"Sadece...60...Gün..."

1011 Words
"İnsan doğarken de ölürken de ağlar..." Üstümü giyinirken etrafa baktım. Yerin altındaydık sanırım. Sanırımı yok, yerin altındaydık. Ne kurmuşlardı buraya böyle? Yan tarafta duran konserve kasaları, sağlık çantaları, silahlar... Ağrıyan başım yüzünden yüzümü buruşturup en son Yiğit'in hırkasını üzerime giydim. "İşim bitti!" Yiğit, demir bir kapağı kaldırıp içeri girdiğinde uzunca süzmüştü beni. Kontrol ettiğini anlayacak kadar tanımıştım onu. En azından artık kalkıp hareket edebiliyordum. Bedenimdeki şok geçmişti. "İyi misin?" dediğinde başımı aşağı yukarı salladım. Nedensizce utanıyorum. Bir dakika sebebini hatırladım. Nedensiz değil... Kızarmış yüzüm yüzünden başımı çevirdiğimde Yiğit şömine benzeri yere odun attı. Yer altında bir sığınak ve şömine. Çok uğraşmış olmalılardı. Böyle bir şeyi yapma akıl kârı değildi. Toprak çökmesin diye ağaçlardan sütun yapmışlardı. Şömine için ise küçük bir açıklık vardı. Ellerimi enseme atıp boynuma doğru kendime masaj yapmaya başladım. "Sana uslu durmanı söylemiştim." dediğinde kaşlarımı kaldırarak arkamı döndüm. "Ne?" Yüzüm göğsüne denk gelince geri çekilmeye çalışmıştım. Ne zaman bu kadar yakalamıştı? Az önce odun atıyordu. Sakat bacağım yüzünden yalpaladığımda elini belime koyup beni kendisine çekti. "Uslu dur, dedim." dedi gözlerimin içine bakarken. "Sen de benim kıyafetlerimi çıkarmışsın!" diyerek saçma sapan, gereksiz mi gereksiz bir konuya bodoslama daldım. Gülerek başka bir tarafa baktı. Gülerek? "Ne gülüyorsun?" dedim sinirle. Ellerimi omuzlarına koyup ittirmeye çalıştığımda dönüp yüzüme baktı. "Bırakayım mı?" dedi bir de pişkin pişkin. "Bırak!" Anlık, fevri bağırışım ile beni bırkamıştı ki o an anladım... O tuttuğu için ayaktaymışım... Sakat ayağımın üzerine basamadığımdan geriye doğru düşüyordum ki dalga geçer gibi uzanıp tuttu. Ama bu sefer bir iki adım geri gitmek zorunda kalmış, sırtımı toprağa çakılmış tahtalara çarpmıştım. Bir an gözlerimi kapatıp acıyan sırtım yüzünden derince nefes aldım. Gözlerimi açtığımda, keşke gözlerimi açmasaydım, diyeceğim bir şey gördüm. Yiğit'in bana bakan gözlerini... Yok canım, dedim kendi kendime. O kadar yakışıklı adam gördüm, geçirdim. Yiğit'e alıcı gözüyle falan bakamam. Sessizce nefes aldığım sıra kahverengi gözlerini usul usul gözlerimde gezdirdi. "Ne belalar açtın yine?" dediğinde gözlerim dudaklarına kaydı. Gözüme bile hakim olamıyorum kahretsin. Gözlerimi kaçırıp yalandan güldüm. "Ben bir şey yapmadım." dedim telaşla. "Bir sincap gördüm, onu beslemek istedim sonra Onur içeriden bağırınca, sincap kaçınca ben de onun peşine koşunca..." hızlı hızlı açıklama yapma çabamdan dolayı yetmeyen nefesim nedeniyle bir an duraksadım. Derince bir nefes çektiğimde gözlerim tekrardan yüzüne kaydı. Nasıl kaymasın? Burnumun dibinde bitmişti yabani ot. Yüzünde anlattıklarımdan eğlenen garip bir ifadeyle bakıyordu. "Eee..." dedi keyifli keyifli. "Sincap ile karate yaparken mi bacağını bu hâle getirdin?" Sinirle kaşlarımı çattım. "Ben ciddiyim!" "Biliyorum." Biliyor. Nefesimi tuttum, alt dudağımı üst dudağıma dayadım. Başka şeyler de biliyor mu? Garip bir bakışma uzayıp giderken yüzü sanki biraz daha yüzüme yaklaşmıştı. Kendi kendime kuruntu yapıyordum sanırım. Tam ellerimi yumruk yapacakken biri tahta kapıya iki kere vurdu. Sonrasında ise birden açıldı. Yiğit'i olanca gücümle kenara ittirip elimi tahtalara koydum ve dik durmaya çalıştım. "Ozan! İyi misiniz?" Kayra'nın bağırışı ve kafasını tavandan aşağı sarkıtışı... Gülerek elimi enseme attım. Yiğit, yanımdan geçip gitmiş ve Kayra'ya elini uzatmıştı. "İyiyiz, gel." Kayra elini tutup da içeri atladığında bir anda Polat ve Mahmut da içeri atlamıştı. Şaşkınca elimi kalbime koydum. Superman girişi sanki. "İyi misin Mina?" diyen Kayra koşarak yanıma geldiğinde gülümseyip başımı kaldırdım. "Bizi nasıl buldunuz?" dedim merakla. "Ben haber verdim." diye Yiğit'e baktım. "Az önce onlarla mı konuşmaya gittin?" dediğimde gülerek gözlerime baktı. Kendisinden gurur duyan bir hâli vardı. Ellerini pantolonunun cebine soktu ve rahat bir tavırla başını iki yana salladı. "O zaman nasıl buldular bizi? Telefonun yok senin." dediğimde Mahmut omuzlarımdan tutup nazikçe yönümü başka bir tarafa çevirdi. Merakla etrafa bakıyordum ki şömine ile göz göze geldik. "Duman sayesinde mi!?" Dedim ağzım beş karış açılırken. Dönüp Yiğit'e baktığımda sırıtarak tavana falan bakıyordu. "Sen gerçekten dumanla haberleşiyorsun!" Polat ve Mahmut yüksek sesli bir kahkaha attı. Ellerimi şaşkın şaşkın ovuşturup ateşe baktım. Yüzümde aptal bir gülümseme yer edindi. Ben dalga geçiyor sanıyordum. Gerçekmiş... . . . Kasalardaki konserveleri açan Kayra, ayak üstü bize yemek hazırlamıştı. Şöminenin önüne bir kilim sermiş, kilimin üzerine uyku tulumu koymuştuk. Polat elimden tutmuş, sakat bacağımdan dolayı, yürümeme yardım ediyordu. Tam o sıra Yiğit seslendi. "Polat biraz odun getirsene." dediğinde Polat beni oturtup Yiğit'e baktı. "Acil mi?" dedi kaşlarını çatarak. Sanırım gidip gelmeye üşeniyordu. Oturduğum yerden başımı kaldırıp Yiğit'e baktım. Şömineye gelişi güzel odun atarken başını salladı. "Hava kararmadan getirsen iyi olur." dedi soğuk bir tavırla. Polat, hırkasını giyip tahta basamaklara basarak yukarı çıktı. Derince bir nefes almış ve Mahmut'un uzattığı konservesi ellerimin arasına almıştım. Mahmut gidip kendi konservesini alıp yanıma oturacaktı ki birden bire yanıma biri oturdu. Kaşlarımı kaldırıp başımı çevirdiğimde ellerini özenle çırpan Yiğit'i gördüm. Eline yapışmış odun parçalarını temizlerken Mahmut'a bir bakış attı. "Bana da bir tane ver." dediğinde Mahmut gülerek elindekini ona vermişti. "Afiyet olsun." Derince nefes alıp oturduğum yerde dikleştim. Bu niye gelip yanıma oturdu ki şimdi? O kadar yer var. Geldi kıçımın dibine. Gözlerimi kırpıştırıp kaşığımı yemeğin içinde gezdirdim. Düşünmekten yemek yiyemiyordum resmen. Fikirlerimle doymuştum mübarek. Gergince bir nefes aldım ve kıçımı sallaya sallaya yana kaymaya başlamıştım ki Yiğit elini belime koyup beni kendine doğru çekti. Az önce aramızdaki yakınlığı beğenmediğimden dolayı kaçmışken şimdi çok daha yakınına gelmek zorunda kalmıştım. Eğilip kulağıma doğru uzandığında merakla ben de yaklaşıp dinledim. "O tarafta birkaç böcek var." dediğinde kocaman açılan gözlerim ile kıçımı kaydıra kaydıra Yiğit'in yamacına dahada yaklaştım. Bir anda açılan kapıdan içeri atılan odunlar yüzünden yerimden sıçradım. Polat da attığı odunların peşi sıra içeri atlamış, ellerini sertçe birbirine vurmuştu. "Bu bizi idare eder." Gülerek Mahmut'a baktığında Mahmut arsızca sırıttı. "Ne idare etmesi, aylık odun getirmişsin." dediğinde gülerek onlara bakarken bacağımda birkaç parmak hissettim. Panikle Yiğit'e döndüğümde eline aldığı bir bez ile dizime dökmüş olduğum yemeğin suyunu siliyordu. Dudaklarımı yaladım. Gözlerimi kaçırsam da arada bir dikkatle silişine bakıyordum. Sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibiydi. Kendimi döktüğüm için kötü hisettirmişti. "Özür dilerim. Ben hallederim." diyerek elimi uzattığımda başını kaldırıp yüzüme baktı. Kahverengi gözlerinde garip ama şüpheci bir şeyler vardı. "Özür dilerim?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Kendi üstüne döktün. Kendinden özür dile." diyerek güldüğünde elimdeki konserveyi sallayıp gözlerimi kaçırdım. "Doğru." dedim kendi kendime. Yüzümde sahte olduğu apaçık ortada olan saçma bir gülümseme vardı. Sanki kendimi görüyormuşum gibi boşluğa baktım. Sol elimi, konserveyi tutan, sağ elimin üzerine koydum ve mırıldandım. "Bu kadar gerizekalı olduğun için özür dilerim Mina..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD