Bir boşluk düşünün; geceden, en büyük korkularınızdan daha karanlık. Ucu bucağı olmayan bir karanlık... Gözleriniz açık mı kapalı mı bilmiyorsunuz. Boşluktan başka hiçbir şey görmüyorsunuz.
Soğuk. Teninizi ısıran binlerce minik ağız... Her yerinizde bir batma hissi. Bu ısırıklar ve batma hissi dışında bedeninizin hiçbir şey hissetmediğini düşünün. Konum kavramını yitirmiş olduğunuzu...
Yatıyor musunuz?
Ayakta mısınız?
Yüzüstü müsünüz?
Baş aşağıya mısınız?
Bedeninizin konumu hakkında hiçbir şey bilmediğinizi düşünün.
Nefes alıp almadığınızı... İhtiyaç duymuyorsunuz ama nefes almanız gerektiğini biliyorsunuz. Yaşayacağınız karmaşayı düşünün. Zihninizde, ruhunuzda...
Ölümü...
Öldüğünüzü...
Ruhunuzun bedeninizden bihaber olduğunu...
Neler hissederdiniz? Acı? Korku? İnkâr? Ne hissedeceğimi bile bilmiyordum. Zifiri karanlık vardı etrafımda, zihnimde, ruhumda... İşte ben, o boşluğun içinde yuvarlanıyordum. Gözlerimi aralasam uzanabileceğim bir mesafeydi oysaki her şey. Ama yapmadım. Herkes gibi bende yumdum gözlerimi sıkıca gerçeğe.
Karanlığa gömmüşlerdi beni. Sarmışlardı beni yalanın kefenine. Susmuştum sormak yerine, sessiz kalmıştım gidenlere. Gönderilenlere...
Yalanlar sarmıştı dört bir yanımı. Bir hikaye anlatmışlardı bana; bize. İnanmıştık o yalana. Yaşamak için feragat ettiğimiz şeylerden biriydi gerçekler. Sorgulamamıştık. Hala yaşıyor muyum? Evet! O zaman sorun yoktu. Devam ediyordu hayat, gidenlerden bize neydi ki? Kaybedecek ne bir annem ne de babam vardı. Kardeşim bile yoktu ki. Ben kimsesizdim. Durun! En iyisi anlatmak değil mi?
Bize anlatılan yalanı size de anlatayım. Olduğu gibi. Hiçbir şey değiştirmeden. Ama önce biraz kendimi tanıtayım.
Ben Angelina Ross, ailesini tanımayan ve ona hiçbir insani hak tanınmayan bir avamım.
Gözümü, karanlıklar ve bilinmezlikler dünyasına açtığımda yazılmıştı benim kaderim. Birçoğunun umudu, bazılarının kehaneti, kimilerinin de korkusuydum.
* * * * *
Yaşamımı adı Horus olan ve bulutların ardında, yeryüzünden tahminen 80-90 kilometre yüksekte, atmosferin mezosfer ve termosfer katmanları arasında, sınırları belli bir mekanik dünyada sürdürüyorum. Horus; havada kalmak için güneş enerjisini kullanan, oksijen ve besin için iklimi, bitki örtüsü, sınırlı sayıda hayvanı olan bir dünya.
Burada insanlar üç tabaka halinde yaşıyor. NULL Üyeleri, Horus Meclis Üyeleri ve Avamlar. Bende bir avamım. Üst tabaka üyeler için çalışan alt sınıftan biriyim sadece. Daha çok küçükken bir ailem olmadığı için tek yön bilete sahip olmuştum avamlık için. Hiç kimsem yoktu, beni bebekken büyüten aileyi bile tanımıyordum. Bir tek Sam vardı benim için. Sam Lee Morris. O bir avam değildi, büyüyünce meclise katılacak bir konumdaydı.
Kast sistemine göre Sam'in benimle arkadaşlık kurması, beni sevmesi hor görülüyordu. Bunu gizli gizli değil de herkesin gözüne soka soka yaptığı için belki de tepkiyle karşılanıyorduk. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Sam benden vazgeçmemişti. Sam benim sahip olduğum ve sahip olabileceğim en önemli şeydi.
* * * * *
Gelelim bana anlatılan en büyük yalana. Dünyamıza ne olduğu gerçeğine. Bu hikayeyi ilk duyduğumda altı yaşındaydım. Sam'in babası Bay Morris, Teknoloji Geliştirme, Tasarım ve Uygulama adlı dersinde büyük bir heyecanla anlatmıştı bu hikayeyi.
'' Çocuklar, elinizdeki devreleri bırakın ve beni dinleyin! Atalarımızın ve liderlerimizin yani NULL'un üyelerinin kuşaktan kuşağa bize anlattığı bir efsaneyi anlatacağım sizlere.
Yüzyıllar önce, neredeyse altı asır önce dünya bir tür meteor yağmuruna maruz kalmış. İnsanlar hastalanmaya ve ölmeye başlamış bu meteor yağmurlarının verdiği tahribat sonucunda. Ölüm kokarken her bir taraf; bilim insanlarını bünyesinde toplayan NULL o zamanın şartlarında, hastalığın tedavisi ve hastalıktan korunmak için çalışmalara başlamış.
Tek çare dünyadan ayrılmak; yeryüzünden yüksekte, BULUTLARIN ARDINDA yaşamakmış. Çünkü dünya yaşanılmaz bir hal almış.
Sağlıklı olan insanlar her köyden, her ülkeden ve her kıtadan toplanıp testlerden geçirilmiş ve hastalık geni yani ölümcül gen bulundurmayanları toplayıp Horus adını verdikleri gemiye yerleştirmişler. Yani gözlerimi açtığım ve otuz altı yıllık hayatımın geçtiği bu gemiye.
NULL'un gemisi Horus havalanmış ve güneşi takip ederek Bulutların Ardında sonsuz bir döngü halinde dünyanın ekseninde dönmeye başlamış. Şu anda da olduğu gibi.
Birkaç yüzyıl sonra gençlerden birkaçı onların deyimiyle ' hastalanmaya ' başlayınca ölü gezegene; dünyaya gönderilmiş. Son verdiklerini düşünürlerken bu hastalığa, nesilden nesile bir şekilde geçmiş ve tekrar etmiş. Sağlıklı insanlarda bile sonraları ortaya çıkan hastalık geni yani ölümcül gen bulunmuş ve bu genelde on sekiz yaşını geçen insanlarda fark edilmiş.
Ve her genç artık on sekiz yaşına geldiğinde testlere tabi tutulmuş ve ölümcül gen taşıyanlar dünyaya gönderilmiş. Gidenlerin dönmediği bir sürgüne... ''
* * * * *
Horus Halkı beş farklı gruptan oluşan bir kast sistemine sahipti.
Null Üyeleri bu kast sisteminin en tepesinde bulunan, beyazlar içindeki güruh idi.
Meclis Üyeleri ise bir alt kademe olmalarına rağmen genel olarak yönetim ve idari işlerde en önde gelen kırmızı yakalılardı.
Şahinler lacivert yakalıklarıyla Horus’un ve değerli halkının korumasını üstlenen gizliden gizliye yönetime el atmak isteyen, sistemin üçüncü tabakasıydı.
Horus halkı ise ne yönetimle, ne idareyle ne de korumayla bağı olan; geçimlerini sağlamak için Horus adına olan görevlerde çalışan, vergi niyetine emek veren halktı. Yeşil yakalıklarıyla sistemin son özgür tabakasıydı.
Avamlar ise bu kast sisteminin en alt tabanını oluşturuyordu. Siyah yakalıkları bir tür kara bahtları olduğunun göstergesiydi. Yaşamak için feragat ettiği bir sürü hakları vardı. Daha doğrusu hakları yoktu. Horus halkından bir aile seçim gününde onları sahiplenir ve onların hizmetinde köle gibi çalışırlardı. Efendilerinin hizmetlerini yaparlarken aynı zamanda da Horus’un fabrikalarında çalışmaları da gerekmekteydi.
Avamların da kendi içimde bir kast sistemi vardı. En kötü durumda olanları dibinde dibi olan Öksüzler idi. Hor görülen, aşağılanan sistemin karanlık yüzü. Gayri meşru çocukların oluşturduğu karanlık topluluk. Genelde hiçbir aile onları sahiplenmek istemez ömür boyu Horus’un fabrikalarında karın tokluğuna çalışırlardı.
Angelina ise bu sistemin en altındaydı. Avamların Öksüzlerindendi. Şansına onun sahiplenen biri olmuştu. Bayan McKennit. Onu sahiplenmiş ve ona yuva diyebileceği bir alan sunmuştu.
Angelina’nın bilmediği bir sürü gerçek vardı. O öksüz değildi.
O Horus’ta bile doğmamıştı. Dünya’dan bir transporter gemisiyle bir fanusun içinde Horus’a gelmişti.
Aile bildiği Bayan McKennit Meclis görevinden istifa etmiş biri değildi. Onu gözlemlemek için gönüllü olan bir bilim insanıydı sadece.
Aşık olduğu ve yaşamını adadığı Sam. Doğrusu Sam de ona aşıktı. Belki de Horus’ta sahip olduğu tek aile. Tek saf sevgi buydu. Ta ki Sam Horus’un planlarını öğrenip onlara karşı gelene kadar. Bu karşı geliş onu ölüm cezasına çarptırmıştı. Dünya’ya –ölü gezegene- dönüşü olmayan bir bilet almıştı ve bu gidiş Lina’sından onu ayıracak ailem dediği kişilerden kalan ömründe nefret etmesini sağlayacaktı.
Ama Lina’sının onu ne kadar sevdiğinden haberi dahi yoktu Sam’in. Horus’un ve Null’un planlarını altüst edecek ve tüm yalanları ortaya çıkarıp hayatının bir oyundan ibaret olduğunu öğrenecekti Angelina.
* * * * *
Caleb, ekibinden ayrı düşmüş tek başına hayatta kalmaya çalışan biriydi sadece. Tek amacı en kısa zamanda aile bildiği insan ve uzaylı dostlarını bulmak ve mutantlardan olabildiğince sakınmaktı. Hatta mümkün ise onlarla karşılaşmak bile istemiyordu.
Ama merakına yenik düşüp kendini bir çıkmazın içine sokmuştu. Çok da uzak olmayan bir yere düşen meteor ilgisini çekmiş ve ekibinden ayrılmıştı. Onu bulduğunda gördüğü manzara göz korkutucuydu. Her yer mutant kaynıyordu. Kurtuluşunun olmadığını biliyordu. Ta ki mutantlar birden iki yana ayrılıp Caleb’e kızı alması için izin verene kadar.
Bu bir ilkti. Genelde mutantlar buldukları her canlıyı paramparça edip organ parçalarıyla banyo etmek isterlerdi. Şimdi bu kız onlar için ne kadar değerliydi de Caleb’e onu kurtarması için izin vermişlerdi? Hem neden bunu yapmışlardı? Üstelik mutantların düşünebilme kabiliyeti yoktu, yoktu değil mi?
* * * * *
+18 SAHNELER İÇERİR !