Üşüyorum...
Umutsuzca kendi düşüncelerimde sıcaklık bulmaya çalışıyordum ama buz gibi soğukluk zihnime de sızmış gibiydi. Dişlerimin takırdadığını, el ve ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissedebiliyordum. Soğukluk vücudum da kalan son ısıyı tüketiyor, beni soğuk kucağıyla sarıyordu. Donmuş bedenimi ısıtmak için sıcak bir battaniye ya da sıcak bir fincan çayın özlemini çekiyordum.
Acımasız Vakas tarafından bu ıssız yerde, kemik dondurucu soğukta acı çekmek için yalnız bırakılmıştım. Dikkatimi soğuktan uzaklaştıracak herhangi bir şeye odaklamaya çalıştım ama hiçbir faydası olmadı. Sadece üşüyordum ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Isırıcı soğuktan dişlerim gıcırdamaya başlarken, düşüncelerim önümdeki korkunç manzaraya kaydı. Birkaç saat önce cesetleri fark etmiştim ve fark etmem ile korkudan tüylerim diken diken olmuştu. Bu nasıl bir zalimlikti? Nasıl bir vahşetti? Cesetleri görünce bir kez daha anladım ki; Vakas denen canavar insan değildi, insanlık dışı bir varlıktı. Cesetler parçalanmış gibiydiler ama soğuk depodan dolayı çürümemişlerdi. Bundan ötürü herhangi bir kötü koku yoktu.
Dört, beş... Bilemedim altı ceset yerde öylece donmuş vaziyette duruyorlardı. Gözlerim tekrar dehşet verici manzaraya kayınca, aklıma Nalin gelmişti. Her ne kadar kabullenmek istemesem de Nalin yaptığım hata sonucu hayatından olmuştu. Nalin'in ölmüş olduğu gerçeği fark etmek beni kıyıya vuran bir dalga gibi çarptı. Nalin artık yoktu...
Nalin hayatımda beni gerçekten seven ve önemseyen son kişiydi ama şimdi bu dünyadan çekip alınmıştı. Bunun tek suçlusu bendim. Hepsi benim yüzümdendi. Eğer onu dinlemiş olsaydım, belki de hâlâ hayatta olacaktı. Bu hatam yüzünden kendimi asla affetmeyip vicdan azabı çekecektim.
İmkânsız olsa bile zamanı geriye almak ve Nalin'i o korkunç talihsiz kaderden kurtarmak için Allah'tan bir şansım olmasını dilerdim. Kader mi? Ben az önce kader mi demiştim? Hayır, bu kader değildi. Bu düpedüz vahşetti! Yaptığım hata sonucunda kaderi suçlayamazdım. Aptallık etmeyip Nalin'i dinleseydim, bunların hiçbiri olmazdı.
Soğuk depoda zaman geçtikçe, kendimi yorgunluktan gözlerim ağırlaşmış bir hâlde, bilincim gidip gelirken buldum. Gözlerim uyumam için resmen yalvarıyordu ama ne zaman çok ihtiyacım olan uykuya daldığımı hissetsem, depodaki parlak ve göz kamaştırıcı ışıklar beni acı içinde gerçeğe geri döndürüyordu.
En az yirmi ışık olduğunu tahmin ediyordum. Her biri herhangi bir şekilde dinlenmemi imkansız hâle getiren şiddetli bir yoğunlukla parlıyordu. Göz kapaklarımın gittikçe ağırlaştığını ve bedenimin soğuktan uyuştuğunu hissedebiliyordum. Gözlerimin içi yanıyordu ve uyumam gerekiyordu ama ışıklar uykuya yenik düşmeme izin vermiyordu.
Nefesimin altında lânet okudum, ışıkları bilerek açık bırakan sadist piç kurusuna lânet okudum. Işıkları bilerek açık bırakmıştı. Uykuya yenik düşmeyeyim diye. Vakas pisliği çok iyi biliyordu ki, eğer uykuya yenik düşersem, ölümüm kaçınılmaz olurdu. Çünkü insanlar fiziksel olarak acı çekerken, kesinlikle bilinci açık ve uykulu olmaması gerekiyordu. Piç kurusu ölmemi istemediği için ışıkları açık bırakmıştı.
Vakas huzur içinde ölmeme bile izin vermiyordu. Çektiğim acılardan zevk alıyordu. Ölmemi nasıl isteyebilirdi ki? Ne de olsa zevk içinde oynadığı oyuncağını kaybetmek istemezdi.
Soğuk zeminde uzanmış, boş gözlerle yerdeki buz parçacıklarına bakarken deponun kapısı aniden açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte yüzünden hiçbir zaman eksik olmayan çarpık sırıtışıyla ruhumu öldüren pisliği gördüm. Dudaklarında yer edinen bir sırıtışla bana doğru geliyordu.
Bana ulaştığında önümde diz çöktüğü gibi ruhsuz hâlime baktı. O bana bakmaya devam ederken, ben ona bakmadım. Sadece boş gözlerle buz parçacıklarına bakmaya devam ettim. Kendimde değildim. İlk defa gerçekten de ölmek istiyorum...
Ona bakmadığım için öfkeyle saçlarımı çekiştirerek yüzümü kendisine doğru çevirip gözlerimi kendisiyle buluşturdu. "Aklın başına geldi mi sevgili karıcığım?" diye tısladı dişlerinin arasından sert ve alaycı bir ses tonuyla. Onun tıslamasıyla birlikte sol gözümden bir damla yaş süzülerek yanaklarımdan aşağı doğru yol aldı.
Derler ki, ilk gözyaşı sol gözden akıyorsa, kalpten akıyordur. Gerçekten de doğru bir varsayımdı. Çünkü kalpten ağlıyordum ve bu yüreğimi acıtıyordu. Kalbim o kadar çok acıyordu ki...
Acıdan dolayı atan kalbimi hissedemiyordum. Acıdan olsa gerek yavaş atıyordu. Bilemiyorum, soğuktan da olabilir.
Perişan hâlimi görünce memnun olmuş gibi saçlarımı bıraktığı gibi ben daha ne olduğunu anlamadan beni kucağına alıp deponun çıkışına doğru yöneldi. Beni kollarına aldığında, vücudum onun vücudundan yayılan sıcaklıkla anında uyuşmuştu. Her ne kadar istemesem de vücudumun sıcaklık için yalvarmasına karşı koyamayıp kollarımı boynuna dolayarak yüzümü boynuna gömdüm. Sıcacıktı...
***
Efsun buz gibi yüzünü boynuma gömdüğünde, yüzünden yayılan soğukluk karşısında ürperdim. Dudakları ritmik bir şekilde titreyerek boynuma dokunuyordu. Efsun'un dudakları boynuma temas ettikçe, düğün gecesi Efsun'un amına dokunduğum sahneyi hatırladım.
Efsun'u istiyordum. Bu gerçek karşısında içim öfkeyle doldu. Kız kardeşimi öldüren katilin kızını nasıl arzulayabilirdim? Salak Efsun'u arzuladığım için öfke yumağına dönmüştüm âdeta. İçimdeki öfkeyle Efsun'un kemiklerini kırmak istercesine onu kollarımda sıkmaya başladım. Ben Efsun'u sıktıkça Efsun acı içinde "Ahhh..." diye cılız ve titreyen sesiyle inliyordu.
Efsun'un inlemeleriyle birlikte vücudumda dolaşan tüm kan hücreleri bir anda sikimin üzerinde toplanarak sikim sertleşmeye başladı. Bütün bunlar kucağımda taşıdığım lânet olası Efsun yüzünden oluyordu. Anlaşılan o ki, salak Efsun'u arzulamamak için aynı anda birkaç fahişeyi sikmem gerekiyordu. Aksi takdirde isteğim dışında kontrolümü kaybedip Efsun'u becerecektim.
Efsun'un odasına vardığımda Efsun'u yatağın üzerine bırakıp geri çekilerek ona bakmaya başladım. Efsun'un dudakları soğuktan mosmor olmuş ve çatlamıştı. Küçük hokka burnu ve yanakları ise kıpkırmızı olmuştu.
Berbat göründüğü hâlde hâlâ da güzel görünüyordu. Alnından yüzüne doğru yol çizmiş kan lekeleri bile onun güzelliğini örtmüyordu. Dün gece onu ittiğim için kafasını yarmıştı ama hak etmişti. Bana ihanet etmemesi gerekiyordu.
"Bir hafta içinde kendisine gelmesini sağla," Önceden ayarladığım doktorla konuştuktan sonra odada daha fazla beklemeden çalışma odama doğru yöneldim.
Çalışma odasına ulaştığımda direk kanepeye uzanarak telefonu elime aldığım gibi Harun'u aramaya başladım. Telefon ilk çalışında açıldığında "Çalışma odama birkaç tane eskort gönder." dedim ve telefonu yüzüne kapattım. Efsun'u aklımdan çıkarmam gerekiyordu.
Sikim Efsun'u arzuladığı için, elimi sikime doğru götürüp sert olacak şekilde sıktım. Aptal Efsun'u istememesi gerekiyordu.
***
Kemiklerimin sızısıyla ağırlaşan göz kapaklarımı açmaya çalıştım ama yorgun gözlerim açılmamak için direniyor gibiydi, fakat uzun uğraşlardan sonra göz kapaklarımı zor da olsa açmayı başardım. Göz kapaklarımı açtığımda başucumda duran birini gördüm. Kim olduğunu seçemiyordum. Gözlerim bulanık görüyordu. Sol kolumda hissettiğim acıyla karşımda duran kişinin doktor ya da hemşire olduğunu anlamam uzun sürmedi; çünkü kolumda bittiğini düşündüğüm serumu çıkarmaya çalışıyordu.
Görüşüm yavaş yavaş netleşirken, nerede olduğumu anlamam ile acı bir tebessüm yüzümde yer edinmişti. Her zamanki odadaydım, cehennemin başladığı ve korkarım ki asla bitmeyeceği oda...
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Naif ve ince bir sesle bana gülümseyerek sordu. Bayanın sorusu karşısında sessiz kalmıştım. Boğazım kuruduğu için cevap veremiyor, boş gözlerle karşımda duran bayana bakıyordum.
Cevap vermeyeceğimi, daha doğrusu veremeyeceğimi anlayınca yüzünde bir gülümsemeyle komodinin üzerindeki suyu alarak bana içirmeye çalıştı.
Su kavrulmuş dudaklarımdan boğazıma doğru ilerlerken boğazım acıyla yanmaya başladı ama kurumuş boğazıma iyi gelmişti.
"Siz dinlenin, ben kocanız Vakas Bey'e uyandığınıza dair haber vereceğim." Sözlerini bitirir bitirmez daha fazla beklemeden odadan çıktı.
Odadan çıkarken, sonradan fark ettiğim inleme sesleriyle birlikte gözlerimden birkaç damla yaş akmıştı bile. Bu muydu benim kocam? Bu muydu benim hayatım? Acımasız ve bana hiç saygı duymayan bir adamla evlenmiştim. Evliliğimize bile saygısı yoktu. Gerçi ben ne bekliyordum ki? Bana saygı duymasını mı?
Benden neden bu kadar nefret ettiğini bile anlamıyordum. Babam kız kardeşini öldürmüş olabilirdi ama benim bir suçum yoktu ve ben bunu hak etmemiştim. Annem, Nalin... İkisi de hayatını kaybetmeyi hak etmedi. Dünya üzerinde değer verdiğim iki insan...
Nalin'i son iki ay da tanımış olabilirdim ama bana çok iyi gelmişti. Nalin sahip olmadığım ablam gibiydi. Nalin için hâlâ vicdan azabı çekiyordum. Acıdan başka bir işe yaramayan kor vicdanım susmuyor ve Nalin'e olanlar yüzünden bana acı veriyordu.
Babamı bilmem ama annem ve Nalin bunu hak etmiş miydi? Hayır, hak etmediler. Tüm olanlar babamın suçuydu.
Babamı asla affetmeyecektim.
Babam yüzünden hayatımdan, gençliğimden olmuştum. Daha yirmi iki yaşında ve gençliğimin en güzel baharındaydım ama hayattan soğumuştum. İki ay bana bir ömür gibi gelmişti. İki ay da bedenen olmasa da ruhen beni öldürmeyi başarmıştı.
Odanın kapısı aniden açıldığında derin düşüncelerimden sıyrılarak içeri giren kişiye baktım. Bir doktor ya da hemşire olduğunu tahmin ettiğim kişiydi. Yüzünde mahcup ve utanmış bir ifade vardı. Bir şey söylemek istiyordu ama söylemedi. Korkudan...
"Ne oldu, kocam gelmedi mi?" Dudaklarımda acı bir tebessüm ile sordum sorumu. Sanırım acımasız adam zevkini kaybetmek istemiyordu. Allah bilir şimdi kaç kişiyle birlikte oluyordur. Birden fazla kişinin inleme sesleri kulağıma geliyordu. Bir tane neyine yetmiyordu ki?
"Efsun Hanım şey... Kocanızın işi olduğu için gelemedi ama gelecek," Yalan söylüyordu. Yan odadan gelen iniltileri ta odama kadar duyabiliyordum. Neyi anlatmaya çalışıyordu ki? Duymadığımı mı sanıyordu?
Söylediklerine bir şey demeden yan dönerek uzandım. Uyumak istiyordum. Madem hayat bana haramdı, ben de hayatımı uyuyarak geçirecektim. Kim bilir, belki de geberip giderdim. Böylelikle bu acımasız dünyadan ve zâlim heriften kurtulurdum.
***
Üç fahişeyi aynı anda becerdikten sonra Efsun'un odasına doğru yöneldim. Bir hafta içinde tamamen iyi olması ve iyileşmesi gerekiyordu. Çünkü Efsun'u annem ile tanıştıracaktım. Annem Efsun'la aşk evliliği yaptığımı sanıyordu ama gerçek öyle değildi. Annem Efsun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu. Annem zamanında yeterince evlat acısı çekerek acı çekmişti. Daha fazlasına gerek yoktu...
Efsun'un odasına vardığımda kapıyı çalma zahmetine bile girmeden içeri daldım. İçeri daldığımda Efsun yattığı yerden sıçramıştı. Ne korkak bir aptal.
"İyi uyudun mu karıcığım?" Alaycı bir ses tonuyla sözlerimi sarf etmiştim. Bunu sadece onu kızdırmak için söylüyordum. Onu kesinlikle karım olarak görmüyordum, o benim için sadece bir oyuncaktı. Ona eziyet etmek ve kardeşimin acısını biraz olsun dindirmek için.
"Konuşmayacak mısın?" Ona doğru ilerlerken söyledim. Efsun sözlerime karşılık tek kelime etmedi, öylece uzanmış vaziyette büyük pencereden gökyüzüne bakıyordu. Daha çok bakardı. Eminim ki, elimden kurtulacağı zamanın hayalini kuruyordu. Ne aptal.
Efsun'un yanına ulaştığımda saçlarını sertçe tuttuğum gibi kehribar rengi gözlerini gözlerime sabitledim. "Özgürlüğü hayal ediyorsan, daha çok hayal edersin! Buradan çıkış yok Efsun! Benden başka çıkış yolun yok!" Yüzüne doğru öfke ile tısladım.
"Bunu o olmayan küçücük beynine sok ve bir hafta içinde iyileşmeye bak! Mükemmel bir eş olmak için iyi olman lazım." Sözlerimi sertçe söyledikten sonra saçlarını bırakıp odadan çıktım. Annem ile tanışacağı için mükemmel eş rolünü oynaması gerekiyordu. Aksi hâlde elimde kalacaktı.