KABULLENİŞ

1986 Words
Mirza odasına gittiğinde öfkeden çıldırmak üzereydi. Sanki damarlarında dolaşan kan bile bu yoğun öfkeye ayak uydurmuş, tüm vücudunu gerim gerim geriyordu. Abisinin ölüm acısını bile neredeyse unutmuştu. Ailesinin isteği midesini bulandırıyordu. Kendi hayatının kontrolünü yitirmiş, bir çıkmazda sıkışmış, hareket edemez hale gelmişti. Bütün bu baskı, sanki zihnini bir çelik kafesin içine hapsetmişti. İçindeki öfkenin dinmesi, sakin kafayla düşünebilmesi için onu rahatlatacak bir şeye ihtiyacı vardı. Banyoya gidip avuçlarına doldurduğu suyu yüzüne çarptı. Uzun parmaklarıyla saçlarını, ensesini ıslattı. Açık olan musluğu kapatırken bir an aynada kendisiyle yüzleşti. Babasının söyledikleri zihninin içinde hiç susmayacak bir sese dönüşmüştü. Ona sürekli olarak “Salih abinin karısıyla evleneceksin.” Diyordu. Bütün gücüyle avucunun içindeki musluğu dişleriyle aynı anda sıkarken annesinin sözcükleri babasınınkilerle karıştı “Sözünü yerine getirmenin vakti geldi.” Diyordu annesi. Beyninin içinde uğultuya dönüşen sesleri susturamayan Mirza öfkeyle yumruğunu aynaya geçirdi. Aynanın büyük kısmı kırılarak lavabonun içine dökülürken “Of!” diye bağırdı. “Kafayı yemiş bunlar. Ne söylediklerini bilmiyorlar” Gözlerini kısmış, aynanın kalan çatlak yarısından kendine bakarken ilk defa karşısındaki yüz ona ait değilmiş gibiydi. Bu sırada yere düşen kan damlalarının sesini duydu. Bakışını zemine çevirdi. Elinin üzerindeki kesikten akan kan zeminde birikmeye başlamıştı. Dolaptan rulo peçeteyi alıp elinin üzerine dolayarak bastırdı. O kadar öfkeliydi ki neredeyse hissizleşmişti, hiç acı duymuyordu. Odasına döndüğünde içeride volta atarak yürüyordu. Bir çözüm yolu arıyordu ama öyle bir yolun olmadığını biliyordu. Kötü bir kâbus gibiydi yaşadığı. Boğuluyordu, nefes alamıyordu. Odanın duvarları üzerine geliyormuş gibi hissettiğinden konakta daha fazla duramazdı. Bir an önce nefes alabilmek için dışarıya çıkması gerekiyordu. Mirza, boğulma hissinden kurtulmak için konağın kapısından dışarıya adımını atar atmaz öğürmeye başladı. Adeta içindeki tüm sıkıntıyı ve öfkeyi kusar gibi yere çöküp istifra etmeye başladı. Bu ani durum karşısında dışarıda bekleyen korumalar şaşırmış bir halde ona doğru yaklaştılar. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı, ama Mirza’nın beden dili her şeyi anlatıyordu. Yerde iki büklüm halde midesini boşaltırken, biri endişeyle sordu: “Ağam, iyi misiniz?” Mirza, adamların varlıkları ve sorularıyla daha da rahatsız olmuştu. Elini kaldırarak onlara gitmelerini işaret etti. “Yaklaşmayın!” Midesini boşaltıp ayağa kalkınca derin derin nefes aldı. Büyük öfke patlamalarında hep böyle olurdu; öfkesi midesine vururdu, onu mahvederdi. Onu izleyen adamlardan birisi elindeki pet şişeyle yanına koşup suyu uzattı. “Buyurun ağam” dedi çekingen bir sesle. Adamın niyeti iyiydi ama kullandığı “ağam” kelimesi Mirza’yı daha da sinirlendirmişti. Her duyduğunda bu kelime, ona istemediği bir rolü hatırlatıyordu, istemediği bir yükü omuzlarına yüklüyordu. Kaşlarını çatarak, öfkesini saklamadan, sert bir şekilde konuştu: “Ben kimsenin ağası değilim,” dedi. Kelimeleri adeta dişlerinin arasından fırlamıştı. Uyarısıyla karşısındaki adam, suç işlemiş gibi boynunu büküp geri çekildi. Ama Mirza, bu tartışmayı sürdürmeye niyetli değildi. O anda, arkasından tanıdık bir ses duydu: Büyük abisi Vahit’in ağır, tok sesi hava kadar keskin bir şekilde Mirza’ya ulaştı. “Artık İstanbullu olsan da,” dedi Vahit sakin bir ifadeyle, “bu