2.Bölüm

2610 Words
Doğum günü kutlamasının ertesi sabahı, hâlâ sızlamakta olan ayaklarıma rağmen iş yerimin önündeydim. Arabamı park eder etmez her sabah yaptığım gibi başımı kaldırıp mağazamın tabelasına baktım. “Çikolata Perisi” Bu isme bakmak bana her zaman heyecan, enerji vermişti. Babama ailesinden kalan Çikolata Perisi, adından da anlaşıldığı gibi özel yapım olan çikolataların satıldığı en az otuz yıllık bir mağazaydı. Her ne kadar çikolataya olan alerjim yüzünden onları yiyemesemde, kokusu bile beni mutlu etmeye yetiyordu. Bu sebepten, üniversiteden mezun olduğum halde okuduğum bölümün işini yapmaktan vazgeçmiştim. Bu kararı almamdaki en büyük etki de, ben mezun olmadan çok kısa bir süre önce, mağazayı işleten halamın vefat etmesiydi. İşleri nedeniyle Bursa da yaşayan anne ve babamın, Çikolata Perisi’nin kapanacak olmasına üzülmelerine dayanamamıştım. Hoş, gerçi bende çok istemiştim. Nasıl olsa üniversiteyi bu şehirde okumuş, dört yıldır da Sevgi ve Nilgün ile yaşıyordum. Zorluk çekmeyecektim. Anne ve babam önce kendi işimi yapmamı söyleselerde, ne kadar istekli olduğumu görünce beni her zaman, her konuda nasıl destekliyorlarsa yine öyle desteklediler. Anıların arasında kaybolduğum kısacık andan sonra kendimi toparlayıp besmeleyle kapıdan girdim. Beni karşılayan mağaza çalışanlarımın selamını alırken personelden sorumlu olan Meral, elindeki bir buket kırmızı gülle gülümseyerek yanıma yaklaştı. “Asya Hanım çiçekleriniz sizden önce geldi” Kimin gönderdiğini merak ettim. Çünkü daha önce hiç çiçek almamıştım. Şaşkınlıkla gül buketinin üzerindeki küçük zarfa uzanacağım sırada bizi izleyen, yüzleri gülen personeli fark ettim. Kendilerine baktığımı görünce hepsi başlarını eğip yaptığı işlere geri döndüler. İlk defa böyle bir şeye şahit oldukları için haliyle merak ediyorlardı. Hiçbirisine kızamıyor, hepsini ailemden biri gibi seviyordum. Zarfı alıp Meral’e çiçekleri vazoya yerleştirmesini söyledim ve ofisime gittim. Masaya oturur oturmaz kartı okudum. “Akşam müsaitsen, bana yemekte eşlik eder misin? AYKUT” Gülümsedim. Bir erkek tarafından ilgi duyulmak hangi kadının hoşuna gitmezdi. Bu ilgi özelliklede Aykut gibi bir adamdan geliyorsa. Her şey doğum günü partisiyle başlayıp, yemek davetleriyle devam etti. Her sabah güne yeni çiçeklerle başladım. Onu tanıdıkça daha çok hoşlandım. Özellikle mesafeli duruşu beni çok etkiledi. Hani her zaman duyduğumuz, okuduğumuz ya da izlediğimiz; kızları yatağa atmaya, kullanmaya çalışan erkekler vardı ya, işte Aykut onlardan birisi değildi. Birlikte vakit geçirdiğimiz zamanlarda bir kere bile beni öpmeye yeltenmemişti. Hem ayrıca Sevgi ve Nilgün de onu çok sevmişler, sık sık lafını eder olmuşlardı. “Süper çocuk” diyorlardı. Tanışmamızın birinci ayında artık iki sevgiliydik. Birlikte gülüyor, eğleniyor, güzel vakit geçiriyorduk. Yine dans etmek için gece kulübüne gittiğimiz bir akşam, Aykut, büyük bir adım atarak bu ilişkiyi evliliğe taşımak istediğini söyledi. Hiç beklemediğim için şok oldum. Ani gelen teklifi garipsediğimi anlayınca beni tanıdığı kadarının ona yettiğini söyledi. “Peki, sen beni yeterince tanımadın mı Asya? Neden bekleyelim?” dedi. Cevap veremedim. Onunla vakit geçirmekten inanılmaz keyif alıyordum ama emin olamıyordum. Bahsettikler âşk böyle bir şey miydi? Yani sadece keyifli zaman geçirmek miydi? Yapılan sürprizler karşısında mutlu olmanın adımıydı âşk. Suskunluğumu görünce düşünmek için zamanım olduğunu söyledi. O akşam evlilik teklifiyle ilgili daha fazla konuşmadık. Aldığı tek taş yüzüğü tekrar cebine yerleştirip beni eve bıraktı. Yaşadığım ikilemle kapıdan girdiğim an Sevgi ve Nilgün durgunluğumu fark edince onlara Aykut’un niyetini anlattım. Sevinçten çığlık attılar. Sonrası çorap söküğü gibi kendiliğinden geldi. Dilim lâl olmuş misali, geçen bir haftanın ardından teklifini kabul ettiğimde, “O zaman hemen düğün hazırlıklarına başlayalım.” Dedi. “Ama önce seni ailenden isteyelim” Düğün ve aile. Bu iki kelimeyi duyunca ürperdiğimi hissettim. Mantığım doğru yaptığımı söylüyordu ancak duygularım çok bâşka şeyler anlatıyordu. Sessizliğimi fark etmiş olacak ki ellerimi tuttu. “Asya, çok hızlı olduğunu biliyorum. Ama ben senden ayrı tek bir gün daha geçirmek istemiyorum.” Yüzüne bakarak tebessüm ettim. Kendimi her şeyin çok güzel olacağına inandırmayı tercih ettim. Aykut düzgün bir adamdı. Yakışıklıydı. İleride iyi bir eş, iyi bir baba olacak, sorumluluk sahibi birisiydi. Ona âşık mıydım bilmiyordum ama zamanla sevebilirdim. Bir kere bir yerde okumuştum. Âşk, tutku ve heyecandan ibaret olan, gelip geçen bir duygudur yazıyordu yazıda. Yine aynı yazıya göre baki olan sevgiydi ki sevgide tanıdıkça, birlikte anıları oluşturdukça büyüyordu. *** Düğün günü gelin odasında makyajımı tazelerken annem yanıma geldi. Onun gelişiyle Sevgi ve Nilgün bizi yalnız bırakmak için dışarıya çıktılar. O an annemin ne kadar huzursuz olduğunu bakışlarından anlayabiliyordum. Daha fazla sabredemeyerek neyi olduğunu sordum. Önce sustu. Cevap vermeden bir süre bekledikten sonra yanıma sokuldu. Ellerini omzuma yerleştirerek gözlerimin içine baktı. “İki aydır tanıdığın bir adamla evleniyorsun. Emin misin kızım.” Dedi. Ona başımı sallayarak kararımın arkasında olduğumu ifade etmeye çalıştım ancak o tek kelime dudaklarımdan dökülemedi. Eminim diyemedim. Beni doğurup büyüten kadın olarak çok iyi tanıdığından sıkıca sarılarak ikna etmeye çalıştı. “Kızım bu çocukta çözemediğim bir şey var. Pişman olup üzülmenden çok korkuyorum. Bak, en küçük bir şüphen varsa bile, şimdi, buradan geri dönebilirsin. Geç değil.” Annemin abarttığını düşündüğüm sırada odaya giren babam kurtarıcım oldu. O da bu evliliğe çok gönüllü değildi, anlıyordum. Sadece kararlarıma saygı duyuyordu bunu da anlayabiliyordum. Ama içinde bulunduğumuz tarihi yalı, düğün için gelen davetlilerle dolmuşken, her şey bu noktaya gelmişken geri dönemezdim. Tamam, âşkla dolu bir gelin değildim, her zamanki gibi mantık çerçevesinde verdiğim bir karardı bu, ama onların düşündükleri kadar mutsuz olmayacaktım. Odadan, babamın kolunda çıktıktan saatler sonra, Aykut’un kolunda kendi evimize girdik. Nikâhımız kıyılmış, düğün bitmişti. Artık baş başaydık. Evde bizim dışımızda kimse yoktu. Aykut, özellikle ilk gecemizde, yalnız olalım diye çalışanları göndermişti. O, içeriye girdikten sonra kapıyı kapattığında nedensizce tedirgin oldum. Kendimi ruhen iyi hissetmiyordum. Kendi, salondaki bardan içkisini doldururken bana yatak odasına çıkabileceğimi söyledi. Sesi kuru ve soğuktu, bir yabancıya aitti sanki. Düğünde yüzü sürekli tebessüm eden adamdan geriye eser kalmamıştı. Bu durumu garipsedim ama nedenini sormadım. Sanırım evlilik kararımı sorguladığım ilk an o an oldu. Dediğini yaptım. Yatak odasına gidip gelinliğimi ve duvağımı çıkarttım. Tabii önce kapıyı kilitledim. Neden böyle yapmıştım kendi yaptıklarıma anlam veremiyordum. Sonuçta az sonra odaya girecek kişi saatler önce evlendiğim adamdı, kocamdı. Kendimi kapana kısılmış gibi hissederek banyoya koştum. Makyajımı temizledim, topuz olan saçlarımı bozdum. Son kez aynaya bakarken kendi suretimde bir şey fark ettim. Korkuyordum. Bunu kendi gözlerimde görebiliyordum. Fakat bu korkunun sebebi fiziksel bir eylem değildi. Bu korkunun sebebi gelecek günlerdi, pişman olmak kaygısıydı. Yüzümü yıkayıp kendimi toparladım. Her an Aykut’un kapının arkasından seslenecek olmasının gerginliğiyle, o gece için alınan beyaz geceliğimi giydim. Ağlamak istiyordum. Avazım çıktığı kadar bağırmak, olduğum evi terk etmek istiyordum ama çok geçti. Kendi kendime sakin ol Asya. Bu kadar büyütme dedim. Aykut evlenilebilecek bir adam. Doğru karar verdin. Çok mutlu olacaksın. Kendimi telkin ederek kapının kilidini açtım, geri dönüp yatağın ayakucuna oturarak Aykut’un gelmesini bekledim. Ama gelmedi. Yaklaşık iki saat sonra hissettiğim korku yerini meraka bıraktı. Sessizce kapıyı açıp onu en son gördüğüm yere, salona gittim. Koltukta uyuyordu. Yerdeki boşalan içki şişesine bakılırsa sızmıştı. Sabahlığımın kuşağına açılmaması için bir düğüm daha atıp koluna dokundum. “Aykut, uyuyakalmışsın” Olduğu yerde kıpırdanarak sırtını bana dönerken pelteleşen diliyle iyi olmadığını söyledi. “Beni 06.00 da kaldırır mısın?” Duvardaki antika saate baktım. Akrep ve yelkovan 03.05 i gösteriyordu. “Tamam” deyip odadan getirdiğim örtüyü üzerine örttüm. O günden sonra her günümüz böyle geçti. Hatta düğün ertesinin sabahı, balayı için gittiğimiz yurtdışı tatilimizde de. Gündüzleri karı koca, geceleri iki yabancıydık. Aykut’un her gece bir mazereti oldu. Ya içki yüzünden sızıp kaldı, ya o gün çok yorgundu, ya da ertesi gün çok önemli toplantısı olduğu için erken kalkması gerekti. Bunların yanında haftanın en az iki günü kocamın iş seyahatleri yüzünden evde yalnız kaldım. Aykut’un benden hastalıklıymışım gibi kaçtığını görüyordum fakat ona nedenini hiç sormadım. Hiç konuşmaya çalışmadım. Belki de onun bana dokunmaması işime geliyordu, kim bilir. Evliliğimizle ilgili emin olduğum tek bir şey vardı. Bir gün bir yerde ikimizden birisi patlayacaktı. Bu şekilde nereye kadar sürecekti yaşarak öğrenecektik. Günler su gibi akıp geçiyordu. Gündüzleri Çikolata Perisinde, akşamları evde yalnızlığımla bir başımaydım. Arada Aykut’la katıldığımız davetler oluyordu, haftada bir Sevgi ve Nilgün’le buluşuyorduk. Arkadaşlarıma ve aileme üzülmemeleri adına her şeyin yolunda olduğunu anlatıyordum. Bize geldiklerinde mutlu yeni evli çifti oynuyorduk. Moralimin bozuk olduğunu anlamamaları için de Aykut’un iş yoğunluğundan dertleniyordum. Yaşadığım boş hayatın içinde katlanılması en zor olanı ise şüphesiz kayınvalidemdi. Beni ilk günden itibaren çok sevmediğinin farkındaydım. Ev için beğendiğim mobilyalardan, işime kadar yaptığı olumsuz yorumlardan küçümseyerek baktığının farkında olduğum gibi. Onun aşağılayan bakışlarından bunalsamda mümkün olduğunca muhatap olmamaya çalıştım. Ailede en sevdiğim kişiler Aykut’un babası ve abisiydi. Yengesi zaten şeker gibi bir kadındı. Ama kayınvalidem, hayatımda gördüğüm en sevimsiz insandı. Sorunsuz görünen evliliğimiz üçüncü ayını doldurduğunda, Aykut yatak odasının kapısını çaldı. Geçtiğimiz ay birisiyle yatmaya alışık olmadığını söyleyerek odalarımızı ayıran kocam, bana akşam için hazır olmamı söyledi. “önemli bir davete katılmamız gerekiyor. Lütfen annemi ara, birlikte üzerine uygun bir şeyler alın. Çok güzel görünmeni istiyorum” Cevap vermek yerine başımı öne arkaya hafice sallayarak istediğini yapacağımı belirttim. Elbette annesini aramam konusunda onu dinlemeyecektim. Akşam davet için hazırdım. Aynada kayınvalidemin seçimi olan bordo elbiseye bakarken gözlerim doldu. Fazla cüretkâr olan yırtmacı, göğüs dekoltesiyle beni rahatsız ediyordu. Üzerime yapışan bu elbise sanki hiç çıkmayacakmış gibiydi. Parçalamak, hatta yakmak istiyordum. O an, gün içinde, Aykut evden çıkar çıkmaz arayan annesinin sözlerini hatırladım. “Aykut aradı. Bugün sana akşam için giyecek bir şeyler almamızı söyledi. Tabii o da biliyor, nerede nasıl giyineceğini bilmediğini” demişti. Sabah dişlerimi sıkmaktan sızlayan çenem hala ağrıyordu. 24 yıllık yaşamım boyunca hiç bu kadar sustuğumu hatırlamıyorum. Laf dilimin ucuna geliyordu ama her seferinde sabır diyordum. Konuşmamamı, aptallığıma bağlayan bu insanlara gösterdiğim sabır takdire şayandı. Ama bu böyle gitmezdi, gidemezdi. Üç ay boyunca belki bir şeyler düzelir diye beklemiştim. Ailemi düşündüğüm için dayanmıştım ama artık olmuyordu. İçinde bulunduğum hayata katlanmaktansa, annemin gözlerimin içine bakarak ben sana demiştim demesine, hata olan bu evliliğin bedeli her neyse çekmeye razıydım artık. Davet sonrası Aykut’la oturup ne hissediyorsam, ne düşünüyorsam her şeyi açıkça yüzüne söylemeliydim. Benden bu kadardı. Aykut ile birlikte davetin yapılacağı mekâna ulaştığımızda, elimi tuttu. Şaşırdım. İlk iki ay, aynı yatağın iki ucunda yatan bir çift değilmişiz gibi davranıyordu. Bizi karşılayan insanlara gülücükler dağıtarak kapıdan girerken, karşımızdan gelen fotoğrafçıyı gören Aykut belime sarılıp kulağıma fısıldadı.”Gülümse!” Çekilen fotoğraftan sonra, yanımızdaki görevlinin yardımıyla bizim için ayrılan masaya ilerledik. Çevremizdeki diğer davetlilerin bakışları, gördükleri çifti ne kadar beğendiklerini gösteriyordu. Utandım, sıkıldım, bu sahtelikten, maskelerden bunaldım ama gecenin sonuna kadar rolümü hakkıyla oynamaya kararlıydım. Biz masamızda otururken başka bir masada oturan dört beş kişilik erkek grubu Aykut’a başlarıyla selam verdiler. Aykut da aynı şekilde selam verip ayağa kalktı. “Ben geliyorum” dedi. Onun gidişiyle yalnız kaldım. Dirseklerimi masaya yerleştirip elimle ağrımaya başlayan başıma dokunurken kolumu dayadığım zemindeki titreşimi hissettim. Telefonumun ekranına baktım, arama ya da mesaj yoktu. Benimki değildi. Bu sırada titreşimi hala hissedebiliyordum. O an çalan telefonun Aykut’un ki olduğunu fark ettim. Yanına almayı unutmuştu. Ekranı masaya ters çevrilen telefonu susmuyordu. Önemli bir şey olabileceğini düşünerek haber vermek istedim ancak arkadaşlarıyla ayakta konuşan kocam sohbete dalmıştı. Merak ederek telefonunu aldım. Ekranı kendime çevirdim. Arayan kişinin adını gördüm, Erdoğan. Kimdi bu Erdoğan? Daha önce adını hiç duymamıştım. Ama her kimse çok ısrarcı olduğu belliydi. Aramayı bırakıp Aykut’u mesaj yağmuruna tuttu. Bu ısrar beni o kadar çok meraklandırdı ki daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yaptım. Gizlice başka birisinin özeline girmeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü ekran kilidi vardı. Kısa bir an düşündüm. Şifre ne olabilirdi. Tahminler yürüterek birkaç deneme yaparken bir yandan da arkadaşlarının masasına oturan Aykut’u gözlemliyordum. Birden aklıma evdeki kasa şifresi geldi. Telefon numarasını şifresi yapmıştı. Acele ederek önce telefonunun son dört rakamı girdim, olmadı. Sonra son altı rakamı girdim yine olmadı. En son gsm operatörünün numaraları olmadan rakamları girdiğimde “Bingo!” Yüzüm ateş misali yanmaya başlasa, yapacağım şeyden utansamda mesaj kutusuna girdim. Erdoğan tam 41 mesaj göndermişti. Son mesajda “Seni bekliyorum” yazmıştı. Bir öncekinde “Karını atlat” diyordu. Ondan öncekilerde kısa cümlelerle Aykut’u ne kadar çok özlediğini, nasıl ihtiyaç duyduğunu yazmıştı. Beni bir kere bile öpmeyen kocamın, başka bir kadınla ilişkisi vardı ve sevgilisinin adını erkek ismi olarak kaydetmişti. Başımdan kaynar suların döküldüğünü hissettiğim o an, hayatımın en büyük şokunu, Erdoğan’ın ilk gönderdiği görüntülü mesajla yaşadım. Aykut’un kırmızı kadın iç çamaşırlarıyla, topuklu siyah ayakkabılarıyla yerde diz çökmüş hali ömrüm boyu unutamayacağım bir görüntüydü. Midem bulandı. Başım döndü. Genzime kadar gelen safra her an dışarıya çıkabilirdi. Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki, titremeye başlayan vücudum yüzünden güçlükle ayağa kalkabildim. Bana dokunmamasının sebebini şimdi daha iyi anlayabiliyordum. Kendini kadın gibi hissediyordu. Bulunduğum mekânın oksijeni bitmişçesine kendimi dışarıya atmak istedim. Boğuluyordum. Birisi iki eliyle boğazımı var gücüyle sıkıyordu. Güç almak için tutunduğum masaya ağırlığımı verirken gözlerim diğer masadaki kocam sandığım adama sabitlendi. Yanındaki adamlarla birlikte kahkahalarla gülüyorlardı. Evlendiğimiz günden itibaren benimle doğru düzgün konuşmayan Aykut, çevresindekilere onları güldürecek bir şeyler anlatıyordu. “İyi misiniz hanımefendi?” Boş bakışlarımı yanımda beliren garsona çevirdim. Fısıltı gibi çıkan sesimle iyi olduğumu söyledim. Öyle söylemiştim ama yaşadığım şok, damarlarımda kabaran öfke yüzünden ne yerdeydim, ne de gökte. Bir uçurumdan aşağı son sürat düşüyordum. Az daha orada kalırsam paramparça olmam kaçınılmazdı. Kendimi toparlayıp, kaybettiğim gücümü kazanmaya çalışarak masadan çantamı aldım. Titreyen dizlerime inat nefes almamı kolaylaştıracakmış gibi boşta kalan elimle boğazımı tutarak Aykut’un olduğu masaya yürüdüm. Ona doğru attığım her adımda hayal kırıklığımın yerine öfkem daha çok büyüdü. Arkasından yanına yaklaştığımda beni gören adamların gülümsemesi durdu. Hepsi bakışlarını bana çevirdi. Onların tuhaflaştığını gören Aykut arkadaşlarının baktığı kişiyi görmek için yönünü çevirdiğinde göz göze geldik. Yüzüme ne olduğunu sorgular gibi bakıyordu. Yerinden kalkacakmış gibi yaptı. Onu engellemek için elimi omzuna koyup kulağına eğildim. “Bu gece Erdoğan’ın sana çok ihtiyacı varmış” dedim. Şaşkınlıktan gözbebekleri büyürken telefonunun ekranındaki müstehcen fotoğrafı gösterip, telefonu sertçe önüne attım. Yüzünün şekli değişti, rengi attı. Suçlu bakışları üzerimde, o da benim gibi şok olurken hızlıca çıkış kapısına yöneldim. Bir an aklıma adamlarla attığı kahkahalar geldi. Belki de o masadakilerin hepsi, Aykut'un cinsel tercihini biliyordu. Belki de bana acıyorlardı, ya da acınası halime kahkahalarla gülüyorlardı, kim bilir. Daha önce kendimi hiç bu kadar kötü hissetmemiş, hiç bu kadar aşağılanmamıştım. Ruhum aynı anda o kadar çok duyguyu bir arada barındırıyordu ki. Dışarıda, valenin arabayı getirmesini beklerken yanıma geldi. Dakikalar sonra, nihayet gözyaşlarım durmaksızın akmaya başladı. Gözlerimi silip tek bir şey sordum. Çatallaşan sesimle “Neden?” dedim. Yanlış anladığımı anlatmaya çalışarak yanıma sokulmak istedi. Elimle uzak durmasını işaret ettim. Bütün kelimeler tükenmişti. Konuşamıyordum. O görüntüden sonra beni ikna edemeyeceğini kendi de biliyordu. Sonunda itiraf etmek zorunda kaldı. “Sakladığım yanımın çevresi tarafından duyulmasından korkan babam… evlenmemi o istedi. Yoksa mal varlığının tamamını, ölmeden önce abimin üzerine geçirmekle, elimdeki bütün imkânları almakla tehdit etti beni.” Söylemesi onun için ne kadar da basitti. Sırf kendi çıkarları için bir insanı kullanmak, harcamak bu kadar kolay mıydı? Kendimle alay ederek gözlerimi silerken “Ve sen de babana karşı beni kullandın! Benim hayatımı kullandın, öyle mi?” dedim. Yüzünde pişman olduğunu gösteren derin bir acı vardı. Görebiliyordum. Fakat pişman olmak için çok geç kalmıştı. Onu cinsel tercihi yüzünden yargılamıyordum ya da kınamıyordum. Öfkemin asıl sebebi menfaati için beni kullanmasıydı. Yalanlarıydı. Başını önüne eğerek “Böyle olsun istememiştim. Üzgünüm” dediği sırada valenin çağırdığı taksiye binip Aykut’u sonsuza dek arkamda bıraktım. Hemen eve gidip, yanıma sadece birkaç parça kıyafet aldım ve kardeşim dediğim yakın dostlarımın kapısına, kürkçü dükkânına geri döndüm. Kapıyı açan Nilgün beni perişan halde görünce, üzerine birde ağlayarak boynuna sarılınca paniğe kapıldı. “Asya iyi misin? Birine bir şey mi oldu? Aykut iyi mi? Ya annenler?” Arkadaşımın korkuya kapılarak aralık vermeden sorduğu sorular karşısında konuşmakta güçlük çekerek “İçeri girelim anlatırım.” dedim, “Ama bana biraz zaman ver” Birkaç dakika sonra, üç ay öncesine kadar hep birlikte oturduğumuz, güzel zamanlarımızın geçtiği oturma odasındaydık. Bir süre Nilgün’ün omzunda sessizce ağladım. O da sessizliğime ayak uydurarak sırtımı sıvazladı, anlatmamı bekledi. Gözlerimi silmem için peçeteyi uzatırken, “Sevgi yok mu?” Diye sordum. Bu gece nöbeti olduğunu ama istersem arayabileceğini söyledi. Telefonuna uzanırken engel olmak için bileğini tuttu.“ Yok hayır. Nasıl olsa sabah gelecek. Şimdi onu da telaşlandırmayalım.” Telefonu tekrar sehpaya bırakıp elimi tuttu. “Sen nasıl istersen canım. Ben mutfağa gidip, senin sevdiğin damla sakızlı kahveden yapıyorum. Gelince neler oluyor konuşalım.” dedi. Aykut'un beni bir erkekle aldatması dışındaki her şeyi anlattım. Sevimsiz annesinin sürekli her şeye karışmasını, küçümsemesini, kocamın ilgisizliğini, sorumsuzluğunu... Anlattıkça içimdeki mutsuzluk, hayal kırıklığı daha da büyüdü. O an fark ettiğim başka bir şey oldu. Verdiğim yanlış karar yüzünden hayatımın cehenneme dönmesinin asıl sebebi bendim. Madalyonun parlak yüzünün gözlerimi kamaştırmasına izin verip arkasındaki karanlığı fark etmeyerek en büyük hatayı ben yapmıştım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD