Kim koydu bu taşı buraya?
"Tüm erkeklerin canı cehenneme!"
Bağırarak aslında hiç adım atmamam gereken bardan çıktım. Aşırı derece alkol alan her genç kız gibi eski sevgilimi hatırlayıp ona küfür yağdırmakla meşguldüm. Aşırı dediğim bir kadehten biraz fazla demek oluyordu benim için galiba. Şimdiye kadar bir kadehten fazla içmemiştim. Hatta uzun süredir içtiğim bile söylenemez.
"Lanet olsun sana Canberk!" diyerek yürümeye devam ederken edebildiğim en ağır küfürleri ediyordum ki bu; eşek, hayvan, deli, öküz ve köpek kelimelerinin kombinlerinden oluşan zavallı tamlamalar felaketinden başka bir şey değildi. Sallanarak yürürken yağan yağmur yüzünden oluşmuş su birikintisi içinde gizlenmiş taşı görmediğim için takılıp yere düştüm.
Bu sıcaktan kavrulan Mart ayında ne yağmuru? Yağmur falan yoktu aslında. Sadece ben önümdeki taşı bile göremeyecek kadar çok sarhoştum. Sanırım içmesem de pek bir şey fark etmezdi.
Gözlüğümü bir ara gaza gelerek çıkarıp atmıştım. Şimdi ise her yeri âdeta puslu camın arkasından izliyordum. Size zeki olduğumdan mı bahsetmiştim, saçmalamışım. Hayat kâğıt üzerinde soru çözmeye benzemiyordu. Ben girdiğim her mücadeleden FF alıp ayrılıyordum. Katılmaktan korktuğum için devamsızlıktan sadece F aldığım eğlenceleri saymıyorum bile.
"O kızda olup da bende olmayan ne var sanki?"
Türk filmine bağladığımda kendi hâlime gülmeye başladım. Uzunca bir süre güldükten sonra bir anda içime dolan istekle yerden kalkıp duvardan aldığım destekle arabamı arama ve kurtarma çalışmalarını başlattım. Arabamın bulunmaya ihtiyacı vardı ama bulunması gereken o değil havaya karışmış mantığımdı sanırım.
Şey, size bir şey daha itiraf edeyim mi? Hemen kızmayın ama öyle ya! Uzatmadan söylüyor ve suçumu kabul ediyorum. Kendime ufak bir yalan söyledim. Ya tamam ufak değil büyük bir yalan! Benim gibi biri için çok büyük bir yalan hem de! Sevgilim yok benim. Evet, sevgilim bile yok ki beni aldatsın. Şimdiye kadar hiç sevgilim olmamış, şimdiden sonra nasıl olsun? Sevgilim aldatmış gibi rol yaparak aldatılan kadının nasıl hissettiğini çözmeye çalışıyordum sadece. Neden mi? Orası ayrı bir salaklık sakın sormayın.
Arabama yaklaştığımda tekerleğin dibinde, "Vırak, vırak!" diyerek konuşmaya çalışan kurbağaya eğildim. O da benim gibi yalnız gözüküyordu. Uzanıp elime aldım. Arabama yaslanmak isterken popo üstü cidden bir su birikintisine düşmüştüm. Birkaç hamle yapıp yerimden doğrulamayınca giydiğim saçma elbiseye lanet ettim. Kanadı kırık tavuk gibi çırpındıktan sonra yerden kalkma çabama biraz güç toplayana kadar ara verdim ve artık azıcık kalmış olan dikkatimi elimdeki kurbağaya yönelttim. Çok şirindi. Bana göz bile kırpmıştı sanki. Arada bir vıraklayıp tam gözümün içine de bakıyordu.
Dertlerimi anlatırken arada beni kısa bir "vırak" sesiyle onaylıyor, konuşmaya başlayınca dikkatle dinliyordu. Hayvanlar insanların en iyi dostudur diyen adamı alkışlayarak kurbağacığıma döndüm.
Dilim dolaşsa da aldırmadan dertlerimi bir bir avucumda tuttuğum kurbağaya anlatırken artık iyice gevşemiş, arabamın yanında yere uzanıp gökyüzünü izliyordum. Hızla kayıp giden bir yıldız gördüğümde nefesimi tuttum. Çocukluğumdan beri hiç kayan yıldız görmemiştim. Prensime kavuşmayı dilerken vıraklayan kurbağa ile ufak bir aydınlanma yaşadım. Yoksa... Benim prensim şu anda avuçlarımın içinde mi duruyordu?
Dudaklarımı büzerek milim milim kurbağaya yaklaşmaya başladım. Tam başına bir öpücük konduracakken yanımdan hızla geçen bir arabayla korkan kurbağa elimden fırladığı gibi karanlık ara sokağa girdi. Yerimden güç bela doğrulup ben de sokağa girdim. Pili biten fener gibi olan gözlerim karanlık sokakta işe yaramaz olmuştu. Bir süre duvara tutunarak ilerledikten sonra o şirin vıraklamayı duyduğumda dünyalar benim oldu. Hızla yakaladığım kurbağanın tepesine bir öpücük kondururken sevinçle yerimde zıpladım. Alışık olmadığım yüksek topuklu ayakkabının topuğu kırılırken kendimi yine yerde buldum. Elerimdeki kurbağa sıçrayıp kaçarken dizlerimin üstünde doğrulmaya çalışıyordum. Başımı kaldırınca bana bakan yakışıklıyı görmemle ağzımdan şimdiye kadar en sinirli anlarımda bile çıkmayan bir küfür fırladı.
"Has..."
***
Kilitlenip kaldığım yeşil parlak gözlerden kurtuldum. Ne demişti o öyle?
"Ha?" diyerek gayet zeki bir biçimde cevap verdim. Bu kez yanlış duymuş olamazdım değil mi?
"Dedim ki bir öpücüğe daha ne dersin?"
"Allah'ım sana geliyorum!" Şimdi benim kurbağam bir prens mi oldu? Aklıma acayip sorular geliyor, hangisi soracağımı şaşırıyordum.
"Hangi ülkenin prensisin sen?"
Sonuçta ne kadar süredir kurbağa olarak dolaştığını bilmiyordum; belki de ülkesi çoktan tarih olmuştur. Yüzündeki hafif çarpık gülümseyen dudaklar beni olduğumdan daha da sarhoş bir hâle getirmişti. Hangi hayvan cadı bu yakışıklılığı gidip kurbağa yapmıştı. Eğer onu elime geçirirsem... Görür o! Ben de onu sokak köpeğine çevirmezsem ne olayım. Hem de üzerinde pire, kene ve bit gibi tüm haşerelerden koloni ile dolanan uyuz bir sokak köpeği.
"Benim öpücük ne olacak prenses?"
"Hangi öpücük?"
"Hani şu ikinci öpücük."
"Prenses de ne? Ben prenses falan değilim."
Kaşlarını kaldırıp kolunu bana uzattı. Uzattığı kollarına anlamsızca baktığımı gördüğünde konuşmaya başladı. Üç dakikadır insan olan biri için fazlaca güzel konuşuyordu. Fazla güzel bir yüzü vardı ve çok yakışıklıydı. Özünde kurbağa olan biri için çok fazlaydı böylesi pırıltılı bir yakışıklılık. Gülümsemesi, bana uzattığı elindeki parmakları bile aşırı derecek parlaktı.
"Hadi ama prenses yerde ne kadar kalmayı düşünüyorsun?" dediğinde ne hâlde olduğumu hatırladım. Hâlâ yerde oturuyordum. Doğrulmaya çalışıp yeniden yerle buluşunca sağ kaşını kaldırıp bana baktı.
"Elimi tutmak çok mu zor?" Hangi elinden bahsettiğini anlasam tutacaktım da gözümün önünde birkaç el birden görüyordum. Görüntüyü netleştirmek adına gözlerimi sımsıkı yumup tekrar açtım. Bu sürede belki de kaybolmasını umarken kirpiklerimi araladığımda karşımda olduğunu görünce şaşırdım kaldım. Kaybolmaması beni sevindirirken bir yandan da telaş sarmaya başlamıştı yüreğimi.
"Sen... Gerçek misin?" diyerek gözlerimi kırpıştırdım.
"Ciddi misin?" diyerek mırıldanmaya başladı. "Hâlâ gerçek miyim diye soruyor."
Belimden tutup sıkıca sarıldığında yüzüme dökülen saçlarımı, cool olduğunu umduğum bir hareketle geriye attım. Gözlerimi ufak bir fark ile ıskalayarak şakağıma sürtünen tırnağım ile canım yandı. Elimle acıyan yeri ovalarken başımı geriye atıp çenemi dikleştirerek gözlerimi kırpıştırdım. Görüntüyü netleştirdiğim zaman karşımdaki mükemmelliğe bir kez daha hayran oldum. O nasıl bir yeşildir, nasıl gülümsemedir?
"Şimdi cidden, gerçek misin sen?" Bozuk plak gibi aynı şeyi tekrarlıyordum, gerçek olmasını o kadar çok istiyordum ki. İçtiğim onca içkiden sonra hayal görmediğimden emin olmak istiyordum. Yüzlerimiz arasında mesafe kalmayana kadar milim milim yaklaştı. O kadar dikkatli bakıyordu ki. İçim gözlerimi kaçırma isteği ile dolarken kımıldayamayacak kadar şaşkındım.
Dudaklarımda nefesini hissederken konuşmaya başladı. Her kelimesinde dudakları dudaklarıma tüy kadar hafif dokunuşlar bırakıyordu. "Sen karar ver." Dudaklarımı öpmeye çalışınca başımı geri çektim.
"Hey! Ne yaptığını sanıyorsun?"
"Prensesimi öpüyorum."
"Saçmalama, tanımadığım bir adamı... Hıghhh! Öpecek... Hıghhh! Değilim." Hıçkırığa tam prenses imajı çizmeye başladım dediğim anda başlamıştım. Hıçkırığı es geçip yine prensime yoğunlaştım. Teknik olarak o bir erkekti, artık benim şirin kurbağacığım değildi.
"Öptün bile." derken işaret parmağı ile dudaklarına vuruyordu.
"Hiç de bile, ben bir kurbağayı öptüm." diyerek kollarından sıyrılmaya çalıştım.
"Kalbimi kırıyorsun ama." Mis gibi ferah bir kokusu vardı. Kokusu içime dolarken gözlerimin kapanmasına direnmedim. "Eğer beş dakika içinde beni öpmezsen tekrar kurbağaya dönüşeceğim. Senin gibi bir prenses bulduktan sonra kurbağaya dönüşürsem..." dedi.
"Yalan söylemediğini nereden bileceğim?"
"İnanmak için kurbağaya dönüşmemi mi bekleyeceksin prenses?" dediğinde biraz durakladım.
"Tamam, öp o zaman ama küçük bir öpücük."
"Senin beni öpmen gerekiyor." Zamanımızın tükenmek üzere olduğunu anlayınca inatlaşmaya devam edemedim. Kimseyi geri çeviremiyordum ve "hayır" diyememek sonum olacaktı. Hiç ümit etmek istemiyorum ama belki bana âşık falan olurdu. Bir daha böyle bir yakışıklıyı nereden bulacaktım?
"Tamam yaklaş."
Dudaklarımı uzattım. Dudaklarına kısa bir öpücük kondurup geri çekilmeyi düşünürken, riske atmamak için dudaklarımı dudakları üzerinde biraz daha beklettikten sonra geri çekildim ve hâlâ kanlı canlı karşımda duran uzun boylu, yeşil gözlü, yapılı çocuğa bakarken kıyafetlerini fark ettiğimde kafam karıştı. "Üstündekileri nereden aldın? Çıplak olman gerekmiyor muydu?"
"Yoksa çıplak görmeyi mi tercih ederdin?"
"Kurbağa sapık çıktı iyi mi?" diye mırıldanırken kucağında olmak hiç garip değilmiş gibi iyice yerleştim. "Battı balık, yandan yandan gider." Başımı da göğsüne yasladım. Hafifçe güldüğünü duyuyordum ama başımı kaldırıp yüzüne bakamayacak kadar hâlsiz hissediyordum. Yakınlaşınca artan ve ağırlaşan koku ile başımı hafifçe kaldırıp boynunu kokladım. Fazla güzel kokuyordu. Bir kurbağaya göre çok fazla hem de. Başım yeniden omzuna düşerken, "Sen deniz gibi kokuyorsun, bataklık gibi kokman gerekmez mi?" dedim ve cevabını duyamadan gözlerim kapandı.
***