İFTİRA - GELİNİM OLACAK

1517 Words
DİLŞAH’TAN... Beklediğim ve geçmeyen en büyük yarım saatti. Sonunda bittiğinde ise hemen sıraya girdim. Gözlerim etrafı tararken korku da an be an büyüyordu. Derken bana üç kişi kala birinin kolumdan tutmasıyla aldığım nefes gırtlağımda düğüm olurken başımı çevirdiğimde gördüğüm yüz Dilşad’a aitti. Dudağının ucu acımasızca kıvrılırken eğildi ve “Sesini çıkarmadan benimle geleceksin. Yoksa Evin’le Karwan’ı ortadan kaldırırım. Annenin mezarını da öyle bir hale getiririm ki kemiklerini köpekler yer” dedi. Nefesim bir kez daha kesildi. Yapar mıydı? Babası kadar gaddarsa yapardı ki görünen köye kılavuz gereksizdi. Gözlerim dolup sağ gözümden bir damla akarken geri çekilmek istedim ama dişlerini sıkıp “Bak burayı birbirine katarım seni yine alırım. Canımı sıkma gidiyoruz.” dediğinde alt dudağımı ısırdım. Yanaklarım çoktan ıslanmıştı. Almaya başladığım her soluk boğazıma dizilirken bu defa babam belirdi giriş kapısında ve sağa sola bakmaya başladı. Yakalanmıştım. Sorun çıkarıp polisten yardım isteyebilirdim ama dirisine rahat vermedikleri gibi ölüsünü de topraktan çıkarır hakarete maruz bırakırlardı. Başımı çevirdim. Bilet ve pasaport kontrolde sadece bir kişi kalmıştı. Sonra sıra bendeydi. Bir kez daha soluk alırken başımı eğdim ve göz yaşlarım göğsüme düştü. Kolum daha da sıkıldı. Dilşad, dibime kadar girip yeniden kulağıma eğildiğinde “On saniyen var. Yoksa olacakları söyledim.” deyip cebinden telefonunu çıkardı. Bir numaraya tıklayıp çalmasını bekledi. Açıldığında ise gözlerime bakarak “O kadının mezarına gidin. Haber verdiğimde mezarı dağıtın. Ceset ortaya çıksın” dediğinde kalbimin orta yerinde büyük bir delik açıldı. Canım yandı. Soyut değil somut bir acıydı. Sol göğsümdeki sızı nefesimi keserken “Yapma” diyebildim. “O zaman yürü.” Onunla yürümeye başladığımda kolumu tutmayı bıraktı ama eli bu defa da elimi kavradı. Dışarıdan gören dibi bizi belki de sevgili sanabilirlerdi. Güvenliği yeniden geçtiğimizde gıkımı çıkaramadım. Babam gözlerinde öfkeyle karışık korku ve değişik bir telaşla bana bakıyordu. Dilşad onun karşısına dikildiğinde dik bir ifadeyle “Kızın bir herifle kaçacaktı amca. Son anda engel oldum. Babam ve dedem konağa gitmemizi istedi.” dedi. Bu sözleri benim şok içinde onlara bakıp “H-hayır. Yok öyle bir şey. Ben tek başıma Almanya’ya gidecektim” dememle dibime giren babam “Kes sesini yürü” diye değim yerindeyse hırlar gibi konuştu. Sanki hatalı bir simülasyonun içindeydim de ne yöne gitsem önüme engel çıkıyor başa dönüyordum. Dilşad kolumu daha da sıkı tutarken alandan çıktık. Aslında bağırıp çağırmak ya da polisten yardım istemek seçeneklerim arasında olsa da annemin kabrine yapılabilecek şeyler, üveyde olsa kardeşlerimin başına gelebilecek olaylar ve anneme ihanetin baş karakterlerinden bir olsa da bana yaklaşımından ötürü Dila’ya olacak zararı düşünmem gerekiyordu. Lanet olsun ki şu an sadece benim düşünmem gerekiyordu çünkü aynı kanı taşıdığım canından bir parça olduğum insan dahil kimse mantıklı düşünmüyordu. Arabanın kapısı açıldığında bir çuval gibi içeri itilmem canımı yaksa da gözlerim hala babamdaydı. Onun bana inanması gerekiyordu. Aslında biliyordu da ama neden itiraz etmiyordu anlamıyordum. Belki de benim kahramanım olan adam aslında hiç bana ait olmamıştı. Bir yabancı ve kötü kalpli kendini iyi kamufle eden bir varlıktı. Yol boyu sessizce bekledim. Çünkü ne kadar konuşursam konuşayım ne kuzenim Dilşad’a ne de hemen ön koltuğumda oturan babama laf anlatamayacaktım. Büyük taş konağın önüne geldiğimizde korku elle tutulur bir şekilde bedenime nüfuz ederken burnumda aldığım soluğu yavaşça verdim. Kapım açıldığı gibi yine kolumdan tutulup dışarı çekildim. Kolumla dertleri ne bilmiyordum ama benden oldukça iri ve kalıplı adamların kaçacağım düşüncesiyle hoyrat davranmaları aptallığın kalemle yazılmış haliydi. Büyük kapı iki yana açıldığında sürüklenir gibi eşikten içeri çekildim. Ne kadar aşağılandığımı belki sözlerimle anlatamazdım ama gözle görülebilirdi. Büyük avlunun ortasına geldiğimiz an öne doğru öyle bir savruldum ki yere kapaklanıp dizlerimin zeminde sürtünmesi bir oldu. El tabanımda bile sürtüne sonucu soyulma olmuştu. Saçlarım yüzüme dağıldığında içimdeki asi kız artık yeter dedi ve başımı geri çevirip matah bir şey yaptığını düşünen adam bağırdım. “Sen delirdin mi? Aklını mı kaçırdın? İnsanlık nedir bilmiyor musun?” Dilşad benim bağırmamla üzerime yürüyecekti ki ”Kes kesini kahpe!” diye gürleyen kişi dedem olan Firaz’dı. Doksan küsür yaşında olsa da olduğumuz yeri saracak kadar sesi çıkıyordu. Hemen arkasında olan kişi ise sözde baba yarılarımdan biri olan Baran amcamdı. Gözlerim dolarken bunun korkudan değil de artık hırstan ve öfkeden olduğumu biliyordum. Ayağa kalktığım gibi dik bir ifade ile “Lafını geri al. Sen bana kahpe diyemezsin. Bu iğrençliği kabul etmiyorum.” Dedim. Ölsem diyeceğimden vazgeçmezdim. Babam, hemen yan tarafımda öylece dikilirken bana edilen hakareti ve muameleyi de görüyordu ama susuyordu. Buna da oldukça öfkeliydim. Karşıma kadar elinde bastonu ağır ağır gelen dedem gözlerime yorgun ve yaşlanmanın verdiği kırışıklıkları her zerresinde taşıyan yüzüyle baktı. Ardından elinin tersiyle yanağıma bir tokat attığında bunu gerçek anlam da beklemediğim için başım yana düştü ve dudaklarım acıyla aralandı. “Sen kimsin ki bana sesini yükseltiyorsun? Hadsiz.” Ben Dilşah. Babasının sözde sevdiği Almanya’lardan alıp geldiği ve zulmü ölse dahi çekmekten kurtulamayan bir kadının kızı. Özgürlük, eşitlik, hak hukuk, iyi davranış ve anne baba hakkı gözetme konusunda kendini hep geliştiren ama muhteviden kalma insanların fiziki ve sözlü şiddetine maruz kalan o bahtsız bedevi. Geri dedeme döndüğümde amcam memnun bir ifade ile bakıyordu. Onların hemen arkasında ise Cihan ve Eğit amcam yerini aldığında kurbanlık koyun olarak ben karşılarında duruyordum. Lakin bilmedikleri şey bu koyunun kendini kolay kolay kestirmeyeceğiydi. Dedem olacak adamın yüzüne baktığımda “Burada hadsiz olan ben değilim.” Dedim. Cami duvarına pislemekse yapardım. Ecelimi bunların eline bırakacak değildim. Değildim değil mi? Bir tokatta amcam Baran’dan yiyene kadar babam sesini çıkarmadı. “Dilşah sus.” Dayanamadım. Susmaz olmaz konuşsam canım yanardı. Canımın yanmasını göze aldım. Yanağımı tutarken “Susmak mı? Baba sen olanların farkında mısın? Neyin içine düştüm beni nasıl bir pisliğe bulaştırdın görüyor musun?” dediğimde haklıydım. Haklı olmam ilk defa bir işe yaramıyordu. Dilşad “Neyse ne uzatma.” Deyip babasına ve dedesine döndüğünde hala yediğim tokatların ve içine düştüğüm durumun derdindeydim. “Dede, baba. Ben bunu alanda bir adamla yakaladım. Adam bilet ve pasaporttan bundan önce geçip kaçtı. Alanda bir şey yapamazdık polisle başımız belaya girerdi. Namusumuzu iki paralık etti. Karar sizin.” Gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi olurken bir Dilşad’a bir de diğerlerine baktım. Başımı sağa sola sallarken uğradığım haksızlık ve iftira yüzüme tokattan daha ağır çarpıyordu. “Yalan. Yemin ederim ki yalan. Kimseyle kaçmıyordum. Tek başımaydım. Babam, o biliyor. Ona mektup yazdım. Tek başıma gidiyorum dedim.” Babamın koluna sarıldığımda “Söyle onlara. Yalnız olduğumu söyle baba. Dilşad yalan söylüyor. İftira atıyor bana” diyor ağlıyordum. Oysa kendimi kanıtlama mecburiyetim bile yokken bana bunu yaptırmalarından nefret etmiştim. Baran Amcam kaşlarını çatıp “Sen namussuzluk edeceksin bir de oğluma yalancı mı diyeceksin? Anan gibi utanmazın tekisin. Bitti. Seni dinleyecek değilim. Bir hafta içinde İran’a gelin gideceksin. Kocanın dördüncü karısı olup bir daha Türkiye’ye adım atmayacaksın. Seni Mardin’den sürüyorum.” Dediğinde nefesim kesildi. Dedikleri şeyler kulağımda patlarken babamın kolunu tutan elim usulca kaydı. Kaskatı kesilirken kaşlarım çatıldı. Bu kadarı yeterdi. “Asla. Duydun mu beni asla evlenmiyorum. Hiçbir yere de gitmiyorum. Madem yollayacaksınız Almanya’ya gönderin. Soy adımı değiştirir tek bir kuruşunuzu dahi istemem. Ülkeye ayak basmam. Ama sizin istediğiniz kimse ile de evlenmem. Oyuncağınız değilim ben.” “Kes sesini kahpe.” “Senin karındır kahpe. Durup dinlenip annemle benim namusumuza laf ederken kaç kuruşluksun düşündün mü? Esas namussuz arsız olan sizsiniz.” Eğit amcam sözlerim biterken üstüme yürüdü. Yengelerim de avluya inmiş elleri ağzında şaşkınca bize bakıyorlardı. Kimseye boyun eğecek halim yoktu. Cihan Amcam karşıma geçip “Edepsiz. Kahpenin dölü. Biz ne diyorsak o.” Değip kollarımdan tutarken beni sarsınca “Dokunma bana” diye çığlık attım. O sırada büyük kapı sertçe birkaç kez vuruldu. Adamlardan biri kapıyı açarken perişan haldeydim. Kendimi nasıl kurtaracağımı ise bilmiyordum. Kapı açıldığı an içeri giren Dijvar amca yanında oğulları Adem Berzan ve Aram ile avlunun ortasına bizim yanımıza kadar geldi. Kaşları çatık adam hala benim kollarıma parmaklarını geçirmiş Cihan Amcamın kolunu tuttuğu gibi sertçe çekti ve benden uzaklaştırdı. Şu an neyin içindeydim bilmiyorum ama babamdan beklediğim yardım sanki Dijvar amcadan geliyordu. “Hele geri dur Cihan. Bu kız sizin şamar oğlanınız mı da eziyet ediyorsunuz.” Adem Abi beni kolumdan tuttuğu gibi kendi yanına çekti ve arkasında kalmamı sağladı. Nasıl bir haldeydim bilmiyorum ama Aram üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarıma bıraktığında kaşları çatık yüzü sinirden seğiriyor gibiydi. Berzan Abi ise Dilşad’ın karşısına dikilmiş dik dik yüzüne bakıyordu. Baran amcam “Hayır olsun Dijvar ağa. Selamsız sabahsız hanemize girdin bu edepsizi savunmaya başladın? Aile meselemize karışma. Hayde selametle.” Deyip kapıyı gösterdiğinde Dijvar Amca elindeki tesbihi çekerken herkesin yüzüne karşı “Baran ağa, bilirsin severim seni. Ama bu gelinime zulmetmene karşı susacağım anlamına gelmez. Dilşah’a yapılan tüm bu hakaretler bana yapılmış demektir. Bu saatten sonra düğüne kadar sadece babasının misafiridir hanım kızım. Sonrasında Avcıoğlu olup bizim evladımız olacak.” Dediğinde beynim uyuşmaya başlamıştı. Az önce duyduklarımda neyin nesiydi. Yanımda duran Aram babasına bakarken Adem abi yüzündeki o eğlenen ifade ile diğerlerinin morarmaya başlayan suratlarına bakıyordu. Babam hiçbir ifadesi belli olmayan bir yüz ifadesi ile dururken dedem başta olmak üzere Serçiyan erkekleri lâl oldu. Bana gürleyen adamlar şimdi gözleri büyümüş çeneleri seğiren irislerinde ise ateş olan birer heykele dönmüştü. Ben mi? Ben, uğuldayan beynimin, hırpalanmış bedenimin ve yorgun ruhumun esiri olup yana doğru kendimi bıraktığımda göz bebeklerime siyah bir örtü örtülmüştü. Yere düşmeyi umarken bir çift kol tarafından tutuldum. Zihnim git gide onlardan uzaklaşırken gördüğüm yaşadığım her şeyin bir rüya ya da kabus olmasını umuyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD