IX - ZİFİRİ KARANLIK

736 Words
Anılarım...Hepsi bölük pörçüktü. Ailemle geçirdiğim anılar yoktu, hafızamda kocaman bir boşluk vardı ve bu çok acıydı. Kalbim acıyordu, sol yanım o kadar acıyıp ağrıyordu ki bunu tarif etmek çok zor. Benden her şeyi almıştı, hayatımın büyük bir çoğunluğunu silmişti...hiçbir şey hissedemiyordum. Acı mı, nefret mi? Yoksa üzüntü mü hepsi birbirine benziyordu. Güçsüzdüm, kaldıramıyordum. Sırtımda ağır bir yük vardı, beni ayakta tutan her şey erimişti sanki. Ailemi tekrar göreceğim diye iyileşmek için can atıyordum ama...ama onlar yoktu artık! Hayatta tek kalmıştım. Gözlerimi açtığımda Dolunay'ın dizlerinde yatıyordum, sesimin titremesine engel olmaya çalışıp, -"Ben artık kaldıramıyorum, b-bu çok ağır." Hıçkırmıştım, Dolunay çenemden tutup beni kendisine döndürmüştü, -"Seni bir kez daha kaybetmeyeceğim. Hayatta yalnız değilsin Venüs, ben senin ailenim. Seni asla yalnız bırakmayacağım..." Elini kalbime doğru götürmüştüm, -"Burasının acısını geçiremezsin...Benden tüm hayatımı aldı! Anılarımın hepsini sildi!" Gözleri dolmuştu, gözyaşlarımı saklamaya çalışıp, -"Onları özlediğimde hatırlayacağım anılar bile yok..." İç çekmiştim, ayağa kalkacağım sırada Dolunay elimi kavramıştı, -"Her şeyin üstesinden gelebiliriz, sadece bana güven...Lütfen." Başımı sağa sola sallamıştım, -"Bu kadar basit değil! Yalnız kalmak istiyorum." Dolunay elimi bırakmıştı, ağır adımlarla yukarı çıkmıştım. Yatak odasına girip, kapıyı kapattığım an yere çökmüştüm. Dizlerimi karnıma doğru çekip, başımı yasladığımda gözlerimi kapatmıştım. Ağlamak istiyordum ama gözlerim yorgundu. Hafızamı zorluyordum ama hiçbir şey yoktu! Etrafı boş gözlerle incelemeye başlamıştım. Anılar...İnsanı insan yapan şeydi belki de? Duygulandığımız anılar, belki özlediğimiz anları hissettiğimiz zamanlar...Hepsi bizi biz yapan şeylerdir aslında. Ruhumun eridiğini hissediyordum uzun süredir, ama şimdi hissettiğim zifiri karanlıktı. Bedenim güneş ışığı alıyordu ama içim zifiri karanlıktı. Kendimi bir labirentte hissediyordum, çıkışı olmayan berbat bir labirentte. Sürünerek yolda yürüyormuşum gibi, her yerim çizik ve kan içindeydi ayağa kalkamıyorum çünkü dikenli çiçekler her yanımı sarmış...Nefes almak bile canımı yakıyordu. Sendeleyerek ayağa kalkmıştım, içimde sonsuz bir öfke vardı. Pencereye doğru yürümeye başlamıştım. Perdeyi açmak için yönelmiştim ama bir türlü kıpırdamıyordu bile! Hışımla onu aşağı doğru çekmiştim. Perde kornişiyle beraber aşağı düşmüştü. Akşam güneşi gözümü alırken, pencereyi açmıştım. Serin hava yüzümü okşamıştı, derin nefes alarak etrafa bakmaya başlamıştım. Gözlerimden süzülen yaşları parmağımla silip, mermere oturmuştum. Saçlarım uçuşmaya başlamıştı, aklımdan geçen tek şey, -"Şimdi ne olacak, kimden intikam alacaktım?" Havada süzülen kuşları izlemeye başlamıştım, hiçbiri yalnız uçmuyordu. Hepsinin bir grubu vardı...Belki de aileleri vardı. Öfkeyle ayağa kalkmıştım, elime ne geçerse duvara fırlatıyordum. Bardağı elimde sıkarak