"Sadece...94...Gün..."

1071 Words
"Güller bitiyor küçük kız, günler gibi..." Kulağıma fısıldanan lanet sözler ile gözlerimi açıp çadırın tavanına baktım. Şimdi o küçük kız seni... Öleceğim artık kesindi. Bu oyunun aslında bir oyun olmadığını da kanıtlıyordu kararmış güller. Zaman neden bu kadar hızlı akıyordu? Dünya benden kurtulmayı bu kadar çok mu istiyordu? Uzandığım yerden kalktım ve çadırdan dışarı çıktım. Ayağımın ucuna gelen şey ile etrafa bakınsam bile X abiyi görememiştim. Omuz silkip eğildim ve yerdeki kutuyu açtığımda içerisinde konserve bezelye olduğunu görmek resmen mutluluktan gözlerimi yaşarttı. Açlık çok fena. Buraya geldiğimden beri armut, tavşan yemek psikolojimi iyice bozmuştu. Bezelyeyi bitirdikten sonra elimin tersiyle ağzımı silip ayağa kalktım. X abi neredeydi cidden? Sırt üstü kilimin üzerine uzandım ve sonrasında ağrıyan bedenim ile yüzümü buruşturdum. En azından biraz kendime vakit ayırabilirim. Önce bağdaş kurup oturdum ve kollarımı ensettim. Sağa sola yatırıp bedenimi iyice gerdikten sonra belimi açmak adına ellerimi yere koydum ve kalçamı dışarı doğru çıkararak gerindim. "Off, nasıl da tutulmuş..." Hemen ayağa kalkıp bacağımı gerdim ve en son bacaklarımı açarak oturdum yere. Ellerimi ayak uçlarıma uzatıp gerinirken birkaç hışırtı duydum. "Geldin mi?" dediğimde elindeki odunları her zaman ateş yaktığı yerin kenarına koydu. "Doydun mu?" dediğinde yerdeki boş konserveye bakıp gülümsedim. "Midem küçüldü sanırım. Direkt doydum." diyerek ayağa kalktım ve ateş yakışını büyük bir dikkatle izlemeye başladım. Benim yüzümden maske takıyor oluşu birazcık kötü hissettiriyordu. Ama ne zaman yüzünü görsem bayılıyordum. Travma gibi bir şeydi benim için. "Sana bir şey diyeceğim. "diyerek ellerimi ovuşturdum. "Bu Çin Çan Çonlar beni neden öldürmek istedi?" dediğimde çakmağıyla tutuşturduğu otları odunların altına ittirirken bana kısa bir bakış attı. "Yine jetten atladım masalı mı?" dediğinde gözlerimi sonuna kadar açtım. "Ne masalı? Ne masalı?" dedim şaşkınca. "Allah aşkına X, saksıyı çalıştırsana bi' ya." Yumruk yaptığım elimi kendi kafama vurdum. Yemiyor onun kafasına dokunmak... "Ben bu ormana nasıl gelebilirim başka türlü?" dedikten sonra işaret parmağımı gökyüzüne tuttum. "Çin'e ödül almaya gidiyordum. Oradan Los Angeles'a geçip bir konserde konuk olarak yer alacaktım. Ama jete bindikten sonra beni öldürmeye çalıştılar. Ne kadar korktum bir bilsen. Şerefsiz Çin Çan Çonlar..." dedim en son tükürürcesine. "Seni öldürmek istediler?" dediğinde başımı salladım. "Neden?" Göz devirip tutuşan odunlara baktım. "Sen ...hakaret etmek istemiyorum...ben de sana soruyorum. Kolumdaki saati çıkarmaya falan çalıştılar. " dedikten sonra gözlerim bir an montuma kaydı. " Bekle birinin bıçağını aldım." diyerek montumu alıp içinden değişik bıçağı çıkarttım. "Bak bu." Elimdeki bıçağı alıp dikkatle incelerken keskin bir nefes verdi. "Karambit." dediğinde anlamayarak yüzüne yaklaştım. "Ne?" Dairesel bıçağı uzatıp döndürdü. "Karambit, bıçağın adı. " dedikten sonra elinde döndürüp elini yumruk yaptı ve bıçağın keskin kısmını bana doğru tuttu. "Böyle kullanılır." dediğinde gülerek ellerimi kaldırdım ve geri çekildim. "Çok açıklayıcı oldu vallahi. Hiç gerek yok devamını bilmeme." dediğimde gözlerime bakınca gerildiğim için sıcak basan ensemi kaşıdım. "Bu arada..." dedim birden bire ciddileşerek. "Şu saati çıkarabilir misin?" Gözleri uzattığım koluma kayınca merakla yanına yaklaştım. Değişik saati dikkatle incelerken bileğimi tutmuş, kolumu dizinin üzerine koyup saati hareket ettirmek istedi. "Aaa!" acıyla bağırırken boşta elimi koluna atıp sıktım. "Acıyor acıyor!" diyerek elimi salladığımda dönüp ciddi miyim diye yüzüme baktı. "Nasıl acıyor?" Anlamamış gibi yüzüme baktım. "Basbayağı..." dedim ters ters. Tekrardan saati kavrayınca hemen seke seke bira daha yanına yaklaştım. "Yani...X abi. Sanki saatin alt kısmı testere gibi. Etime saplandı bir şey. Çevirince acıyor. Ama garip biri çekiştirmediği sürece acıdığı falan yok. " dediğimde daha da dikkatli bakmaya başladı. Saatin kenarında duran birkaç tuş benzeri bir şeye basınca çıkan ses ile ikimiz de biraz geriye çekildik. "Vücut sıcaklığınız , 35.3 derece. Kalp atış hızınız, 80. Tansiyonunuz dünya sağlık örgütü standartlarına göre normal. Kanınızda C, B12, A vitamini normalin altında. Demir seviyeniz düşük." Ben saate, X abi bana bakarken saat konuşup duruyordu. "Bu kanımı...kanımı mı içine çekmiş? Nereden biliyor?" demem ile çömdüğüm yerde titredim. "Kim verdi len bunu bana!?" Saati çıkartmak adına elimi atmıştım ki eli elimi yakalayıp durdurdu. "Bekle." Yandan başka bir tuşa basınca saatin ekranı bir anda simsiyah oldu ve yeşil bir çizgi dairesel bir şekil çizmeye başladı. Kolumu titreten elektrik benzeri bir şey ile telaşla ayağa kalkmaya çalıştım ama X beyefendi beni omuzlarımdan tutup kıçımın üstüne oturttu. "2 metre yarıçaplı bir menzil içerisinde size yakın 1 kişi tespit edildi." dediğinde gözlerimi kocaman açtım. "Oha. Nasıl bildi bu?" diyerek başımı eğip saate bakmıştım ki ekran birden kırmızıya döndü ve benim fotoğrafımı çekti. "Hayır dur! Abi çok çirkin çıktım ya! Aniden ön kamera açılmış gibi bir pozisyondaydım..." Ağlamaklı bir ifadeyle ekrana bakarken birden bire küçücük yazılar geçti ekranda. "Mina Çavuş, 24 yaşında. Boy:1.66, Kilo: 52, Kronik bir rahatsızlık, yok. Yetim. Yetiştirme yurdunda büyümüş. Anne adı: Derin , baba adı: Uğur. Ölüm tarihleri : 12.08.2004. Suç dosyası: Uyuşturucu almış birkaç kişi tarafından, Antalya'ya öldürülmüş. Derin Çavuş 8 bıçak yarası. 1. kalbin sol karıncığ..." Nefes seslerin, yutkunuşlarım, o gecenin evimize getirdiği sessizliğin anlamsız gürültüsü vardı kulaklarımda. Ellerimi kulaklarıma dayamak, dizlerimi karnıma kadar çekmek ve o pozisyonda yıllanmak istedim. Ben bir yıldız olmak istedim. Babamın annemi korurken yedi bıçak sayısı kadar yara almak istedim. Annemin akan kanı kadar göz yaşı dökmek istedim. Ben...ben bir yıldız olmak istedim...tam gökyüzünde. En güzel yerinde, herkesin başını kaldırdığında görebileceği nacizane bir yerde. Kolumu sertçe çekip defalarca saate vursam da susmadı. Delirmiş gibi kolumu salladım. Kurtulmak adına o kadar çok çekiştirdim ki artık tenime saplanan kısımlarından sızan kan avcuma doldu. Gözlerim git gide kızardığı sıra ellerimi kulaklarıma dayamak istedim ama saat kulağıma daha da yaklaşınca olmadı. Hıçkırdım. Aptallığıma, çaresizliğime ağlayasım vardı. En son ağlamaya başladığım sıra birinin elleri kulaklarıma kapandı. Gözümden akan birkaç damla yaşın kan olmuş elime düşmesiyle hıçkırdım. Artık duymuyordum. Koca ellerini öyle bir bastırıyordu ki hiçbir şey duyamıyordum. En son gözlerimi gözlerine çevirdim. Şefkatle bakıyordu bana. Kahverengi gözlerini kaplayan ifade 'ağlama'dan çok 'ağla' der gibiydi. Alt dudağımı ısırdım gözlerimi kapattım ve sessizce ağladım. Bilmiyorum, duymuyorum. Belki de çok sesli de ağlamış olabilirim. Çeneme kadar gelip gözünü kırpmadan intihar eden göz yaşlarım ile burukça gülümsedim. "Her...şehidin ardından Bir türkü söylenirmiş anne..." Küçük bir mırıltı koptu dudaklarımdan. Bu şarkı da hep evlatlar gidiyordu...ama ben giden aileme söylemek istiyordum. "Sen de benim ardımdan bir türkü söyle...ağlama anne..." Kızarmış gözlerimi açtım ve göz yaşımdan dolayı ıslanmış olan kirpiklerimi kırpıştırıp yavaş yavaş kararmaya başlayan yedinci güle baktım. "Geliyorum ben..." ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ Merhaba! Yazardan kucak dolusu sevgiler! Kız neden hep şarkı söylüyor? Bu soru çok geldi diye açıklıyorum, kız bir şarkıcı ve tüm hayatı boyunca şarkıcı olmak için çalışıyor. Bu yüzden sürekli şarkı söylemesi onun için normal. Algıda seçicilik yani. Öpüldünüz ;) ?❤️?? Instagram: The_bies Nasipse bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle! LadyReBeL Love MrReBeL ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD