu!"
"Nur!" Uyarır tonda çıkan sesime rağmen beni görmezden gelerek sözlerine devam etti.
"Sen hayatımda gördüğüm en güzel kalbe sahip insansın, Beyza ve öyle düşünmesen bile sevilmeye layıksın, anlaşalım bu noktada. Ben seni çok seviyorum. Bazı bağlar kandan ötedir, candandır. Can bağıdır."
"İyi ki varsın, Deli Kızım..." Yüzümde buruk bir tebessümle konuşurken dolu dolu olmuş gözlerimden bir damla yaş yanağımdan aşağı doğru süzüldü.
"Elbette öyleyim, ben olmasam o Nemrut suratını kim güldürecek?" Sözleriyle karşılıklı kahkaha attık.
Bir süre daha konuştuktan sonra vedalaşarak görüşmeyi sonlandırdık. Yarın zaten buraya gelecekti görev sebebiyle bana yardım edeceğinden.
Uyuyamayacağımı bildiğimden bu gibi zamanlar da doktorumun içmemi tavsiye ettiği ilacı bir bardak su ile içtikten sonra yatak odasına yöneldim. Zihnimdeki düşünceler bir bir beni terk ederken yatağa uzandım ve gözlerimi yumdum. Karabasan gibi çöken acı anılar benden uzaklaşırken kâbussuz bir gece geçireceğimden emindim. Yarın dinç ve sarsılmaz bir şekilde uyanacaktım, yine. Yıkılmaz duvarlarımın ardında kendine sarılarak ağlayan kız çocuğun yine görmeyecekti kimse. Çünkü göstermezdim, tüm zaaflarımı ben bilirdim. Yeterliydi, kendimi yine kendim teselli ederdim. Hasta oldu mu kendi kendine bakmak zorunda kalmış çocuklardan biriydim ben, yıkılmazdım öyle kolay kolay işte...
Uyanıp üniformamı giydikten sonra evden çıktım. Nur çoktan gelmiş, kafeteryada oturduğuna dair mesaj atmıştı. İçtimadan önce yanına gidemeyeceğimden biraz beklemesi gerekecekti. Güceneceğini sanmıyordum.
İçtima için bahçeye geldiğimde askerin hazır bir şekilde beklediğini gördüğümde her zaman ki ciddi ifademle yanlarına gittim. Tam karşılarında, sıranın ortasını hizalayarak durduktan sonra sıranın en başında duran Bahadır'ı görerek duraksadım. Tek kaşım havalanırken onu ilk defa görüyor olmaktan şaşkındım elbette.
Beyefendi sanki ona emre itaatsizlik etsin diye baskı yapmışım gibi benim komutanlığımı protesto ettiğinden içtimaya katılmayı reddederdi oysa. Değişen neydi? Sonunda varlığımı kabullenmeye mi karar vermişti?
"Günaydın, asker!" Komutumu duyar duymaz hep bir ağızdan cevap verdiler.
"Sağ ol!"
Gün böylelikle başladı. Yeni görevlerimizi ve gelecek operasyonları detaylarına çok girmeden ilettikten sonra ekibi çalışabilmeleri için gönderdim. Bahadır ise gitmek yerine bana doğru yürümeyi tercih etti.
"Cemil Albay ile düne dair bir konuşma yaptın mı, Beyza Yüzbaşım?"
Titreyen sağ elimi saklamak için ellerimi arkamda birleştirip sert olduğunu düşündüğüm bir ifadeyle karşımdaki adama baktım. İçimde tüm duvarlar sarsılırken dışımda yel esmeden durmak yük oldu.
"Ne zamandan beri sana hesap veriyorum?" Sorumla çehresinde yamuk bir tebessüm belirdi. Bakışlarındaki alay kaybolmazken ellerini teslim olur gibi yukarı kaldırdı.
"Sadece merak..."
"İnsanın başına ne geliyorsa, meraktan geliyor derler Bahadır Yüzbaşım." Ona ters bir bakış atıp sanki ilgilenmiyormuşum gibi bakışlarımı kaçırdım. "İçtimaya katılmaya mı karar verdin?"
"İnsanın başına ne geliyorsa ya meraktan ya da..." Cümlesini tamamlamadı ama bana sonuna dair tahminler yürütebileceğim kadar arsız bir gülümseme bahşetti.
Arkasını dönüp ekibinin yanına dönerken tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Nur'un yanına gitmeliydim. Kesinlikle kaçmıyordum...
Kafeteryanın olduğu tarafa doğru yürürken Merih ile karşılaştık. Durup bana sır verecekmiş gibi yaklaştı ve fısıldayarak konuştu.
"O manyak burada mı?"
Sırıtmadan edemedim. Nur'un saldığı korku bile yeterdi. Eğilip elimle ağzımın dışarıda kalan kenarını kapattım ve sanki en önemli sırrı söyler gibi konuşmaya başladım.
"Evet ve seni kemiğini bile bırakmadan yer. Dikkat et Merih Yüzbaşım."
"O ruh hastası beni sağ bırakmayacak..." dedikten sonra kaçar adımlarla uzaklaşmaya başladı. Arkasından sırıtarak bakmaya devam ettim. Haklıydı bırakmayacaktı.
Kafeteryadan içeri girdiğimde gözüm masalarda Nur'u aramaya başladı. En kalabalık masanın olduğu yerde olamayacağını düşünsem de yanıldığımı şuh kahkahasını duyunca anladım. Nur, tam bir sosyal canavardı. İnsanları etrafında toplamayı, onlarla iletişime geçmeyi ve içlerini görmeyi iyi bilirdi. Beni beklerken de boş durmamış olmalıydı. Askerlerin ağzından kesin laf almaya çalışıyordu.
"Kıdemli İstihbaratçı, Ajan Nur?"
Ona seslenişimle bir anda ayağa kalkıp selam durması neredeyse kahkaha atmama sebep olacaktı.
"Emret, komutanım." Güzel rol yapıyordu, bu yüzden her görevde kimliğini gizleyip suçluların arasına girecek olacak kişi o olurdu. Son görevine kadar bu durumdan memnundu.
"Asker, işiniz yok mu?"
"Hemen gidiyoruz, komutanım." Her biri tek tek kaybolurken ben de Nur'un yanına oturdum.
"Bari bir ipucu yakalayabildin mi?"
Önündeki laptopa bir şeyler yazdıktan sonra bana döndü. Ekranda yazan bir sürü ismi gördüğümde hayretle bakakaldım. Az önce konuştuğu askerlerin üstlerini çizmişti. Hızlı başlamıştı anlaşılan.
"Senin timle konuşma fırsatım henüz olmadı. Buradaki çocuklar da Maşallah, kütür kütür..."
Koluna bir tane geçirince suspus kesiliverdi hemen. Dilinin ayarı yoktu hiç.
"Nur..."
"Görevimi yapıyorum, komutanım. O esnada gördüğüm şeylerin gerçeklerini aktarmadan edemedim." Dedi kıkır kıkır gülerken.
"Başka şeylere ne güzel fırsat bulmuşsun ama..."
"Ben sağlıklı ve gözleri iyi gören bir kadınım, komutanım."
Arsız.
"Bir hayli kişiyle de konuşmuşsun bakıyorum, ne yaptın büyüledin mi askerleri?"
Bana ne yaptığını çok iyi bildiğini anlatan bir bakış attıktan sonra birkaç ismin daha üstünü çizip laptopunu kapattı. Bu kız zır deliydi!
"Cemil Albayım bizi bekliyor. Öğleden sonra Ayliz gelecek, Bahadır'ın davasının gidişatı hakkında bilgi vermesi gerekiyormuş, pek huysuzdu sesi."
"Ayliz'den bahsediyoruz, yüzünde sivilce falan çıktı diye morali bozulmuştur."
"Kesin..."
Birlikte kalkıp Albay Cemil'in odasının yolunu tuttuk. Yürüdüğümüz esnada Nur dikkat çekmeden gözlemleri hakkında bana bilgi vermeyi es geçmedi. Henüz Gökbörü Timi ile konuşmadığından bir fikri yoktu ama sohbet etmeye fırsatı olan askerlerden birkaç isim aldığını söyledi. Eli kolu uzun olan, göze çarpan isimleri aklına kazımıştı bile ama ben köstebeği herkesin gözüne batandan çok görünmeyen biri olduğunu düşünüyordum. Kimsenin şüphelenemeyeceği kadar temiz bir sicili vardı kesin.
Koridorun ilerisinden bize doğru yürüyen adamı gördüğümde dudaklarım keyifle kıvrıldı. Yanındaki erle koyu bir sohbete dalan adam henüz bizi fark etmemişti. Gördüğü an yüzünün alacağı ifadeyi düşünüp keyiflendim.
"Karşıdan gelen, Pembe Yanaklı mı?"
Nur'un sorusuyla hayretle ona döndüm. Merih'e taktığı lakap yine ona hastı.
"Evet."
"Alayım şu safın zaten olmayan aklını da, ayılsın hemen." Dedikten sonra adeta zıplayarak ilerledi Nur. Ona yetişmek için koşar adımlarla ilerlemem gerekti.
Nur, Merih'in dalgınlığından faydalanarak oldukla ona yaklaştı. Adımları nihayet duyan adam şaşkınlıkla karşısındakine çarpmamak için durdu ve bakışlarını çevirdi. Karşısında Nur'u gördüğü an çarpılmışa döndü. Sanırım omzuna oturup boynunu kırmakla tehdit eden bu deli kızdan artık gerçek anlamda korkuyordu.
