"Sadece...77...Gün..."

1266 Words
"Unutmak meşakkatlidir küçük kız, hatırlamak ise kısa bir rüya..." Ellerim boğazıma gittiğinde ilk fark ettiğim şey nefes alabildiğim gerçeğiydi. Nefes alabiliyorum. Başımda garip bir ağrı, kalbimde ise ince bir sızı vardı. Ölmedim ama öğrendim. Anlaşmadan kimseye ciddi anlamda söz edemezmişim... Yorganı sıktığım sıra parmaklarıma takılan sert ama yumuşak bir şeyle kaşlarım çatıldı. Gözlerimi açıp da doğruluğumda birinin elini tuttuğumu fark ettim. Gözlerim merakla elin sahibine dönünce yattığım yerde sıçramıştım. "İyi misin?" dedi Yiğit. Başımı aşağı yukarı sallarken elimi kalbime götürdüm. Deli gibi atıyordu. "Evet. Neden buradasın?" Tek kaşını kaldırıp elini tutan elime baktı. "İsmimi sayıklayıp durdun ve elimi hiç bırakmadın." dediğinde utanarak elimi çektim. "Özür dilerim." dediğim sıra çalan kapı ile tekrardan elini kaptığım gibi kendime çektim. Yiğit oturduğu sandalyeden yatağa doğru eğilirken kapı girişindeki adam ile bakıştık. "Öğle yemeği..." diyerek bir bana bir Yiğit'e bir de ellerimize bakmış ve sırıtarak kapıyı kapatmıştı. "Demek birkaç saat uyudum." diyerek derince bir nefes verdiğim sıra ellerimin arasında kıpraşan el ile gözlerim kocaman açıldı. Telaşla elini bıraktığımdan yandan yandan yüzüme bakmış ve elini ovuşturmuştu. "Ne birkaç saati? Çok daha fazla uyudun. Dün sabahtı o." dediğinde dehşet ile gözlerim açıldı. "Ciddi misin? Ne oldu ki?" dediğimde ayağa kalkmış ve komodin üzerindeki sürahiden bir bardağa su dökmüştü. "Konuşurken yemek yediğin için boğuldun. Sonrasında da sayıklayıp durdun. " dedi. Elimi enseme attığımda önüme gelen su ile hafifçe gülümseyip bardağı ellerimin arasına aldım. Birkaç yudum içerken şeytan tarafından boğulduğum o anlar geldi aklıma. Altıma sıçmadığım için kendimle gurur duyuyorum... O korkuyla,Yiğit'ler benim boğulduğumu düşündüğü sıra, böyle bir şey yapsaydım eğer...çok utanç verici olurdu. Suyu tekrar uzatıp derince bir nefes verdim. "Yiğit." dedim bir anda. Elimden bardağı alıp gözlerime baktı. "Eğer, ölmeden önce son 80 günün kaldığını öğrenseydin ne yapardın?" Bardağı komodinin üzerine bırakırken üstündeki beyaz gömleğin kollarını çekiştirdi. "Sanırım pişman olmamak için yapmak istediğim her şeyi yapardım. Gamsız, vurdum duymaz, tereddütsüz..." dediğinde alt dudağımı yalarak yatağın üzerine çıktım. "Öyle mi dersin?" dediğimde hareketlerime gelişi güzel bir bakış attı. "Evet, yani." Gülerek yataktan aşağı atladım. "Doğru dedin." diyerek odanın kapısını açtım ve göğsümü özgüven ile kabarttım. Arkamdan şaşkın şaşkın bakan Yiğit'i umursamadan kıvırta kıvırta yürürken merdivenleri çıkan Çinliyi görerek anında geri döndüm. Telaşla koşup odamın kapısını kapatan Yiğit'in koluna girdiğimde kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Ne oldu?" derken elini kolunu tutan elime atmış ve ittirmeye çalışmıştı. "Çinli geliyor." dediğimde koridorda karşı karşıya geldiğimiz Çinli ile alt dudağımı ısırdım. "Mina, benim adım Mahmut ve Kazak Türk'üyüm. Lütfen bana Çinli deyip durma. " dediğinde sitemli sesini boşverdim ve gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Mahmut mu?" dediğimde başını salladı. "Mahmut Tuncer'i tanıyor musun?" dediğimde gülerek başını salladı. "Tabii ki, Türkiye'de büyüdüm." dedi sırıtarak. "Mahmut ismini çok severim." dedim ben de. "Tabii takma ismin Mahmut biliyorum ama yine de hoşuma gitti. " diyerek yanına gelmiş ve koluna girmiştim. "Annenin de gözleri çekik mi?" Başını aşağı yukarı salladığı sıra kısa saçlarına baktım. Diğerlerinden bir tık kısaydı ama yapılıydı. "Tabii canım. Bizim sülale komple çekik. " Gülerek merdivenleri indiğimiz sıra heyecanla birkaç soru daha sordum. "Ben çekik olsam daha güzel olur muydum?" dediğim sıra gelen birkaç ayak sesiyle gözlerim merdiven sonunda duran adama kaydı. "Şu an oldukça güzelsin." Gururum okşandığından mı ne, kendimi çok dinç hissediyorum... Pembe saçlarımı omuzumdan geriye atıp gözlerine baktım. "Son zamanlarda duyduğum en doğru cümle." Gülerek bana bakan adama ben de aynı gülümseme ile cevap verdim. "Ben Koray." dediğinde daha da gülümsedim. "Çapkın bir yanınız var Koray bey." dediğimde kahkaha atmıştı. "Askerler hep çapkındır." Tek kaşımı havaya kaldırıp asker olduğu hâlde çapkınlığın yanında yamacından geçmeyen Yiğit'e baktım. "Hep, demeyelim. " diyerek düzelttiğimde Mahmut ile dönüp Yiğit' e bakmıştı. Önden önden masaya giderken önümüze çıkan bir esmer ile duraksadım. "Bu sefer yavaş ye. Yine boğulma." dediğinde kafama gelen taştan eğilip kurtuldum. "Ben boğulmadım, siz göremediniz..." diyerek yanında geçtim. Ancak birkaç adım sonra durmuş, geri geri gitmiş ve yeşile çalan gözlerine bakmıştım. "Senin adın ne?" dediğimde tek kaşını havaya kaldırdı. "Polat. " Hmm, güzel. "Tam da sana yakışacak isimmiş." dediğimde anlamayarak gözlerime baksa da kıvırta kıvırta masaya koştum ve Yiğit'in yanındaki sandalyeye akbaba gibi kuruldum. "Yemekleri kim yapıyor?" dedim hevesle. Oldukça usta gözüküyordu. "Ben." dedi biri. Uzun boylu, tamam bunların hepsi uzun ama o daha uzun, kahverengi gözlü biriydi. Asker olmanın bir avantajı yüz şekilleri ne olursa olsun hep bir karizmatiklerdi. "Sen kimsin?" dediğimde Mahmut gülmüştü. "Ben Güray. " Başımı salladıktan sonra işaret parmağımla sırayla saydım. "Mahmut, Kayra, Güray, Polat, Koray..." ismini bilmediğim birine gelince sıra merakla yüzüne baktım. "Onur." dedi. Başımı sallayıp onun bir yanındakine tuttum işaret parmağımı. "Gökhan." Ona da başımı salladım ve sarı saçlı arkadaşa tuttum bu sefer parmağımı. "Asır..." Gülümseyerek hepsine baktıktan sonra başımı eğip selamladım. "Ben de Mina. Şarkıcıyım." Gökhan iri gözlerini açıp dikkatle yüzüme baktı. "Ünlü müsün?" dediğinden ağzımdan 'hah' benzeri bir gülüş kaçtı. "Beni dünya üzerinde tanımayan bir sizsiniz galiba." diyerek kibirli bir cevap verdiğimde hepsi gülmüştü. Gülümseyerek ben de salataya kaşla göz arası bir çatal attım. Hevesle ağzıma attığım sıra Yiğit'in attığı ters bakışlara baktım anlamayarak. Bir şeyi yanlış mı yaptım? "Pop mu, arabesk mi?" dediğinde elimi kalbime koydum. "Benim için şarkı bir kalbime dokunan, bir de aklımı kurcalayandır..." dediğimde Mahmut gülerek elini baldırına vurunca ben de güldüm. Bu vallahi Türk. Hareketlere bak. "Biz seni niye tanımıyoruz?" dedi Kayra tek kaşını kaldırarak. "Bu ormandan çıkabiliyor musunuz?" dedim ben de ters ters. "Oww..." diyen Koray elini kalbine koydu. "...bu ağır oldu hemşerim..." Omuz silktiğimde Polat dirseklerini masaya koydu. "Biz şimdi neden inanalım sana?" Elimdeki çatalı gürültüyle masaya koydum. "Ver telefonunu ispatlayayım." Hepsi kısa bir an bakışsalar da en son Polat elini cebine atmış ve masanın üzerine garip bir kutu koymuştu. Ne lan bu 3310 mu? Çatalımı elime alıp yüzümü buruşturarak masaya eğildim. "Bu ne?" dedim çatalımla kutuyu dürterken. "Telefon." dedi biri. "Bu şeyin, kendisinin bir telefon olduğundan haberi var mı?" Gelen birkaç gülüş ile nefesimi sıkıntıyla dışarı vererek sırtımı sandalyeye yasladım. "Bununla ne yapıyorsunuz Allah aşkına?" dediğimde Polat beni resmen aydınlattı. "Birbirimizi arıyoruz." Dalga geçiyor sanıp yüzüne bakmam bir hataydı. Ciddiydi çünkü. "Hadi ya?" dedim alayla. "Neyse arama yapabilir miyim?" dediğimde başını salladı. Gözlerim hevesle açılmış, telefona uzanmıştım ki malûm cümleyi duydum. "Sadece yurtiçi..." Sinirlerime hakim olmakta aşırı derecede zorlandığım sıra elimi enseme attım. "Kimi arayayım lan ben Endonezya'da?" Ortam birden sessizleştiğinde elimi ensemden alıp yalandan gülümsedim. "Siz bununla birbirinizi arayabiliyorsunuz yani?" dedikten sonra başımı ağır ağır çevirip Yiğit'e baktım. "Yani senin de bir telefonun vardı?" Yiğit önce gözlerime bakmış sonrasında ise rahat bir tavırla başını iki yana sallamıştı. "Benim yok." dediğinde kaşlarımı çattım. "Niye dumanla mı anlaşabiliyorsun?" Ortamdaki bir iki kişi gülerken diğerleri yemek yemeye başlamışlardı. "Gereksiz risk." dediğinde çatalın ile kutu gibi şeyin üzerine vurdum. "Bunun kaç GB hafızası var ki? İçinde ne tutabilir? Fotoğraf falanda açamıyordur bu?" dediğimde ellerini göğsünde birleştirip sırtını daha da yasladı sandalyeye. "İnternete bağlanmadığı için hacklenme ihtimali yok." dedi bilmiş bilmiş. Ayak parmaklarımı sıkıp tırnaklarımı masaya vurdum. "İnternet de yok..." dedikten hemen sonra kolumdaki saat ile bakıştık. Tamam şimdi bu kesin bulurdu. Bayağı bayağı bulurdu ama şimdi bunu kullanırsam bu dümbelekler hackleniriz diyerek saati çıkaracağım diye kolumu çıkarırlardı. Hiç riske girmeye gerek yok. "Yemeğini ye hadi." Başımı sallayıp yemeğime geri döndüğümde Polat ile göz göze geldik. Sessizce telefonunu masadan alıp cebine atarken hâlâ gözlerime bakıyordu. Ben de başımı yana eğmiş, onun bakışına karşılık vermiştim. "Saçlarının yarısı neden pembe?" dedi birden bire elimi enseme attım ve pembe kısımları öne aldım. "Moda?" Koray gülerek kolunu Polat'ın omzuna attı. "Uzun zamandır kız görmüyor. Sen boşver onu." dediğin istemsizce güldüm. Samimi bir halleri vardı. Sonrasında aralarında geçen erkek muhabbetini anlamadığımdan sadece özlediğim yemekleri yiyerek keyfime bakmış, son zamanlarda geçirdiğim en güzel anların tadını çıkarmıştım. Akşama doğru ise odama çıkıp kişisel bakım ayağına tüm günümü tırnak makası arayarak geçirmiştim... Ama günün sonunda tırnak makasının tırnaklarımı asla kesmediğini öğrenmek uykumu bir hayli kaçırmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD