Yatakta bir sağa bir sola dönüp duruyordum. Oda tamamen karanlıktı. Düşünceler uykumu tamamen kaçırmıştı. Aniden açılan kapı ile olduğum yerde doğruldum. Kapının açılması ile içeriden kilitlenmesi bir olmuştu. Geniş omuzlu silüet yaklaşmaya başladığında onu tanımıştım.
"Hiç gelmeyeceksin sandım."
Yanıma oturduğunda camdan vuran Ay ışığı yüzüne yansıyordu. Elimi yüzündeki yaraya koyarak okşadım. Elimi tutarak dudaklarına götürmüş ve ufak bir öpücük kondurarak tekrar yanağına yerleştirmişti.
"Çok fazla kalamayacağımı bilmeni istiyorum."
Başımı olumlu anlamda salladım.
"O halde neden geldin?"
Beni aniden kendine çekerek sıkıca sarıldı. Burnu saçlarımın arasına sürtüyordu ve ben ağlamamak için direniyordum.
"Sana hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak olmak nasıl hissettiriyor biliyor musun?"
"Aynı şeyi hissediyorum Aron."
Saçlarımı okşamaya ve öpmeye başladı. Kokusu beni adeta sarhoş ediyordu.
"Paramparça hissediyorum ve parçalarımı toplayabilecek tek kişi sensin Laura, benim küçük ceylanım."
Bu cümleden sonra bana aşık olduğunu söylemesine gerek yoktu. Hayatımda hiç sevilmediğim kadar sevildiğimi hissediyordum. Dokunuşları kişiliğimin aksine naif ve nazikti. Gözyaşlarımız birbirine karıştı. Adeta ufak bir nehir oldu; o nehirde boğulacak sadece iki kişi vardı. O geceden itibaren Aron için canımı bile feda edebileceğimi anlamıştım. Onun için yapamayacağım şey yoktu.
"Bize kimin saldırdığını öğrenebildin mi?"
"Hayır, bu şu anda pek mümkün değil çünkü evden çıkamıyorum senin gibi. Tehlike uzun bir süre geçmeyecek."
Yanağımda duran elini kavram ve gözlerinin içine baktım.
"Babam geri dönecek mi?"
Uzunca gözlerimin içine baktı. cevap vermesine gerek duymadan cevabımı almıştım. Odamdan çıkma vakti gelene kadar saçlarımı, yanaklarımı ve ellerimi öptü. Sessizce ağlamaya devam ettim ve o da gitme vakti geldiğinde beni karanlığın ortasında yapayalnız bıraktı.