"Nasılsın, Pembe Yanaklı?" Sözünü bitirir bitirmez Merih'in yanağından bir makas aldı ve Merih'te aklın emaresi bile kalmadı.
Kaçacak delik arayan Merih, son umutla bana baktı. Omuz silkmekle yetindim. Onu Nur'un elinden değil ben, feriştahı gelse de kurtaramazdı.
"Allah'ım al canımı gitsin, bu ruh hastasını bana Azrail etme yalvarırım." Derken oldukça çaresiz göründüğü için ona bir an acımadan edemedim.
"Daha dur yakışıklı, sana hiçbir şey yapmadım."
"Bıçak fırlattın lan, ruh hastası!"
"Ruh hastası falan ayıp oluyor ama Merih Yüzbaşım." Dedi rütbesinin son hecesini cilveli bir edayla uzatıp. "Yeni başlıyoruz daha."
"Özür dilerim, Kıdemli İstihbaratçı Nur Hanım. Kurban olayım bağışla beni de bitsin bu eziyet."
Kıkırdayan Nur'un bu andan ne kadar zevk aldığını görmek işten bile değildi. Merih ile uğraşmak bu ara hayatındaki en keyifli şey olmalıydı.
"Kâbuslarında da peşini bırakmıyor muyum yoksa?" Heyecanlı heyecanlı soruyordu bir de soruyu. Tam zır deliydi bu kız, tam!
"Yemin ederim bırakmıyorsun."
"Demek rüyalarında beni görüyorsun?" Derken bir adım daha yaklaştı Nur. Merih'in yanındaki asker fazlalık olduğunu anlamış olacak ki birkaç adım geriledi. "Başka ne hallerde görüyorsun bizi, Merih Yüzbaşım? Daha müsait ve bol bir zaman da bunun üzerine uzun uzun konuşalım olur mu?"
Kıpkırmızı olan Merih'e neden Pembe Yanaklı lakabını taktığını anlamak zor olmadı. Nur bir manipülatördü ve bunu en güzel şekilde kullanmakta üstüne tanımazdım. Merih'e bir kere uyuz olmuştu, ondan öcünü almadıkça, onunla uğraşmaktan sıkılmadıkça rahat vermeyecekti. Artık sık sık kışlaya gelecekti bir de vay Merih'in haline.
"Hay çevirip üstüne oturt birde beni. Aklımın sapına bile kaydın zaten, sal artık beni be kızım!"
Nur'un tanıdık sahte şuh kahkahası koridoru doldurdu. Merih'in sıkıştığı köşeden çıkmaya umudu kalmamışa benziyordu. İçten içe üzülmekten başka bir şey gelmezdi elimden. Nur'u durdurabile aşk olsundu.
"Çevirip üstüne otururum belki, Merih Yüzbaşım. Hem görürüm o zaman ufaklık mı değil mi!"
Merih'in nefesi kesildi. Bense şaşkınlıkla arkadaşıma bakakaldım. Gerçekten neyden bahsettiğini bilip bilmediğini anlamaya çalışırken açık kalan ağzımı kapatabilmem zor oldu.
"Nur!" Artık dahil olmam gerekiyordu. Yoksa Nur asla durmayacaktı.
"Nasıl da nefesin kesildi, Merih Yüzbaşım. Gördüklerinin kâbus olmadığını bilmek güzel." Dedikten sonra göz kırpıp yürümeye devam etti Nur.
Hayretle bir süre öylece kalakaldım aynı Merih gibi. Ağzı açık bir şekilde az önce Nur'un durduğu yere boş gözlerle bakıyodu zavallım...
Hızlı adımlarla hemen Nur'un yanına vardım. Onu dirseğinden yakalayıp yavaşlattıktan sonra aynı hızla yürümeye başladık.
"Sen kafayı mı yedin, ne dediğinin farkında mısın adama?"
"Farkındayım."
Hayretle ona baktım. Delirmiş olmalıydı başka izahı olamazdı!
"Delirmişsin."
"İçini de merak etmişimdir belki, Beyzoş?" Göz kırpıp Albay Cemil'in kapısını tıklattı.
İnanılmazdı. Bu kıza akıl sır erdilemeyeceğini bildiğimden onun peşinden odadan içeri girdim. O esnada konu yine daha ciddi konulara geldi. Dün başıma gelenleri bir bir aktardık.
"Müdürünle konuşup derhal önlem almamız gerektiğini söyleyeceğim. Bir süre kışladan ayrılma, Yüzbaşı Beyza. Güvenliğin her şeyden önemli."
Bu adamın tutumunun tam aksine değişmesine hâlâ alışamıyordum. Aynı adamın sınırın ötesinde beni ölüme terk ettiğini unutamıyordum. Şimdi karşımda güvenliğimin her şeyden önemli olduğunu söylemesi oldukça tezattı ve bana inandırıcı gelmiyordu. İçini görmüştüm ben onun, ona güvenemiyordum.
***
Ayliz
Adliyenin koridoru topuklu ayakkabımla dövdüğüm zemiden çıkan sesle titriyordu. Attığım her adımda kendime olan güvenimi vurgulamayı severdim. Adımını sağlam atan yıkılmazdır.
Elimdeki dosyada yazanı okuduğum andan beri burnumdan soluyordum. O vatan haini (maalesef ki) uyanmıştı. İfadesi alınarak dava dosyasına eklenmişti. Sabah okuma şansım olmuştu. Verdiği ifadenin saçmalığı karşısında savcılığın verdiği karar kadar şaşırmamıştım elbette.
"İyi günler," dedim gülümsemeye zorladığım ifademle savcının kalemine bakarken.
"İyi günler, Ayliz Hanım." Gayet kibar ve gülümseyerek karşıladı beni, her zaman ki gibi.
Titreyen ellerimle tuttuğum dosyayı sallayıp yine yalandan gülümsedim yalnızca. Ne demek istediğimi hemen anladı ve savcının müsait olup olmadığını kontrol etmek için odasının kapısını çaldı. Kısa bir süre sonra yanıma gelip içeri girebileceğimi söyledi.
Öncelikle sakin kalabilmek için derin bir nefes çektim içime ardından teşekkür edip kapıya doğru ilerledim. İçimde patlayan öfkeyi dizginleyebilmeyi umdum. Gerçekten bu görüşme zor geçecekti. Son tesadüfi (!) karşılaşmamızdan beri ilk karşılaşmamız olacaktı.
Kapıyı iki kere tıklattıktan sonra olumlu komutu işitip kapıyı usulca açtım. Suratımda en sahici ama bir o kadar iğneleyeci gülümsememle içeri girdim.
"İyi günler, sayın savcım. Müsait misiniz?" Nezaket kuralları gereği müsait olduğunu bildiğim halde yine de sordum.
"Sizin için daima zamanım var, Ayliz Hanım. Buyurun lütfen, sade kahve?"
Onun gibi kartlarım kapalı oynamaya karar verdim. Fütursuzca doğruyu konuşmanın karşısında bir anlamı yoktu demek ki. Madem pis oynamak istiyordu, en çok ben kirlenirdim!
"Teşekkür ederim, unutmamışsınız." Dedim en cilveli sesimle. Ardından utangaç gibi görünen bir edayla gülümseyip karşısındaki sandalyeye oturdum.
Elimde tuttuğum kâğıt onu sıkmamdan ötürü artık kırışmıştı ama umursamadım.
"Unutmak ne mümkün..." İki sade kahveyi söylemek için masasındaki telefonu eline aldı ve kısa bir görüşme yaptı.
Titreyen ellerimle tuttuğum buruşmuş kâğıda bakmayı tercih ettim. Yoksa bu adamı bakışlarımla öldürebileceğime inanıyordum. Verdiği kararı gördüğüm an kan beynime sıçramıştı.
"Nasılsınız, Ayliz Hanım?"
"İyiyim sayın savcım, siz nasılsınız?"
"İyiyim, teşekkür ederim. Bugün hangi dava için buradasınız?" Neyse ki konuşmayı uzatmadan konuya girmişti.
"Bahadır Sorgun Kızılarslan ile terörist bir..." Tam küfredecekken dilimi ısırdım. "Emre itaatsizlikten soruşturma açılmıştı hatırlarsanız..."
"Ha şu dava."
Dişlerimi öyle bir sıktım ki çenem kırılacak zannettim. Bir de gevşek gevşek konuşuyordu hem de hiç utanmadan!
"Evet, o dava!" Sıkılı dişlerimin arasından adeta tısladığımdan bir kaşı merakla havalandı.
Neyse ki o anda kapı tıklatıldı ve elinde kahvelerle görevli içeri girdi. Bize kahvelerimizi servis eden kadına gülümseyip teşekkür ettikten sonra kahvemden bir yudum alıp kendimi sakin tutmaya çalıştım.
"Bugün elime dava ile ilgili aldığınız son karar ulaştı, sayın savcım. Doğruluğunu teyit edebilmek adına yanınıza gelmenin uygun olacağına karar verdim, umarım sizi meşgul etmiyorumdur."
"Estağfurullah..." Tam sözüne başlamışken daha fazla susamayacağımı anladığımdan yaptığım saygısızlığı dahi umursamadan konuşmaya başladım.
"Terörist birini korumak için emniyetten bir ekip istemişsiniz ayrıca teröristin birinin can güvenliği olmadığını belirterek Türkiye Cumhuriyeti'nin saygın, onurlu, şanlı askeri, Yüzbaşısı için uzaklaştırma kararı çıkartmışsınız. Tam olarak kimin canı tehlikede onu kavrayamadığım için kusura bakmayın lütfen. Sanırım benim aklım, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhuriyet Savcısının, bebek katillerinin canını korumak için onurlu bir askere çıkarttırdığı uzaklaştırma kararını algılayamayacak kadar eksik! Çünkü asıl korunması gerekenler bizlerken, bizi öldürmek için terörist olmuş birini korumak istemeniz şahsım için bir hayli şaibeli karar."
Hayretle suratıma bakakaldı. Kibar kalmaya, saygı çerçevesini aşmadan konuşmaya o kadar çok zorladım ki kendimi anca bu kadar olabilmişti işte. Oysa karşımda bir başkası olsa söyleyeceklerimi kendim bile tahayyül edemiyordum.
"Aldığım kararın hesabını size vermem gerektiğini bilmiyordum, Ayliz Hanım."
Duyduğum sözlerle sinir katsayım sonsuzla çarpıldı. İnanamayarak karşımdaki adamın suratına baktım. Suratına tam o an tükürmediğim için daha sonra kendimi tebrik edecektim.
"Ne haddime koskoca Cumhuriyet Savcısının kararlarını sorgulamak sayın savcım, ben anlayamadığım için..."
"Ayliz Hanım!" Sanırım bana ayrılan sabrının sonuna gelmiştik. "Öncelikle, terörist olduğu kanıtlanmamış bir vatandaş için kanunlar nasıl istiyorsa o şekilde karar aldığımı bilmenizi isterim. Şahıs, kendisi için böyle bir talepte bulundu ve kanun hükmünce hakkı olduğu için yapmak zorunda kaldık. Ben de iddia makamı biziz sanıyordum meğer sizmişsiniz, Ayliz Hanım."
"İddia makamı siz, sanığın suçunu ispatlama makamı kolluk kuvvetlerimiz ama ne hikmetse davadaki en önemli kanıtları mahkemeye sunan benim. Sizde burada bir gariplik görüyor musunuz? Mesela, sanığın ailesinin daha önce kayıp oğullarını aramak için karakola ifade verdiğini neden sizden değil de benden öğrendik, sayın savcım?"
"İthamlarınıza dikkat edin, daha fazla müsamaha göstermeyeceğim bu tutumunuza. Size karşı nazik ve saygılı olmaya özen gösteriyorum, sizden de aynı özveriyi bekliyorum!"
Oturduğum yerden bir anda ayağa fırladım. Karşımda koskoca Cumhuriyet Savcısı olduğu gerçeği aklımdan çıkıp gitti.
"Hiç kimsenin, bu siz bile olsanız haklı ve suçsuz olan bir Türk Askerini itibarsızlaşmasına izin vermeyeceğim. Gerekirse iddia gerekirse suçu ispatlama makamı olmak zorunda kalayım, bunu da yapacağım ama hiç kimsenin onurlu bir askerimizi karalamasına müsaade etmeyeceğim! Bunu da böyle bilin!"
Sandalyenin üstüne koyduğum çantamı hışımla alıp kapıya yöneldim. O odayı onun başına yıkmak isterken öfkeyle yeri döven topuklarımla hışımla uzaklaşmaktan başka çarem yoktu.
"Ben de bu ülkenin savcısıyım ama beni itibarsızlaştırman çok kolay oldu, Ayliz Hanım!"
Hâlâ bana cevap verebildiğine inanamıyordum.
"Çünkü sana güvenmiyorum!" Ağzımı kapatmak istesem de artık çok geçti. O söz bir kez çıkmıştı işte ağzımdan.
Kapının kolunu kavrayan elimin tutulup hışımla çekilmesiyle hayretle karşımda duran adama bakakaldım. Gerçekten öfkeden delirmişe benziyordu. Mavi gözlerinde kızıl bir öfke parlıyordu. Nihayet gerçek yüzünü görecektik demek ki.
"Bu vatanın bir evladı olarak yetiştim, onun sayesinde bugün burada savcı olabildim. Beni bir daha vatanıma ihanetle itham etme çünkü müsamaha göstermeyeceğim artık. Kanunen hakkını bilen, avukatı da bir o kadar güçlü olan bir sanık. Talep etmeye hakkı olan ve alabileceği bir şeyi onaylamak zorundayım. Taraflı hareket edemem, adil olmak zorundayım. Benim kanıma dokunmuyor mu sanıyorsun, bu iki oldu Ayliz! Beni ikinci kez vatanıma ihanetle suçluyorsun, üçüncüyü affetmeyeceğim!"
Nefes nefese gözlerimin içine öfkeyle bakan adam aç gözlülükle odadaki tüm oksijeni içine çekiyordu sanki. Bense şaşkınlıkla nefesimi tutmuş başka çarem olmadığından gözlerinin içine bakıyordum. Son sözleriyle kavradığım gerçekler, yaptığım haksızlığın ortada oluşu bir hayli canımı sıkıyordu. Her zaman gözümle gördüğüme inanmayı seçtiğimden, görmediğim onlarcası varken karşımdakileri yargılamaktan vazgeçemeyecektim sanırım. Fütursuzluğumun bedeli de karşımda öfkeden deliye dönmüş bir Cumhuriyet Savcısıydı.
"Şimdi sana iyi günler."
Ağzım açık bir şekilde beni odadan kovuşuna bile şaşıramadan çıktım oradan. Sanırım bu sefer çok ileri gitmiştim. Öfkeyle kalkan zararla oturur dedikleri doğruydu işte. Öfkemin esiri olup haddimi aşmıştım. Şimdi bir de bunu düzeltmem gerekecekti. Kendi başıma iş açmaktan başka bir şey değildi. Ayrıca gerçekten çok ayıp olmuştu. Adamı alenen vatan hainliği ile suçlamasaydım bari...
***
Günler Sonra
Gecenin pusu üstümüze çökerken, tam teçhizat hazır askerlerime kısa bir bakış attım. Kulağımdaki kulaklığa dokunup deneme yaptım.
"Kara'dan Pençe'ye, beni duyabiliyor musun?"
"Seni duyuyorum, Kara." Flört mü ediyordu o?
"Konuşlandınız mı?"
"Yerimizi aldık, Kara. Harekete geçmek için emrini bekliyoruz."
O son sözleri kim bilir nasıl zor söylemişti ama artık alışıyordu sanırım. Benden emir almaya da varlığıma da.
"Kara'dan Pusula'ya."
"Pusula dinlemede, Kara."
"Konuşlandınız mı?"
"Yerimizdeyiz, komutunu bekliyorum."
Bakışlarım etrafımda dolandı. Issız bir tepedeydik. Yaklaşık altı saat önce helikopterden indiğimiz bu bölge de altı kilometre yayan yürüdükten sonra asıl varmak istediğimiz noktaya gelmiştik. Terörle mücadele ekibi olduğumuzdan görev çıktığı zaman istenen konuma giderdik. İsimsiz, gölgesiz, ölsek adımız televizyon ekranlarında dahi görünmeyecekti nasılsa. Genel de yüksek gizlilik içeren görevler için yetiştirilmiş her kimse gibi... Biz adımızla anılmak, hatırlanmak istemiyorduk zaten. Yeter ki vatan rahat uyusun!
Mağara girişinin etrafında hareketlenme olduğunu ben dürbünden gördüğüm sırada, gizlenmiş girişi izleyen askerimden bilgi geldi. Mağaranın içinde aydınlatma bile olmasına artık şaşırmıyordum. Sınırdan uzak, dokunamayacağımızı sandıkları farklı noktalarda böyle mühimmat yerleri çok olurdu. Oysa biz oraları çoktan belirlemiş ve imha için hazırlanmış olurduk. Bugün de o günlerden farklı değildi.
"İmhacı nerede?"
"Yerimdeyim, komutanım."
Sanki görebilecekmiş gibi başımı olumlu anlamda salladıktan sonra dudaklarımda o bilindik uğursuz sırıtış belirdi. Belki bugün nasip olurdu şehadet...
"Pençe, Pusula... Düşmana sürpriz yapma şansımızdan yararlanıyoruz. Giriş açık, hızlı bir iş bitirme olsun. Gazamız mübarek olsun, yiğitler! Giriyoruz!"
Sözlerimle iyi eğitimli ekipler harekete geçti. Herkes önceden belirlenmiş sırayla, hizasını bozmadan ilerledi. Dağın yamacını tırmanırken sessiz olmak için özen gösterdik. Teröristlerin kendileri için tırmanmayı kolaylaştırmak amacıyla yaptıkları basamaklara geldiğimizde ilerlememiz hızlandı.
Önden ilerleyen Bahadır'la göz göze geldiğimizde hızını azaltması gerektiğini hemen anladı. Arkamdan girmesini emretmiştim, artık emirlerime uyduğu düşünülürse sözümü dinleyecek gibi görünüyordu.
Girişe en yakın noktada durdum ve sağ elimi havaya kaldırdım. Elim yumruk halindeyken herkes durdu ve hareketimi beklemeye başladı. O sırada kulağımda yamacın diğer tarafından ağırlıksız olmasının avantajını kullanarak hızlıca tırmanan Nur'un sesi doldurdu.
"Temiz, girişte iki tane adam bekliyor. Kapı hâlâ açık, sevkiyat çıkaracaklar, onun için bekliyorlar."
Havada yumruk olan elimin yumruğunu açıp harekete geçmelerini anlattım. İki parmağımı birleştirdim. Merih'in ekibine solu, kendi ekibime sağı işaret ettim ve ilerlemeyi sürdürdük. Üstümüzdeki ağır teçhizata rağmen sessiz hareket etmeyi biliyorduk.
Girişe en yakın durabileceğimiz noktaya vardığımda karanlığa rağmen tam ileride duran Nur'u görebildim. O kapıya daha yakın olduğundan ışığın bir kısmı silüetini görebilmeyi kolaylaştırıyordu. Eliyle önce iki ardından bir yaptı. Bu işaretiyle kapıyı tutan birini indireceğini, diğerini de benim almam gerektiğini anlatıyordu.
"Anlaşıldı," dedim mikrofona doğru.
"Ne oluyor?" diye sordu merakla hemen Bahadır.
"Kapıdakileri indiriyoruz." Sırtımdaki çantayı çıkarttığım gibi ayağının önüne bıraktım ve Bahadır'ın beni durduramayacağı bir hızla ileriye atıldım.
Nur, elbette daha yakın olduğu için beni bekledi. Girişin tepesini örten toprak zemine tırmanmaya başladım. Nur da beni taklit etti. Ardından gerekli yüksekliğe çıktığımızda son bir kez bakışıp adamların üstüne atladık. O rahat bir şekilde adamın omzuna oturup, bacağıyla boynunu sıkmaya başlamışken ben diğerini kendimle birlikte yere düşürüp yerde hazırlıksız yakaladım.
Bir bacağım adamın boynuna dolanmıştı. Elimle bir kolunu tutmuş ve omzundan kırabileceğim bir kuvvetle geriye doğru çekiyordum. Tek hedefim acıdan bayılmasıydı ve beş dakika bile olmadan hedefime ulaşmıştım. Nur'un üstüne atladığı adamın işini bitirmesi daha kısa sürdü çünkü boynunu kırdı. Terörist oldukları sabitti, öldür emrini almıştık zaten. Benim sağ bırakma sebebim daha toy olduğunu fark etmemdi, sorgularken bizimkilerin işine yarardı.
"Bir de dayak mı yedin diyordun, Sorgun Efendi. Gördün mü ne yaptıklarını?" Merih, bayılttığım adamı göstererek Bahadır'a fısıldadığını sandığı bir tonla bunları söylediğinde Nur ile aynı anda gülümsedik.
"Kara Bereli kadar zor bir eğitimden geçtiğimizden haberdar değilsin sanırım, Pembe Yanaklı?" derken az önce öldürdüğü adamın üstünden kalkıp bize doğru ilerledi.
Mağaranın girişi çoktan ablukaya alınmıştı. Günler önce sismik dalgalardan tespit ettiğimiz üzere başka girişi de yoktu. Şimdi içeride sıkışmışlardı.
"Yaptınız bugün de şovunuzu, Beyza Yüzbaşım." Bahadır'ın gözünde gördüğüm kesinlikle alay değildi, hayranlıktı.
"İşimiz bu, Kızıl." Ona göz kırpıp az önce bıraktığım çantamı tutan ellerinden aldım. "Sağ ol buraya kadar getirmiş, zahmet etmişsin."
Sözlerimdeki imayı anladığı gibi gözlerini kaçırdı. İçini görüyordum, o da kaçamıyordu.
Kapıdakileri hallettiğimize göre içeridekiler kalmıştı yalnızca. Herkes yine aynı ciddiyete bürünüp operasyona kaldığımız yerden devam etti. Bu sefer Merih ve Bahadır önden giriyorlardı.
"İmhacı kontrol etti mi, kapıyı tuzaklamışlar mı?"
"Bir sorun yok, Kara." dedi güven verircesine Bahadır.
"Şimdi!"
Mağaranın dış kapısını geçip içeriye açılan tünelin kapısını kolayca açtıktan sonra ilerlemeyi sürdürdük. Gelişimiz beklediğimiz gibi sürpriz oldu ama maalesef ki çatışmadan yine de kaçamadık. Yarım saatlik sıcak çatışma sonrasında ayakta kalan çok az terörist vardı. Kıskıvrak yakalandıklarını kabul edenler teslim olup çoktan tünelden çıkartılmıştı. Fakat hâlâ direnenler vardı.
"Türk Askerine teslim olun!" diye yeniden ikaz ettim ama onlar pek oralı olmuyorlardı. "Etrafınız sarıldı..."
"Bir askere hele de kadın bir askere teslim olmaktansa ölürüz!" diye bir ses duydum.
Cevabı Nur'un şuh kahkahası verdi. "Senin ananın yanında babanı sikerim anan kahrından ağlar beni beğenmedi kocamı sikti diye. O gevşek ağzına topla zaten birazdan neler yapacağım sana, ibne!"
Nur'a hayretle bakarken bir alkış sesi duyarak bakışlarımı çevirdim. Bahadır, elindeki silahı bacaklarının arasına sıkıştırmış Nur'u alkışlıyordu. "Bunca yıldır küfrederim böyle güzelini duymadım, helal olsun Leydi Vipera."
Leydi mi? Bu adamın terbiye anlayışını hiçbir zaman anlayamayacaktım. Tebrik ettiği şeye bakın... Akıl sır erdirilmezdi gerçekten!
"Allah'ım sen bana merhamet et..." diye mırıldanan Merih'e şaşkınlıkla döndüğümde bana Nur'u işaret etti. "Çünkü o etmeyecek!"
Haline gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Korkusu her seferinde beni eğlendirecekti ama sanırım.
"Komutanım!" Kulağımda çınlayan sesle derhal seslenene cevap verdim. "Tünellerin ilerisini tuzaklamışlar!"
Çenem kasılırken sakin kalmaya özen gösterdim.
"Son adamları alın, buradan acilen çıkmamız gerek!"
Sözlerimin ardından hareketlenme başladı. Kısa aranın ardından çatışma devam etti. Son iki teröristi de ele geçirdikten sonra hızlıca tünelden çıkma emri verdim. Sungur Timi önden çıkarken arkadan Gökbörü Timi gerekli kontrolleri yapıp çıkmaya başladı.
"Önden çık."
Bahadır'ın kati sesiyle bakışlarım ona döndü. Ne zaman anlayacaktı acaba bana emir veremeyeceğini?
"Önden çık, Pençe!" Sözlerime inanamayan bir ifadeyle bana baktı. "Ben değil ama sen benim emrime itaat etmek zorundasın, Pençe!"
"Beni sınamak istemezsin, Kara!"
"Belki istiyorum?" derken tek kaşım havalandı.
Bu adam sınırını da hududunu da öğrenecekti, işte o kadar!
"O kadar uzun boylu değil, komutanım. Sen önden çıkacaksın, arkandan da ben geleceğim!"
"Neden? Ben kadın olduğum için mi? Bugüne kadar cinsiyetimin nazarında pek kıymeti yoktu malum o küfürlerini ederken bu sana hiç engel olmadı."
"İşte bu yüzden kadınlardan emir almaktan nefret ediyorum. Her zaman duygularınızı karıştırıyorsunuz işinize!"
"Cinsiyetçi saçma yorumlarını kendine sakla!"
"Cinsiyetçi değilim, kadınlar benim gözümde kutsaldır, Kara. Bu vatan gibi korumak zorunda olduğum geleceksiniz her biriniz. Bu vatanın akıbeti sizsiniz, nesini anlamak bu kadar zor? Ve elbette duygusal varlıklarsınız ve illa duygularınızı karıştırıyorsunuz!"
"Duygularını işine karıştıran senmişsin, Pençe!"
Sözlerime bir sabır çekip sessiz kalmayı tercih etti. Tünelin çıkışından mağaranın girişine az kalmışken duyulan patlama ile irkildik.
"Uzaktan patlatıyorlar!" diye bağıran Merih'in sesini kulaklığımdan duydum.
Bakışlarım tünelin her bir santimini kontrol ederek en arkadan gelen Nur'a kaydı. Bahadır, baktığım yere bakıp bir küfür savurdu.
"Hay uzaktan kumandasının tuşuna soktuklarım!"
"Nur!"
Patlama sesleri giderek yaklaşırken bize doğru koşmaya başladı Nur. Seri hareket eder, hızlı davranırdı ama yeterli değildi. Bu sefer düşman daha hızlıydı.
Bahadır, beni bu sefer öne atılamadan yakaladı. Kendiyle beraber mağara girişine beni de çekerken inkâr dolu çığlıklarım yankılandı.
"Kardeşimi bırakmam!" Acizlik dolu çığlığıma rağmen Bahadır'ın ellerinden kurtulamadım.
Gözlerimle Nur'un yıkılan tavanlardan kaçışını izlerken yüreğime bir taş oturdu. Bize varmasına çok az vardı, bu yüzden korkum git gide azalıyordu. Bizse çoktan mağara girişine girmeyi başarmıştık. Bahadır beni bıraksa çoktan Nur'un yanına koşmuştum ama izin vermiyordu. Tüm çırpınışlarıma, kurtulma çabama rağmen o sağlam tutuşundan kaçamadım.
"Nur!"
Haykırışımdan hemen sonra tam önümüzdeki tavan büyük bir toz bulutu ardında bırakarak çöktü. Acı dolu feryadım kilometrelerce öteden duyulacak kadar yüksekti. Gözyaşlarım sicim gibi yanağıma akarken hiçbir şey yapmadan öylece yaşanılanı izlediğim için ölmeyi diliyordum. Beraber ölecektik, öleceksek bile bunu birlikte yapacaktık. Söz vermiştik, ben sözümüze ihanet etmiştim.
"Nur!" Merih'in sesi benimkine karıştı. "Onu alıp geleceğim!"
Önümüzdeki yıkıntılara, çöken tavandan inen toprağa, koca koca taş engellerine rağmen Merih korkusuzca öne atıldığında zaten beni tutan Bahadır'ın onu durdurma fırsatı olmadı. Gözünü bile kırpmadan çöken alana giren Merih'i de aynı Nur gibi izlemek zorunda kalışımızla sınandık...
"Nur!"