Bölüm 8

2237 Words
Odaya giriş yaptığımda annem Ece’nin yatağının hemen yanına konulmuş tekli koltukta oturuyordu. Bir yandan da elleri arasındaki Ece’nin elini okşuyordu. Yanına gidip onu kucaklamış, saçlarını okşamıştım. Yüzüne yakından bakmak canımı yakmıştı. “Çok acıyor mu?” Yaralarını incelerken yüzüm buruşmuştu. Sorduğum soru bile saçmaydı bana göre. Avuç içlerim yanaklarını şefkatle sararken gözlerini yumup derin nefes aldı.  “Acımıyor. İyiyim ben.” Kaşlarımı çatıp ona itiraz edecekken kapı aralandı ve beyaz giyinimli, yaka kartından hemşire olduğunu anladığım genç bir kadın odaya girdi. Biz yaklaştığında Ece’den ayrılıp duvar kenarındaki ikili koltuğa oturdum.  Hemşire biten serumu çıkartıp ayak ucundaki uzun ayaklı masanın üzerinde duran iki sayfalık dosyayı eline alıp açtı. “Kafanızı çarptığınız için yirmi dört saat boyunca gözetim altında olacaksınız. Eğer bir sorun çıkmazsa yarın bu saatlerde hastaneden ayrılabileceksiniz.” Annem hemşireyi başıyla onayladığı sırada Ece’ye baktım. Hemşireyi dinlemek yerine etrafına bakınıyordu. Sorumsuz hali kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu. Kendisi için önemli bir konu konuşuluyordu ama onun umurunda bile değildi.  “Gökay gelecekti. Nerede kaldı acaba?” Dudakları arasından çıkan mırıltı hemşirenin odadan çıktığı an ortama çöken sessizlikle duyulabilmişti. O adamın adını duyduğum andaysa kendimi tutamayarak hızla oturduğum yerden kalktım. “Hala Gökay diyorsun Ece! Onun yüzünden sen bu haldesin! Kim bilir nasıl hız yapmıştı da seni bu hale getirdi?! Artık Gökay diye biri yok duydun mu? Unutacaksın onu!” Ece’nin kaşları benim gibi çatılırken uzandığı yatakta dikleşti. Öfkelendiğini görebiliyordum ama umurumda değildi. Onun öfkesi benimkiyle yarışamazdı. O adam yüzünden tartıştığımız kaç olmuştu sayamıyordum artık! “Ne saçmalıyorsun abla sen?! O hep benim hayatımda olacak!” Başımı hızla sağa sola sallayıp birkaç adım yaklaştım ona. Kararımda kesindim. Bu defa kimse beni bu karardan döndüremezdi!  “Olmayacak! Az önce nasıl defettiysem yine aynısını yaparım! Sana zarar vermekten başka bir şey yapmıyor! Bundan sonra Gökay yok! Unut onu!” Ellerimi çırpıp pencere kenarına ilerlerken Ece yüzündeki şok ifadesiyle bana bakakalmıştı. Dudakları ne söyleyeceğini bilemez gibi dudaklarını birkaç defa açıp kapattı. “Abla,” Şaşkınlığın verdiği hisle konuşmakta zorlandığını hem görüyor, hem de işitiyordum. “Sen ne yaptın abla? Kazayı ben yaptım! Bir anlık öfkemle arabasının anahtarını aldım ve kaçtım! Peşinden gelen de beni bulup buraya getiren de oydu!" Ece’nin sözleriyle bu defa şoka uğrayan bendim. Ne yaptım demişti o? Araba nasıl sürülür biliyor muydu da almıştı o anahtarları?! Ne demek bir anlık öfke?! Aklımı kaçıracaktım! Neden bu kadar sorumsuz davranmak zorundaydı bu kız! “Sen ne dediğinin farkında mısın” Öfkeden deliye dönmüştüm adeta. Bu kadar olamamalıydı. Böyle pervasızca davranamazdı! “Bizi hiç mi düşünmüyorsun Ece?! Hadi beni geçtim, annem de mi umurunda değil senin?! Bize hiç mi değer vermiyorsun?! Ben senin için çalışıp didinirken yanında değerim hiç mi yok?! Ya sana bir şey olsaydı? Biz ne hale gelirdik hiç düşünmedin mi?!” Düz bir çizgi haline gelmiş dudakları, dik dik bakan duygusuz