"Dur, nefes alma! Süren doldu..."

1180 Words
Düştüğüm yerden zar zor kalkarken üstüme düşmüş olan paraşütü ittirmeye çalışıyordum. "Şerefsizin tohumları! Aptal **çler! ***** çocukları! Öldürecektiniz az daha beni!" avazım çıktığı kadar bağırıp etrafa bakındım. "Ben ne bok yiyeceğim burada! Sesim ağaçlardan sekip bana geri gelirken ellerimi gözlerimin önüne getirdim. "Lanet olası son 100 günümü ıssız bir ormanda geçiremem!" Yaprakların takıldığı pembe saçlarımı dağıtıp gökyüzüne baktım. "Umarım jetiniz bir yanardağa çarpar ve dağ patlar, sizde magma ile yanarsınız!" Ağlamak istemiyorum ama gözlerim doluyor... Telefonum... telefonumu bulabilir miyim acaba? Kaç kilometre yüksekten düştü, nasıl bulabileceğimi düşünüyorum? Bulsam bile paramparça olmuştur. "Ben ona kaç para verdim biliyor musunuz ***** çocukları!?" diye gökyüzüne bakarken yumruk yaptığım elimi havaya savurdum. "Dolar kaç TL haberiniz var mı sizin şerefsizler!" dedikten sonra dolan gözlerimi silmek istediğimde bu sefer de tırnaklarımdaki kırmızı gülleri görerek ağladım. "Yaaaa!" Paraşütün üstüne oturup küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlamış olsam da durmadan küfür edip duruyordum. "P**ler! Nasıl olsa burada muhabir falan yok, medyaya düşemem! İstediğim kadar söveceğim size!" ayaklarımı yere vurup burnumu çektim. "Oldu mu lan? Hak ettim mi lan ben bunu? Yıllarca çalıştım! Yetimhaneden çıkıp da beş parasız buralara kadar gelmek kolay mı lan? Hak ettiysem..." dedim en son burnumu çekerek. t****k videosu olma ihtimali? Süper Star'da şak yaptık. YouTube , Mina Çavuş'a silahlı şaka-Çok riskli oldu-... Elimin tersiyle göz yaşlarımı silip doğruldum. Dikkatle etrafı izlesem de böyle bir şeyin olacağını hiç sanmıyorum. Üstelik ben o adamın ağzını burnunu kırarken çıkıp durdurlardı... "Hayırdır!!!" Yattığım yerden zaman o kadar yavaş geçiyordu ki kolumdaki saate bakıp bakıp sızlanıyordum. Demek ki insan susuz 100 gün yaşayabiliyor. 3 gün değil miydi o ya? Acaba bir yerde tatlı su falan mı var. Şeytan, bu işler senin oyunun değil değil mi? Tırnaklarıma bakarken alt dudağımı sarkıttım. Sonum böyle mi olacaktı cidden? Madem bu ölüm anlaşması gerçekti...neden şimdiye kadar fark edip salak gibi çalıştım. Her gün yiyip içip sıçmalıydım! "Off..." Çantamı açıp içine baktığımda daha da ağlayasım geldi. İçerisinde neden yemek yok? Sadece; şarj aleti, makyaj kutum, powerbank , ped, termosum, gözlüğüm, sakızım, lens kutum, saç spreyim, marfümüm... "Neyse, en azından güzel öleceğim ***** koyayım!" Hava git gide kararınca üzerine oturduğum paraşütü alıp bir ağaçlığa gittim. Paraşütü gerip boyumun yettiği bir ağaca koydum ve bir kısımını yan taraftan sarkıttım. En azından kafamı sokabileceğim bir yer olmuştu. Sırtımı ağaca yaslayıp her tarafı iyice kapattım ve kendimi sanki bir kozanın içerisine koydum. Evet, bu çirkin kurtçuk yarın kebelek olacak... . . . Dizlerimi karnıma doğru çekerken burnumun ucu sanki donuyordu. Vallahi donuyordu. Burnumu çekip iyice büzüldüm yattığı yerde. Isınması adına elimi baldırlarımın arasına sokmuştum ancak hiçbir işe yaramıyordu. Keşke bir kere de doğrucu davulluktan vazgeçip sigara içseydim. Çakmağım olurdu şimdi... Gözümden süzülen bir damla toprağa düştüğü sıra duyduğum çıtırtı ile burnumu çekip doğruldum. Köpek? Kurt? Aslan? Ayı? Yılan... "Sıçmık..." Uzandığım yerden kalkıp çantamı sırtıma atmıştım ki ağaçların arasında bir gölge gördüm. Goril mi bu? Kaşlarımı çatıp ayaklarımı kalçamın altında topladım. Hafifçe öne eğilip de ağaçların arasından geçen , etrafa bakınıp duran bir adam görmem bir oldu. Ellerimi direkt ağzıma götürdüm. Kaç kızım... Son 100 günün de olsa kaç... Paraşütün bağladığım kısmını sessizce açıp parmak uçlarımda ağacın arkasına doğru geçtim. O kadar spor yaptın. Saatlerce sahneden zıplayıp oraya buraya koştun. Bunları üstelik şarkı söylerken yaptın. Şimdi de yap ama şarkısız! Sessiz sessiz, yılan gibi... Tıs... Arkama bile bakmadan tam tersi yöne adeta çakallardan kaçan bir ceylan yavrusu gibi seke seke kaçıyordum. Hatta arada bir ağaçların arkasına geçiyor, etrafı dinliyor sonrasında yürümeye devam ediyordum. Sanki kırk yıllık avcının kovaladığı usta bir avdım... Alacakaranlık izlemenin faydaları bu olsa gerek. Ağlaya zırlaya ormanın neresine geldiği bilmeden yürürken kulağıma gelen su sesiyle gözlerimi kıstım. Adeta sonradan çıkma ekstra kulaklarım ile dört kulağımı da açtım. Sesin geldiği yöne hevesle gittikten sonra karşıma çıkan dere ile gözlerim daha da doldu. "Allah'ım su..." Tam ellerimi suya uzatmıştım ...ki...serçe parmağımdaki kırmızı on gülden birinin siyaha döndüğünü görerek. Ayakkabılarımı ağlaya ağlaya çıkartıp dereye soktum. "Bu akşam... ölürüm..." dedim en son. "...beni kimse tutamaz..." burnumu çekip gökyüzüne baktım. "Sen beni tutamazsın yıldızlar tutamaz...bir uçurum misali düşerim gözlerinden..." elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken devam ettim. "Gözlerin beni tutamaz..." sesime karışan ağlayışım verdiği duygu ile daha da ağladım. "Sorma bana, nerelisin...ne içersin?" Burnumu çekip ellerimi de suya soktum. "...ne giyersin?" Tırnaklarımdaki gülleri yıkamaya çalışırken yaşlarım dizlerime düşüyordu. "Derdim sana derman olsun, haberin yok ölüyorum..." Gözlerim daha da kızarınca bir gökyüzüne bakıp daha bir hırsla ovdum tırnaklarımı. "...vay. Azdı yine deli gönül...üzerine geliyorum...geçti yine boş bi' ömür... gözlerinden öpüyorum...haberin yooook ölüyorum!" Ağlaya ağlaya ıslak ellerimi pembe sarı saçlarım attım. "Haberin yokkk ölüyorum..." Saçlarımı çekiştirip kızarmış gözlerimi açmaya çalıştım. "Haberin yok, ben ölüyorum...dermanım yookkk..." Sinirle oturduğum yerden kalkıp ayağımla etrafa su attım. "Gel lan buraya Şeytan!" diye bağırdım. "El kadar çocukla neyin anlaşmasını yaptın da böyle oldu?" dediğim sıra arkamdan gelen ses ile hızla arkamı döndüm. Elindeki tabancasını alnıma tutmuş olan yüzü maskeli, siyah giyinimli bir adam ile çıplak ayaklarım altındaki taşlar bile titredi sanki. En son aklıma zaten öleceğim gerçeği gelince sessiz bir küfür ettim. "What the f*ck your's problem?! That's enought! Do you really want that ridiculous wristwatch? Ok, nice! Take it! Anyway, I don't like it!" (Senin problemin ne!? Yeter artık! Gerçekten şu saçma kol saatini mi istiyorsun? Tamam, güzel. Al. Nasıl olsa beğendim!) diyerek avazım çıktığı kadar bağırdım. "But, you need the know something. I will f*ck you and your's Chines brothers!" (Ama bir şeyi bilmen lazım. Seni ve senin Çinli kardeşlerini s**eceğim!) Ellerim iki yanda yumruk olduğunda saçlarımdan omuzlarıma damlayan suyu boşverip karşımdakinin maskesine baktım. "But...why you wearing mask? I already know your face."( Ama...neden maske takıyorsun? Zaten yüzünü biliyorum.) Elindeki tabancayı bir an geri çeker gibi olup şüpheye düştüğünde kaşlarımı çattım. Elimi kaldırıp havada salladım. "Never mind! I not curious abouth this problem."(Boşver! Bu sorunu merak etmiyorum!) Ellerimi çırpıp gözlerine bakmaya çalıştım. "Gözünde gözükmüyor şerefsiz..." diye homurdanıp saçımı geriye attım. "Ok, let's make a deal?" (Tamam, hadi bir anlaşma yapalım.) diyerek ellerimi belime koydum. "You exactly know, I am freaking famous! ı can give you everthing. Make a wish and I will make it happen?" (Kesinlikle biliyorsun. Ben fena ünlüyüm! Sana her şeyi verebilirim. Bir dilek tut ve ben de gerçekleştireyim?) diyerek gözlerine baktım. Bu beni anlamıyor mu? "Çince bende sıfır biraderim! Nihaw, şişi, döbütçzı, meyo, meyşı, arşı... Finito. You got it? " (Merhaba, teşekkürler, özür dilerim, hayır, iyiyim, 21...bitti. anladın mı?) derince bir nefes alıp hâlâ tip tip suratıma bakmasıyla alt dudağımı yaladım. "I took note. I will f*ck your's English teacher too!" (Not aldım. Senin ingilizce öğretmenini de s***ceğim!" Üzerime bir adım attığında ellerimi kaldırdım. "Nooo!"(Hayır!) Bir ayağı havada kalırken maskesinin altından zar zor gördüğüm gözlerime kitlendi. "Don't close..."(yaklaşma.) Diyerek derede bir adım geri gittim. "Do you know, what is mean suicide?"(İntiharın ne demek olduğunu biliyor musun?) Silahının kabzasını daha sıkı tutunca elimi enseme attım. "Şimdi şeytan. Madem 100 günün sonunda öleceğim, 100 günden önce ölemem mi yani?" diyerek gökyüzüne baktığımda adam da başını kaldırıp gökyüzüne bakınca bir şehadet çekip kıçımdan vurulmamak adına dualar ederek derenin karşısına geçtim. "Stop!" (Dur!) Pembe saçlarım savrulurken gülerek gözlerine baktım. "Wait a minute!" (Bir dakika bekle!) dedikten sonra göz kırptım. "Fill my cup, put some liquor in it." (Bardağımı doldur, içine biraz likör koy.) Uptown Funk, Mark Ronson...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD