Zaman insana yoluna çıkacaklar gösterir. İşaretler sunar. Yol ayrımları gösterir. Seçim şansı sunar.
Dilşah için seçim şansı tek bir yolda evriliyordu. Aram ile evlenmek. Peki bunu yaptığında ne olacaktı? Düşünüyor, ölçüyor biçiyor tartıyor olasılıkları hesap etmeye çalışıyordu. Üzerindeki elbiseye ayna da bir kez daha baktığında alt dudağının içini ısırdı. Gözleri bu defa boynundaki kolyeye döndüğünde onu avucunun içine aldı ve sıkıp gözlerini kapadı.
“Anne, kararım doğru yönde değil mi? Herkes için iyi olanı yapıyorum peki ya benim iyiliğim? Keşke yanımda olsaydın. Sana şimdi çok daha fazla ihtiyacım var.”
Saçlarının ve üzerine öylesine atılan şalı düzeltip derin bir nefes aldı. Omuzlarını dikleştirdiğinde kapısı tıklandı ve içeri Dila Hanım girdi. Onu baştan ayağa süzüp dolan gözleriyle “Hey maşallah sana. Çok güzel olmuşsun” dediğinde Dilşah’ın da gözleri bulutlandı. Çok duygusal ve karışıktı.
Dila ona nazar duası okuyup üfledikten sonra “Hadi canım gelecekler inelim aşağıya” dediğinde Dilşah başını salladı ve odasından çıktı. Pudra rengi elbisesinin göğüs altından aşağısı uçuş uçuştu. Belindeki kemeri altın rengiydi. Kolları eteği gibi hafif kumaştandı. Göğüs kısmı drapeliydi. Boyun kısmında hafif bir açıklık vardı orada da annesine ait kalp kolyesi gerdanını süslüyordu. Saçları dalgalı şekilde omuzlarına düşmüştü. Şalı ile tamamen başına sarılmamış da duvak misali başının yarısından sırtına akıyordu.
Dilşah sarı saçları mavi gözleri ile bebek gibiydi zaten ama giydiği elbise onu çok daha farklı bir hale getirmişti. Görenin bir daha dönüp bakacağı, herkesin hayran olacağı türden bir güzelliğe sahipti.
Avluya indiklerinde babası Ciwan Ağa gururla ve istemsiz üzüntüyle kızına baktı çünkü böylesine bir evliliğe onu zorlamak vicdansızlık olsa da iyiliği için olduğunu bilmek vicdanındaki yangına bir damla su gibiydi.
Kapı çaldığında Dilşah öne çıkıp açtı. Önce Dijvar ve Bejna arkasından da diğer çocukları içeri girdi. Aram en arkadaydı ve elinde çiçek vardı. Diğerleri büyük salona geçerken arkada kalan Aram kızın giyimine bir an şaşırdı. Onu daha açık seçik giyinir diye düşünmüştü yalan yoktu ama Dilşah tam da yaşadıkları memlekete göre giyinmişti.
Elindeki çiçekleri uzatırken “Çok güzel olmuşsun gökyüzü” dediğinde yanakları kızaran genç kız bakışlarını kaçırdı. Çiçekleri alırken genç adamın eli eline değdiğinde sanki elektrik çarpmış gibi hissetti. Aynı anda aynı şeyi hissetmiş gibi birbirlerine bakarken “Hoş geldin” diyen Dilşah oldu. Aram tebessüm etti.
“Hoş buldum.”
Onlar da büyük salona geçtiğinde Bejna Hanım ters ters kıza baksa da istemeyi mahvetmemek adına susuyordu. Gelinlerde gelmişti bu defa ve Dilşah onlarla ilk kez tartışıyordu. En büyük oğul Adem’di ve eşi Zeynep ile gelmişti. Berzan ise Adem’in bir küçüğüydü. Karısı Berfu Dilşah onunla tokalaşmak istediğinde içten ve sıcak bir şekilde kucaklayarak karşılık verdi. Geri çekildiğinde yüzüne bakıp “Maşallah ne de güzelmişsin sen böyle eltim. Allah özene bezene yaratmış” dediğinde Zeynep göz devirdi. Bejna da gelini gibi göz devirirken Adem bir abi edasıyla konuştu.
“Dilşah bacımız hanemizin güneşi olacak gibi görünüyor. Allah bahtlarını açık etsin.”
Zeynep hızla kocasına dönüp bakarken içi içini yiyordu. Dila her şeyi sessizce dinliyor anlıyor görüyordu. Zeynep kaynanası gibi geçimi zor bir insandı. Kıskanç ve fesattı. Şimdiden genç kız için resmen potansiyel düşmandı.
Dakikalar sohbetle geçerken Dijvar sonunda lafa girdi.
“Kardeşim Ciwan. Yıllardır aynı topraklar üzerinde sırt sırta verip yaşadık iş yaptık birbirimizin hanesinde karın doyurduk. Dostluk bağımızı aile bağı ile güçlendirmeyi de Rabbim bize nasip etti. Lafı çok da uzatmak istemem. Emanetin emanetimdir. Evladım evladına kem söz etmeyecek üzmeyecek gönlünü kırmayacak. Bunun garantisini ben veriyorum. Demem o ki Allah’ın emri peygamberin kavli ile Dilşah kızımızı oğlum Aram’a istiyorum.”
Konuşma başlamadan evvel Dila genç kıza işaret etmiş tanıdık kimsesi olmayan Dilşah tek başına mutfağa girmişti. Kahveleri yaparken çalışanlar yapmayı teklif etse de izin vermedi. Eli ayağı tutuyordu kendi işini yapabilirdi. Damat için ayrı olan fincana ise kahveyi koydu ama “Tuz koymayacak mısın abla?” diyen Evin ile duraksadı.
Kardeşine dönüp “Kuzum bu olayı herkes çok yanlış anlıyor. Tuzlu kahve ya da ikramlık damada götürülüyorsa bu gelinin gönlünün olmadığını bu evliliği istemediğini göstermek içindir. Yani evliliği istemeyen tuzlu yapar kahveyi.” Derken tebessüm ediyordu. Akışına bırakmıştı her şeyi çünkü hıza yetişemiyordu.
Gözleri büyüyen bir Evin değildi elbette. Ona yardıma gelen eltisi Berfu da kapı eşiğinden bakıyordu.
“Kız doğru mu dersin? Tuzlu kahvenin anlamı istememek mi?”
Dilşah kahvenin içinde bir tatlı kaşığı bal koyarken başını salladı.
“Bizim Almanya da yaşadığımız yerde Türk olan aileler vardı. Birkaç arkadaşın adetleri araştırırken tuzlu kahve modası önümüze çıktı. Ama şaşırdık da çünkü kimse araştırmamış damada eziyet olsun diye basar olmuş tuzu. Lakin olay çok farklı. Öyle işte oradan aklımda kalmış.”
Başını sallayan genç kadın “Desene bizim eşlerimiz iyi ki bizden vazgeçip gitmemiş istemiyor diye.” Derken kıkırdadı. Tepsi hazır olunca birlikte salona çıktılar. Dilşah tek tek kahveleri ikram etti. En son Aram alırken içeceği tuzlu kahve için kendini hazırlarken ağzına yayılan tatlı tatla kaşlarını kaldırdı.
Dilşah sadece dudaklarını hafifçe iki yana kıvırıp başı ile küçük bir selam verdi. Dijvar ağanın dediklerinden sonra Ciwan ağa gelen kızının kahveleri dağıtmasını bekledi. Herkes birer yudum alırken Adem ile Dijvar memnunca güldü.
Yaşlı adam “Demek ki bundan böyle Dilşah kızımın kahvelerini içeceğim. Pek güzel olmuş ellerine sağlık evladım.” Derken Adem de başını salladı.
“Ben pek içemem ayarı tutmadı mı şu mereti ama maşallah bacım pek bir güzel yapmışsın. Ellerine sağlık.”
Zeynep sinirden kızarırken Berfu göz kırpıyordu. Berzan, cebinden çıkardığı küçük kutuyu fincanın yanına koyarken “O zaman bu güzel kahvenin bahşişini ilk ben koyayım. Dilşah bacıma hanımımla naçizane hediyemiz.” Dediğinde Bejna Hanım oğluna dik dik baktı.
Ciwan ağa “Bende uzatmayayım kardeşim. Benim evladım buraların adetini işleyişini bilmez. Gönül isterdi burada yetişsin ama yaşadığı yerde de bize yakışır büyüdü. Nedenlerimiz açık olsa da Allah onlara hayırlı bir yuva nasip etsin. Mutlu olsunlar. Ben evladımı kendi kanatlarımı üzerinden çekmeden sizin kanatlarınızın altına emanet ediyorum. Emanetim emanetinizdir. Verdim gitti.” Dediği an iki genç ayaklandı.
Dilşah garipti. Sanki şu an istemesi olan ya da yanında dikilen adam ile yolları bağlanan o değildi. Büyüklerin elleri öpüldü. Dijvar Ağa “Gelmişken sözümüzü ve nişanımızı yapalım. Düğün içinde bir ay sonrasına tamam diyelim. O arada iki tarafta eksiklerini tamamlasın. Hazırlığımızı yapıp Mardin’in dört bir yanına bu kutlu düğünü duyuralım.” Dediğinde Aram cebinden yüzükleri çıkardı.
Birkaç gün önce Dilşah ile kafede oturdukları zaman genç kız parmağından çıkardığı gümüş bir yüzükle öylesine oynarken yere düşürmüş bakınsalar da bulamamışlardı. Oysa Aram bulmuş ona göre söz ve nişan yüzüğü almıştı.
Dijvar ağa yüzükleri taktı. Bejna ve Zeynep kızın yüzüne bile doğru düzgün bakmadan bilezikleri takarken Berfu sıcacık sarılıp sarıp sarmalıyordu Dilşah’ı. Çalışanlar takı sonrası şerbetleri getirirken konağın kapısı alacaklı gibi çalınmaya başladı. Ciwan ve Dijvar birbirine bakıp geleni az çok tahmin ederken erkekler ayaklanmıştı.
Aram önde abileri arkada avluya indiklerinde babaları da peşlerinden geldi. Kapıyı açan çalışan korku ile kenara çekilirken elinde bastonu yüzünde kini ve nefreti ile Firaz Ağa ve Baran içeri girdi. Elbette Dilşad ve Eğit de oradaydı.
Yaşlı adam bastonunu yere vururken “Siz ne halt edersiniz burada? O kızın atası büyüğü benken bize danışmadan sormadan neyin merasimidir bu?” dediğinde Ciwan öne çıktı. Yanında Dijvar da vardı.
“Kızımın atası benim. Benden istediler bende verdim. Bu kimseyi alakadar etmez.”
Dilşad alay eder gibi “Başkasıyla kaçmaya çalışan kızını Avcıoğlu’na mı yamamaya çalışırsın Amca. Ayıp değil mi? Bu insanların onuru şerefi yok mu?” dediği an ileri atılan Aram yumruğu yüzünün ortasına geçirdi. Yere düşen Dilşad hırsla kalktığı an Adem bir adım öne çıkıp “Hele bir dene hele bir dene de bak gör o ellerin nerelerine giriyor.” Dedi. Sonra da Baran’a dönüp “Yaptığınız ayıp. Terbiyesizlik. Siz elli kere de engel olmaya çalışsanız Dilşah artık bizim gelinimiz kızımız. Aklınızdaki her şeyi silmek zorundasınız.” Deyip omuzlarını dikleştirdi.
Firaz “Sen onun kahpe anası ile konağıma geldiğin gün bana yapacağı en büyük kötülüğü yaptın zaten. Daha fazlası onun dölünü bu topraklarda köklendirmen. Yapman gerekeni yap ve onu bize ver. Yoksa sonu iyi olmayacak.” Derken merdivenleri hızla inen Dilşah babasının da önüne geçip dedesine diklendi.
Elini kaldırıp işaret parmağını sallarken “Bir daha anneme tek bir kötü laf ederseniz yemin ediyorum ettiğiniz her laf için sizi pişman ederim. Benim annemin kesip attığı tırnak olamazsınız. Bizden uzak duracaksınız. Babamın yakasından düşeceksiniz.” Deyip yaşlı adama biraz daha yaklaştı. İkisinin duyabileceği şekilde “Yoksa üzerimde olan tüm o malı mülkü size düşman bir aşirete satarım içinde yaşadığınız konak bile gider. Size karşı merhametimin son demlerini yaşıyorum beni delirtmeyin.” Deyip geri çekildiğinde yaşlı adamın gözleri büyümüştü.
Elindeki bastonu kaldırıp “Seni şeytan tohumu seni” diye vurmak istediği an Aram araya girip bastonu tuttu.
“Bir daha karım olacak bu kıza eliniz kalkarsa olacaklardan ben sorumlu olmam.”
Eğit ileri çıkıp “Ne yaparsın İstanbul bebesi çok merak ettim” dediğinde yüzünde alaycı bir ifade beliren Aram “Sen daha iyi bilirsin. Sınırdaki işlerinize taş koymam iki telefona bakar. Ayağınızı denk alın” dedi.
İtiş kakış laf dalaşı bir müddet daha sürse de sonunda onlar gitmiş iki aile konakta yeniden baş başa kalmıştı. Ciwan Ağa kahyayı çağırıp “Konağın çevresinde adamları arttır. Kim çıkarsa çıksın peşinde adam olacak. Kimse yalnız bir yere gitmeyecek. Kudurmuş it gibi saldıracak yer arayacaklar belli ki. Düğün sonuna kadar herkes tetikte olsun.” Derken Dilşah babasını izliyordu.
İsteme merasimi sonrası geçen iki haftalık süreçte Dila lazım olan ve serilecek tüm çeyiz işini halletti. Bir oda dolusu çeyiz özenle kolilendi kurdelendi. Aram ile Dilşah gelinlik ve damatlık bakmaya çıktıklarında altın işini de hallettiler. Elbette onlar kendilerine göre bir şeyler bakmıştı ama iki aşiretin de boy göstermesi için bolca daha altın alındı. Düğüne bir hafta kala çeyiz Avcıoğlu konağına götürüldü. Aram’ın odası değiştirildi ve teras kattaki büyük odaya geçildi. Dilşah’ın eşyaları gelen yeni dolaba konurken Bejna ve Zeynep öylece izliyor Berfu ise kıza yardımcı oluyordu.
Gece olup Avcıoğlu konağı sessizleştiğinde bir odanın kapısı açıldı. Ardından çıkan kişi sakin adımlarla teras katına çıktığında istikameti Dilşah ve Aram’ın yeni yatak odasıydı.
Kapıyı arkasından kaparken gözlerinden kin akan beden kötülüğünü kusmak için yaptırdığı muskaları sağa sola yerleştiriyordu. Bildiği bir şey vardı ki muskalar tutmasa bile Dilşah için Avcıoğlu konağı bir cehennem kuyusuna dönecekti.