gözleriyle kollarını birbirine bağlamış öylece bana bakıyordu. Annemse hiçbir şey demeden kucağındaki ellerine bakıyordu. “Gökay’ı kovdun mu gerçekten?” Sözlerim boşaydı. Ne yazık ki yeni fark ediyordum. Benim ona verdiğim değeri bağırarak ona söylerken gözyaşı döküyordum ama onun yanında hiçbir değerim yoktu, ne yazık. Hayal kırıklığıyla başımı iki yana sallayıp ellerimin tersiyle yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımı sildim ve odanın kapısına yöneldim. Tek bir özür cümlesi duysaydım şayet dudaklarından onu affedip sarıp sarmalardım. Ablasıydım ben onun değil mi? Onun için değilmiş meğerse. Beni hiç sevmemiş.  Gökay, Gökay, Gökay. Onun için sadece o adam vardı. Belki annem bile önemli değildi onun için. Ben ki bunların hiçbirini hak etmemiştim. Boş yereydi her şey. Hastaneden çıkıp hastane bahçesinde yürüyüp biraz hava almak istediğim sırada az önce çekip gittiğim banka oturmuş parmakları arasındaki sigarasını içen adamla adımlarım duraksadı. Acımasızca, hiç sorgulamadan onu suçladığım için şimdi de vicdan azabı çekiyordum. Ona vurmuştum bir de. Oysa yaptıklarımı büyük bir olgunlukla karşılamıştı. Yine de haksız sayılmazdım. Fakat üzerine de çok gitmiştim, farkındaydım. Bu yüzden vicdanımın sesini bastıramayarak ona doğru adımladım. Yaklaştığımı fark ettiğinde başını çevirip bana baktı. Bense aldırmayarak boğazımı temizledim ve yanına oturdum. Bir süre bana bakmaya devam etse de hiçbir şey söylemediğimde bende olan bakışlarının üzerimden çekildiğini hissetmiştim Burnumu çekip nefesimi sesli bir şekilde verdim. Ondan özür dilemek istemiyordum ama bir özür borcum vardı. Haksız yere suçlamıştım onu. Ece’yle aralarında ne geçti, neden gerçekleşti bu kaza bilmiyordum ama kazayı yapan o değildi işte ve ben o yapmış gibi suçlamıştım. “Özür dilerim.” Bir anda söyleyivermeseydim özrümü bir daha dileyemezdim. Bunu bildiğim için ansızın söylemiştim ve rahatlamıştım. Gökay’ın şaşkın bakışlarını hissettiğimdeyse ona döndüm. Gri gözleri gecenin karanlığıyla eş renge bürünmüştü sanki. Başını eğip güldü ve yüzündeki tebessümle bana baktı. “Hangi dağda kurt öldü?” Samimi tavrına karşılık vermezken bakışlarımı kaçırdım.  “Ece aslında olanları anlattı. Dinlemeden, haksız yere seni suçladım.” Gözlerim yeniden gözlerini bulduğunda tebessümünün büyüyüp dudaklarının kenarındaki gamzeleri belirginleştirdiğini de fark etmiştim. Omuz silkti ve başını iki yana salladı. “Sorun değil Ahu,”Dudakları düz bir çizgi halini alarak tebessümünü soldurdu. “Endişeni anlayabiliyorum. Benimle paylaşmanı sağladım sadece. Çünkü diğer türlü, seni gözlemlediğim kadarıyla kimseyle paylaşmayacak ve içine atacaktın.” Şaşıp kalmış, hiçbir şey diyememiştim. Gökay’la Ece görüşmeye başlayalı yaklaşık bir yıl olacaktı ve o sürede biz birkaç defa karşılaşmış, birkaç defa da onu azarlamak için görüşmüştüm. Biz bu kadar az karşı karşıya gelmişken nasıl olmuştu da beni bu kadar iyi gözlemleyebilmişti?  “Sen…” Tek kelime çıkmıştı dudaklarım arasından ve o kelimede saklanmıştı tüm şaşkınlığım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum.  “Ahu senden bir şey isteyebilir miyim?” Şaşkınlığımı üzerimden atıp gözlerimi kırpıştırdım. Benden ne isteyebilirdi ki? Hem ben neden oturmuş onunla normal iki insan gibi konuşuyordum? Tamam, bu kazayı o yapmamış olabilirdi fakat onu haklı da çıkarmazdı. Ece’nin başına ne zaman kötü bir şey gelse hep onun yüzünden olmuştu. Özür dilemem affettiğim, sıradan iki insan gibi oturup konuşacağımız anlamına gelmiyordu. Sorusunun yanıtını vermeyişime karşılık onu onaylamış gibi davranarak, konuşmamamı fırsat bilerek istediği şeyi dile getirdi. “Arkadaş olamaz mıyız? Senin gibi bir arkadaşım olsun çok isterim. Hem istediğin zaman bana vurabilirsin, söz veriyorum karşılık vermem.” Sorusunun saçmalığıyla birlikte son cümlesine o gülerken ben de gülmüştüm. Gözleri gözlerimin en içine bakma gayretindeyken ciddi olduğunu anlayıp gülümsememi sonlandırdım. Onunla arkadaş olabileceğimi nasıl düşünmüş olabilirdi anlam veremiyordum. Bu hayatta çok insan görmüştüm ben ve bir tane arkadaşım olmuştu o da Betül’dü. İyiliğine inanmasam onunla da dost olmazdım. Kötü insanlardansa hep kaçmıştım. Çünkü onlar bana en çok ruhsal zararlar verirlerdi, biliyordum. Fiziksel acı bir şekilde geçerdi ama ruha verilen acılar geçmezdi, en derine kazınırlardı onlar. “Ben kötü insanlarla arkadaş olmam Gökay ve sen de o kötü insanlardan birisin. Bu sebeple sorunu hiç duymamış varsayacağım.” Ona bakmayı kesip önüme döndüm ve ileride sokak lambasının hemen altında bulunan banka oturmuş, ellerindeki bardaktan bir şeyler içerek birbirlerine sarılan çifte baktım. Sevgi her yerde vardı işte. Bir bana yasaktı sanki. Kimse sevmiyordu beni. Üstüne üstlük var olan sevgimle görmezden geliniyordum. Ne kötü! Bu dünyada en çok sahip olmak istediğim şeye en uzak olmam. Gökay hiçbir şey söylemeyerek bana bakmaya devam ettiğinde daha fazla onun yanında kalamayacağıma karar vererek ayaklandım. Onunla arkadaş olmam önüme birçok kapı açardı. Yine de istemiyordum. Onun yanında olanları görüyordum ve kendime zarar gelsin istemiyordum. Bana bir şey olsa yanımda kim olurdu? Benim kendimden başka kimsem yoktu. Bugün bunu daha iyi anlamıştım. Ömrüm boyunca sevilmeyen biri olmaya devam edecektim. Belki, Yekta Beyle anlaşmamız olur ve sözleşmeye beni sevmesini koydurabilirdim. Biri beni severdi sonunda. Zorla da olsa severdi. Sevilmeyi hissedebilirdim bu sayede. Ece’nin odasına ilerlerken düşündüm. İstesem yarın için izin alabilirdim ama istemiyordum. Beni önemsemeyen insanların yanında olmak, kardeşim dahi olsa fazlalıkmışım gibi hissettirirdi beni. Bu yüzden anneme eve geçeceğimin haberini vermek için gelmiştim odaya. Yarın yemekten sonra gelirdim ya da annemle Ece yalnız başına geçerdi eve. Yorulmuştum artık. Tüm çabalarımın görmezden gelinmesinden, değer verilmemesinden yorulmuştum. Bir kez olsun teşekkür edilse belki daha da çabalardım ancak kimse aldırış etmiyordu.   YEKTA Sabah yaptığım ilk iş Serdar’ın yanında olmaktı. Gece boyunca zihnimi hatta rüyalarımı işgal eden o kadın hakkında her şeyi öğrenmek istemiştim ki istediğimi de elde etmiştim. Ahu, travmalarla dolu yaşama sahip bir kadındı. Genç yaşında babası evi terk etmiş ve annesini iki kızıyla bir başına bırakmıştı. Neler yaşadıklarını bilemiyordum. Yine de kolay bir hayat olmasa gerekti. On sekiz yaşında üniversite heyecanı yaşayacakken bir şirkette hizmetli olarak çalışmaya başlamıştı. Tam olarak bundan kolay şeyler yaşamadığını anlayabiliyordum. Annesi ve kız kardeşine de o bakıyordu. Kız kardeşinin parayı ne kadar sevdiğini ailesinin durumuna rağmen takıldığı insanlardan anlayabiliyordum. Ona karşı temkinli olmalıydım. Akif’in de dediği gibi Ahu değil de Ece yiyecekti paramı belliydi. Böylelikle Ahu’nun bu teklifi kabul ettiğini de anlamıştım. O kendisi için değil, ailesi için istiyordu her şeyi. Annesi ve kardeşi için. Serdar’ın yanında uzun zaman harcamıştım. Odama geçmeden hemen önce hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yapma katları gezme kararı almıştım. Yine muhattapım müdürlerdi elbette ama herkese dikkat etmiştim. Kim çalışıyor, kim aylaklık ediyor gözlemlemiş ve rahatsız olduğum durumları müdürlerle konuşmuştum. Kabul etmekte güçlük çeksem de bu kararı almamın asıl amacı başkaydı. Gözlerim her katta Ahu’yu aramıştı ama görememiştim. En sonunda Musa Müdürün katında mutfak yazan yere girerken son anda fark etmiştim onu. Yanına gitme isteğimi bastıramayarak müdürün odasından çıktıktan sonra asansöre ilerliyormuş gibi yapıp mutfağa girmiştim. Ahu çatkapı mutfağa giren benle elindeki kahve doldurduğu bardağın birazı irkilmesi sonucu dökülmüştü. Gözleri beni bulur bulmaz kaşları havalanmıştı. “Yekta Bey?” Bana hitap şekli hoşuma gitmese de anlaşmaya kadar bir şey dememe kararı almıştım. Ellerimi pantolonumun ceplerine sokarak ona üstten bakış atıp gülümsedim. “Günaydın.” Şaşkınlığını üzerinden atamasa da afallamış yüz ifadesini zoraki gülümsemesiyle silmeye çalışmıştı. Pek işe yaramasa da belli etmedim. “Günaydın.” Sormasa da neden burada olduğumu sorgulayan bakışlarını fark edebiliyordum. Nedenini ben de bilmiyordum açıkçası. Sadece gelmek istemiş ve gelmiştim. Bakışlarım tezgahın üzerindeki kahveye düşerken ortamın sessizliğini telefon zil sesi bozmuştu. Ahu irkilerek bordo bluzun cebinden telefonunu çıkardı ve ekrana baktı. Arayan kişiyi görmesiyle gerilip kaşlarını çatması bir olmuştu. Parmağı telefonunun ekranında kaydığında rahatsız olduğu aramayı reddetti zannederken telefonu kulağına götürdü. “Efendim anne?” Canının sıkılmışlığı sesine yansırken bir süre karşı tarafı dinledi. Tezgaha tutunan parmakları çözüldü ve durduğu yerde dikleşti. “Tamam, izin alıp geliyorum.” Telefonu kulağından çekip oflarken gözlerini sıkıca kapatıp parmak uçlarıyla şakaklarına masaj yaptı koşa bir süre. Bu zaman zarfında benim varlığımı unuttuğunu bir anda durup bana bakmasıyla anlamıştım. Kaşlarımı çatıp dikkatlice ona bakıyordum. Annesi her ne söylediyse onu rahatsız etmiş, mutsuz olmasına sebep olmuştu. Neden bir anda izin alması gerekmişti? Sürekli izin alır mıydı? Bu izinleri ne için alıyordu? Peki bundan bana neydi? “Benim gitmem gerekiyor. Dün gece kız kardeşim kaza yapmıştı. Birazdan taburcu olacakmış. Yanında olmam gerekiyor.” Parmakları telefonunu sıkıca tutmuş, çekingen bir sesle konuşmuştu. Gözlerime bile daha doğru düzgün bakamıyordu. Evlendiğimizde de böyle mi devam edecekti merak etmiştim. “Ben de geleyim. Yardımcı olurum.” Zemindeki bakışları bir anda bana döndüğünde şaşkınlığını gizlemeden bakmıştı gözlerime. İtiraz etmek için hareketlenmişti ki ondan önce davranıp sırtımı ona döndüm. Mutfak kapısından çıkmadan hemen önce ona dönüp konuşmuştum. “Otoparkta bekliyor olacağım.” Ne tepki verdiğine bakmadan kapıdan çıkıp asansöre ilerlemiş ve hiç beklemeden katta olan asansöre binmiştim. Ahu, aslında çok tatlı bir kızdı. Her bir mimiği onu başka kılıyordu. Özellikle pembeleşen yanakları makyaj barındırmayan tenine benzeri olmayan bir güzellik katıyordu. Asansörün açıldığına dair çıkan tiz sesle kendime gelip başımı iki yana salladım. Arabama ilerlerken düşüncelerimin saçmalığını sorguluyordum. Neydi bu kızı bana böyle çeken, ona dair düşüncelerde boğan anlam veremiyordum. Arabama geçip bir süre bekledim. Telefonum elimde gelen mailleri kontrol ederken yan kapım açıldı ve Ahu yan koltuğa geçip oturmuştu. Ona yandan bir bakış attığımda yüzüne savrulmuş saçlarını düzeltmeye çalıştığını görmüştüm. Arabayı çalıştırırken nereye gideceğimizi sormuş, Ahu’dan aldığım yanıtla gaza basmıştım. Arabanın anlık hızıyla koltuğun köşelerini tuttuğunu gördüğümde hızımı biraz düşürmüştüm. Adını söylediği hastaneyi şirkete gelirken hat gün önünden geçtiğim için biliyordum. “Kardeşin nasıl kaza geçirdi? Neden işe geldin ki?” Anlık aklıma yeni gelen soruları aramızdaki sessizliği bozmak için sorduğumda yüzünü buruşturdu. “Biraz karışık bir durum. Daha önce kullanmadığı halde araba kullanmış. Yaraları çok derin değil, ufak sıyrıklarla atlattı.” Pürüzlü çıkan sesiyle açıklamasına başımı sallayarak yanıtlamıştım. Sesi daha çok hoşuna gitmeyen bir konu hakkında konuşmuş gibiydi. Üstü kapalı bahsettiği konuyu irdelemek istemedim ve sustum. Yolumuz çok uzun sürmemiş, hastaneye gelmiştik.  Zemin katta bulunan otoparka arabayı park edip birlikte inmiş ve birlikte hareket etmiştik. Asansöre bindiğimde aklıma gelenle ona dönmüştüm. “Ailenle ilk tanışmamın böyle olacağını hiç düşünmemiştim.” Alaycı sesimle gülümseyerek bana baktı ve sonra omuz silkti. “Anlaşmanın olduğunu zannetmiyorum Yekta Bey.” Kaşlarım havalanmış ve ona eğilmiştim. Hitabının gerçekten de hoşuma gitmediğine karar vermiştim. “Bence anlaşmayı çoktan yaptık Ahu. Artık bana Yekta diyebilirsin.” Ona olan yakınlığımla gerilmiş ve yutkunma gereği duymuştu. Bu tarz davranışlara alışık olmadığını hemen kızaran yanaklarından, utançla kaçırdığı bakışlarından rahatlıkla anlayabiliyordum. Asansörün kapıları iki yana açıldığında nefes verir gibi gülüp ondan uzaklaştım ve dışarı ilk adımını atan da ben oldum. Onu bekleyip ayak uydurarak birlikte yürümüş ve kardeşinin odası olduğunu tahmin ettiğim kapının önüne gelmiştik. Buraya yaklaştıkça çantasının askısında olan parmakları sıkılaşmıştı. Geldiğimizdeyse kısa bir süre durup derin nefes almış, bana kısaca bakıp kapıyı açmıştı. Ahu’nun hemen ardında olduğum için odada olan insanları sonrasında görmüştüm. Görüş açıma ilk giren kişi ayakta duran orta yaşlarının sonundaki kadın olmuştu. Ardından kardeşi olduğuna emin olduğum uzun sarı saçlara sahip genç kızı görmüştüm. Beni görmesiyle dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı. O an beni tanıdığını fark ederek yüzümde kendimi beğenmiş gülümseme oluşmasına neden olmuştu fakat gözlerim ondan ayrılıp köşedeki adamla buluştuğunda eski halini almıştı. Gökay Mercan buradaydı. Tam karşımda.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD