HAKİM

2684 Words
"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık hem inanç devriydi hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi. Karanlık mevsimiydi. Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana. Sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi."  Belki uyumamam yardımcı olur diye elime almıştım bu kitabı. Okuduğum ilk paragrafta uykum daha da açılmıştı. Kendimi, mesleğimi, inandığım her şeyi sorgulamaya başlamak üzereydim. Korkulacak yerlere giden düşüncelerimi tutmak için kitabı kapattım. Bir süre parmak uçlarımı üzerinde gezdirdim. Sanki yazarın zihnine ulaşabilirmişim gibi... "İki şehrin hikâyesi"  O iki şehrin hikâyesini bir kitaba sığdırdığını sanmıştı peki ben bir şehrin hikâyesini sığdırabilir miydim? Koca İstanbul'un hikâyesini bir kitap alabilir miydi?  Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim içime. İstanbul'un yoğun kirli havası ile ciğerlerimi doldurdum. Başkalarının dertleriyle doldurduğum gibi. Her gün iş yerinde o kadar çok şey duyuyordum ki. Bunlar bırak bir kitabı binlerce kitaba sığamayacak şeylerdi.  Kadınları kızları satanlar, tecavüzcüler, katiller, madde satanlar ve bunların arasında belki de en masum olanları hırsızlar... Bu yaşanılanlar, yaşanırken hissedilenler, o noktaya gelene kadar yapılanlar hepsi bir kitapla anlatılamayacak kadar fazlaydı.  Yavaşça kirpiklerimi birbirinden ayırdım. Oturduğum koltuktan, tan yerinin ilk ışıkları gözüme çarpmaya başladı. Uykusuz gözlerim hafifçe sızladı. Bütün akşam sıkıntıdan uyuyamamıştım. Merkeze gidip işimin başına geçsem Osman Müdür beni yine haşlayacaktı. Bu yüzden yeni bir vaka çıkana kadar bana verilen izni kullanmaya çalışıyordum. Hatta kullanmaya zorlanıyordum. Zihnimde Osman Müdürün gür sesi yankılandı. "Hayat memat meselesi olana kadar seni merkezde görmeyeceğim Serkan. İzin veriyorum işte gitsene. Yat evinde uyu dinlen. Tatil yap. Ne arıyorsun oğlum burada?" Aklımdan çıkarmak istercesine başımı iki yana salladım. Sıkıntıdan patlamakla geçen tatilimde dışarıyı izlemekten vazgeçip hâlâ uyumakta olana nişanlıma baktım. Yüzümde belli belirsiz gülümseme oluştu.  Oldukça huzurlu görünüyordu. Benim tatile çıktığımı öğrenince bundan faydalanmak istemişti. Benim boş vaktimi bulmak samanlıkta iğne aramak gibi olduğu için zorlanıyordu. Bu tatil süresince bende kalacak gibi görünüyordu. Köşedeki çantasını çoktan dolaba boşaltmıştı.  Gözlerimi ondanda çekip sıkıntı ile odada gezdirdim. Arkamda kalan balkon kapısı hafif aralıktı. Hafif hafif esen rüzgâr ile uzun perde havalanıyordu. Beni esintiden koruyan gardırop vardı ama Velda'yı koruyan tek şey üzerindeki ince pikeydi. Hafif çatık kaşları ile bu serinlikten rahatsız olduğunu belirtiyordu sanki.  Onu daha fazla rahatsız etmemek için balkon kapısına yönelmiştim ki komodinin üzerindeki paket dikkatimi çekti. Sigara paketini alıp balkona çıktım ve arkamdan kapıyı çektim. Zihnimi işten uzak tutmama yardım eden tek şey buydu. Benim kaçış yolumdu. Çalışırken buna o kadar ihtiyacım olmuyordu. Tabi davayı çözebildiysem.  Aslında 34 yaşıma rağmen güzel bir kariyerim vardı. Şimdiye kadar yakalayamadığım katil olmamıştı. Ya da ben yakalayamayacağım bir tanesi ile karşılaşmamıştım. Bu kariyer basamaklarını hiç olmadığı kadar hızlı tırmanmama neden olmuştu. Şimdi İstanbul Cinayet Şubede Başkomiser'dim. Hayatım eskisinden daha çok iş ile geçiyordu.  Osman Müdür aslında bana iyilik yapmıştı. Son iki yıldır ne zaman izin kullandım hatırlamıyordum bile. Bu yüzden artık kullanmak zorunda kalmıştım ya. Ama beni esas yıpratan baktığım son davanın bir ay kadar uzun sürmesi olmuştu. Katili bulamamış değildik ama delil denen şey yoktu. O delili bulmak için bir ayımı feda etmiştim. Elimdeki paketten bir dal sigara çıkarırken balkonun demirine yaslandım. Uzun boyumdan dolayı eğilmem gerekiyordu. Balkon demirlerine yasladığım dirseklerim ani soğukluk ile irkildi ama bunu umursamadım. Dudaklarımın arasında tuttuğum sigaralı çakmakla yakıp derin bir nefes çektim ciğerlerime. Ani gelen zevk dalgası ile memnun olan bir ifade sardı yüzümü. Hafif bir esinti geldi. Tüylerim anlık serinlik ile diken diken oldu. Umursamadan bir nefes daha çektim. Esinti beni ürpertirken sigaramın dumanı rahatlatıyordu. Bu döngü bir kaç dakika devam etti.  İçeriden gelen telefonumun sesiyle daha yarısında olduğum, bilmem kaçıncı sigaramı söndürmek zorunda kaldım. Velda, sesten rahatsız olmuş kaşlarını çatmıştı uykusunda. Uyanmasına fırsat vermeden telefonu alarak tekrar balkona çıktım. Arayan Murat komiserdi. Normalde onun da izinde olması gerekiyordu. Beni aradığına göre yeni bir ceset ve yeni bir dava var demekti. Sonunda sıkıcı tatilim bitmişti. Biri katil olmuş beni tatil denen zevksiz saatler kurtarmıştı. Telefonu mutluluğumu gizlemeye çalışarak açtım. "Amirim biraz erken bir saatte arıyorum ama tatilimiz bitti. Yeni bir cesedimiz var." Zaten tatil bana göre bir şey değildi. Ben çalışmak için doğmuştum.  "Konum at. Ben gelmeden hiç kimse hiç bir şeye dokunmasın." "Tamam amirim bekliyoruz." Sessiz olmaya çalışarak balkon kapısını açıyordum ki içeriden hafif bir baskı ile açıldı. Velda uykulu gözleri ile bana bakıyordu. Uyku sersemi mırıltıdan farksız bir ses tonu ile konuştu. "Ne oldu?" Üşümemesi için kendimle bir onu da içeri soktum. Beline yaptığım hafif baskıya karşı çıkmayıp içeri girdi o da.  "İş mi?" Uyku sersemi de olsa soru sormak için yeterince bilinci yerindeydi. Bir iki adımda yatağa oturduğu sırada bende gardıroba yönelmiştim.  "Şimdi mi gidiyorsun? Gün doğsaydı, kahvaltı yapsaydık bari." Hızlıca üzerimi değiştirirken konuştum. "Cinayet mahalline gitmem gerekiyor biliyorsun. İlk izlenim çok önemli."  "Yine de daha çok erken." Ben pantolonumu çekerken kısık çıkar sesiyle son kez itiraz ediyordu. O  da biliyordu aslında orada olmam gerektiğini ama benimle geçirebileceği vaktin olmamasından üzülüyordu.  Hazır olduğumda ona yaklaşıp yatağın kenarında dizlerimin üzerine çöktüm. Yine bile hala ondan uzundum. Kucağındaki ellerimi iki elimin arasına alıp hafifçe öptüm onları.  "Katil bu saatte katil olmaya karar vermiş yapabileceğim bir şey yok. Biliyorsun." Son iki yıldır birbirimizi tanıyor olmamıza rağmen mesleğime alışamamıştı. Oysa ona evlenme teklifi ederken söylemiştim. Önce işim sonra sen olacak diye. Kabul ettiği şeyin ne olduğunu daha yeni yeni fark ediyordu. Üzgün olmasına rağmen hafifçe gülümsedi ama gülümseme gözlerine ulaşmadı.  "Tamam git ama akşama gel lütfen. Bari akşam yemeğini beraber yiyelim." Böyle bir söz veremezdim. Yine de onu kırmamak için bir şeyler söyledim. "Gelmeye çalışacağım." Ayağa kalkıp alnından hafifçe öptüm. Komodinin üzerinden ev ve araba anahtarlarımı alıp yola çıktım. Hızlı bir şekilde Murat'ın gönderdiği konumu açıp yola koyuldum. Gelen konumda Gebze tarafında villaların olduğu bir bölgedeydi ev. Ölen her kimse kalantor biri olduğu belliydi.  Evim Gebze'ye oldukça uzaktı. Olay yerine bir an önce varmak için hız sınırlarını zorladım. Yollar İstanbul trafiğinin alışkın olmadığı şekilde boştu. Bunun en büyük nedeni bu saatte neredeyse kimse dışarıda olmamasıydı sanırım. Normalden daha kısa sürede olay yerine geldiğimde beni Onlarca polis ve muhabir araçları karşıladı. Arabayı koyacak bir yer aradım bir süre. En son bulamayınca bir şey olmamasını umarak sokağın köşesine park ettim.  Arabadan inip bir kontrol ettim. Neredeyse yarısı sokaktaydı. Yapacak bir şey yoktu. Arabanın yanından ayrılmadan önce son bir kez camda üzerime çeki düzen verdim. Alnıma düşen bir kaç kıvırcık saçı düzelttim. Koyu gözlerimi yansımamdan çekip villaya yöneldim.  Kendimden emin attığım adımlarla kısa sürede kalabalığa karışmıştım. Benden bilgi koparmaya çalışan muhabirlerin soruları eşliğinde emniyet şeridini geçtim. Bahçesinde olduğum villaya kısaca inceledim. İki katlı modern bir villa gibi gözüküyordu. Yeni yapılmıştı. Etraftaki diğer villalar gibi. Site olmalıydılar. Bir kaç adımda taş yola geldim. Evin girişine kadar devam eden taş yolun kenarında bir sıvı dikkatimi çekti. Hafifçe eğilip daha dikkatli baktım. Kusmuk gibi duruyordu. Etrafında da delil işareti yoktu. Belki de cesedi görünce bir ana kuzusunun midesi bulanmıştı.  Kusanın kim olduğunu düşünerek bir iki adım daha attım ki içeriden telaşla çıkan Murat ile durdum. Her zaman ki hızlı konuşması ile beni karşıladı. Hafif hiperaktifti.  "Hoş geldiniz amirim." Biraz eğlenen bir ifade ile sordum.  "Kim kustu?" "Biri mi kusmuş?" Bilmiyor ya da görmemiş olmasına kaşlarımı çattım. Parmağımla yerdeki şeyi gösterdim. Biraz çimlere doğru kalıyordu. Yine de bu bir bahane olamazdı. Fark etmeleri gerekiyordu.  Murat Yüzüme mahcup bir şekilde baktı. İçeriye doğru birilerine seslendi.  "Burada da delil var işaret koyalım arkadaşlar." Onun yanından geçip içeri yöneldim. Kapıdan girildiğinde kare bir alan bizi karşıladı. Evin esas kapısına açılan bir alandı. Solda portmanto ve ayakkabılık vardı. Karşıda ikinci bir kapıya ilerlemek için hafif bir basamağı atlamak gerekiyordu. Ben basamağa adımlamışken arkamdan gelen Murat elindeki mavi şeyleri önüme uzattı. "Galoş?" Kendimi hafif bir tebessüm etmeye zorladım. Bir şey söylemeyerek aldım galoşları. Hafifçe eğilip kaldırdığım ayağıma geçirdim. Ben bunu yaparken Murat bir yandan anlatmaya başladı.  "Girişteki iki kapıda da zorlama yok ama mutfak kapısının camı kırılmış dışarıdan. Oradan girmiş olmalı. Geldiğimizde aralıktı da. Kaçarken kapatmaya tenezzül etmedi sanırım." Bir yandan onu dinlerken evin iç kapısını da arkamda bıraktım. Kısaca etrafta gözlerimi gezdirmeme ile kaşlarımı çatmam bir oldu. İçerisi ana baba günü gibiydi. Sanki bir olay yerinde değil de alışveriş merkezinde gibi hissettim kendimi. Gürültüyü kalın sesimle böldüm. "Bu ne kalabalık boşaltın burayı." Böyle delil mi aranırdı? Eğer katil bir delil bırakmışsa bile yok olmuş olabilirdi.  