topraklara geldiğinde ağasın. Bunu değiştiremezsin.” Mirza arkasından yaklaşan abisine döndü. “Değiştireceğim ve bunu zamanla sende göreceksin” Vahit onunla aynı fikirde değildi. “Oğlum sen ne diyorsun?” dedi. “Sayımız üçten ikiye düştü. Babamdan sonra bu insanların ağası biz olacağız” Mirza abisini arkasında bırakarak arabasına doğru yürürken durdu. Yüzünü arkasından bakan abisine döndü. “Biz değil abi. Sen alacaksın.” Dedikten sonra arabasına binip motoru çalıştırdı. Vahit Mirzanın aracının uzaklaşmasını izlerken kardeşinin arkasından mırıldandı. “Sen öyle san. Ne kadar uzağa gidersen git, maalesef dönüp dolaşıp geleceğin yer yine kendi köklerin olacak” Mirza gecenin ilerleyen saatlerinde önünde durduğu bahçeli evin demir kapısını çaldı. Birkaç dakika sonra içeriden gelen ayak seslerini duydu. Kapı açıldı. Onu gören arkadaşı Amed şaşırdı. “Mirza! Kötü bir şey yok değil mi?” derken bakışı yaralı olan eline takıldı. Kan peçetenin üzerinden görünüyordu ama ne olduğunu sormadı. “Canım çok sıkkın Amed. Bu saatte kapını çaldım kusura bakma. Vaktin varsa biraz konuşabilir miyiz.?” Amed geri çekilerek Mirza’yı içeriye davet etti. “Önce şu elini bir saralım, sonra konuşuruz” dedi. Birlikte evin giriş kapısına ilerlediler. Doğruca mutfağa girdiler. Mirza “Samira uyuyor mu?” dedi. Samira Amed’in karısıydı. “Uyuyor. Hamilelik yüzünden uykusu biraz ağırlaştı. Rahat ol, kolay kolay uyanmaz” Amed dolaptan çıkarttığı ilk yardım çantasını masanın üzerine açtı. Çantada sargı bezi ve yara bandı vardı. Mirzanın eline doladığı kanlı peçeteyi çıkarttığında yüzünü buruşturdu. “Elini nasıl bu hale getirdin. Dikiş atılması gerekiyor” dedi. Mirza hastaneye gitmeyeceğini söyledi. “Kanaması durdu. Saralım yeter” dedi. Amed onun inadını bildiğinden ısrar etmedi. Kesik olan bölgenin üzerini temizledi. Cenazeye katıldığı için Mirzanın babasının rahatsızlandığını biliyordu. Sargı beziyle yaranın üzerini kapatırken “Reşit ağa nasıl oldu” diye sordu. Mirza geriye yaslanıp “Canavar gibi maşallah. O kadar iyi ki kucağıma ateş topunu fırlatıp geri çekildi” dedi. Amed onun neyden bahsettiğini anlamadığından biraz daha açık konuşmasını isteyince Mirza gözlerini kapatıp dişlerini sıkarak kısa bir an bekledi. Gözlerini tekrar araladığında “Evlenmemi emrettiler” dedi. Mirza’nın evlilik ve kadınlar konusundaki düşüncelerini bilen Amed konunun hassasiyetini anlayınca işini bitirip geri çekildi. “Şimdi anladım elini bu hale nasıl getirdiğini. Mevzu evlilikse kuru kuru gitmez. Sen bahçeye çık ben içecek bir şeyler alıp getireyim” dedi. “Samira evde sigara içilmesine izin vermiyor” Mirza Amed’in kolunu tutup engel olmaya çalıştı “Konuşmak için geldim. Boş ver içeceği şimdi” dedi ama söz dinletemedi. Eylül ayının ilk haftası olduğu için hava hala sıcaktı. Mirza bahçeye çıkıp ağacın altında bulunan masaya ilerledi. Arkadaşını beklerken sigarasını yaktı, saate bakmak için cebinden telefonunu çıkarttı. Saat gece yarısından sonra bir olmuştu. Ekrana bakarken yedi cevapsız arama gördü. On bir tane de mesaj vardı. Umursamadı. Ne mesajlara bakmak ne de Cansu’yu aramak istiyordu. Birkaç dakika sonra Amed elindeki bira şişeleri ve atıştırmalıklarla yanına geldi. “Kusura bakma, elimde soğuk içecek olarak sadece bunlar vardı.” Dedi. “Beni hazırlıksız yakaladın.” Amed “Misafir umduğunu değil bulduğunu içermiş” diyerek bira şişesini açıp Mirzaya uzattı. “Anlat bakalım, nereden çıktı bu evlilik olayı.” Mirza hatırladıkça bile kalbi patlayacakmış gibi oluyordu. Konuyla ilgili konuşmak bile ona neredeyse kafayı yedirtecekti ama konuşmazsa da rahatlayamazdı. Amed birasını yudumlarken “Bizimkiler… Salih abimin karısıyla evlenmemi istiyorlar” dedi. Bunu duymayı beklemeyen Amed birayı az daha Mirzanın suratına püskürtüyordu. “Hadi be, öyle şey mi olur” dedi. Mirza birasından koca bir yudum aldı. “Oldurmaya çalışıyorlar işte.” İkisi arasında uzun süren bir sessizlik oldu. Amed “Ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi. Mirza “Sence düşünmeye hakkım var mı?” dedi. “Ulan ailemden ve aşiretten bağımsız bir hayat kurmak istedim kendime, bedeli bu kadar ağır mı olmalıydı” Amed Mirzayla olan geçmişlerini düşündü. İlk okul sıralarında başlayan arkadaşlıkları o günden bugüne gelmişti. Mirzanın ciğerini bilirdi. Arkadaşının konuşmaktan kaçındığı konuyu dile getirmek istemese de “Sen bağımsız bir hayat kurmak için gitmedin ki” dedi. “Sen Berfin’den kaçtın Mirza.” Genç adam gözleri dolarak arkadaşının yüzüne baktı. “Buralarda kalamazdım. Biliyorsun” dedi. Bu itiraftan sonra karşılıklı birer sigara daha yaktılar. Dakikalarca konuşmadılar” Sessizliği bozmak isteyen Amed “şimdi ne olacak” dedi. “Annenleri ikna etmenin bir yolu yok mu?” Mirza ailesini çok iyi tanıyordu. Onlar bir karar vermişse dönüşün olmadığını biliyordu. Amed’e “Yok” dedi. “Benden onunla evlenmemi istedilerse evlenmek zorunda olduğumu biliyorsun. Bizde anne babanın sözü yazılı olmayan kanundur. Üstelik onlara İstanbul’a gitmeden önce ne isterlerse yapacağıma dair söz vermiştim. Şimdi o sözü tutacaksın diyorlar” Amed Mirzanın ailesini anlamıyordu. “Ölen oğullarının eşini diğer oğullarıyla evlendirmeyi nasıl düşünebiliyorlar. Ben sizin ne aile işlerinizi, ne törelerinizi hiçbir zaman anlayamadım” dedi. Mirza başını iki yana salladı. “Evlenmem için başka bir kız seçseler hadi bir nevi amenna ama abimin karısını istiyorlar. Ben onun dokunduğu kadına nasıl dokunurum. Nasıl yaşarım, midem almıyor. Yapamam.” Mirzanın Amed ile dertleştiği dakikalarda annesi Zöhre konağın penceresinden avluya bakıyordu. Mirza hala dönmemişti. Yatakta yatan Reşit ağa “Merak etme, gelecek” dedi. Zöhra hanım gözünden akan yaşları sildi. Elini evlat acısıyla kavrulan kalbinin üzerine koydu. “Ah Reşit ağa. Bu nasıl kader” dedi. “Evladımızı bugün toprağa verdik ama acısını bile yaşamak haram oldu.” Karısının gözyaşlarına dayanamadı Reşit ağa. Hasta bedenini güçlükle yataktan kaldırıp karısının yanına geldi. Sarılırken o da gözyaşlarını özgür bıraktı. “İyi birer anne baba olmadık galiba Zöhre” dedi. “Salih’in eğdiği başımızı Mirzayla kaldırmaya çalışıyoruz” Aklına gelen olasılıkla Zöhre hanımın akan yaşları göz pınarlarında dondu adeta. “Reşit, ya Mirza evlendiklerinde Güneş’e dokunmaya kalkarsa, ya kız olduğunu anlara, o zaman ne yaparız?” Reşit ağa kendinden emin bir şekilde bunun mümkün olmadığını söyledi. “Oğlunu tanımaz mısın Zöhre. Mirza yengesine asla dokunmaz. Zaten onunla bu yüzden evlendirmiyor muyuz? Vahit olsaydı güvenmezdim ama Mirza gururlu bir çocuk, yapmaz” Karı koca gece vakti konuşurlarken Zöhre hanım en kısa zamanda Mirza’ya gelini olmaya layık bir kız bulacağını söyledi. “Güneşi cahilliğinden seçmiştik. Ailesi, parasını ödediğimizde onun arkasını aramayacak insanlar olduğu için tercih etmiştik. Yoksa ben onu gelinim diye kapıma getirir miydim? Elalemin çenesini kapatmak için mecbur aldık. Ama Mirza’m… Ona ailemize yakışır bir kız seçeceğim. Şöyle beş altı ay sonra Güneşin kusurlu olduğunu gebe kalamadığını yayarım, Zaten Salihle üç senedir evlilerdi çocuklarının olmadığını herkes biliyor. Hemen inanırlar. Bu sırada Mirzaya resmi nikahla evlenecek birini bulurum.” Zöhre hanım uzun uzun gelecek planlarını anlatırken Reşit ağa neden bu kadar acele ettiğini sordu. “Mirzayı ikinci bir evliliğe ikna etmen şimdikinden dahada zor olacak biliyorsun, değil mi?” Zöhre hanım “Ya ne yapayım Reşit ağa.” Dedi. “Ateşle barut aynı evin içinde duracak. Üstelik İstanbul’da kontrolümüzün dışında olacaklar. Sen oğlundan eminsin ama bu işler belli olmaz. Ya Allah korusun gözü gönlü Güneşe kayarsa. Düşünmek bile istemiyorum” Reşit ağa karısının son sözünü duyunca bunun imkansız olduğunu dile getirdi. “Onlar ömür boyu aynı evde yaşasalar bile, hatta Güneş abisinin karısı olmasa bile Mirza o kızı beğenip yüzüne bile bakmaz. Oğlunu bilmezmişsin gibi saçma sapan konuşma Zöhre” Ertesi sabah Mirza yatakta uyurken kapısı çaldı. İçeriye annesi girdi. “Hadi kalk, saat yedi oldu” dedi. “Taziye evi, gelen giden olur. Baş sağlığına gelenleri karşılamak gerekir.” Mirza iki saat önce uyuduğu için gözlerini açmakta zorlanıyordu. Yatakta doğrulup annesinin yüzüne baktı. “Benden o kızla evlenmemi nasıl isteyebiliyorsunuz” dedi. “Hangi akla hizmet” Zöhre hanım yatağın kenarına oturdu. “Oğlum, Güneş kapımıza geldiğinde on altı yaşındaydı. Sana söylemiştim bunu. Abin ölünce on dokuzunda dul kaldı. Bu yaştaki genç bir kızı konakta tutamayız. Ailesinin evine göndermeye de gönlümüz razı gelmiyor. Çünkü babası ve abisi aç gözlü. Kızı para karşılığı Allah bilir nasıl birine verirler. Güneş bizim kızımız gibi oldu, ailemizden çıkmasını istemiyoruz. O bize abinin emaneti” Annesinin düşüncelerinde boğulan Mirza nefesini boşuna tüketeceğini bildiğinden sessiz kaldı. Bir karar verilmişti, buradan dönüşün olmadığını biliyordu. Annesine cevap vermeden yataktan çıkıp banyoya yöneldiğinde Zöhre hanım kolunu tuttu. Sahte bir samimiyetle “Amacımız Güneşi içimizde tutup ailesinden korumak. Ona kocalık yapmak zorunda değilsin.” dedi. “Zaten imam nikahıyla evleneceksiniz. Resmi nikah olmayacak. Sen yine bildiğin gibi yaşamaya devam edeceksin” İmam nikahı bir nebzede olsa Mirzanın içini rahatlatsa da Güneş ile aynı evde yaşamak istemiyordu. Zöhre hanım oğlunun yanağını öptü. “Hadi hazırlan, seni kahvaltıya bekliyoruz. Yaşayabilmek için beslenmeye ihtiyacımız var.” Yarım saat içinde üzerini giyinen Mirza hazırlanan kahvaltı masasına gitti. Masadaki herkes cenazeden dolayı suskundu. Konağın o eski canlılığından geriye eser kalmamıştı. On yaşındaki yeğeni Gazel’in yanına oturdu. Masadakilere baktı tek tek. Herkes iştahsız görünüyordu. Yengesi Zelal abisinin hemen solunda sağ tarafında oturan beş yaşındaki kızı Türkü’nün karnını doyuruyordu. Abisi Vahit önündeki servis tabağındaki kahvaltılıkları isteksizce ağzına götürüyordu. Babası Reşit karısı Zöhre gibi sandalyesinde geriye yaslanmış masaya bakıyordu. Masada bir tek Salih abisinin karısı Güneş yoktu. Mirza onun neden masada olmadığını anlamıyordu. Konağa geldi geleli onu cenazede bile görmemişti. Ya da tanımadığından fark etmemişti. Nasıl birisi olduğunu bilmiyordu. Gerçi merak da etmiyordu. Ailece kahvaltılarını yapmaya çalışırlarken konakta çalışan kadınlardan birisi koşarak içeriye girip Reşit ağanın kulağına bir şeyler fısıldadı. Herkesin bakışı onlara kayarken içeriye biri orta yaşlarda diğeri genç iki adam girdi. Orta yaşlı olan adam Reşit ağanın karşısında durdu “Reşit ağa! Kızımı almaya geldim”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD