Bölüm 3

2031 Words
"O kimdi?" Kapıdan girer girmez tam da tahmin ettiğim gibi annemle karşılaşmıştım ve kapıyı daha kapatmadan ilk sorusunu ortaya atmıştı. Onu duymazdan gelerek ayakkabılarımı çıkartıp kapının köşesine koydum. Boynuma doladığım kırmızı atkımı ve siyah kabanımı çıkartıp askılığa astım. Bu süre zarfında annem beni izlemiş ve sinirlendiğini belirtmek için sertçe nefes verip kollarını birbirine dolamıştı. "Kime soruyorum ben? Ahu! Kimdi o? Neden bu kadar geciktin? Neden aramadın? İnsan haber vermez mi kızım? Dünyanın bin bir türlü hali var. Ne kadar endişelendiğim hakkında bir fikrin var mı? Ya başına bir şey gelseydi? Ya eve gelmeseydin? Ya gitseydin-" Annemin kuruntularının yanlış yola saptığını fark eder etmez kollarından yumuşakça tuttum. Temasım onu yiyip bitirmeye hazırlanan endişelerinden irkilerek kendine getirmişti. Yutkundu ve rahatlamak adına derin nefesler aldı. "Anneciğim, iyi akşamlar canım. Bak ben buradayım. Gecikeceğimi bilsem seni arardım. Kısa bir görüşme olacaktı ama biraz uzadı. Seni arayacağım sırada da sen aradın beni. Beni getiren Betül'ün arkadaşıydı. Bu saatte otobüsle gelmemi istemedi. Hem benden önce de Betül'ü bıraktı zaten. Lütfen endişelenmeyi bırak," kollarını sıvazlayıp sabırla, biraz beyaz yalan serpiştirerek yanıtladım soruların ve gülümsedim. "Günün nasıl geçti? Biraz yorgun görünüyorsun. Yeterince dinlenemedin mi yoksa? stersen erken yat." Sorularını yanıtlamam ve farklı bir soru sormam onu rahatlatmış, kötü düşüncelerinden uzaklaşarak kendine gelmişti. Ne zaman geciksek böyle olurdu. Hatta bazen bu düşünceleri ağır bastığında kendine ufak, durdurulamazsa daha kötü zarar vermeye başlardı. Ben çok nadir geç gelirdim eve. geçten kastım elbette gece yarıları değildi. Bu zamana kadar eve en geç geldiğim zaman Betül'ün doğum gününe katılmamdı. Eve geldiğimdeyse saat akşam ondu. Fakat Ece öyle değildi işte. Umursamazdı. Annem bu endişelerini ona karşı dile getirdiğinde saygısızca konuşur, bazen ileri de giderdi ve annemi sakinleştirmek bana kalırdı. Yarın Akif Beyin bahsettiği arkadaşıyla konuştuğumda anlaşabilirsek teklifini kabul edecektim. Ya annem ve Ece ne olacaktı? Ece bu durumdayken bu haldeyse Anlaşmanın sonunda maddi durumumuz iyileştiğinde ne halde olurdu kim bilir? Annem onu zapt edemez, daha da kötüleşirse ya ne olurdu? "Evet, erken yatsam iyi olur. Bugün Nezahetlerle yürüyüşe başladık. İlk gün olduğu için sanırım çok yoruldum." Annemin konuşmalarıyla beynim kemiren düşüncelerimi geride bıraktım. Yüzümdeki tebessüm büyüdü. Bazen üst komşumuz Nezahet teyzelerle bu tür spor aktivitelerine başlar ama sonunu getiremezlerdi. Klasik ev hanımlarıydılar. Henüz başlamamışlardı ama kışın örgüye, yürüyüşe, yazında  halk merkezlerinde açılan kurslara katılırlardı. Yine de sonu gelmezdi. Hep bir hevesle başlarlardı ama ortam sarmazsa çabuk sıkılırlardı. "Çok iyi yapmışsınız. Hafta sonu belki ben de size katılırım." Annem başını salladı ve kapı önü sohbetimizi sonlandırarak arkasını dönüp kısa koridordan geçip odasına girdi. Ardından bir süre onu izledim. Ne olursa olsun annemdi benim. Ece'yi daha çok sevse de annemdi. Ben onu seviyordum. Elbette hiçbirimizin yaşadığı kolay değildi ama o daha ağırını yaşamıştı. Ona bir şey olsa ne yapardım ben? Annem odasına girdiğinde ben de lavaboya geçip elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa geçip bir şeyler atıştırdım. Elimde çayla mutfaktaki küçük masaya oturup yarını düşündüm.  Nasıl biriydi acaba? Belki de kısa tombul biriydi. Kimse onunla evlenmek istemediği için birini arıyordu, kim bilir? Hayatımda evlilik kelimesini hiç barındırmam zannetmişti. Babam gittikten sonra herkes gidecek gibi gelirdi bana. O nedenle kimseyle samimi olamazdım. İşe girişimin hemen sonrasında annemin arkadaşları bana -onların deyimiyle- kısmet bulmaya başlamışlardı. Bir, iki, üç derken bu teklifler artmaya başlarken benim hepsini reddetmem annemle aramızda ir kıvılcım başlatmış ve büyük bir kavga etmiştik. O günden sonra annem bir daha bana teklif getirmemişti. Ona o gün terk edilme korkumdan bahsetmiştim bağıra çağıra. Çok etkilenmiş olsa gerek ağzını açmamıştı. Hatta ben ağlarken ilk defa o yaşımda bana sarılmıştı. Ben de ilk defa ona öyle sıkı sıkı sarılmıştım. Sonra birlikte ağlamıştık. "Hoş geldin abla. Geldiğini duymadım." Mutfağa giriş yapan Ece beni otururken görünce o da kendine bir çay doldurdu ve karşıma oturdu. Biraz olgun olsaydı onunla her şeyi konuşabilirdim. Bu yıl üniversiteye başlamıştı ama hala çocuk gibi davranıyordu. Uzun sarı saçları, beyaz teni, ela gözleriyle çok güzel, alımlı bir kızdı kardeşim Ece. O da bunun farkındaydı ve bu ona çok büyük bir özgüven veriyordu. Saçlarını savuruşu bile bir başkaydı onun. Aramızda farklılıklar uçurumlara bedeldi. Bazen onun gibi olmak isterdim. Cesur, atılgan, anı yaşayan... "Dalgın gittin. yine." Ece'nin sesiyle onda olan bakışlarımı elimde soğumaya yüz tutmuş çayıma indirdim. Alaycı bakışlarını, küçümseyici gülüşünü görmek istememiştim. Ona ne zaman baksam düşüncelerim aynı olurdu. O da biliyordu bunu. Arda o mu benden büyük ben mi şüpheye düşerdim. "Bugün çok yoruldum. Yatsam iyi olacak." Ayaklanacaktım ki kolumdan tutup durmamı sağladı. Ona soru dolu gözlerle baktığımda sevimli olduğunu düşündüğü ve ona çok yakışan bir gülümsemeyle kaşlarının altından baktı bana.  "Haftaya maaşını aldığında alacakmışsın kabanımı. Annem söyledi. O hafta sonu Gökay'ın doğum günü var. Bir de elbise alsan bana? Hediyeyi ben halledeceğim." Gözlerimi sıkıca kapatıp şakaklarıma vuran baş ağrısıyla parmaklarımı oraya bastırdım. Bir gün olsun bir şey istemese ne olurdu sanki? Abla kardeş gibi çaylarımızı yudumlarken dertleşsek. Ona endişelerimi, sıkıntılarımı anlatabilsem keşke. Olmuyordu. havailik onun kanında vardı sanki. "Bunu sonra konuşalım Ece. Yorgunum." Ayağa kalkıp çay dolu bardağı tezgaha bıraktım ve Ece'yle paylaştığımız odama ilerledim. Elbette o da hemen peşimdeydi. "Abla lütfen. O doğum gününde en güzel ben olmalıyım." Sesli bir nefes verip ona döndüm. Cevabını almadan peşimi bırakmayacak, beni uyutmayacaktı biliyorum.  "Kabandan vazgeçersen istediğin elbiseyi alabilirsin. Her ikisini alabilecek param yok Ece." Gülümseyen dudakları düz bir çizgi halini aldı ve kaşların çattı. Sinirlenmişti. Ne zaman istediği bir şeyi almayı reddetsem böyle yapardı zaten. Ben alışmıştım ama anneme gittiğinde o yumuşak davranıp bana yüklenirdi. "Ne olur bir kere de tamam desen? Ölür müsün? Hep aynı şeyleri yaşamak zorunda mıyım ben?! Neden istediklerim olmuyor?!" Dolu gözlerle odaya geçip kapıyı yüzüme çarptığında arkamdaki duvara yaslanıp başımı eğdim. Hep aynı şeyler, hep. Ece mutlu olsa annem de mutlu olurdu. Onun mutluluğuysa paradan geçiyordu. Belki de bu yüzden kabul etmeliydim Akif Beyin arkadaşının teklifini. Hem bu sayede ben de mutlu olabilirdim. Belki, bir ihtimal biri de çıkıp bana nasıl olduğumu sorardı. Anlatamazdım ama birinin beni önemsediğini hissederdim. Odaya gitmek yerine adımlarımı değiştirip sobanın ısısını taşıyan salona geçtim ve sobaya en yakın yere, pencerenin önündeki tekli koltuğa oturdum.  Perdeyi aralayıp gökyüzüne bakarken önemsenme hissinin nasıl bir şey olduğunu düşündüm. Düşüncesi bile muazzamdı. Ya sevse biri beni? Ömrünün sonuna kadar seveceğine yemin etse ve sevse. Hiç bırakmasa nasıl olurdu? Hiçbir zaman gözü parada biri olmamıştım. Benim eksiğim o değildi. Ya da eksiğimi tamamlamaya çalışırken maddiyatı seçmemiştim. Ben hissetmek istiyordum. Sevgi istiyordum. Sadece sevgi. Biri de benim gözlerimin içine bakıp nasıl hissettiğimi bilsin istiyordum. Mutsuzsam sıkı sıkı sarılsın, bırakmasın istiyordum. Nasıl da mutlu olurdum! Akif Beyin arkadaşıyla tanıştığımda, anlaşırsak koyacağım tek şart bu mu olsaydı? Beni sevmesini istesem çok mu şey istemiş olurdum. İlla sevgili babında sevsin demezdim. Bir arkadaş, dost gibi sevse de olurdu beni. Çünkü ben sevilmek istiyordum. Ece bunun eksikliğini hiç hissetmemişti. Çünkü onu herkes severdi. Şeytan tüyü vardı onun. Bir gülümsese peşinde yüzlerce kişi olurdu. İyi de oyuncuydu, hakkını yiyemem. Mükemmel bir insan rolünü iyi yapardı. Onunla ilk defa tanışan her insan hayran kalırdı. Kimsenin gözü görmezdi bu yüzden beni. Ben de alışmıştım artık. Öyle ortamlarda kenara çekilir kendi kendimle kalırdım.  Belki de bu yüzdendi hayatımı resimlere ve romanlara adamam. Onlardan dinler, yine onlara anlatırdım her şeyi. Bir süredir anlatamadığım içindi sanırım çok düşüncelere dalmam. Çizsem böyle olmazdı. Boyalarım da bitmişti gerçi. Onlara ayırdığım parayı Ece o çok istediği kazağı için alınca boyasız kalmıştım. Karakalemle de çizemiyordum. Daha da karanlığa düşüyordum o zaman. Aklıma koymuştum. Maaşımı alır almaz ilk işim boyalarımı almak olacaktı. Yoksa daha da çıkmaza girecek gibiydim.  Gökyüzünde az biraz görünme çabasına giren yıldızları izleyerek, orada uykuya dalmıştım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, Ece'nin gelip beni uyandırmasıyla ayaklanıp odaya gitmiş, üzerimi değiştiremeden yatağıma atmıştım kendimi. Ne olursa olsun kardeştik biz. Kavga etsek de küssek de günün sonunda birbirimizle kalıyorduk. Birbirimize destek olmak zorundaydık.   YEKTA Akif beni bırakıp gittikten uzun bir süre sonra eve geldiğinde oldukça mutlu ve rahattı. Şüpheci bakışlarım üzerinde olmasına rağmen beni görmezden gelişi sinirlerimi arttırmıştı. Çalışma odasında yarın olacak ihale için son aşamaları inceliyorduk. Tüm ciddiyetim ve dikkatim projedeyken o da inceliyordu ama çok önemsediğini göremiyordum. "Ne oluyor Akif?" Sinirli sesimi umursamadan sanki bu soruyu bekliyormuş gibi bana döndü ve sırıttı. Onu böyle keyifli çok nadir gördüğüm için tek kaşımı kaldırdım. Onu ne bu kadar keyiflendirmişti anlayamamıştım. "Buldum. Sana aradığım gelin adayını buldum." Yorulduğumda kullandığım gözlüklerimi çıkartıp masaya dirseklerimi yaslayarak ona eğildim. Ne demekti bu? Nereden, ne zaman bulmuştu? Kimdi? "Nasıl? Ne zaman buldun? Düzgün anlat." Boğazını temizleyip gömleğinin kollarını katladı ve kollarını birbirine doladı. "Sen dedenle konuştuklarınızdan bahsedince düşündüm. Sana uygun birini bulmak çok zor. Çevrende çok kişi var ama sana yapışan bırakamaz. Özellikle .... mirası tamamen senin olduğunda bırakacak olan varsa o da yapmaz. Bu yüzden oturup kalkmasını bilecek, anlayışlı, olgun biriyle olman gerekiyordu. Aklıma tek bir kişi geldi benim de. Onunla konuştum. Yarın tanışacaksın onunla. Senden bir arkadaşım olarak bahsettim. Aksi taktirde seninle konuşmayı kabul edeceği meçhuldü çünkü. Aranızda gerçek bir evlilik olmayacağından da bahsettim. Evlilik sözleşmesi yapacağınızı da. Sadece boşandığında rahat bir hayat yaşayacağını söyledim. Gerisini siz aranızda konuşursunuz." Akif'i dinlerken şaşırmadım desem yalan olurdu. Söylediklerinde haklıydı evet ama bu kadar kısa sürede kimi bulmuştu? Nasıl bu kadar emin olabiliyordu? "Sana şimdi tamam diyen belki yarın sözünden dönecek ne biliyorsun? Ya boşanmayı kabul etmezse?" Akif'in kendinden taviz vermeyen emin bakışları değişmezken kollarını çözüp ayaklandı ve karşıma gelip avuç içlerini masaya koyarak bana doğru eğildi.  "Eminim. Sen dua et yarın seninle karşılaştığında teklifi reddetmesin." Gözlerimi kıstım. Beni gördüğünde teklifime atlayacağına reddetmek de ne demekti? Kimdi bu kız da Akif ondan bu kadar emin olabiliyordu? Çevresinde hiç kız da görmemiştim ki birini düşüneyim. "Kim bu kız?" Akif'in gülüşü kibre boyandığında masadan ellerini kaldırıp geri çekildi ve omuz silkti. Tekli koltuğa bıraktığı ceketini parmağına takıp sağ omzuna attı ve elini kaldırıp indirdi. "Yarın görürsün kim olduğunu. Öğle arasında bir yere kaybolma. Yarın görüşürüz." Tek kelime etmeme izin vermeden hızlı adımlarla çalışma odasından çıkıp beni büyük bir merakla baş başa bırakmıştı.  Onu bu kadar kendinden emin kılacak, güvendiği tek bir kadını dahi tanımıyordum. Nasıl olmuştu da bahsettiği gibi birini bulmuştu? Bir de bu kadar kısa sürede! Anlam veremiyordum. Umut ediyordum ki iyice araştırıp güvenmişti o bulduğu kişiye.   Hadi onu da geçtim, bahsettiği kişiyi nasıl ikna etmişti? Ne demişti? Ya kıza mirası söylediyse? O da duyar duymaz atlar tabi! Yarın kızla tanıştıktan sonra bir de güvenlik şefi Serdar’a soruşturması için görev vermeliydim. Tabi kızı gözüm tutarsa. O tamam dedi diyelim, bakalım ben tamam diyecek miyim?   AHU Gözlerimi araladığımda uyanmam gereken saatten yarım saat öncesi olduğunu fark edip ayaklanmış ve kısa bir duş almıştım. Erken uyandığım için daha rahat hareket ederek kendime güzel bir tost yapıp dolaptaki meyve suyunu bardağa boşaltıp tostumu yemiş, meyve suyumu içmiştim. Odaya geçip üzerimi değiştirdim ve askılıktan uzun siyah kabanımı, kırmızı atkımı ve ince askılı, siyah çantamı kolumdan geçirip içi yünlü botlarımı da giyip sessizce evden çıktım. Bu saatte evde de sokakta da bir tek ben uyanırdım. Herkesten önce gidişlerimin avantajları da buydu işte. Sessizlik ve sakinlik. .ok gürültüyü de kalabalığı da sevmezdim. Üstelik evcimen bir insandım. Ece gibi değildim yani. Ona çok imrenirdim ama benim karakterimde bu yoktu. Belki de abla olmanın, ardından evin reisi görevini üstlendiğim içindi. Bu yaşıma kadar annemle ettiğimiz o büyük kavga haricinde kimse beni ağlarken görmemişti. Çünkü ben içime ağlardım. Çok dolduğum anlardaysa gece yarılarını, yalnız kaldığım kuytu köşeleri seçerdim. Öyle sessiz ağlardım ki kimse duymaz, yüzümü yıkadıktan sonra kimse anlamazdı ağladığımı. Ahu buydu işte. Bir koca sorumluluk yüzü taşırdı sırtında ama ses etmezdi. Soğuk havayı derince içime çektiğim sırada durağa ulaşmıştım. Düşünmemem gerekiyordu. Bugün daha önemli bir sorunum vardı, evet. Bugün öğle arasında Akif Beyin arkadaşıyla tanışacaktım. Aslında yorgun olmasam sabaha kadar nasıl biri olduğu hakkında yorumlarda bulunabilirdim ama yorgunluktan uyuyakalmıştım. Yine de en son düşündüğüm kişide karar kılmıştım. Yine de maddi durumu iyiyse çevresinde bir sürü kız olmaz mıydı? Bu dönemde neredeyse herkes maddiyatçıydı sonuçta. Duraksadım. Kendimi kapsamıyor gibi düşünüyordum ama dışarıdan bakıldığında bu anlaşmayla ben de onlardan biri olacaktım. Bahanelerim vardı. Herkesin bahanesi olurdu. Anlayamadığım, neden kabul ettiğimdi. Kafam çok karışık ve şu sıralar çok dalgındım. Bu mesele ise dalgınlığa veya kafa karışıklığına sebep gösterilemeyecek kadar ciddi bir meseleydi. Bu teklifi kabul etmem annemi de Ece’yi de mutlu edecekti hatta çok da rahatlayacaklardı. Onları her daim mutlu görmek istiyordum. Bunlar yeter miydi peki anlaşmayı yapmam için? Ya ben? Başımı iki yana sallayıp düşünce bataklığından çıkmaya çalıştım. Her şey olacağına varırdı sonunda. Tanışırdık, sevmezsem reddederdim. Bu kadar basit. Neden böyle gerilmiştim ki sanki? Ucunda dünyanın sonu yoktu ya.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD