* * * * * GEÇMİŞ * * * * *
Hayat sizin isteklerinize göre şekillenmez. Hayat sizi, size verdikleriyle şekillendirir. Bir kalıba sokar sizi ve ısısı sürekli artan bir fırına koyar. Isı; sıkıntılardır, toplumsal normlardır. Siz kabarıp patlayıncaya dek ya da içinize çökünceye kadar devam eder ısının artması. Bana olan da tam olarak bu değil miydi?
Horus doğduğum yer miydi bilmiyorum ama kesinlikle büyüdüğüm yerdi. Ailem var mıydı bilmiyordum, annem, babam, kardeşlerim... Kesinlikle anne ve babam vardı, bir şekilde dünyaya geldiğime göre...
Beni büyüten insanları da tanımıyordum. Her insan gibi benim de bebeklik evrem olmuştur. Bakıma muhtaçtım yani bir zamanlar. Bana kim bakmış, beni kim büyütmüşse onları bile tanımıyordum. Bu hakkı bana vermemişlerdi.
Komutları anlamaya başladığımda avamlık için eğitilmeye uygun gözükmüştüm. Temel beceri ve dersler, özgün yeteneklerin geliştirilmesi ve ardından hizmet edeceğimiz ailenin bizi seçmesi. Her konuda şansız olan ben, beni seçen efendim sayesinde bir umut ışığı görmüştüm. Bayan McKennit beni seçtiği zaman anne sevgisini tatmamış olan benim, koruyucu bir öğretmen edasıyla bu boşluğun verdiği sızımı az da olsa hafifletmişti.
Her avam gibi sabahları efendimden erken kalkmam için bileğimdeki bileklikten vücuduma verilen elektrikle uyanıyor ve taze sebze ve meyvelerle kahvaltısını hazırlıyordum. Şanslıydım çünkü eşi ve çocuğu olmayan Bayan McKennit'in konumu sayesinde kendine ait bir serası ve minik bir de çiftliği vardı. Toprağa aşık olduğumu efendimin beni avamlık merkezinden alıp kendi yaşadığı yere götürmesinin ardından bana görevlerimi saydığı sırada anlamıştım.
Temizlik, yemek, dikiş ve bildiğim diğer işler gözüme önemsiz gelmişti o an. Küçükken verilen derslerden birinde geçen Nuh Peygamber olayındaki gibi bazı hayvanlardan bir dişi bir erkek olmak üzere iki tane hayvanı vardı Bayan McKennit'in. Tabi otçul olanlardan vardı sadece –keçi, koyun, inek, tavuk-. Kitaplarda geçen diğer türler Horus'ta yoktu. Dünya da yaşanılmaz bir hal aldığında göre... Dediğim gibi şanslıydım. Belki de yaşayan son canlı türlerini görmüştüm, o zamanlar bundan emin değildim.
Belki Horus'ta NULL Üyelerinin ve Horus Meclis Üyelerinin yaşadığı blokta daha fazla canlı türü vardı. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Benim gibi bir avamın, özellikle de öksüz kategorisindeki bir avamın o bloğa geçmesi suçunun cezası ölümdü.
Bayan McKennit görevinden istifa etmeden önce NULL'de çalışan üst kademe insanlardan biriymiş ama sonra avam ve basit insanların yaşadığı blokta yaşamak için tüm haklarından vazgeçmiş. Sanırım gelirken hayvanlarını da yanında getirmişti. Onun geçmişi hakkında öğrenebildiklerim bu kadardı.
Her neyse. Bayan McKennit fazla konuşmayan, bakışlarıyla sizi azarlayan bir kadındı. Ben bakışlarından ne istediğini anlıyordum en azından. Biz avamların sadece efendilerimize karşı sorumluluğu yoktu. Efendimizin ihtiyaçları ve genel temizlik ve hazırlıkla ilgilendikten sonra –ki ben fazladan bahçe ve hayvanlarla da ilgileniyordum ve bundan kesinlikle şikayetçi değildim- fabrikalarda çalışmamız gerekiyordu Horus adına. Yaşamak için kendimizden fedakarlık ediyorduk.
Şükretmeliydim ama, ölü gezegende ölüme mahkum olmaktansa hizmet ederek yaşamak bir nimet olarak gözükmeliydi bizim için. Bize böyle öğretmişlerdi en azından. Belli saatler arası fabrikada çalışıyor öğle arası dedikleri ama yemek yerine bizi tok tutması için verilen gıda takviyesi adı altında ilaçlarla hayatımı sürdürüyordum. Ta ki o güne kadar.
Bir sabah farklı bir şekilde uyandırıldığımda kolumdaki bilekliğin bozulmuş olduğunu sonradan öğrenecektim. Uyanamamıştım. Bilekliğimden sinyal alamayan Şahinler –Horus'un gardiyanları- seranın yanındaki avamlar için inşa edilmiş kulübemi basmışlardı. Bilekliğim bozuk olduğu için elektrik verilmemişti ya vücuduma? Aman düzenim şaşar diye ellerindeki şok cihazlarıyla birkaç kat daha fazla elektriğe tutmuşlardı beni. Nasıl olduysa kasılmalarım arasında çığlık mı attım ne yaptım emin değilim ama biri onları durdurmuştu.
Yani en azından ben öyle sanıyorum. Çünkü uyandığımda kendimi Bayan McKennit'in yatağında ve kolumdaki bileklikle uğraşan biriyle aynı odada bulmuştum. O gün Sam ile tanışmış ve ona o an aşık olmuştum. Uyandığımın farkında mıydı değil miydi bilmiyorum ama o bilekliğimle uğraşırken; ben, kısılan gözleri ve sık sık diliyle dudaklarını yalamasını izlemiştim. Alnına dökülen ve kaşlarını okşayan saçlarının her bir teline hayran hayran bakmıştım. Adını çok sonra öğreneceğim Sam işini bitirdiğinde bana dikkatle bakmış ve en sonunda gülümseyip eliyle yanağımı okşamıştı. Bu kadardı. O gün hayatımda olup olabilecek en güzel şey olmuştu. –her ne kadar bir evi iki gün aydınlatacak kadar elektrik yemiş olsam da- Aşık olmuştum. Bana gösterdiği şefkat karşında ona aşık olmuştum. Onu tanımadan.
Bayan McKennit teknik arızanın sistemden kaynaklandığını ve benim bir suçum olmadığını kanıtladığında yaptıkları hatanın telafisi olarak öğle yemeği yiyebilme hakkı kazanmıştım. Belki de tarihte ilk defa düşük rütbeli bir avam bu hakkı kazanmıştı. Kast sistemi her ne kadar üçe ayrılsa da –en tepede NULL üyeleri sonra Horus Meclis Üyeleri ve en altta da Horus halkı olarak bilinen ama Avamlarla teknik olarak eşit gözükse de aslında bir üstü sayılacak normal halk olan Horus insanları vardı. Şahinler Horus halkından seçilir, biz avamlar ise sadece artık işlerle uğraşırdık. Avamların da kendi içinde bir kast sistemi vardı.
En altta -ben- öksüzler, bir üstte kuşak boyu avam olanlar, en üstte ise diğer kast sisteminden avamlığa sürgün edilenler ya da haklarından vazgeçenler. Ben dibinde dibinden bir üste geçmeye hak kazanmış ilk avamdım. Bana tanılan bu hak sayesinde ilk öğle molamda tek başıma bir köşede yemek yerken Sam gelip karşıma oturmuş ve tüm o hor görmelerin, aşağılanmaların beni ezmesine izin vermemişti.
Benimle dalga geçebileceği biri olduğum ya da biz en alttaki avamların bazı haklar kazanmak için kendilerini Sam gibi birilerine satması gibi bir durum yoktu ortada. Sam'in konumu gereği gözünün teğet geçtiği noktalarda bile gözükmemem gerekiyordu. O Horus Meclis Üyelerinden Lee ve Morris çiftinin biricik oğluydu. Ve o ola ola bana aşık olmuştu.
Tabi bu bundan iki yıl önce olan bir olaydı. Daha ben on beş Sam on altı yaşlarındayken. Sam ile tüm o hor görülmelerime rağmen hala birlikteydik. En azından kendimizi kabul ettirmiştik. Öğle araları dışında bizi görmedikleri için. Horus'ta herkes beyaz kıyafetler giyerdi. İstisnasız herkes. Konumlarımızı belli eden tek şey avamların yakalarının siyah, Meclis Üyelerinin kırmızı, Horus Halkının yeşil, Şahinlerin lacivert renkli olmasıydı. Kast sisteminin hangi konumunda olduğunu anlamak için yakadaki renge bakmak yeterli. Sadece NULL Üyeleri saf beyaz giyinirlerdi. Üstün olduklarını kanıtlama şekliydi belki de. Bakın, biz safız! Yaka renklerimiz dışında tamamen aynıydık aslında. İnsandık. Peki neden böyle bir ayrım vardı?
Her neyse, Sam. İlk ve tek aşkım. Sam ile bir süre sadece öğle araları görüşme fırsatı bulmuştuk. Geri kalan işlerimin sorumluluğu yüzünden onunla yemekhane dışında görüşememiştim. Bir gece yarısı ben işlerimi bitirmiş, Bayan McKennit çoktan uyumuşken kulübeme geçip beyaz geceliğimi giyerken adımı seslenmişti.
''Lina, orada mısın? Uyudun mu?'' Önce korkmuştum ve hızla üstümü giyinmiştim. Sonra şaşkın bir şekilde kapımı açmıştım. Sam beyaz kıyafeti içinde tüm yakışıklılığıyla karşımdaydı ve gülümseyerek bana bakıyordu.
''Sam burada ne işin var? Şahinler görebilir.'' Kafamı Sam'in yanından uzatıp etrafı kolaçan etmiştim. Sam bunu umursamayıp omuzlarımdan tutarak beni doğrultmuş ve ardından sıkıca bana sarılmıştı. Sonra da kalbimi heyecanla çaptıran o sözleri söylemişti.
''Sana gerçekten sarılmak hayalimdekinden kat be kat daha güzelmiş.''
* * * * * * ŞU AN * * * * *
'' Oradan çekil Lina! '' Sam'in endişeli bir şekilde bana seslenmesiyle anılarımdan ve aklımda dönüp duran düşüncelerimden sıyrıldım. Bloğumuzun sınırında kör noktadaydık. Sam bu yeri birkaç yıl önce keşfetmiş ve ikimizin yuvası olmuştu. Çok güzeldi burası. Sınırdı. Bir adım atsam düşerdim. Kalkanın etrafa yaydığı mor-mavi arası loş ışığı dışında karanlıktı burası.
'' Çok yüksek değil mi? '' diye bağırdım sesimi duyabilmesi için. Rüzgar Horus'un - burası hariç - her yerinde aynıyken burada çok daha şiddetliydi. Farklıydı.
'' Evet, baya bir yüksek ve beni korkutan da bu! '' Bağırarak verdiği cevap gülümsememe sebep oldu. Buraya aşık olma sebebim onu korkutmuştu. Ben bu karanlığa ve yüksekliğe bağımlıydım. Bana hissettirdiklerine...
'' İşte, benim dediğimde bu! Sana itaatkarlıktan başka şeyler hissettiriyor. Özgürlük gibi! '' dediğimde göz devirdiğini göremesem de tahmin edebiliyordum. Onu kendimden de iyi tanıyordum.
'' Bana tek hissettirdiği ölüm korkusu! Şimdi Lina, yalvarırım çekil oradan. Sınırdan çok uzaktasın. '' diyerek bana bir adım atan Sam'e baktım. Gülümsedim ve kollarımı iki yana açıp rüzgarı iliklerimde hissetmeye çalıştım. Rüzgarla birlikte beyaz elbisemin etekleri, gecenin karanlığına inat savruluyordu. Yeryüzünden fersahlarca yükseklikteydik ve rüzgar bedenimi sarıp sarmalıyor, öne doğru itiyordu sanki cesaretlendirmek istercesine.
'' Yapma ama Sam! En kötüsü buradan düşüp; daha önce hiçbirimizin görmediği zeminle öpüşmem olur. '' dedim kıkırdamama mani olamayıp.
'' Sana komik gelebilir ama ölmek o kadar da basit bir şey değil. Lütfen Lina! Sana yalvarırım geri çekil. En ufak bir manevrada düşebilirsin. '' diye yalvaran sesi kulağıma dolan Sam'e çevirdim bakışlarımı. Bana iyice yaklaşmış kırmızı çizgiyi çoktan geçmişti. Aramızda bir kol mesafesi vardı.
'' Sam? Niye hep güneşi takip ettiğimizi biliyor musun? '' diye sordum, yavaşça zeminde ona doğru dönerken. Çıplak ayaklarımın altındaki metalle tenim, aynı ısıya kavuştukları için metalin soğukluğunu hissetmiyordu artık. Sürekli güneşi takip ediyorduk ama geceye de ihtiyacımız olduğu için kalkan sayesinde bu işlevi yerine getiriyordu Horus.
Sam'in çekik gözleri bir bana bir de arkama kayarken kafasını hızla salladı.
'' Çünkü şehrin havada kalması için güneş enerjisine ihtiyacı var. Tabi oksijen üretebilmesi için bitkilerin de güneş ışınlarına ihtiyacı var. Lütfen Lina, çok kenardasın. '' Hızlı hızlı konuştuğunda elini tutmam için bana uzattı. Bakışlarımı yüzünde gezdirip endişesini iliklerimde hissederken kafamı yavaşça salladım.
'' Sam, sence yarın kimler gidecek? '' diye sordum elimi ona uzatarak. Elimden sıkıca tutup beni kendine çekti ve bedenimi bedenine yasladı. Kollarını vücuduma sararken bende kollarımı beline doladım ve kafamı boyun girintisine gömdüm.
'' Bilmiyorum Lina, ama sen gitmeyeceksin bana güven. Buna izin vermem. ''
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
'' Cindy Gibbs, İmanuel Turner, Deniz Pekdemir, Bernard İvanov, Umdu Hücana, Hayal Şen, Alp Şen, Klaus Wood, Amy Russels, Melanie Parker, İan Powell, Gillian Meadwoods ve son olarak da Sam Lee Morris! ''
Sam Lee Morris.
Sam Lee Morris.
Sam Lee Morris.
'' Hayır! '' diye bir çığlık çınlatırken kulaklarımı adımlarımı çoktan Sam'e çevirmiştim. Sam kafasını eğmiş, bakışlarını bir noktada sabitlemişti. Omuzları çökmüş, sanki adı söylendiğinden beri burada değilmiş gibiydi.
'' Olamaz! Sam olamaz! Hayır! '' haykırışlar ardı ardına kulak zarımı patlatmak istercesine dolduruyordu kulaklarımı. Sam'e ulaştığımda önüme geçen iki bedene baktım. Sam'in anne ve babası görevleri gereği tecrit edilen kişiye ulaşılmasını engelliyorlardı.
'' Hayır! Gidemez! '' Annesinin gözleri dolu dolu bana bakarken boğazım acımaya başlamıştı. O zaman anladım haykıranın ben olduğumu.
'' Sam! '' diye haykırıp annesiyle babasının oluşturduğu etten duvarı geçmeye çalıştım.
'' O sizin oğlunuz! Bir şeyler yapın! Gitmesine öylece izin mi vereceksiniz? Ne olur! Siz meclistensiniz! Bir şeyler yapın! '' dedim boğuk çıkan sesimle. Gözyaşlarım yanaklarımdan kendilerine yol çizerken Sam sonunda başını kaldırmış ve hiçbir duygu barındırmayan çekik gözlerini gözlerime sabitlemişti.
''Sorun yok Lina!'' derken sesi benim aksime güçlü çıkıyordu.
'' Sam senden başka kimsem yok! Ne olur, bir hata olmalı! Testler bir daha yapılsın! '' derken Sam'in babasının göğsüne vuruyordum yumruk yaptığım ellerimle.
'' Lina lütfen, hücrene git! Lütfen daha fazla zorlaştırma. '' Bayan Lee'ye bakarken dediklerini duyuyordum ama beynim algılamıyordu.
'' Ona veda etmeliyim! İzin verin lütfen. Sam'e son kez sarılayım! '' dizlerimin üstüne çöküp Bayan Lee ve Bay Morris'e yalvarırken istediğim sadece beş dakikaydı.
'' İzin verilmiştir! '' arkamdan gelen sesle kafamı geriye çevirdim ayağa kalkarken. Meclis başkanı Bay Walker, beyaz elbisesinin verdiği tüm asaletiyle bana bakıyordu. Gözlerim şaşkınlıkla irileşmiş vaziyette ona bakarken; gözlerimi burada açtığım ilk andan itibaren, bana bir hiçmişim gibi davranan insanların şimdi etrafımı sarmış olduğunu gördüm.
Etten duvar Bay Walker'ın verdiği emirle ikiye ayrılırken Sam'le aramızda bulunan iki metreyi aşıp Sam'in kollarına atıldım. Kafamı dün gece ve daha önceki gecelerimiz gibi boyun girintisine gömerken ciğerlerime o aşık olduğum kokusunu çektim. Kollarını belime dolayıp beni bedenine iyice bastırırken titrek bir nefes aldı.
'' Sam bizi ayıracaklar. Bir şeyler yapmamız lazım. Eşyalarını toplaman için sana yarım saat vereceklerdir. Bu sürede ben de bir- ''
'' Lina herhangi bir şey yapmayacaksın. Burada kalacaksın! Kalmalısın, yeryüzü güvenli bir yer değil. Orada hayatta kalamazsın. ''
'' Sende öyle! Lütfen Sam, seni bırakamam. Sensiz yapamam. Bak ben- ''
'' Lina beni seviyorsan eğer burada kalırsın. Yeryüzünde hayatta kalmam için bir şansım varsa eğer o da senin burada güvende olduğunu bilmeme bağlı. Lütfen Lina! Benim için burada kal! '' diye kulağıma fısıldarken sanki içimde deprem oluyormuş gibi hissediyordum.
'' Sam, lütfen! Yapamam! '' diye hıçkırıklarımın arasında fısıldarken bedenimden tüm gücün çekildiğini hissediyordum. Sanki beni ayakta tutan, nefes almamı sağlayan fiş çekilmiş gibiydi.
'' Bu kadar yeter! '' diyen kişiye başımı kaldırıp baktığımda hızla Sam'e döndüm tekrardan. Bir Şahindi.
'' Sam bizi ayırmalarına izin veremezsin! Bende geleyim! Ne olur! '' fısıltıyla çıkan sesim şiddet kazanırken Sam'e yapıştım. Koltuk altlarımdan tutulup çekilirken Sam'i bırakmamak için direnmeye başladım.
'' Hayır! Bırak! '' diye bağırırken Sam de beni kendine daha da bastırıyordu.
'' Sam beni bırakma! ''
'' Lina! ''
Bilincim kararırken Sam'in korkulu bakışları ve sesi son hatırladığım şey oldu.