"Sadece...70...Gün..."

1032 Words
"Sen bana aciz bedenini verdin ama benim gözlerim ruhunda..." Günler diğer günlere göre hızla geçip gitmiş, bazı şeylerin gerçekliği ben daha fark edemeden ruhuma işlenmişti. Ben ölecektim. İyi birini bulmak ve bulduğumu kanıtlamak imkansızdı. Mahvolmuştum. Neyseki artık bunun yarattığı etki, bir gece sırtımı sıvazlayan, yabancı bir adamın sözleri sayesinde bir meltem misali esip gitmişti. Arada bir saçlarıma savursa da umurumda değildi şu saatten sonra. Yalnızlık yada yalınlık...en azından işin sonunda annemin yanına varacağım. Bundan gerisi mühim değildi. Koşarak merdivenleri indiğimde salonun ortasında duran askercikler(!) birkaç sırt çantası ayarlamış, üstlerine özel ve pahalı olduğu belli olan bir üniforma giymişlerdi. Siyah, hafif kamuflaj desenli gri gölgeleri olan bir kıyafetti. Uzun çizmeleri ve parmakları kesik eldivenleri falan vardı. "Vay be!" dedim, istemsizce gözlerimi üstlerinde gezdirirken. "Çok iyi gözüküyorsunuz." dediğimde Koray sırıtarak öne çıkmış, gözlerini gözlerimde gezdirmişti. "Senin dansın kadar etki bırakmasa da oldukça göz alıcı gözüktüğümüzü düşünüyorum. " diyerek göz kırptığında gülerek başımı salladım. "Hepiniz mi gidiyorsunuz?" dedim merakla. "Hayır, bugün Onur seninle kalacak." diyen Yiğit ile gözlerim belli belirsiz yüzüne gitti geldi. Onun bana dikkatle baktığını hissedebiliyordum ama o günden sonra karşılaşmamıştık. Sabah yatağımda bir başıma uyanmıştım ve iki gündür de bir araya gelmemiştik. "Anladım. " dediğimde Onur gülümseyerek grubun arkasından el salladı ve Polat'ın kemerini sıktı. "Ozan." diyen Asır ile aralarından geçiyor, merakla ne giydiklerini, nasıl giydiklerini inceliyordum. Arada bir saatimin kamerasını aletlere tutuyor, gizli gizli fotoğraflarını çekiyordum. Nasıl olsa Mimi sonrasında bana ne olduğunu açıklardı. Gözlerimi kısarak çantaların önünden geçmiştim ki bir el kolumu tuttu ve kenara çekti. Ayak uçlarımda sekerek beni çekiştiren kişiyi takip ettiğimde yüzüm gerildi. Bıyıklının sonu usturayı görene kadar... Sırtım merdivenin alt kısmındaki boşlukta duran ahşap sütuna dayandığında bir anlık gözlerim kapandı. Yiğit bir elini sütuna yaslamış, öteki elini ise belindeki kemere koymuştu. Artist artist yüzüme bakıyordu. Bir de Amerikan Şerifi gibi bir duruşu vardı. Şaşkınca yüzüne baktığımda uzunca gözlerime baktı. Sanki analiz yapıyordu. Anlamaya çalışıyordu neler olduğunu. "Şu anki görev çok ciddi. Onur'a zorluk çıkarma. Evin çevresinde de fazla dolanma. Bu sefer yakınlarda olmayacağız." dediğinde gözlerimi kahverengi gözlerinde gezdirdim. Aslında diyordu ki; Mina ağlama krizlerine girme, sağa sola meraklanıp gitme, gelemem ağlayıp zırladığında, Onur'un da başını ağrıtma... Başımı aşağı yukarı salladım sessizce. "Peki geri ne zaman geleceksin...sinsiniz?" Gözlerim sağa sola kayarken tek kaşını aşağı doğru inmiş, hafifçe başını öne eğmiş, göze göze gelmeye çalışmıştı. Ne gereği varsa? "Bir iki gün sonra, neden sordun?" dediğinde gülerek elimi enseme attım. "Lan niye olacak?" dedim hafifçe sesimi yükselterek. "Türkiye'ye kaçmak için senin işini erkenden bitirmen falan..." gözleri sesimi yükseltmem ile giyinen ekip arkadaşlarına kayınca derince nefes koyverip merdivenin altından kaçtım. "...aman ne diye sana bir şey açıklıyorsam hah!" "Polat!" dedim seke seke yanına giderken. Polat kemeri içerisine bıçak benzeri şeyler sokarken merakla parmaklarımı kemerdeki garip bıçakların sapına sürttüm. "Geldiğinde dövüş öğreneceğime söz veriyorum. " diyerek gülmüş ve gözlerine bakmıştım. Polat kaşlarını havaya kaldırmış, benden bayağı bir uzun oluşunun getirisiyle tepeden bir bakış atmıştı yüzüme. "Tabii, bu sefer daha kibar olurum." dediğinde geçen sefer onun canımı acıttığı için ağladığımı sandığını fark ettim. Yüzümde garip bir tebessüm oldu ve gözlerine tüm samimiyetimle baktım. "Acımamıştı ki!" dedim yalandan. Çok acımıştı... Hatta arada bir üstümü değiştirirken sızlıyordu zalımın oğlu. Utanmasan tavuk bacağı gibi yerinden söküp tavada alt üst edecekti kolumu. Polat gülerek yalan söylediğimi söyleyecekti ki Yiğit ellerini vurarak ortaya geldi. "Çıkıyoruz! Acele edin!" Yiğit'in lafıyla saate bakan erkekleri ben de taklit edip saate baktım. 7.45'ti. "Çok erken değil mi Ozan?" diyen Güray ile ben de başımı salladım. Aynen lan, çok erken. Ben bu saatte niye uyanığım? Hayattaki varlığımı, uyumama sebebimi sorgularken Yiğit'in agresif sesini duyarak dünyaya geri döndüm. "Erken kalkan yol alır." diyerek kaşlarını çatıp yerdeki , hazırlanmış olan, siyah çantalardan birini alıp tek omzuna attı. Yanımdan geçip giderken omzuma vuran omzu yüzünden az daha poster niyetine duvara yapışacaktım. Allah'tan çakma Çinli Mahmut arkamdaydı da, hızlı refleksleri sayesinde, beni tutup doğrultmuştu. "İyi misin popkek?" dediğinde gülerek başımı salladım. "İyiyim M. Tuncer. Eyvallah." Gülüşerek onları uğurladıktan sonra Onur ile iyi bir kahvaltı yapmış ve sonrasında arka bahçeye çıkmıştık. Özel olarak bir tayt, üzerine uzun bir erkek tişörtü giymiş, saçlarımı sıkıca toplamıştım. "Eğitim için hazırım." diyerek olduğum yerde zıpladığımda elindeki kahve fincanını kenardaki ahşap bahçe masasının üzerine koyan Onur kahverengi gözlerini gözlerime çevirdi. "Neler biliyorsun?" dediğinde aklıma Polat'ın kolumu kopartışı geldi. "Az kalsın kol kopartan, çok zor bir hareket yüzünden kolumdan oluyordum." dediğimde kahve fincanını tekrardan eline aldı ve bir iki yudum içti. "Nasıl bir hareket?" Hemen elimi tutup çevirdim ve sırtıma yaslayıp birinci elden gösterme çabasına girdim. Gülerek önüme geldi ve başını salladı. "Bu çok basit bir hareket. " dediğinde kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Ne demek çok basit? Polat bu zorlu ve tehlikeli hareketi yaparken az daha kolumu piliç but gibi koparıyordu." diyerek direttiğimde daha da gülmüş ve başını iki yana sallamıştı. "Yok canım, en basit hareket bu." dediğinde kolumu sırtımdan çektim ve dimdik durur bir şekilde Onur'un karşısına geçtim. Kaşlarımı meydan okurcasına havaya kaldırıp da yüzüne dik dik baktığımda gülerek elini ensesine attı. "Ha!" dedi 'a' harfini uzatarak. "Nereden tuttu demiştin?" diyerek bileğimi tutup çevirdi. "Tabii canım, eğer buradan tutup teknik bir hamle ile çevirdiyse çok zor bir hareket..." Elimi çekip eli arasından aldığımda yalandan gülerek geri çekildi. "Bacağını açabiliyor musun?" dedikten hemen sonra gülerek bir yere baktı. "Açabiliyorsun tabii ki..." dediğinde dikkatle yüzüne baktım. Geçenki dansın sonunda bacağımı açtığımı hatırladım. Onur da hatırlamış olacak ki pis pis sırıtıyordu. Elimi ensesine vurduğum gibi yankı yapan "şap" sesini duymazlıktan geldim. Çok mu hızlı kaçtı acaba? Elimin de bir ayarı yok ki... "Lan, asker masker dinlemem, alırım ayağımın altına!" dediğimde elini ensesine atıp ovuşturdu. "İyi be!" dedi o da ters bir ifadeyle. İşte o zaman fark ettim ki en samimilerinden biri de Onur'du. Polat kibar davranmaya çalışıyordu. Güray ise elin üstünde tutuyor, memnun etmek istiyordu. Onur ise...sanki kırk yıllık ahbabım. Hareketlere bak. "Tamam, şimdi elini bu şekilde tuttuktan sonra bir ayağının açısını birbirine paralel olacak şekilde açmamalısın..." Gün Onur'un bana öğrettiği tekme atma işlemleri ile geçmişti. Balerin olduğum için bacaklarımı iyi açıp takla atabiliyor olmam çokça işime yaramış, bu durum Onur'u da memnun etmişti. Kan ter içinde kalana kadar çalışmıştık. Gece üstümüze siyah battaniyesini örttüğünde dolunayı elime aldım ve odamın penceresine fırlattım. Kötü rüyalar görmek istemiyordum. Dolunay gece lambam olsun ve canavarları kovsun. Yıldızlar üstüme dökülsün, birkaç baykuş ninni söylesin. Son gecelerim hep güzel geçsin...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD