Arabanın önünde birbirimize sürtünerek yaptığımız üstünlük yarışı içerideki insanların dışarı dağılmasıyla sona erdi. Karşımdaki adam bunu fark ettiği an karşı koyamayacağım bir hız ve şiddetle beni arabanın içerisine fırlattı. Oraya buraya çarpan kollarım ve bacaklarım acıyla sızlarken arabanın kapısı kapanmadan dışarıya çıkmaya yeltendim fakat tek koluyla bile beni durdurmayı becerebilmişti. Kesinlikle o beş para etmez adamlarına benzemiyordu.
Belime sardığı koluna tırnaklarımı geçirerek kurtulmaya çalıştığımda arabanın kapısı kapandı ve ben sinirle çığlık attım. Ellerinin arasında oyuncağa çevirdiği bedenimi kucağına çektiğinde hareket eden arabanın etkisiyle ellerimi omzuna koydum.
"Artık rahat dur!" Benle uğraşmaktan bıktığını belli eden sesiyle uyarısını yaptığında hırsla yüzüne baktım.
"Sen ne biçim bir psikopatsın ki kaçırdığın kıza 'rahat dur' diyebiliyorsun?" Hırçın hareketlerimin aksine sakince ve tane tane sorduğum soru buz gibi ifadesine çarpıp dağılırken
"Bugün beni fazla uğraştırdın ve kaldırabilecek misin bilmiyorum ama tek işim sen değilsin. O yüzden beni daha fazla çıldırtmadan uslu uslu otur, elimden bir kaza çıkmasın." diye karşılık verdi. Madem benden daha önemli işleri vardı neden beni yanında götürmek için bu kadar ısrar ediyordu ki?
"Dikkat et de o kaza bana çarpıp misliyle sana dönmesin. Karşında tek sözünle titreyecek bir kız çocuğu yok. O aklın alır mı bilmiyorum ama hata ediyorsun, benden demesi." Kucağında oturmanın verdiği etkiyle dibimde duran suratı ne kadar akıl çeldirici olsa da sinirim ağır bastığından mantıklı konuşabiliyordum. Üstelik gözlerini dudaklarıma dikmiş bir vaziyette beni dinlemesi işleri daha da zorlaştırıyordu.
Yüzünü yüzüme yaklaştırarak dudaklarını aralık dudaklarıma sürterek nefesini ağzımın içine üflediğinde tüm vücudum kasıldı.
"Hatalarından memnun olan bir tek sen değilsin." Dudaklarının tüm hareketlerini sadece dudaklarımda değil tüm vücudumda hissetmiştim. Şerefsiz, bile bile üfleyerek konuşuyordu.
"Hatalarımdan memnun olduğumu da nerden çıkardın?" Tıpkı onun gibi fısıldadım ve bana yaptığı gibi dudaklarına üfledim. Dişe diş, kana kan arkadaşlar. Adam Yunan Tanrılarına benziyordu, her türlüsü işime gelirdi.
"Bana her karşı çıkışında gözünde oluşan parıltılardan haberin olmaması mümkün değil." Piç, herif! Benimle oyun oynuyordu aklınca. Beni hala daha etkisi altına alabileceğini düşünmesi irademe hakaretten başka bir şey değildi. Hırsla kucağından hafifçe kalktım ve eteğimi toplayarak bir bacağımı diğer tarafa attım. Özellikle erkekliğine denk gelmesine dikkat ederek ata biner gibi üzerine oturduğumda kara gözlerinde patlayan alevleri görmüştüm. Onunla inatlaşmam hoşuna gidiyordu.
"Hala beni köşeye sıkıştırabileceğini düşünüyorsun." İki elimi de boynuna koyarak ensesinde birleştirdiğimde bir yandan da yüzünü yüzüme hizalamıştım. Elleri kalçalarımı bulurken beni iyice kendisine bastırarak bedenimi hareket ettirdi.
"Seni köşeye sıkıştıracağım, Haslet Alım Neval." Tam adımı onun şehvet dolu sesinden duymak bütün bedenimi titrettiğinde ileri geri oynattığı vücudumun altındaki sertlik, ateşimi yükseltiyordu. Sanırım arsızlığım sınırı olmadığını bir kez daha anlamıştım.
Dudaklarıma sürttüğü dudaklarını, vücudumla temasını kesmeden boynuma indirdiğinde tenimi iki dudağının arasına kıstırması benim için son damla olmuştu. Boynumu kuvvetli bir şekilde dudaklarının arasına çekmeye başladığında dilinin bulunduğu yerde ustalıkla gezinişi kasıklarıma sızı olarak geri dönüyordu. Hissettiğim zevk o kadar yoğundu ki başımı istemsizce geriye atarak inledim ve ensesine daha sıkı tutundum.
"A-ah!" İnlemem hareketlerini sertleştirmesine yol açarken son kalan akıl kırıntım 'Dur!' diye sinyal veriyordu bana. Bir anda hiç tanımadığım ve beni kaçıran bir adamın üzerinde zevkten kendimi kaybettiğimi idrak ettiğimde hızlıca ayrıldım vücudundan.
Tüm dirayetini kaybetmiş bedenimi karşısındaki koltuğa bıraktığımda az önce yaptığım şeyin utancı yanaklarıma yansımıştı. Kasıklarımdaki sızı hala varlığını korurken inlememek için dudaklarımı ısırıyordum. Bu adam insana kafayı yedirtirdi.
"Dişlisin, dişlisin de yola gelecek gibi duruyorsun." Zevkten arındıramadığı boğuk sesiyle konuştuğunda dışarıyı izleyen gözlerimi ona çevirdim.
"Ben toprak bayırları severim, yola gelmek bana göre değil." Cevabım yüzünde ukalaca bir sırıtış oluştururken gözlerini vücudumun her yerinde gezdirdi. Bunu bilerek yapıyordu. İkimizde zevkten tamamen sıyrılamamıştık ve o beni zora sokmak istiyordu. Gözünün içine bakarak elbisenin yırtmacından çıkardığım bacağımı öbürünün üstüne attım ve bir bacağımın bel kemiğime kadar çıplak kalmasını sağladım. Zaten siyah olan gözleri daha ne kadar koyulaşabilirdi bilmiyorum ama bacağıma değen bakışlarının karardığına yemin edebilirdim.
"Sen kimsin ve benden ne istiyorsun?" En başında sormam gereken soruyu yaşanan 'bazı aksaklıklardan' dolayı daha yeni sorabildiğimde kendime yıldızlı bir pekiyi vermiştim. Karşımda, bacakları -az önce üzerinde olduğum bacakları- hafif yana açılmış, dirseklerini bacaklarını koyarak ellerini birleştirmiş bir şekilde otururken, kısık bakan gözleriyle beni izliyordu. Bir süre sustuktan sonra cevap vermeye karar vermiş olacak ki
"Efser..." dedi.
"Ben Efser Hirasan. Dedenin kullanıp sonra da bir köşeye attığı, ölüme terk ettiği Ecmel Hirasan'ın abisiyim."
Sözleri, kimse görmesin diyerek içime gömdüğüm vicdanımın üzerine çöküvermişti. Durumun ciddiliğinin farkına vararak dedemin yerine yaşadığım utancı gizlemek amacıyla hırsla güldüm.
"Sen de intikam için Neval Ailesinin tek kızını ellerinden alayım dedin, öyle mi?" Evet, dedem bunu yapmış olabilirdi fakat karşımdaki adam da dedemden farksızdı benim için. Kötülüğe kötülük varsa işin içinde asıl suçluyu asla bilemezdiniz.
"Evet, iyi yapmamış mıyım? Üç nesildir Neval ailesinde doğan tek kız çocuğu: Haslet Alım Neval... Dedesinin gözdesi, babasının biriciği, kuzenler arasında en sevileni, güzelliğiyle nam salmış bir hazine... Senden daha iyi bir seçenek olamazdı." Az önce şehvetle söylediği ismim şimdi nefretle çıkmıştı dudaklarının arasından. Ürkmüş müydüm? Belki. Susacak mıydım? Kesinlikle, hayır.
"Emin misin, peki?" Sorduğum soru kaşlarının çatılmasına sebep olurken
"Ne saçmalıyorsun?" diye karşılık verdi.
"Diyorum ki dedemin tamamıyla suçlu olduğundan emin misin? Her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırdın mı? Tüm kalbinle ve aklınla, kesin bir şekilde 'Tek suç dedenin' diyebiliyor musun? Yoksa kardeşini kaybetmiş bir abinin intikam hırsıyla ilk bulduğun cevaba yapışıp öyle mi harekete geçtin?" Bir şey demedi. Sadece acısını sakınarak gözlerime baktı ve yüzünü dışarıya çevirdi. Zeki bir adamdı ve bu konuda araştırma yaptığına emindim. Fakat nereye kadar araştırmıştı, önemli olan buydu. Üstelik her ne olursa olsun dedemin hatasından beni sorumlu tutmayacağına, bir bedel ödetecekse bu bedeli bana ödetmeyeceğine adım kadar emindim. Çünkü kardeşini kaybetmiş bir adam bundan sorumlu tuttuğu kişiyle az önce yaşadığımız şeyleri yaşamak istemezdi. Ben onun bu isteğini gözlerinin en derininde görmüştüm. O, tamamen masum olduğumun bilincindeydi.
Yolculuğumuzun geri kalanı beklediğimden de sakin geçti. Ne o konuşmaya yeltendi ne de ben. Endişeli ya da tedirgin değildim, sadece kısa bir süreliğine karşımdaki adamın misafiri olacaktım. Bana zarar vermeyeceğinin farkındaydım ve bu korkunun benden uzak kalması için yeterliydi.
Araba ilerlediğimiz taşlı yol üzerinde yavaşça durduğunda kapının açılmasıyla geldiğimizi anladım. Efser'e izin vermeden ondan önce arabadan indim ve etrafı incelemeye başladım. Önünde durduğumuz büyük malikane dışında sadece ağaç vardı. Bolca ağaç... Sanırım bendeki kaçma potansiyelini görüp dağa getirmişti, beni. Neyse ki böyle bir durumda kaçmaya çalışacak kadar aptal değildim. Muhtemelen evin ve ormanın her tarafında adamları vardı. Yani kaçmaya çalışsam bile sürüklenerek geri getirileceğimi biliyordum.
Bir önümdeki çakıl yola bir de ayağımdaki yüksek topuklulara bakarken yanımda dikilen Efser'le gülümsedim.
"Beni kucağına al!" Emir verir şekilde dile getirdiklerimden sonra şaşkınlıkla bana döndüğünde kapının önündeki adamlarından biri şiddetle öksürmeye başladı. Öbürleri de gülmemek için kendilerini sıkarken
"Ne yapayım, ne yapayım?" diye sormasıyla tekrar Efser'e döndüm. Ayağımın tekini kaldırarak ayakkabılarımı gösterdim ve
"Bu taş yolda topuklularla nasıl yürüyeyim? Kucağına al da içeri girelim artık, yoruldum." dedim. Ukalalığıma hayrete düşmüş gibi bakarken vücudunu tamamen bana döndürdü.
"Sana bunu yapacağımı düşündüren ne?" Kendinden fazlaca emin duruşu, yandan yandan sırıtışı sinirlerimi bozarken
"Madem kaçırdın dağa getirdin bu kadarını da çok görme. Sana zorluk çıkarmıyorum diye kendini bir şey sanma, elimi bırak parmağımın ucu sıcak sudan soğuk suya değerse bozuşuruz." dedim. Söylediklerim kaşlarının daha da havalanmasına sebep olurken gülen adamlarına ters bir bakış attı ve hepsinin mum gibi dikilmesini sağladı.
"Kendin söylüyorsun kaçırdın beni diye. Beş yıldızlı otele tatil yapmaya gelmediniz hanımefendi, yürüyün bir zahmet." Elini öne uzatarak yolu gösterdiğinde omuzlarımı silktim.
"Sen bilirsin, burada onlarca adam var, illaki biri taşır." Gözlerimi ondan çekip bahçeye çevirdiğimde diğerlerine göre daha iri gözüken adama seslenip
"Hey! Beni hemen kapıya kadar taşıyabilir misin acaba? Ağır değilim zaten, zorlanmazsın." dedim. Yan gözle Efser'e baktığımda kaşlarının çatıldığını gördüm.
Seslendiğim adam ne yapacağını bilemez bir şekilde Efser'e baktığında tepkisini merak ederek ona döndüm. Başını iki yana sallayarak onaylamadığını belli ettiğinde gözlerimi devirdim.
"Adamlarım seni taşımak için burada değiller. Kendin yürü." Beni arkasında bırakıp eve doğru ilerlerken
"Ona yardım ettiğinizi görürsem kaçacak delik arayın." diye tembihledi adamlarını. İstediğimi alamamanın verdiği hırsla ayakkabılarımı çıkardım ve kafasını isabet alarak art arda fırlattım. Sırtına çarpıp yere düşen ayakkabılarımla
"Canımı yakmak istiyorsan kendine daha ciddi silahlar bulmalısın." dedi ve arkasını bile dönmeden yürümeye devam etti. Fakat bilmediği bir şey vardı ki ben istediğimi elde edene kadar durmazdım.
Hafif bir tempoyla ona doğru koşarak sırtına atladım ve o daha ne olduğunu anlamadan bacaklarımı beline sardım. Ellerim de boynunu bulurken
"Sen harbi delisin!" diye sinirlenmesini zevkle izledim. Azıcık da o sinirlensindi. Dudaklarımı sol kulağına götürerek
"Ben istediğimi alırım." diye fısıldadım. Boynuna vuran nefesim tüm bedeninin kasılmasına yol açarken istemsizce gülümsedim. Hiçbir şey demeden ellerini bacaklarıma götürdü ve beni daha sağlam taşımaya başladı. Hem dediğimi yaptırmanın hem de yürümemenin memnuniyeti içerisinde içine girdiğimiz evi incelemeye başladım. İlk defa bizimkinden büyük bir evle karşılaşmış olmanın verdiği şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken duvardaki tablolara hayranlıkla baktım. Bu ev benim olsaydı kuşkusuz bende aynı böyle dekore ederdim. Adam bu işten anlıyordu.
Beni sırtından indirmeden merdivenlere yöneldiğinde
"Nereye?" diye sordum merakla.
"Yoruldum demedin mi? Kalacağın odaya götürüyorum." Beni herhangi bir misafir odasına atabileceğini düşünüyorsa büyük yanılıyordu.
"Ben senin odanda kalacağım, sen kendine oda bak bence." Ona laf yetiştirirken diğer yandan da tablolara dokunuyordum. Hepsi çok güzeldi.
"Kızım sen burayı babanın evi mi sandın? Hem çok merak ediyorum benim odamda ne yapacaksın?" Daha bir şey yapmamama rağmen bezmişçesine söyledikleri beni güldürürken bu huyu ekmeğime yağ sürüyordu.
"Madem ben kendi yatağımda uyuyamıyorum o zaman sen de uyumayacaksın. O yüzden senin odan benim." Söylediklerimi kale almadığını belli eden bir tıslama çıktı dudaklarının arasından.
"İlla burnundan getireceğim diyorsun yani öyle mi?" Sadece başımı sallayarak cevap verdiğimde üst kata çıktığımız için bacaklarımı bıraktı ve beni sırtından indirdi. Aferin, kız Haslet! Yalnız eve kadar değil odaya kadar kendimi taşıtmayı başarmıştım.
"Hangisi senin odan?" Önümdeki bedenini aşıp koridorda olan tüm odalara bakarken onun odasını bulmayı umut ediyordum. Efser ise kollarını göğsünde birleştirmiş olduğu yerde dikilerek beni izliyordu. Koridorun sonundaki odaya geldiğimde diğerlerine kıyasla siyah ve daha erkeksi olduğunu görerek
"İşte, burası!" diyerek aradığım şeyi bulmanın sevinciyle girdim içeri. Standarda göre çok daha büyük olan yatağına şaşkınlıkla bakarken gardırobuna doğru ilerledim. Böyle uyuyamayacağım için mecbur onun kıyafetlerine çullanacaktım. Dolabı açıp içindeki tişörtlerde göz gezdirdiğimde birkaçını elime alıp inceledim. Çoğunluğu düz ve koyu renkten oluşuyordu zaten. Beğenmediklerimi yere atarken dolabını dağıtmaya özen gösteriyordum. En son siyah, V yaka bir tişörtte karar kıldığımda dolabın kapağını kapattım ve arkamı döndüm.
Efser tıpkı koridorda yaptığı gibi kapının pervazına yaslanmış kısık gözleriyle izliyordu beni.
"Fermuarımı açsana." Gözlerindeki yoğunluğa kapılıp gitmemek için arkamı dönerek fermuarımı gösterdiğimde adımlarının sesinden bana yaklaştığını anladım. Vücudu vücuduma temas edecek kadar yakınıma geldi ve aramızdaki boy farkını başını boynuma eğerek gizledi. Dudakları kulağımın hemen altında yer edindiğinde titrememek için kastım kendimi. Parmakları çıplak sırtımı okşamaya başladı. Elbisenin sırtı fazlaca açık olduğundan tenime rahatça temas edebiliyordu. Dudaklarını, nefesini üfleye üfleye boynumda dolaştırdığında omuzlarıma kadar indi ve parmaklarını omuriliğimin hizasında fermuara ulaşana kadar gezdirdi.
"Sana rica etmeyi öğretmem gerekiyor." Boşta olan elini kasıklarımın hemen üzerine yerleştirerek kalçamı kendisine bastırdığında fermuarımı yavaş yavaş indirmeye başladı.
"Herkes senin emrindeki bir uşak değil. Bunu bilmelisin." Derin bir nefes soluyarak zar zor konuştum.
"Emredince de yapıyorsun ama." Parmaklarını, kalçama kadar açtığı fermuardan gözüken iç çamaşırımın çizgisinde gezdirdi. Kasıklarıma bugün kaçıncı olduğunu bilmediğim bir sızı girdiğinde bacaklarımı birbirine bastırmamak için zor durdum.
"İşime geliyor çünkü. Ellerinle sunuyorsun kendini bana." Öksürerek kendime gelmeye çalıştığımda kolları arasındaki bedenimi çevirdim.
"Duş almak istiyorum." Burnunu burnuma sürttü ve gözlerime baktı. Birkaç saniye öyle kaldıktan sonra
"Yatağın sağındaki kapı..." diyerek benden ayrıldı. Başka bir şey demeden arkasını döndü ve odadan çıktı. Bende olabildiğince kendimi toparlayarak dediği kapıya doğru yöneldim. Söylediği gibi burası bir banyoydu ve kendi odamdakine kıyasla fazlasıyla büyüktü. Dolapların içinden kendime uygun bir havlu alıp sıcak suyu ayarladım ve tüm günün stresini attım.
Yaklaşık yarım saat sonra banyodan çıktığımda havluyu sıkıca bedenime sardım ve odaya döndüm. Yatağın üstünde bırakılmış kadın iç çamaşırlarıyla istemsizce gülümsedim. Yanında bir de gecelik vardı. Hepsinin etiketi üzerinde olduğundan rahatça giyindim ama gecelik yerine çıkardığım tişörtü tercih ettim. Sanırım beni buraya getirecek olması planlıydı ve önceden hazırlığını yapmıştı.
Günün yorgunluğuyla kendimi yatağa atıp siyah çarşafın altına girdiğimde dedemin Sahir'le evlenmem konusundaki isteğini hatırladım. Eğer bu fikrinde kararlıysa uzun bir süre daha burada kalabilirdim. Evin benim olmaması dışında bir fark yoktu çünkü. Efser beni kapalı, karanlık bir odaya koyup aç, susuz bırakmamıştı ki . Halime bakılırsa günlük rahatlığım ve kişisel alanım yerli yerindeydi. Hem adrenalini seven bir insandım ve Efser bir süreliğine hayatıma renk katacak gibi gözüküyordu.