HAVİN 1
Babamın borç batağına sürüklendiği bir dönemde kendimi Saruhan konağında hizmetkârlık yaparken buldum.
Babamın uzun zamandır ırgat olarak çalıştığı bu konakta bir gün benim de çalışacağım aklıma gelmezdi. Benim hayallerim vardı. Geleceğe dair farklı planlarım vardı. Önce öğretmen olacaktım sonra da birini sevip evlenecektim. Sekiz yaşımdan beri hayalim buydu…
Ama hayallerimi ertelemek zorunda kalmıştım.
3 Ay Önce…
Taş evimizin mutfağında bulaşıkları yıkarken Helin’e Çukurova üniversitesinde neler yapacağımı anlatıyordum. “Üniversitelerde etkinlikler oluyormuş, ben en çok tiyatro izlemek istiyorum,” dedim.
“Abla ya, bir an önce lise bitse de ben de yanına gelsem…”
“Az kaldı iki yıl sabret, iyi çalış.”
“İnşallah,” dedi.
Mutfağın kapısında babamı gördüm. Saruhan konağından dönmüştü. Abimin ölümünden sonra bizi oraya kimse götürmez olmuştu. Babam erkenden gidip geç saatlerde dönerdi.
“Havin,” dedi babam. “Gel hele konuşalım.”
“Buyur baba dedim merak içinde.”
İki minderin zor sığdığı odamız buz gibiydi. Annem ise pencere kenarında dışarıya bakıyordu. Bizimle ilgili değildi.
Babam derin bir nefes aldı. Nerden başlayacağını bilemez gibiydi.
“Biliyorsun ki kendi işimi kurmak için gittim kredi çekip borca girdim. Lakin aldığım arılar telef oldu. Ben o borcu kapı önünde kazandığımla ödeyemem. Eee annen desen zaten kafası gidikli… Bacının daha yaşı küçük, liseye gitmesi gerek… Ablan desen çulsuzun biriyle evlenip gitti kendine yetemiyor. Senden başka kimse bana yardım edemez.”
“Ben sana nasıl yardım edebilirim ki baba?”
Babam mahçup bir şekilde başını eğdi. “Çalıştığım konakta Berivan hanımın özel yardımcıya ihtiyacı varmış. Ben de seni dedim. Gelsin işe başlasın dedi sağ olsun.”
Gözlerim doldu. Orada çalışmaya başlamam demek kazandığım üniversiteye gidememem demekti. Lise boyunca arkadaşlarım eğlenirken ben canla başla çalışıp kazandığım üniversiteye gidemeyecektim. Karataş’a mahkum edilirken babamın perişan bakışları altında arafta kalmıştım.
“Üniversitem ne olacak baba? Ben öğretmen olamayacak mıyım?”
“Olursun kızım… Kaydını yaparız, okulunu dondurursun. Emmioğlunda öyle ettiydi ya hani… Bu yıl birlikte çalışır borcu öderiz, seneye de okuluna gidersin.”
“Söz mü?”
Babam başını salladı. “Söz.”
***
Ve o sözün üstüne ertesi gün erkenden çantamı hazırlamaya odama gittim. Ben konakta yatılı çalışacakmışım.
Annem ise dikişini yaparken elimde bavulumla yanına yaklaştım. “Anne ben gidiyorum.”
Boş gözlerle yüzüme baktı. Abim öldüğünden beri annemin bakışları donuk, yüzü ifadesizdi. Bir şey demeden başını eğip dikişe devam etti.
Annemin yanağını öperek “İzin günlerimde seni görmeye geleceğim,” dediğimde sadece iç çekip pencereden dışarı baktı.
“Abini görürsen ona de ki anacığın yolunu gözler…”
O an sanki yüreğim yangın yerine döndü. Beni abimin yanına gidiyorum sanmıştı. Anneme sıkıca sarılıp kısa sürede bembeyaz olan kumral saçlarından defalarca öptüm.
Helin henüz 17 yaşındaydı, liseye gidiyordu. O da bana sarıldı. “Sen yokken ben naparım Havin?” dedi.
“Derslerini çok iyi çalışacak, doktor olacaksın Helin,” dedim.
“Yok ben de senin gibi öğretmen olurum. Babam beni 7 yıl nasıl okula versin ki?”
“Ben öğretmen olurum ki o zamana kadar, ben seni okuturum. Sen bunları düşünme…”
Aramızda iki yaş vardı. Ama Helin’de yokluk içinde büyüdüğünden her şeyin farkındaydı. Ben dört yılı düşünürken, Helin de haklı olarak yedi yılı gözünde büyütmüştü. Babamın gücü yetmezdi ki bizi okutmaya… Irgatlık yevmiyesi ile anca evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu.
Anneme sarıldım son kez… Babam beni dışarda bekliyordu. Gitmem lazımdı ama yüreğim acıyordu. Gitmek istemiyordum.
Ağlarken daha fazla konuşamayıp kendimi güçlükle dışarı attım. Çocukluğumun geçtiği bu derme çatma köy evinden bu şekilde ayrılacağım hiç aklıma gelmezdi… Ben öğretmen olmak için ayrılacak, döndüğümde ise ailemi daha güzel bir eve aldıracaktım. Ama bu hayalimi bir yıl daha ertelemek zorunda kaldım.
El kapısında çalışmak için bu evden gideceğimi bilemezdim…
***
Babamla birlikte Saruhan konağına vardığımızda kapıyı kahya açmıştı. Bana kalacağım odayı gösterdiler. Ardından Berivan hanımın huzuruna çıkardılar.
Kadın öyle ihtişamlı giyinmişti ki varlıklı bir ailenin gelini olduğu her halinden belliydi. Taktığı altınlar, yüzündeki boyalarla çok başkaydı.
Kendimi tanıttıktan sonra Berivan hanım odasının nasıl temizlenmesi gerektiğini anlattı. İstediği özel şeyleri saydı. Sonra çocuklarının odasına beni götürdü.
“İkiz kızlarım var. İkisi lise ikiye gidiyorlar. 17 yaşındalar ama laftan anlamazlar. Okuldan gelene kadar odalarını toparlayıp düzenlersin. Temizliğini çoğunlukla zaten hizmetliler yapıyor. Sen düzenli tutsan kafidir.”
İkizler kız kardeşimle yaşıtlardı. Belki de aynı sınıftaydılar. Buralarda özel okul yoktu.
“Olur hanımım,” dedim.
Babam ‘hanımım ya da Berivan hanım dememi tembih etmişti. Berivan hanım başını sallayıp beni başka odaya götürdü. “Burası da kocamın odası. Buranın düzenini kahya hallediyor lakin sen de boş olunca eksiği gediği var mı bakarsın.”
Şaşırsam da bozuntuya vermedim. Karı kocanın ayrı odalarda olması beni şaşırtmıştı. Annemle babamı düşündüm, kavgalı olsalarda aynı odada kalırlardı. Annemin aklı gitmişti ama yine de aynı yastığa baş koyarlardı. Gerçi ev büyüktü, odalar çoktu. Bir odaya niye tıkılıp kalsınlar.
“Bana neyse…” diye mırıldandım. Berivan hanım 30 -35 yaşlarında vardı. Kendinden emin ve bakımlı bir kadındı.
Berivan hanımın odasını toparladıktan sonra ikizlerin odasına girdim. Biraz dağınık oldukları belliydi.
En sonda kocasının odasına girdim. Kahya düzenlemişti belli ki… Dolabını açıp içine baktım. Bazı gömlekler askıda düzgün durmuyordu.
Tüm gömlekler siyah veya beyazdı. Siyah gömleği elime alıp düzeltirken kapının açılma sesini duyup irkildim. Gömlek askıyla beraber kucağımdan düşerken başımı kapıya taraf çevirdim.
Uzun boylu, en çok 30 yaşında genç bir adam kaşlarını çatarak beni inceliyordu. Bakışları o kadar dikkatliydi ki kendimi sanki çıplak gibi hissettim. Onun yüzüne bakmaya utanarak başımı öne eğdim.
Aceleyle yere çömelip gömleği ve askıyı elime aldım. Saçlarım yüzümü kapatırken sanki o genç adamla aramızda bir perde vardı. Rahat bir nefes almışken adamın baskın ve iç ürperten sesini duymamla ürperti daha şiddetli geri döndü.
“Sen de kimsin?”
Saçımı kulağımın arkasına iterken adamın gözlerine bakamadan “Irgat Fahri’nin kızı Havin, işe yeni başladım,” dedim.
“Bizim Fahri’nin işe başlayacak kızı sendin demek. Büyümüşsün,” dediğinde şaşırarak adama baktım. Beni tanıyor muydu? Ben ise adamı hatırlayamamıştım.
“Büyümüş müyüm?” dedim zor çıkan bir sesle.
“Tanımadın mı beni küçük hırsız? Seni yıllar önce ağaç tepelerinden indirmiştim.”
Sonra hafızamı yoklayınca abimle bu konağa gelip meyve aşırdığımız günleri hatırladım. Babam kızdığı için gizlice çalardık.
Ve o günlerde bir genç beni ağacın tepesinde yakalamıştı. Rahmetli abim oradan kaçmadan evvel ‘sessizce dur, gelip seni alacağım’ demişti.
O genç adam abimi kovalasa da yakalayamamıştı. Sonra kiraz ağacının dalları arasında sinmiş halde beni görmüştü.
“Seni küçük yaramaz! Demek o serseri abinle birlikte hırsızlık yapıyorsun! İnsene hele,” dedi sert bir tavırla.
Ben o zaman daha 8-9 yaşındayım. Ama nasıl korkuyordum. Karşımdaki de benden çokça büyük biriydi. 18-19 yaşında genç biriydi.
“Abi valla daha bi tane bile yemedim.”
“İn önce!”
Ağaca çıkarken abim yardım etmişti. İnerken de hep yardım ederdi. Ben küçüğüm altımda dal kırılmaz diye beni ağaca çıkarırdı.
Ağlamaklı bir halde “Ben inemem ki,” dedim.
“Hey Allah’ım! Şeytan diyor kalsın öyle de çocuklar benim zayıf noktam. Hadi gel sırtıma,” dedi.
Bana arkasını döndü. Bende ağacın üstünden sırtına uzandım. Abimden büyüktü. Hem yaşça hem boyca. Beni kolayca indirip “Adın ne senin?” diye sordu.
“Havin,” dedim.
“Miraç ben de. Bak bir daha canın kiraz çekerse gel benden iste. Anlaştık mı?”
“Teşekkür ederim Miraç abi,” dedim neşeyle. Kızacağını sanmıştım. Hatta döver diye beklemiştim. Ama kızmak bir yana bir de avuç dolusu kiraz toplayıp bana vermişti.
O gün çocuk aklımla Miraç abi gibi biriyle evlenmeye karar verdim. Hem merhametli hem de heybetli biri olacak.
***