İstanbul’un yavaşça uyanan sabahı, Selim Vural’ın hayatındaki en karanlık günün başlangıcıydı. Şehirdeki huzur, her zamanki gibi yanıltıcıydı; bu sakinlik, sadece fırtına öncesi bir sessizlikti. Dün geceki çatışmanın yankıları, hala şehrin derinliklerinde hissediliyordu. Her köşe başında, her sokağın karanlıklarında bir tehdit gizleniyordu. Selim, İstanbul’un göğsüne basan bu sessizliği hissediyor ve her geçen dakika, yaklaşan büyük felaketi bekliyordu.
Selim, masasına yaslanarak pencereden dışarıyı izledi. Rüzgar, İstanbul’un üzerine bir perde gibi inmişti. Güçlü rüzgarlar, eski binaların duvarlarından sesler çıkarıyordu, sanki yeraltı dünyasının tüm karanlık enerjisi bu şehri sarhoş etmişti. Geceyi geçiren adamları, hala geri dönmemişti. Selim’in yüzünde, yalnızca soğuk bir ifadeyle karşılık bulan bir tedirginlik vardı. Bu geceye, bu büyük kavşak noktasına gelirken, birkaç adım daha atılmıştı, fakat önünde hala karanlık ve bilinmeyen bir yol vardı.
---
Hafif bir tıkırtı, Selim’in düşüncelerini böldü. Kapı açıldığında, Emir girdi odaya. Yüzünde endişenin izleri, Selim’in dikkatini çekti. Emir’in ruh hali, öylesine farklıydı ki, Selim’in bakışları derinleşti.
“Selim, durum kötüleşiyor,” dedi Emir, sesi tiz bir gerilimle yankılandı. “Selahattin’in adamları hala şehirde. Onlar, bu sefer sadece Selim’i değil, hepimizi hedef alacak gibi görünüyor.”
Selim, bir an boyunca sessiz kaldı. O an, tüm güvenlik ağlarının kırılmak üzere olduğunu fark etti. Düşmanları, artık sadece gizlenmiyordu. Şehirdeki her köşe, her sokağa sızmışlardı. Selim’in imparatorluğunun temelleri, rüzgarla savrulmuş bir kum saati gibi hızla tükeniyordu.
“Bu gece son gece,” dedi Selim, sonunda. “Ya biz, ya onlar. Onların nereye kadar gittiğini görmek için bir adım daha atacağız.”
Emir başını salladı. “Adamlarımız hazır. Ama içimizdeki hainlerden şüpheleniyorum. Selahattin her an arkamızda olabilir.”
Selim, derin bir nefes alarak Emir’e baktı. “O zaman bu gece, her şeyin sonu olacak. Eğer hain varsa, biz onu buluruz. Ama Selahattin ve adamları da bu kadar rahat olmasın. Gerçek yüzlerini göreceğiz.”
---
Selim’in ofisinden çıkarken, zihinleri karma karışık düşüncelerle dolu olan ekibi bir araya getirdi. O andan sonra, herkesin ne yapması gerektiği belliydi. Hedef, yalnızca Selahattin’i etkisiz hale getirmek değil, aynı zamanda şehirdeki yeraltı dünyasının liderliğini tekrar elinde tutmaktı. Selim, bu amansız mücadelede, kaybetmeye niyetli değildi. Her adımda, daha da büyük bir güçle karşısına çıkacağına inanıyordu.
İçerideki hainleri temizlemek, aynı zamanda düşmanlarının korkusunu da arttıracaktı. Selim, her zamankinden daha soğukkanlıydı. Savaş, sadece fiziksel bir çatışma değildi. Zihni, her hamleyi önceden tahmin etmekle yükümlüydü. Bu gece, ona karşı olanları birer birer yok edecekti.
---
Gece çökmeye başlamıştı. İstanbul’un ışıkları, her zaman olduğu gibi boğuk ve kararmış bir şekilde parlıyordu. Selim’in ekibi, geceyi harekete geçirmek için tüm hazırlıklarını tamamladı. Silahlar, araçlar, maskeler... Her şey yerli yerindeydi. Ancak içindeki endişe, bir şekilde silinmiyordu. Onlar ne kadar hazır olursa olsun, bir şeyin eksik olduğuna dair derin bir his vardı.
Murat Yıldırım, bu geceye hazırlıklıydı. Selahattin’in adamlarıyla gizli bir anlaşma yapmayı planlamıştı. Ama bu anlaşma, ikisinin de sonunu getirebilir, yoksa, hem Selim hem de Murat, planlarına sadık kalacaklardı. Bunu yalnızca zaman gösterecekti. Murat, köşedeki karanlık bir sokağa park etti ve arabasından indi. Selahattin’in gizli toplantısı için hazırlanmıştı. Gözleri, geceyi çözme kararlılığıyla doluydu.
---
Selim’in ekibi, karanlık sokaklara dağıldı. Her köşe başı, her binanın arkası, sanki birer tuzak yerleri gibiydi. Her adımda daha dikkatli olmalıydılar. Ama aniden, bir telefon çaldı. Selim, telefonu alırken yüzü kararmıştı. “Kim bu saatlerde?” dedi emir verici bir sesle. Arayan, tanıdık bir isimdi: Ferhat.
“Selim, bu geceyi unut. Plan değişti. Bizi bekleyen bir tehlike var,” dedi Ferhat, nefesini keserek. “Selahattin’in adamları, aramızda bir hain olduğunu biliyor. Bu gece, her şey biter.”
Selim’in kalbi bir an için hızla çarptı. Hainler, her tarafta büyüyordu ve Selim, onları bir bir yok etmeden rahatlayamayacaktı. “Nerede?” dedi yalnızca.
“Geldiğimiz yer, son nokta. Bekle,” dedi Ferhat ve telefonu kapattı.
Selim, arkasına bakmadan ekibine döndü. “Yola çıkıyoruz. Bugün, sadece bir adım öndeyiz. Bizi bekleyen hainin sonunu getireceğiz.”
Her adımda, herkesin kalbinin hızla attığı bu gece, sadece bir çatışma değil, aynı zamanda bir çöküşün başlangıcıydı. Selim, hedeflerine doğru ilerlerken, her saniye değişen dengenin farkındaydı. Hainler kimdi? Onlar nerede bekliyorlardı?
Ve bir başka soru daha vardı. Selim, kazanacak mıydı?
Geceye Son Bir Adım
Gece, İstanbul’un siluetini sarhoş bir şekilde kaplamıştı. Şehir, karanlık göğün altına çekilmiş, ışıksız sokakları ve tenha köşe başlarıyla, eski ve yeni arasında gidip geliyordu. Selim Vural, elleri cebinde, derin bir sessizlik içinde ilerliyordu. Bir zamanlar, bu şehirdeki her adımını güvenle atarken, şimdi ayak izlerinin nereye gittiğini bilmeyen bir yabancı gibi hissediyordu.
Yanındaki Emir, düşüncelerini bozmadan, sessizce yürüyordu. Bu gece bir şeylerin değişeceğini, her şeyin sınırlarının yeniden belirleneceğini biliyorlardı. Selahattin ve adamları, yalnızca bir tehlike değil, aynı zamanda Selim’in hayatını alt üst edebilecek bir tehditti. Ama bu gece, her şeyin sonu olacaktı. Selim, şehrin karanlık köşe başlarında, önceden belirlenmiş toplantı yerlerine doğru ilerliyordu. Saat gece yarısına yaklaşmış, herkesin işinin bitmesi gerektiği zaman gelmişti.
“Bu gece, Selahattin’in adamlarıyla yüzleşmek zorundayız,” dedi Emir, aralarındaki sessizliği bozan ilk cümlesiydi. “Onlar her an bizim arkamızda olabilir.”
Selim, bir an için Emir’e baktı. Gözlerinde, bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyordu. Bu gece, yalnızca Selahattin’in değil, aynı zamanda geçmişin de sonu olacaktı. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,” dedi Selim, karanlığa bakarak. “Ve hiçbir şey unutulmayacak.”
İstanbul’un bu kesimi, geceyi ve karanlıkları içinde kabul etmişti. Her cadde, her köşe başı, her binanın arkasında bir tehlike gizleniyordu. Selim, ekibine her şeyin hazır olduğunu işaret etti ve ilerlediler.
---
Dışarıda soğuk rüzgarlar esiyor, şehrin her köşesinde adımlar yankılanıyordu. Selim ve ekibi, neredeyse sessizce ilerliyordu. Adımlarının sesini bile duymak zorlaşıyordu. Bir anda, telefonları çalmaya başladı. Selim, cihazı cebinden çıkararak ekranı inceledi. Arayan, Ferhat’tı.
“Selim,” dedi Ferhat, sesindeki panik hemen hissediliyordu. “Selahattin’in adamları, bizim bulunduğumuz yerleri tespit etti. Hepsi buradalar. Şimdi ya kaçacağız ya da bu geceyi sonlandıracağız.”
Selim, telefonu kapattı ve bir an için derin bir nefes aldı. Ferhat’ın söylediği doğruydu. Her şey, o eski taktikle çözülmeyecekti. Bu gece, yalnızca bir şeyin sonu olacaktı: Selim ya kazanacak ya da her şeyini kaybedecekti.
“Hazır mısınız?” dedi Selim, ekibine dönerek. “Bu geceyi sonlandıracağız.”
Her birinin gözünde, bu geceye dair başka bir anlam vardı. Onlar sadece birer adam değildi; her biri birer yeminle, geçmişin kirli yollarından silinmesi gereken birer parçasıydı.
---
Gerçekten de, ne zaman olduklarını bilemedikleri bir anda, bir grup silahlı adam, onları kuşatma altına aldı. Selahattin’in adamları, çevrelerinden her taraftan görünmeye başlamıştı. Hiçbir yere kaçamazlardı. Selim, bir adım geri atmadı. Yalnızca etrafını süzdü ve gözleri, kalabalık arasında birini aramaya başladı.
“Bunlar sadece Selahattin’in kuklaları,” dedi Selim, dişlerini sıkarak. “Gerçek düşman burada değil.”
Bir an için, her şeyin ne kadar uzaklaştığını hissetti. Düşmanları, etraflarında ve aralarındaki hainlerin gizli oyunlarını görmek için çok uzun süre beklemişti. O anda, birinin silahını doğrulttuğunu gördü. Tam o sırada, ekibinin geri çekilmesi gerektiği fikri geldi. Ancak o kadar zaman kaybetmişti ki, hiçbir şeyin geriye dönüşü yoktu. Bir anlık fırsat, her şeyi değiştirebilirdi.
Selim, hızla etrafındaki adamlara bakarak, hazırlıkları yapmalarını söyledi. “Şimdi ya savaşacağız, ya da öleceğiz,” dedi, net bir şekilde.
Tüm gözler bir anda Selim’e çevrildi. Sonunda, liderin kararlı bir sesle verdiği talimatla, çatışma başladı. Silahlar patlamaya başladı. Mermi sesleri, her köşede yankılandı. Selim, düşmanlarının her bir adımını takip ederken, ekibi de ona katıldı. Hayatlarına son bir adım atarak, Selim ve ekibi, bu geceyi kurtarmak için her şeylerini ortaya koymuşlardı.
Ancak, Selim’in tam arkasında bir silah sesi duyuldu. Emir, yere yığıldı. Gözleri, şaşkın bir şekilde karanlıkta kayboldu. Selim, gözlerini açtı. O an, bir parça dondurulmuş bir sessizlik, ortama yayıldı.
Birisi, ekibinden birini sattı. Fakat kimdi?
---
Selim, Emir’in üzerine eğilerek, gözlerinden bir şeyler okumaya çalıştı. Ancak Emir, her şeyin sonunu hissediyordu. Kanlar içinde, kararmış gözleriyle Selim’e bakarak son bir nefes aldı.
“İçimizdeki hain... O sensin…” dedi Emir, zorlukla ve son bir çabayla.
Selim’in kalbi hızla çarpmaya başladı. İçindeki öfke ve korku, bir arada kaybolmuştu. Bunu kimse beklemiyordu. İçlerindeki hain, Selim’in gözleriyle karşı karşıya kalacak kadar cesurdu. Ve bu gece, bu savaşın sonu, yalnızca bir başlangıç olacaktı.
Bölüm 4 sona erdi.