tutarken, kapı sertçe açılmıştı, -"Venüs! Her yerin kan içinde." Dolunay koşarak yanıma gelmişti, parmaklarıma baktığımda kanlar akıyordu. Ona aldırmayarak bardağı yere atmıştım, -"Hayatım! Beni duyuyor musun?" Tepkisiz bir şekilde ona bakıyordum, elimdeki vazoyu almıştı. Elimi kavrayıp, -"Sinir atmak mı istiyorsun? Bunu kendine zarar vererek yapmamalısın." Beni sürüklemeye başlamıştı, -"Sana yalnız kalmak istediğimi söyledim." Beni duymamıştı bile, hızlı adımlarla merdivenden inmiştik. Dolunay beni dışarı çıkartıp, -"Arabaya bin!" Diyerek arabaya yerleşmişti, duraksayıp onu izlerken kornaya basmıştı. Kapıyı açıp bindiğimde, -"Sözümü ikiletmeyeceksin, şimdi kemerini tak hızlı gideceğim." İç çekip kemerimi takmıştım, gaza basıp bahçeden çıkmıştı. Sessizce oturuyorduk, Dolunay gözünü yoldan bir an olsun ayırmıyordu. -"Nereye gidiyoruz?" Kaşlarını çatmıştı, -"Görürsün, ellerine kendin pansuman yapacaksın cezalısın." Omuzumu silkmiştim, -"Cezalı mı? Saçmalık." Dudağını yana doğru kıvırmıştı, -"Cezalısın, silkelenip kendine gelmek zorundasın." Dolunay gaza daha çok yüklenmişti, eski görünen depoların olduğu yere geldiğinde yavaşlamıştı. Kaşlarımı çatarak etrafa baktığımda, limanın hemen yanında olan bir yerdi. Arabayı durdurmuştu, kapıyı açıp hızla inmişti. Bana camdan sert bir bakış atarak, arabanın bagajını açarken, ben de aşağı inmiştim. Eline gri metal bir çanta alıp, önden yürümeye başlamıştı. Arkasından takip etmeye başladığımda, -"Yanımdan yürü. Üstünü içeride değiştir, elini de oradaki solüsyonla sil." Homurdanmıştım, -"Bana emir vermeyi kes." Dolunay gözlerini kısmıştı, -"Sana emir vermeyi kesmeyeceğim, buna alış. Şimdi içeri!" Kapıyı sertçe açıp içeri geçmemi sağlamıştı, etrafa baktığımda loş bir ışık olduğundan net bir şey göremiyordum. Dolunay iç çekip, bana bir kağıt poşet uzatmıştı. -"Burada kıyafetler var, saçlarını da toplarsan iyi olur." Göz devirmiştim, poşeti alıp sandalyenin üstüne atmıştım. Üstümdekileri çıkartıp yere atmıştım, ellerimdeki akan kanı da onlarla silip, sandalyenin hemen üstünde duran solüsyonu damlatmıştım. Kıyafetleri torbadan çıkartıp baktığımda, siyah bir atlet, siyah kapüşonlu bir hırka ve yine aynı renk bir bol eşofman olduğunu fark etmiştim. Eşofmanı giyip, atleti de üstüme geçirdikten sonra hırkayı omuzlarıma atmıştım. Saçlarımı da gelişigüzel bir topuz yapıp kapıya doğru yürümeye başlamıştım. Dolunay bana bakıyordu, -"Çok yakışmış, şimdi beni takip et." Kapıdan çıkmıştım, Dolunay beni yönlendirmeye başlamıştı. En solda siyah kepenkli depoyu gösterip, adımlarımızı hızlandırırken, -"Haldun!" Diye bağırdığında irkilmiştim, Dolunay bir kez daha, -"Haldun! Depo hazır mı!" Kepenk açılmıştı, Haldun takım elbisesini düzeltip, -"Tam istediğiniz gibi efendim." Dolunay sırıtıyordu, parmaklarını kütürdetip beni deponun önüne getirmişti, -"Şimdi ne istersen yapabilirsin, özgürsün." Yutkunmuştum, elimi kavrayarak beni deponun içine doğru sürüklemeye başlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD