"Sadece...64...Gün..."

1088 Words
"Düşmek başka bir şey küçük kız, sen yıkılacaksın..." Ellerimi gözlerimin önüne getirdim ve ağrıyan bacağımı hafifçe hareket ettirmiştim ki üzerimdeki ağırlık kaşlarımı çatmama sebep oldu. Gözlerimi açtığımda Awan ellerimi gözlerimden çektiğim an tutmuş, başımın üzerinden yatağa bastırmıştı. "What are you doing?" (Ne yapıyorsun?) dedim şaşkınca. Cevap vermemiş, bir bacağını yaralı bacağıma bastırarak daha da üzerime eğilmişti. Acıyla dolan gözlerim ile birlikte çığlık attım. Bir haftadır Awan ile kalıyorduk ve o hiçbir zaman böyle bir şey yapacak gibi davranmamıştı. Hatta her zaman çok kibar olmuş, beni el üstünde tutmuştu. Ama şimdi... "No!" Çığlık atarak onu engellemek adına ellerimi ellerinden çekmeye, yattığım yerde debelenmeye başladım. Burnunu hafifçe boynuma sürttüğünde gözlerim korkuyla doldu. Sonrasında bir şey fark ettim. Hafifçe dolmuş gözlerimi araladım ve gündüz vakti , odanın içine dolmuş olan karanlığa baktım. Derince bir nefes verip de kendime geldiğimde gülerek geri çekildi. Hırıltılı kahkahası bir hayvanın hırlayışına benziyordu. "Bu kadar zeki olman bazen keyfimi kaçırıyor." Diyerek yatağın üzerinde dizleri üzerine oturdu. Awan'ın siyah saçları yana döküldüğünde aslında kahverengi olan güzel gözlerinin yerini almış olan korkunç kızıllığa baktım. "Ne yapıyorsun?" dedim nefes nefese. Kızıl gözleri etrafta gezindirken saçlarından yatağa dökülen siyah dumana kaydı benim bakışlarım. "Ben bu yeni yeri sevmedim..." dedi alt dudağını sarkıtarak. Onu değildi bu beden. Neden aklımı karıştırıyordu? Neden her seferinde başka birinin kılığına girip beni korkutuyordu. "Bu beni ne kadar alakadar edebilir?" dediğimde psikopat bakışları yüzüme döndü. İnci gibi bembeyaz dişleri olan Awan'ın dişleri birden bire sivrilip uzadığında hafifçe geriye kaydım. Küçücük yatakta kaçacak yer de yoktu ki. "Sahne arkasında beklemek ne kadar sıkıcı biliyor musun? Bir haftadır aptal bir çocuk ile günü gün edip eğlendin. Yetmez mi?" dediğinde kaşlarımı çattım. "Anlaşmamız da senin canının sıkıntısına derman olacağıma dair bir söz yok!" dediğimde dişleri gibi ucu sivri olan dilini dişlerinin sivri kısımlarında gezdirdi. "O zaman bu aptalı öldürelim ve biraz kendimi keyiflendireyim..." Telaşla yataktan doğrulup kızıl gözlerine baktım. "Hayır! O iyi biri!" dediğimde gözlerimde bir aydınlanma oldu. "O iyi biri! Buldum!" dedim sırıtarak. "O iyi biri!" Gözlerini kısıp gözlerime baktı. "Emin misin?" dediğinde gözlerindeki o bakış içimdeki tüm emin düşünceleri yıktı. "E-eminim..." dedim zar zor. "Burasının büyükbabasına ait olduğunu söylemişti değil mi?" diyerek kalktığında kaşlarımı çattım. "Hiç fotoğraflarını gördün mü?" diyerek güldü ve etrafa baktı. Elini gelişi güzel savurduğunda bir çekmece açılmıştı. "Büyük babasının etek giydiğini sanmıyorum..." Yatağın üzerinden telaşla doğrulup yüzüne baktım. "Hâlâ emin misin?" Yüzünde pişkin bir gülüş, gözlerinde kendinden emin bir bakış vardı. Bakışlarımı kaçırdığımda odada korkunç kahkahası yankılandı. Bir anda bir tonluk suyu içine düşmüşüm ve dakikalardır nefes alamıyormuşum gibi uyandım. Awan ellerini omuzlarıma koymuş, telaşla yüzüme bakıyordu. "Mina, are you ok?" (Mina, iyi misin?) dedi saçlarımı geriye atarken. "İt's just a nightmare." ( Sadece bir kâbus. ) diyerek omuzlarımı okşuyor, beni kendime getirmeye çalışıyordu. Onun sıcak kahve gözlerine bakarken başımı aşağı yukarı salladım. Kendime gelmeme çabam olsa da arada bir gözüm az önce açıldığını gördüğüm çekmeceye kayıyordu. Ciddi miydi? Awan beni Çinliler gelene kadar oyalıyor olabilir miydi? Kolumdaki saate baktım. Hiç alma çabasına girmemişti oysa. Gözünün saate kaydığını da görmemiştim. "Wait, I'll bring some water. " (Bekle, biraz su getireceğim.) diyerek içeri gittiğinde telaşla ayağa kalktım. Bir bacağımın üstünde seke seke çekmeye gidereken nefes nefeseydim. Hızla çekmeceyi açtığımda içinde gördüğüm kadın kıyafetleri ile telaşla çekmeceyi geri kapatıp ayaklandım. Sıçtım! Aceleyle yatağın üzerine oturduğunda Awan gülümseyerek elinde bir bardak su ile yanıma geldi. Suyu uzattığında tedirgince gülümseyip elinden bardağı aldım. Kafama diktiğim an bana gülerek bakmıştı. Dışarıda tek tük atan yağmur ile kaşlarım çatıldı. Tekrar birilerinden kaçmam gerekiyordu ve onda da kahrolası yağmur tekrardan yağmaya başlamıştı. "I'm going to kitchen." (Ben mutfağa gidiyorum.) diyerek gülümsediğinde başımı salladım. "I want to sleep more." (Ben biraz daha uyumak istiyorum.) dediğimde elimdeki bardağı alıp başını salladı. Onun odadan çıkıp kapıyı kapatışıyla koşarak çekmeceyi tekrardan açtım. İçinde full kadın kıyafetleri vardı. Dağılmış saçlarımı titreyen ellerim ile geriye attıktan sonra içerisinden bir şal alıp iyileşmek üzere olan bacağımı bağladım. Odanın içerisinde kaçarken işime yarayabilecek şeyler aramaya başlasadam da bozulmaya yüz tutmuş el fenerinden başka hiçbir şey yoktu. En son battaniyenin altına yastık sokup şekil verdim ve el fenerini alıp ayakkabılarımı giydim. Alçak camdan ormana giden yola atladığımda bacağım inanılmaz derecede acımıştı. Kolumu ısırıp tek elimle bacağımı tuttum. Sekerek ormana doğru koşarken soğuk bir rüzgar saçlarımı etrafa savurmuştu. Arkama bakıp etrafı kontrol ettikten sonra sessizce koşmaya çalıştım. Orman yolunun yukarısına doğru çıkarken nefes nefese kalmıştım. "Mimi bu yağmur duracak mı sence?" dediğimde Mimi'nin ekranında küçük bir işaret belirdi. "Üzgünüm Mina. Uydu ile bağlantı kurulamadı." dediğinde korku içinde arkama bakıp derince nefes aldım. "Peki sence ne tarafa gitmeliyim?" dedim çaresizce. Ne tarafa gidebilirim ki? Ben bayınken taşımıştı beni bu eve. Ayakkabılarıma ıslanan toprak yüzünden çamur yapılmaya başlamış, zar zor yürüyen beni daha da zora sokmuştu. Göğsüm hızla inip kalkarken yağmur ve rüzgarın oluşturduğu soğuktan dolayı moraran tırnaklarıma baktım. "Kahretsin!" En son yanda uzunca bir dal gördüm. Islak odunun sıkıca kavrayıp var gücümle kırmaya çalıştım. Narin tenim odunun batmasıyla kızarmış, avuç içlerim yanıyor gibi acımıştı. Sesli ve sert bir nefes verip kırdığım sopanın kalın ucunu yere dayadım. Güzel artık bir bastonum vardı. Beni yol üstünde bulabilir diye ormanın uzun ağaçları arasına girerken aklımda dönüp duran şeyleri düşünüyordum. Ne bekliyorum? Bir haftadır oradayım ve bana hiç zarar vermedi. Belki de ona hiç ters davranmadığım içindir? Yağmurdan dolayı ıslanan yüzümü elimin tersiyle sildim. Ah! Deli olacağım! Belki de şeytan tarafından aptal gibi kandırıldım. Nedensizce bu çok daha büyük bir ihtimal. Ama şimdi tekrardan oraya dönemem. Yemiyor. Orada büyük babasının kaldığını söyledi. Belki de eski sevgilisini öldürdü? Ormanda gömecek yer ararken buldu beni? Düşüncelerimin yarattığı ürperti ile bedenim anlık olarak titredi. Ama beni tanıyordu? Belki de Çinli... İyice kaybolmuş, üşümüş, ıslanmıştım. Ayakkabıma çamur yapışmıştı. Artım ayaklarımı kaldıracak güç bulamıyordum. Zaten sakat olan bacağım yüzünden yürümekte zorlanırken şimdi neredeyse hareket edemeyecek hâle gelmiştim. Bir ağacın dalından zar zor tutunup kendimi yukarı çekerken ağaç tepesinden önüme düşen şeytan ile büyük bir çığlık attım. "Oysa hep zeki oluşunla övünür ve ben de zeki oluşundan hoşlanırdım..." Sarf ettiği sözler ile kaşlarımı çatıp elimin tersiyle ıslak yüzümü sildim. "Neyden bahsediyorsun?" dediğimde sırıtarak kızıl gözleri üzerimde gezdirdi. Bu sefer hiç kimsenin kılığına girmemiş, bizzat kendi sureti ile gelmişti. "Tuzağıma düşdün küçük kız..." Bir anda açılan gözlerim sözlerini anladığımdandı ki kaldırdığı ayağıyla karnım ile göğsüm arasındaki kısma tekme atması bir oldu. Nefesim kesilirken bedenimin parçalanacakmış gibi acıması nedeniyle büyük bir çığlık koptu dudaklarımdan. Feryat? Bedenim geriye doğru savrulurken saçlarım etrafa dağılmış, ellerim ise bana tekme atan şeytan olsa bile ona tutunmak için öne uzanmıştı. Çaresizce. Birkaç metre geriye savrulup da bir çamur yığının içine düştüğümde aldığım büyük sarsıntı yüzünden gözlerim derin bir karanlığı misafir etti. Şeytana güvenmek mi? Ölmeyi gerçekten hak ettim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD