Akşama kadar odanın içinde ne varsa kontrol etmiştim. Dolapların kadın kıyafetleriyle dolu olduğunu görünce sorgulamadan banyoya girip duş almıştım. Tutsak olsam da pis dolaşamazdım. Banyomda jakuzi vardı. İçinde keyif yaparken buranın Kutay’ın evi değil de spa merkezi olduğunu hayal etmiştim ama gerçekler buna engel oluyordu. Banyodan çıktıktan sonra dolapta bulduğum eşofmanları giyip yatağa uzanmıştım. Telefon, bilgisayar yoktu. Üstelik, kitap falan da yoktu.
Sıkıntıdan ölmek üzereydim. Üstüne üslük acıkmıştım da. Pencereden dışarıyı izlerken Kutay’ın geldiğini gördüm. Bakışları, anında benimle buluşunca hırsla perdeyi kapattım. Yüzünü dahi görmek istemiyordum. Özgürlüğümü elimden alan bu adamın benim üzerimde hiçbir hakkı yoktu. Yatağın üzerine oturup odaya gelmesini bekledim ama gelmedi.
Neden gelmediğini sorgularken kapının anahtarı çevrilip içeriye bir kadın girdi. Bu evde çalışan kadınlardan biri olduğu belliydi. Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Orta yaşlı ve çok tatlı bir kadına benziyordu. “Belemir Hanım, aşağıda masa hazır. Kutay Bey, sizi masaya bekliyor,” dedi.
Kaşlarımı çattım. Beyefendiye bak ya! Ayağına çağırıyordu.
“Söyle patronuna, ben onunla yemek yemem!” diye bağırdım.
Duyması için sesimin ayarını yükseltmiştim. Kadın, şaşkınca bana bakıp “Belemir Hanım, Kutay Bey çok sinirli isterseniz onu daha fazla kızdırmayın. Beni takip edin, lütfen!” dedi. Sinirliyse sinirliydi. Umurumda değildi.
Kafamı iki yana salladım. “İstemediğimi ilet,” deyip kapıyı gösterdim. Aslında, bu kadar saygısız bir kız değildim. Kadın, odadan çıkınca aşağıdan tabak kırılma sesi geldi. Korksam da kendimi dizginlemeye çalıştım.
Onun ayak seslerini duyarken kalbim ağzımda atıyordu. Çok geçmeden odaya pat diye girdi. Gözlerinden ateşler fışkırıyordu. Üzerine giydiği gömlek, patlayacak gibi görünüyordu.
“Aşağıya neden gelmiyorsun?” diye sordu.
Dişlerinin arasından sorduğu soruya karşılık ben yatağa oturup bacak bacak üzerine attım. Kutay, hareketlerimi izlerken gittikçe daha fazla sinirlendiğini fark ediyordum.
“Belemir, sabrımı zorlama!” diye bağırdı. Ayağa kalkıp karşısına dikildim. “Bırak da gideyim, o zaman,” dedim.
Söylediğimi duymamış gibi davranıp “Aşağıya inip yemeğini ye. Masada ben olmayacağım,” dedi.
Göğsüne vurdum. “Sana ne dediğimi duymadın mı?” diye sordum.
Göğsüne vuruşlarıma devam ettim. Kollarımdan tutup bedenlerimizi birbirine yasladı. Bütün uzuvlarını hissediyordum.
“Belemir,” dedi. Sesindeki tını, korkunçtu.
“Sadece bana ayak uydursan olmaz mı? Neden zorluk çıkartıyorsun?” diye sordu.
Soruların mantıksızlığıyla debelenmeye başladım. Beni ne zannediyordu? Yoksa beni kullandığı Barbie bebeklerden mi sanmıştı?
“Amacın ne bilmiyorum fakat ben senin geceleri yatıp kalktığın kadın değilim ve asla da olmam!” diye belirttim.
Kutay “Amacım o değil, zaten!” dedi. O zaman, amacı neydi? Beynimdeki soru işaretlerinin sayısı artarken Kutay hiçbirini cevaplandırmıyordu.
“Daha ne istiyorsun, benden?” diye sordu.
Cevap vermeyip “Yemeğini ye,” deyip odadan çıktı. Sinirle kendimi yatağa attım. Eğer biraz daha burada kalırsam kafayı yiyecektim. Telefonumu bulup buradan gitmem gerekiyordu. Kesin, odasındadır. Odadan çıkıp normal davranırsam şüphelenmeyebilirdi.
Merdivenleri indikten sonra beni geniş bir salon karşıladı. Salonda iki tane koltuk takımı vardı. Gri ve modern koltuk takımının karşısında kocaman bir televizyon varken siyah koltuk takımı doğrudan bahçeye bakıyordu. Yemek masasının tam karşısında da bar vardı. Barda bir sürü içki çeşidi vardı. Geniş ve uzun yemek masasına geçip oturdum. Tabağıma bir şeyler koyup yemeğe başladım.
Ben, yemeğimi yerken “Uslu bir kız olmaya mı karar verdin?” diye soran Kutay ile kafamı tabaktan kaldırdım.
Bardan kendine viski doldurdu. Kalçasını, bar tezgahına yaslayıp yudumlaya başladı. Ben de yemeğimi yemeye devam ettim. Onun gözlerinin ben de olduğunun farkındaydım. Neden bu kadar dikkatli bakıyordu?
Dün arabada da böyle dikkatli bakmıştı, bana. “Tek mi yaşıyorsun?” diye sordum. Kafasını iki yana salladı. “Seninle yaşıyorum,” dedi.
Beni önceden tanısa bana aşık olduğunu falan zannederdim ama ilk kez birbirimizi daha yeni görmüştük. Diğer türlüsü de ancak Dreame kitaplarında falan olurdu.
“Senden önce tek yaşıyordum,” dedi. Kafamı salladım.
Yemeğim bitince “Bana evi gezdir,” dedim. Şaşkınca bana bakarken benim amacımı anlamadığı belliydi. Evin canı cehennemeydi. Tek derdim, telefonu bulup Aden’i ya da polisi aramaktı.
Kutay, elindeki bardağı bırakıp kafasını salladı. Önce bahçeye çıktık. Bahçede bir sürü koruma vardı. Bizi gördüklerinde başlarını öne eğdiler. Hatta yakınımızda olanlar gitmişti. Kocaman bir havuz vardı. Havuzun da tam yanında bir çardak vardı. Çardağın açılıp kapandığı buradan belli oluyordu. Daha sonra mutfağa gittik. Mutfaktaki çalışanların çokluğuyla şaşırdım.
“Buyurun, Kutay Bey,” dedi sarışın bir kız.
Kutay “Evi geziyoruz. Siz, işinize bakın,” dedi.
Hepsi şaşırsa da bir şey demeyip öylece bize baktılar. Mutfağa adeta aşık olmuştum. Beyaz ve kırmızı döşenmişti. Mutfaktan çıkınca beni üst kata çıkarttı.
“Bu katta senin odan ve misafir odaları var,” dediğinde üst katı gösterdim. “Orada ne var?” diye sordum.
“Odam ve çalışma odam var,” dedi. Kesinlikle çalışma odasındaydı.
“Oraları da görmek istiyorum,” dememle kafasını salladı. Üst kata çıktığımızda her yerin siyah olmasını beklerken beyaz mobilyalarla şaşırmıştım. Benim şaşkınlığımı anlamış olmalı ki “Ying Yang’ı biliyor musun, Belemir?” diye sordu. Kafamı salladım. İçinde, bir yerlerde beyazın olduğuna inanıyordu.
Odası, bana verdiği odanın iki katıydı. Yatağının karşısında kocaman bir televizyon vardı. Bir köşede de spor aletleri ve kum torbası vardı. Vücudunu bunlara borçlu olmalıydı. Odasının içinden üç tane kapı açılıyordu. Birincisine girdiğimizde kıyafetlerini gördüm. Bir taraf sadece takım elbiseleriyle doluydu. Eşofmanlar, kot pantolonları, kemerler… Hepsi de son derece pahalı eşyalardı. Giyinme odasının diğer tarafının boş olduğunu görünce “Neden boş?” diye sordum.
Cevap vermeyip dışarı çıktı. Ben de arkasından çıkınca diğer kapıdan girdik. Kocaman bir banyo karşıladı, bizi. Banyonun ortasında bir jakuzi vardı. Benim odamda da jakuzi olsa da burası daha güzeldi. Ayrıca duş kabini de bulunuyordu. Bir köşede de kozmetik ürünleri vardı. Bakımlı olduğu belliydi.
Buradan çıkınca çalışma odasına geldik. Üç duvarı kaplayan kitaplık vardı. Fransız balkonun tam önünde bir çalışma masası da bulunuyordu. Telefonum buralarda bir yerde olmalıydı. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken aklıma gelen şeyle sırıttım. Üst raflardan birinden kitap alıyor gibi yapıp kitaplığın yanında bulunan tabureye çıktım. Kendimi bilerek yere atmamla inledim.
Bileğimi tutup “Acıyor,” dedim, yalandan.
Kutay, telaşla diz çöküp bileğime dokundu. Dokunmasıyla acıdığını düşünsün diye “Dokunma,” dedim.
Bileğimi kontrol ederken “Bekle, burada. Aşağıdan krem alıp geliyorum,” deyip odadan çıktı. Çıkmasıyla ayağa kalkıp masanın çekmecelerini karıştırmaya başladım ama hiçbir şey bulamadım. Son çekmeceyi ararken ensemde bir nefes hissettim.
Bu kadar çabuk gelmesi normal miydi? Ben, donup kalırken dudaklarını, kulağıma götürdü. “Bunu mu arıyorsun?” deyip elindeki telefonu bana gösterdi. Nasıl anlamıştı? Ben, hâlâ ona arkam dönük dururken kendine çevirdi. “Amacının ne olduğunu başından beri biliyorum, Belemir,” dedi.
Bu kadar zeki olmasına şaşırmıştım. Cevapsız ona bakarken “Sen, beni salak mı sandın?” diye kükremesiyle irkilsem de dişlerimin arasından “Bağırma, karşında çalışanın yok! Bana, başka yol bırakmadın!” dedim. Kolumdan sertçe tutup “Uslu durmanı söylemiştim, Belemir. Sana güvenene kadar telefonunu asla alamayacaksın,” dedi.
Bu haksızlıktı. Beni burada tutmaya asla gücü yetmezdi.
Ona yaklaşıp “En kısa zamanda senden kurtulacağım,” dememle soğukça güldü.
“Baban Ömer, seni bir şeylere zorlasa da onun cansız bedenini görmek istemezsin, değil mi? Veya annenin,” demesiyle başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Beni ailemle tehdit ediyordu.
Ağzımdan sadece “Senden nefret ediyorum,” sözleri çıktı.