Benim bağırmamla bir kaç saniye herkes sessizleşti daha sonra belli belirsiz fısıltılar eşliğinde evi terk etmeye başladılar. "Fazlalık kimse kalmasın burada!"  Murat'ta benim gibi ama daha sakin bir sesle uyardı onları. Kısa süre içerisinde odada bir kaç kişi kalmıştık. Rahat rahat içerisini inceleyebiliyordum. Bütün detayları zihnime kazırcasına bakındım.  İlk girişi geçtikten sonra kısa ama geniş bir koridor karşılıyordu bizi. Koridorun bitmesine yakın sağda mutfak vardı. Mutfağa büyük çift taraflı kapıdan giriliyordu. İçeri girmeden birazcık başımı uzattım. Yerdeki kırık camlar ilk dikkatimi çekti. Murat'ın söylediği balkon kapısı bu olsa gerekti.  Holü bitirip salona adım attım. Girer girmez bizi büyük yemek masası karşılıyordu. Sağda, bir basamak inildikten sonra oturma grubuna geçiliyordu. Yere eğilmiş adli tıpçı dikkatimi çekti. Masa ile koltuğun arkasında araya çökmüş ufak hareketler yapıyordu.  Bir kaç adımda yanına gittim. Cesedin başındaydı. Onun gibi bende cesedi incelemeye başladım. Yaklaşmak için bir kaç adım atmak istiyordum ama yapamıyordum. Başından akan kan cesedin etrafını sarmıştı. Burada öldürüldüğü kesindi en azından. Üzerinde hiç bir şey yoktu. Ev kendi evi de olsa böyle gezen insan sayısı azdır. Belki katil çıkarmıştı. Maktul ile alay ediyor olabilirdi ya da amacı her ne ise onu yapıyor da olabilirdi. Üzerinde herhangi bir boğuşmaya dair morarma yoktu. En azından benim gözüme çarpan bir şey yoktu. Bir kaç saniye bu kadar kana sebep olan yarayı aradı gözlerim. Onun yerine alnındaki film üzerine yazılmış not dikkatimi çekti. Bunun için kullanılan alet çok eski olmalıydı. Notta yazanı okumak için maktule doğru eğildim. Hafifçe kıstığım gözlerim ile sesli olarak okudum. "Bilmiyorum." Bu kadardı not. Maktul mü bilmiyordu katil mi? Neyi bilmiyordu? Murat benim aklımdaki soruları değil ama daha sonra soracağım şeyleri kendiliğinden anlatmaya başladı.  "Maktul Sedat Yıldırım. Bursa ağır ceza hakimi. 58 yaşında emekli olmak üzereymiş. Kurşunun girişi alnındaki notun altında. Öldüren kişi muntazam bir şekilde deliği kapatmış. Ulaşabileceğimiz yakınlarına baktık. Eşi 20 yıl önce trafik kazasında ölmüş. Bir kızı var o da Almanya da yaşıyor. Ulaşmaya çalışıyoruz." Atladığı şeyi sordum. "Savcı nerede?" "Aradık, yolda geliyordu." "Maktul evde yalnız mıymış?" Şüpheli listesine şimdiden başlamıştım. Bunların arasında her zaman ilk sıraya koyduğum son görüşülen kişiyi öğrenmeye çalışıyordum.  "Hayır. Bir bayan arkadaşıyla berabermiş." İki kaşım birden havaya kalkmıştı. Maktule bir daha baktım. Kaçamak yapayım derken başını belaya sokup öldü desem notu açıklayabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden bu bayan arkadaş ile ilgili soru sormaya devam ettim. "Sevgilisi mi?" "Yok parayla, şey, işte." O zaman bela kız olamazdı. Ya kızı satanlar ile başını belaya sokmuştu ya da başka bir mevzudan ölmüştü. Kız bir şeyler görmüş müydü acaba? "Olay nasıl olmuş, anlattı mı bir şeyler?" "Ağlamaktan konuşamıyordu. Daha bir şey anlatmadı." Korkmuş olmalıydı. Hayat kadınının bir cinayetten korkacağına inanmasam da... "Karakolda anlatır o zaman." Salonda gözlerimi biraz daha gezdirdim. Sehpada duran iki tabak ve kadehler evdeki bayan arkadaşı destekliyordu. Köşedeki tekli koltukta ağlayan kadını gördüm. Başında bayan bir memur vardı. Sanırım bayan arkadaş buydu. Bir kaç saniye gözlerim yüzünde gezdi. Gerçekten mi ağlıyordu rol mü yapıyordu? Karar veremedim. Ya çok iyi rol yapıyordu ya da gerçekten çok kormuş ve üzülmüştü.  Başımı iki yana sallayıp bu düşünceyi değiştirdim. Sorularıma devam ettim. "Kameralar nereleri görüyor?" Bir yandan da salondan üst kata çıkmaya başladım. Oturma grubunun tam tersi yönde kalan döner merdiven oldukça dikti. Ben basamakları adımlarken Murat hala beni takip edip anlatıyordu. "Girişi gören bir kamera var. Bahçeyi görende bir iki kamera var. Hepsini aldık ama yakalanmış olduğunu sanmıyorum. Evin etrafı çok geniş kameralar her yeri görmüyordur." Merdiven bittiğinde asma kata çıkmıştık. Sağda yan yana iki kapı vardı bir de tam karşıda bir kapı vardı. Sağdaki kapılardan ilkini açtım içi tamamen kutularla doluydu. Burada bir şey yoktu.  "Cinayet silahı?" "Şimdilik hiç bir yerde yok." Sağdaki ikinci odaya girdim. Burası yatak odasıydı. Odanın yerini halıdan başka kıyafetlerde süslüyordu. Adamın kıyafetlerini biri çıkarmıştı evet ama bu katil değildi. Odanın içine doğru bir kaç adım attım.  Kapının solundaki duvar boylu boyunca gardıroptu. Odanın ortasında soldaki duvara başlığı konulmuş büyük bir yatak vardı. İki yanında da küçük komodinler. Kapının karşı köşesindeki tekli koltuk dikkatimi çekti. Aslında esas dikkatimi çeken o değildi altına itilmiş olan büyük el çantasıydı.  Cebimden eldivenleri çıkardım önce sonra çantayı dikkatle açtım. İçinde kadın kıyafetleri vardı. Bayan arkadaş bir kaç gün kalmaya gelmişti sanırım. Bir kaç gün geçirmeyi düşündüğün biri öldürmezdin sanırım. Yine de aklıma takılan bir şey vardı. Neden kıyafetleri gardıroba koymamıştı? Gitmek üzere miydi? Gardırobu açtığımda bunun nedenini anladım. Dolabın yarısında maktulün diğer yarısında da ya bayan arkadaşın yada başka bir bayanın kıyafetleri vardı. Üzerinde daha fazla düşünemeden komodinlerin çekmecelerini kurcalamaya başladım.  Sağdaki komodinin üzerinde maktulün cüzdanı duruyordu. İçini açıp baktığımda paranın ve kartların durduğunu gördüm. Zaten hırsızlık yapacak olan bir katil geride not bırakmazdı. Tamamen öldürmek için gelmiş olmalıydı.  "Amirim buradan da delil toplayalım mı?" Kapının önünde beni bekleyen memurları fark etmemiştim. Hızlıca cevapladım onu. "Tabi. Tabi, geçin. Benimde işim bitti zaten." Katta kalan son kapıyı da açıp içeriyi üstün körü inceledim. Banyoydu. Oldukça temiz duruyordu. Katilin üst kata çıktığını bile düşünmüyordum. İşini halledip gitmişti büyük ihtimalle. Alt kata indiğimi gören Murat peşime takıldı hemen. "Karakola mı amirim?" "Evet şu bayan arkadaşı sorgulayalım bakalım." Muhabir ordusunu geçip Allah'a emanet olan arabamın yanına geldik. Şanslı günümde olmalıydım ki ne ceza yemiştim ne de biri çarpmıştı. Belki de günün erken saatlerinde olduğu içindi. Arabayı çalıştırdığım sırada Murat yolcu koltuğuna yerleşmişti bile. Yolda sakince ilerlemeye başladık.  Murat " Notta ne demek istiyor sizce?" "Bilmiyorum, Murat bende bilmiyorum." Karakola geldiğimizde ise ortalık iyice karışıktı. Sonuçta ölen kişi bir hakimdi. Bakmamıştım ama çoktan haberlere çıktığını düşünüyordum. Manşet olabilecek değerde bir olaydı. Hatta bir kaç ay boyunca haber değerini bile kaybetmeyebilirdi.  Merkezin uğultusu arasında odamın olduğu kata çıktım. Merdivenlerin ucunda bizi Hale komiser karşıladı. Bir iki adım atmıştım ki söyledikleri ile durdum.  "Amirim Müdür sizi odasında bekliyor. Gelir gelmez beni görsün dedi." Ne söyleyeceğini tahmin etmek hiç de zor değildi aslında. Yine de üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. Bu esnada Murat'a direktif vermeyi ihmal etmedim. "Murat hakimin bayan arkadaşı sorgu odasına al ve beni bekle." Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Kapıyı çalarken yandaki isimlikte gözlerim takıldı. Büyük harflerle yazılmış olan Cinayet Şube Müdürü Osman Güngör yazıyordu. Bana bu mesleği sevdiren kişiydi. Ben nasıl şimdi başkaları için ilham kaynağı isem zamanında oda benim için öyleydi. Gel emrini aldıktan sonra içeri girdim. İçeride televizyon açıktı. Düşündüğüm gibi çoktan haberlere çıkmıştı olay. Osman Müdür de son dakika haberlerini dinliyordu. "Herkesin dikkati üzerimizde." Kısa, net ve gür bir sesle verilmiş bir cevaptı.  "Evet Müdürüm." "Bu olayı çok uzatmadan çözmeliyiz. Yukardakiler sorun çıkarmadan bitmeli bu iş." "Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışacağım." "Elinden gelenin fazlasını yapmalısın. Katil not bırakmış. Ayrıntılar dışarı sızmadan bitirelim." Haklıydı şimdiden çok fazla dikkat çekmiştik. Olayın detayları öğrenilirse medya akbaba gibi tepemizde olurdu.  "Tamam müdürüm. Şimdi sorguya ineceğim. Sizde gelecek misiniz?" "Bir kaç telefon görüşmesi yapmam gerekiyor ondan sonra gelirim." Ufak bir baş selamı verdikten sonra odadan çıktım. Diken üstünde geçecek bir soruşturma olacaktı demek ki. Sorgu odalarının olduğu kata indiğimde Murat elinde bir dosya ile beni bekliyordu. "Buyurun amirim. Bayanın kayıtları burada." "Kameraları kontrol et bakalım. İşimize yarayacak bir şeyler var mı? Bu arada kimseye maktulün üzerinde bulunan nottan bahsetmiyorsunuz." "Tamam komiserim." Sorgu odasına ilk adımımı attığım gibi genç kadının korkudan titreyen göz bebekleri karşıladı beni. Bu kadarını da rol yapıyor olamazdı. Bu tepkileri oldukça doğaldı. Yine de mesleği ile bağdaştıramıyordum. Bu işlerde yeni olmalıydı.  Oldukça da genç duruyordu zaten. 25 yaşlarında falan olmalı diye düşündüm. Onu daha fazla korkutmamak için sakin adımlarla karşısına oturdum. Neden o adamla beraber olmak zorunda kalmıştı acaba? Neden bu hayat mahkum olmuştu? Belki de korkmasının nedeni katilin o olmasındandı?  Biraz düşününce bu korkaklıkla o cüssede bir adamı öldüremezdi. Hem silah bulunamamıştı. Katilin dışarıdan geldiğine dair delil de vardı. Bakalım sen yapbozun hangi parçasısın? Biraz olsun onu tanımak için elimdeki dosyasını açtım. Sessizce incelemeye başladım.  Adı Hera Aksak. 28 yaşındaydı. Bir kaç yaş yanılmıştım. Minyon tipli olmasından kaynaklıydı. Buralara Niğde'den gelmişti. Bir kaç kez fuhuştan sorguya alınmıştı ama herhangi bir tutuklanma durumu yoktu. Bu işlerde daha yeniydi belli ki. Onun gibi olanların rahatlığına sahip değildi. Karşımda hala usul usul ağlıyordu. Bakalım neler biliyordu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD