VİVİAN & VII & AİT OLDUĞUN YER &

3038 Words
Dünya muhteşem bir denge ile yaratılmıştı. Adeta bir tahterevalli gibi... Işık ile karanlık, acı ile mutluluk, gece ile gündüz ve en önemlisi yaşam ile ölüm. Birinin varlığının diğerinin yokluğuna iten olaylar silsilesi. Hiçbir zaman sabit durmayan tahterevalli bir gün sana yolu aydınlatırken bir gün bir başkasına aydınlatıyordu. Ama her aydınlığın arkasından mutlak suretle bir karanlık geliyordu. Mağaranın içi de gelecek günler kadar parlaktı ama bir o kadar da karmaşıktı. O karmaşıklığın içinde kaç gün kaldıklarını sayamamıştı. Oradan çıkmalarını gerektirecek bir şey olmamıştı. Aslında o da hiç dışarı çıkmayı düşünmemişti. Aradia, atları beslemek için birkaç kez dışarı çıkmış etrafta onları bulabilecek biri olup olmadığını kontrol etmek için ormanda dolaşıp yine mağaraya geri dönmüştü. Mağaraya geldikleri akşam her ikisi de bir köşede yorgunluktan uyuya kalmıştı. Ev dedikleri o kulübeden çıkmış olsalar da takip edilmiyor olmalarının rahatlığı ile derin bir uyku çekmişlerdi. Ertesi gün öğlene kadar uyuduklarını erken batan güneş ile fark edebilmişlerdi. Uyandıklarında kahvaltı hazırlamak için erzakları kurcalamaya başladığında Kemal'in getirdiği çantadan bir deste saman kâğıdı düşmüştü. İlk bakışta bunların orada ne aradığını kavrayamamıştı. Birkaç saniye üzerinde düşündükten sonra yiyeceklerin arasına konan şeyin gazete olduğunu anlamıştı. Gazete sanki ilk bakışta görülmesin diye defalarca katlanmıştı. Bir noktadan sonra kalınlaşan deste kıvrılmamış olmalı ki rulo haline getirilerek yiyeceklerin altına konmuştu. Katları her açtığında göreceği şeye bir adım daha yaklaşıyordu. Sonunda manşet ile göz göze geldiğinde adamın bunu neden bu kadar sakladığını anlamıştı. "SOYKIRIMIN İZLERİ GÖZ YAŞLARINA BOĞDU!" Haberin alt başlıkları ana başlıktan daha kötüydü. Başlıkların arkasından gelen resimlere bakmak çok zordu bir de onları yaşayan insanları hiç düşünmek istemiyordu. Onun düşünmek istemediği şeyi yaşayanlardan biri de daha tam olarak farkında olmasa da Vivian'dı. Kızın gemiyle gelişi... Üstüne üstlük anne ve babasından hiç bahsetmiyor oluşu ya da onları hiç sormaması aklında bazı parçaların birleştirmesini sağlamıştı. Ani bir refleks ile başını mağaranın derinliklerine çevirip kızın gelip gelmediğini kontrol etme ihtiyacı hissetmişti. Kimsenin gelmediğini anladığında tekrar gazetede gözünü gezdirmeye başlamıştı. Yazılanları hızlı olmaya çalışarak okuyordu. Bir cümleyi okuyorsa ardından gelen iki cümleyi es geçiyordu. Okuduğu vahşet onu çok etkilememişti. Artık insanların yapabileceği şeyler onu şaşırtmıyordu. Her gün bir yerlerde birileri vahşice öldürülüyordu. Bu sefer daha toplu bir katliam yapılmıştı. Onun gerilmesine neden olan şey kendinden olan ve geleceği zorluklarla dolu olacak olan küçük kızın hayatın acı yüzü ile bu kadar erken tanışmış olmasıydı. Vivian zihninde bu olayı nasıl gölgeleyip devam ediyordu bilmiyordu ama olayı netleştirmesini sağlayacak bir harekette bulunmamayı tercih etti. Gazetenin sayfalarını bulduğu gibi defalarca katladı. En sonunda katlayamadığı kalınlığa geldiğinde rulo haline getirerek yiyeceklerin altına sakladı. Bu olaydan sonra zaman sanki hızla akıp gitmiş gibiydi. Genç kadın bir süreliğine kendilerini dertlerden uzaklaşmış gibi hissetse de yapılması gereken çok iş vardı. Geceleri küçük kız uyduktan sonra ormanda ayin için bitki aramaya çıkıyordu. Beklediği tarihe kadar günlerini yapacağı şeye hazırlanmak ile geçiriyordu. Vivian için o günler çocuk olmayı başarabildiği son günlerdi. Gönlünce koşuyor, hopluyor, zıplıyordu. Gidecekleri yerde bunları yapacak ne zamanı ne de isteği olacaktı. Yolculuk vakti gelip çattığında dışarıda sessizlik hakimdi. Sanki bütün gezegen Aradia onu terk edecekmiş gibi hüzne bürünmüştü. Gökyüzü bulutlarla doluydu ama gürlemiyordu. Bulutlar nerdeyse siyaha boyanmıştı ama yağmıyordu. Hava soğuktu ama tek bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Hayvanlar açtı ama avlanmıyordu. İnsanlar derin bir uykuya dalmış bir türlü uyanamıyordu. Dünya dönmek dışında her şeyi bırakmış onlar için canını ortaya koyan kraliçeye veda ediyordu. Vedalar hep acıydı. Dünya adeta acı çekiyordu. Mağaranın içinde ise dışarısına inat şenlik havası vardı. Her geçen gün ateşe çekilen pervaneler gibi mağaraya gelen hayvanların sayısı artmıştı. Başta ufak tefek böcekler hissetmişti birkaç gün içinde gerçekleşecek olan olayı. Ardından sürüngenler gelmişti dağın ıssız mağarasına. Ardından dört ayaklı hayvanlar bir noktadan sonra yırtıcılar bile mağaranın etrafında dolaşır olmuştu. Vivian hiç bu kadar hayvanı bir arada görmemişti. Özellikle de babasının anlattığı gibi hiçbiri ona zarar vermeye çalışmıyordu. Bu da daha cesur olabilmesini sağlamıştı. Hayvanların her biri onun ilgisini çekmek istercesine kızın etrafında dört dönüyordu. Bütün doğa gibi onlarda biliyordu onun kim olduğunu ama o kendinin ne olduğunu hala bilmiyordu. Gece yarısı olup vakit geldiğinde mağara da sonunda dışarısı kadar sessizleşmişti. Aradia haftalardır dağın eteklerinde aradığı nadir bitkilerden hoş kokulu mor bir sıvı oluşturmuştu. Küçük kız yorgunluktan bir köşede uyuklayan aslanın karnına başını koymuş bir şekilde uzanıyordu. O yarı uyur yarı uyanık bir haldeyken genç kadın oldukça dinçti. Büyük ağaç üzerinden çekilen ateş böceklerinden sonra çıplak kalmış gibiydi. Tek tük var olan çiçekleri ve yemyeşil yaprakları ile her şeye rağmen kudretinden bir şey kaybetmemişti. Aradia hazırladığı karışımı ağacın etrafına özenle dökmeye başladı. Bir yandan döküp bir yandan da kendisinin bile zor duyduğu bir tonda bir şeyler fısıldıyordu. Ağacın etrafında olan hazırlı neredeyse bir saatten fazla sürmüştü. Vivian baygın gözleri ile uykuya dalmamak için savaşırken izlemişti onu. Biraz daha uzun sürseydi gözleri olan bu savaşı kaybedecekti. Aradia son hazırlıkları da tamamlamış yanlarına alacakları küçük bir çanta bile hazırlamıştı. Tabii içine Kemal'in sakladığı gazeteyi koymayı unutmamıştı. "Gitme vakti küçüğüm!" Kadının uzun ince parmakları uykuya yenilmek üzere olan kızın narin yüzünde gezinmişti. Belli belirsiz olan bu dokunuşlar ona annesini hatırlatmıştı. "Anne!" Gözlerini heyecanla açması ile hayal kırıklığı ile kapatması arasında birkaç saniye geçmişti. Bilinç altı biliyordu aslında ama çocuk aklı hala bir umut anne ve babasının bir yerlerden çıkmasını bekliyordu. "Annen değilim küçüğüm." Olmak isterdi. Böyle bir kızın annesi ya da herhangi bir çocuğun annesi olmak isterdi. "Biraz sonra yaşanacak hiçbir şeyden korkamamanı istiyorum senden." Küçük kızı yattığı yerden kol altlarından tutarak kaldırırken devam etti. "Beraber olduğumuz sürece kimsenin canımızı yakamayacağı bize zarar veremeyeceği bir yere gideceğiz." Vivian, o an için itiraz edecek durumda değildi. Sanki hırçın bir nehirde tahta bir sandalın üzerinde sürükleniyor gibi hissediyordu. Sandal ise Aradia'dan başkası değildi. Ne yazık ki kontrol ne sandaldaydı ne de elinde kürek olmayan olsa bile kullanmayı bilmeyen küçük kızdaydı. Dalgalar onları nereye sürüklüyorsa oraya ilerlemekten başka çareleri yoktu. Genç kadının onu yönlendirmesi ile kenarda dinlenen hayvanlardan uzaklaşmış ortaya ağaca doğru ilerlemişlerdi. Bir noktadan sonra kızın elini bırakıp tek başına ağacın dibine kadar adımladı. Kemerinde takılı olan küçük hançerin sivri ucu ile işaret parmağında minik bir kesik açtı. Ardından Ağacın kalın gövdesine kanı ile kendine ait olan şekli çizmeye başladı. Her kraliçenin güçlerini kabul ettiği dönemde vücudunun herhangi bir yerinde beliren bir lekeydi bu. Her kraliçe de farklı bir şekil olurdu. Aradia'nın şekli yer yer çizgilerin inceldiği bir halkanın içerisinde yedi farklı boyutta noktanın içindeki bir gözdü. Göz onun gücünü ifade ediyordu. Yedi noktanın her biri eskiden Haim de olan ay ve güneşi temsil ediyordu. En dıştaki halka ise görevini temsil ediyordu. Hiçbir zaman tam anlamıyla yerine getiremediği görevini. Birlik ve beraberliği. İşi bittiğinde iki elinin yukarı bakacak şekilde iki yanına uzatmıştı. Ağzından bir dua gibi çıkan sözlerin anlamını küçük kız bilmese de ruhuna huzur vermediğini söyleyemezdi. Dakikalar geçtikçe Aradia'nın sesinin hiddeti arttığı gibi kollarını da yukarı doğru kaldırmıştı. Sanki gökyüzünde olan bir şeye yalvarır gibi başı yukarı dönük ama gözleri kapalıydı. Onun kapalı gözlerini fark etmeye Vivian nereye baktığını anlamak ister gibi başını yukarı kaldırmış mağaranın tavanını görmeye çalışmıştı. Gözlerini her ne kadar kısarsa kıssın hiçbir şey anlayamamıştı. Onun odağı başka yerdeyken mağaranın içinden nereden geldiği belli olmayan bir esinti giderek gücünü arttırıyordu. Esinti gücünü o kadar arttırmıştı ki kulakları uğulduyor bacakları olduğu yerde sabit duramayacakmış gibi titriyordu. Esinti geçen her saniyede küçük kızı uçurmak ister gibi bir sağdan bir soldan adeta onu yumrukluyordu. Bir noktadan sonra esinti ile gelen darbe devrilmesine neden olmuştu. Sertçe düştüğü yerden kalkmak için çaba bile göstermemişti ki rüzgâr kalmaması için sanki omuzlarına baskı yapıyordu. Genç kadın ise sanki bunların hiçbirinden etkilenmiyormuş gibi yerinde öylece dikilmeye bir yandan da sözleri söylemeye devam ediyordu. Aradia yaptığı işe küçük kızda yerinde durabilmeye o kadar odaklanmıştı ki etraflarında gerçekleşen diğer şeyleri fark edemiyorlardı. Mağaranın içine sığmayıp dışarıda bekleyen bütün hayvanlar içeri girmişlerdi. Sanki küçük kızın etkilendiği fırtına yokmuş gibi mağaranın duvarına adeta sıralanmış gözlerini genç kadına dikmiş bir şekilde bekliyorlardı. Kendi zamanlarının geleceği o anı bekliyorlardı. Büyünün, daha çok tanrıya olan yalvarışının bir sonraki aşamasına geldiğinde onların da sırası gelmişti. Her biri başlarını Aradia'nın duasında istediği şeyi kabul ettiklerini belirtir gibi yere eğmişlerdi. Hiçbirinin başını kaldıracak zamanı olmamıştı. Hayvanların her biri ruhunu feda etmişti. Her birinin üzerinden bir duman gibi yükselip ağaca doğru ilerleyen beyaz mavi arası bir renk topu vardı. Her biri böyle yüce bir amaca hizmet ettiği için memnundu. Her biri bunun için günlerdir mağaraya toplanmıştı. Onlar gönüllü fedailerdi. Ağaca toplanan ruhlarla rüzgâr iyiden iyiye şiddetini iyiden iyiye arttırmıştı. Lakin artık küçük kız hiçbir şey hissetmiyordu. Biraz önce düştüğü yerden kalkmasını engelleyen o basınç kaybolmuştu. Yavaş hareketlerle olduğu yerde doğrulurken yine bir yerlerden bir şeyin gelip onu düşüreceğini düşünüyordu. Etrafta gezdirdiği bakışları ile o basıncın sadece kendi üzerinden gittiğini anlayabilmişti. Ağacın dalları hala sert bir fırtınanın etkisinde gibi savruluyordu. İşte o an mağaranın dört bir yanından gelen mavimsi ışıltıları fark edebilmişti. Her bir biçimsiz renklenme rüzgâra kapılıp üzerlerinde daire çiziyordu. Birkaç turu tamamladıktan sonra ise ağaca doğru hızla çekiliyorlardı. Her bir ruh ağacın gövdesine çizilmiş olan mühre çarpıp yok oluyordu. Her yok olma sonrası mühür parlayarak büyüyordu. Mühür büyüdü, büyüdü, büyüdü... Aradia'nın sesi etraftaki rüzgârı bastırırcasına yükseldi, yükseldi, yükseldi... Mührün üzerinde şekil artık mavi ışıktan görülmez bir hal almıştı. Sanki ağacın gövdesinde kocaman mavi beyaz bir delik var gibiydi ve geçen her saniyede o delik büyüyordu. Vivian, etraflarında dönen şeylerden en önemlisi de ağaçtan gözlerini alamıyordu. İçinde olduğu şeyin ne olduğunu bilmiyordu ama adeta masal diyarlarından fırlamış gibi olduğunu anlayabiliyordu. O masalın ana karakteriydi. O masalı efsaneye çevirecek olan kişiydi. Nihayet Aradia ilahisini bitirdiğinde etraftaki fırtına da bir bıçak gibi kesilmişti. Ruhların aydınlattığı mağara kısa bir anlığına karanlığa gömülecek gibi olmuştu ama ağacın gövdesindeki şeffafa yakın beyazlık bunu engellemişti. Bir insanın geçebileceğinden çok daha büyük olan beyazlığa hayran hayran bakıyordu küçük kız. Aradia için bu çok normal bir görüntü haline gelmişti. Bunu ilk defa yapmamıştı ve son da olmayacaktı. O bütün gezegenlere aitti. İstediği zaman istediğine geçmekte özgürdü. Tabi bu geçişin elbet bir bedeli vardı. Yüzyıllar önce Alfrida'nın soyunu korumak için Tanrı bir ayrıcalık yapmış ölen Sabie'lerin ruhları ile bir kapı açmıştı. Şimdi ise Aradia kendini feda eden hayvanların ruhları ile bir kez daha kapı açmıştı. Genç kadın ufak çantayı hızla koluna takıp hayran hayran etrafına bakan kızı tuttuğu gibi adeta arkasından sürükleyerek şeffaflığın içinden geçti. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar geçen o sürede olmuştu. Bir saniye önce Galia'dalardı şimdi ise Ceres'delerdi. Ceres de karanlık daha yeni yeni çökmeye başlamıştı. Geldikleri yer günbatımının mükemmel bir şekilde izlenebileceği bir yerdi. Önlerinde büyük bir göl ve geniş bir çayır vardı. Otlar küçük kızın neredeyse beline geliyordu. Kollarını okşayan yeşillikler hafiften gıdıklanmasına neden olmuştu. İstemsizce kıkırdamıştı. Kapı onların geçmesi ile kapanmış mağara eski haline geri dönmüştü. Küçük kız arkasını dönüp bakmamıştı ama orada mağaradaki ağacın aynısı göklere uzanıyordu. Önlerinde ise büyük bir göl vardı. Hemen sollarında göl manzaralı tek katlı muhteşem bir ev duruyordu. Vivian içinde yükselen coşku ile etrafından döne döne, parmaklarının arasından hafif dokunuşlar ile geçen otların yarattığı his ile etrafı incelemeye devam ediyordu. Geniş çayırın dört bir yanı sık ağaçlarla çevriliydi. Sol taraftaki tek katlı evin hizasında ağaçların üzerinde büyük bir dağ gözüküyordu. Dik kayalıklardan oluşan bu dağ gün batımıyla beraber daha bir görkemli gelmişti gözüne. Göl ise ileride ince bir akıntıya dönüşüp denize karışıyordu ama bunu görmek için büyük gölü arşınlaması gerekiyordu. O etrafı keşfetmeye o kadar dalmıştı ki genç kadının büyük adımlar ile eve yöneldiğini o yolu yarıladığında fark edebilmişti. Kısa bir anlığına o büyük çayır etkisini yitirmiş iliklerine kadar yalnızlık hissi ile dolmuştu. Minik bedeni ona arkasını dönüp giden bir kişiyi daha kaldıramıyordu. Elleri, kolları ondan bağımsız bir şekilde sanki elektriğe kapılmış gibi titremeye başlamıştı. Bacakları sanki ondan komut almayı reddetmiş gibi öylece olduğu yerde duruyordu. Kalbi maraton koşmuşçasına hızla atmaya başlamıştı. Aklı hissettiği şeyin nedenini kavramıyordu ama kalbi iliklerine kadar korku hissettiğini biliyordu. Nereden geldiğini bilmediği bir karar ile hızla kadının peşinden eve doğru koşmaya başladı. Bu sefer birinin daha ona arkasını dönüp gitmesine izin vermeyecekti. Bir kez daha geride bırakılan olmayacaktı. Bir kez daha yalnız kalma korkusu yaşamayacaktı. Bu yüzden bir tercih yaptı. Harekete geçti. Koşuyordu sanki biri onu kovalıyormuş gibi... Bütün hızı ile koşuyordu. Bacaklarındaki kaslar atmaya çalıştığı büyük adımlardan dolayı yanıyordu. Çoktan evin önüne gelmiş kapıyı açmaya çalışan kadına hızla yetişmişti. Aradia, kapının iki yanındaki gaz lambalarından sağdakinin içinden çıkardığı anahtarı deliğe yerleştirirken kıza yandan bir bakış atmıştı. Onun neden bu kadar nefes nefese olduğunu sorgulamadı. Kendisini adeta annesini takip eden bir ördek gibi peşinden ayrılmayan kıza evi gezdirmeye başladı. Tek katlı, göle sıfır olan ev oldukça büyüktü. Duvarları taştan yapılmıştı. Bazı kısımlarında geniş ahşaplar kullanılmıştı. Verandanın tavanından halatla bağlı sıra sıra gaz lambaları dizliydi. Evin camları oldukça genişti. İçeri girdiklerinde ilk salona bağlı olan geniş bir hol onları karşıladı. Salonun girişinde ise kapı yerine oyulmuş taş kirişler vardı. Kızın girdikleri yerin salon olduğunu anlaması için kadının söylemesine gerek yoktu. Bir yandan onu takip ederken bir yandan da salonun her bir detayını incelemeye çalışıyordu. Salonun bir köşesinde oldukça büyük taş şömine vardı. Şöminenin hemen yanında karşılıklı üzeri minder dolu iki koltuk vardı. Diğer tarafta ise daha büyük; küçük kızın neredeyse boyunun iki katı uzunlukta koltuk vardı. Onun karşısında, salonun ortasında büyük ahşap sehpa vardı. Duvarlar taş, yerler taş üzerine tahta döşenmiş onun üzeri de yer yer dokuma halılar ile örtülmüştü. Salonun sağ tarafında ise yine şekilli kirişleri olan mutfak vardı. L şeklinde giden dolaplar hangi ağaçtan yapıldıysa açık kahve kreme yakın tonlardaydı. Orta kısımda dolaplı mermer tezgâh vardı. Tezgâhın hemen yanından verandaya açılan kısmın önünde yemek masası vardı. Verandaya açılan taraf boydan boya camdı. Vivian içindeki keşfetme alığını dolduramıyordu. Mutfağın girişine yaslanmış kadından habersiz büyük camdan hayran hayran dışarıya bakıyordu. "Diğer odalı görmek istemiyor musun?" kadının sesi çok sakindi. "Kaç oda var?" biraz daha uzun konuşsa sesi heyecandan titreyecekti. Geldikleri yer bu kadar büyük değildi. Kendi evi de aslında küçük sayılmazdı ama burasına hayran olmuştu. İlk defa böyle bir ev görüyordu. "Üç oda daha var." Kızın onu takip edeceğinin bilincinde arkasını dönüp mutfak girişinin yanından arka odalara ilerleyen koridoru takip etti. Koridorun sonunda tavan arasına çıkan ufak bir merdiven vardı ama şimdilik oraya çıkmayacaklardı. Merdivenlere gelmeden önce karşılıklı iki kapı vardı. Ahşap kapıların yeniliği üzerlerindeki atmamış vernikten belli oluyordu. İlk olarak sağdaki kapıyı açtı Aradia. Odanın dört duvarından birini büyük bir pencere oluşturuyordu. Sağdaki duvarda kulübede de hastaları yatırdıkları yer gibi bir yatak vardı. Diğer iki duvardan biri tamamen kitaplıktan oluşuyordu diğerindeki raflarda ise adını dahi bilmediği onlarca bitki kavanozlanmış bir şekilde itina ile dizilmişlerdi. Hemen köşede neredeyse salondaki kadar büyük bir şömine vardı. Şöminenin üzerinde büyük ahşap yatay kiriş onun üzerinde de bir sürü mum vardı. Aradia eşliğinde oda da birkaç tur döndükten sonra tam karşısındaki diğer odaya girdiler. Bu seferki oda yatak odasıydı. İki kişilik büyük yatak camın kenarına yerleştirilmişti. Yatağın tavan kısmı eğimli bir şekilde geliyordu ve ortasında cam bir bölme vardı. Yatağın diğer tarafında gömme dolap vardı. Yatağın hemen karşısında ise salondakinden biraz daha küçük bir şömine ve önünde tek kişilik bir koltuk, yanında ise büyük ahşap bir çalışma masası vardı. Odanın içinde yine aynı kapıdan bir tane daha vardı. Vivian, hızla oraya da girdi. Yine ahşap mobilya ile düzenlenmiş banyo ile karşılaştı. Odanın içine geri döndüğünde beklentili bakışları ile kadına bakıyordu. "Evet, burası senin odan." Neşe ile kendini yatağa adeta fırlatmıştı. Yatak hızla onu kabul etmiş yumuşacık örtülerin arasına karışmıştı. Burası kendi yatağından kat be kat güzeldi. Bu düşünce ile yüzünde oluşan gülümseme hızla soldu. Biraz önce ısının bedeni hızla buz kesti. Vücudu hızlı bir hüzün dalgasının içinde boğuluyormuş gibi hissetmişti. Kollarından destek alarak yatakta doğruldu. "Burayı çok sevsem de babam beni almaya gelir değil mi?" O iri gözlerin arkasında sürekli çalışan bir beyin olduğunu biliyordu kadın. Fakat kızdan gelen soruya kendi de vereceği cevaptan emin değildi. Önünde iki seçenek vardı. Yalan ya da gerçekler. Yalanı seçip kızın gelecekte yıkım yaşamasını mı sağlayacaktı. Doğruyu seçip kızın yıkımı atlatmasına yardım mı edecekti. Odanın kapısına yasladığı bedenini oradan ayırıp yatağa kızın yanına geldi. Ona yaklaşması ile yatakta biraz daha dikleşmesini izledi. Sanki söylediklerinin ciddiliğini kavramasını arttırmak ister gibi siyah gözlerini kızın mor gözlerinden bir saniye bile ayırmıyordu. "Gelmeyecek. Ne baban ne de annen. Hiçbiri buraya gelemez." Söylediği şeyi sindirmesi için ona biraz zaman tanıdı. Birkaç saniyeliğine gözlerinden ayrılan gözler ile tekrar kontak kurmuştu. "Gelmelerine sen mi izin vermiyorsun?" bunu sorarken alt çenesi istemsiz bir şekilde titremişti. "Ömrümüz boyunca ailemiz ile beraber olmayız..." Kadının açıklamasını dinlemek istemiyordu. O sadece babasının geleceğini duymak istiyordu. Oysa Aradia ona istediğini değil gerçekleri vermeye kararlıydı. "Biz annemle seyahate çıktık. Babam da bize katılacak. Öyle söylemişti annem. O da yolda değil mi?" Artık sesi titriyordu. Gözleri istemsiz bir şekilde bulanık görmeye başlamıştı. "Bazen yetişkinler çocuklara gerçek olmayan şeyleri söylerler. Baban seninle yola çıkmadı." İçinde bir yerler kıza sarılmasını söylüyordu ama yapmadı. Zamanı geldiğinde ikisinin de yolu ayrılacaktı o zaman kendi kendini toparlamasını bilmesi gerekiyordu. "Yalan kötü bir şey. Annem yalan söylemez!" Sonlara doğru ağlamaklı sesi yükselmişti. Kontrol edemediği tek bir damla gözlerinden intihar etmişti. "En çok anneler yalan söyler. En çok da çocuklarına söylerler." Kadın bu durumun bir an önce bitmesini kızın her şeyi kabullendiği âna geçmek istiyordu. "Anneler yalan söylemez." Öyle güçsüz bir tonda söylemişti ki kendi kulakları zor duymuştu. "Anneler yalan söylemez." Başı öne eğik ellerine damlayan göz yaşlarına buğulu bir camın arkasından bakıyordu adeta. "Anneler yalan söylemez!" Sessi gittikçe gür çıkmaya başlamıştı. "Anneler yalan söylemez!" Elleri ile yanaklarını kurulayıp başını kaldırmıştı. Yine de gözyaşları yanaklarını ıslatmaya devam ediyordu. "Annem yalan söylemez!" Söylediğine kendi de inanmıyordu. En azından karşısındakini ikna edebilirse inanabilirdi. İnancını besleyecek tek bir umut kırıntısı aradı kadının gözlerinde. Bulduğu tek şey ifadesiz bir yüzdü. "Söyledi!" Genç kadın çığlık çığlığa yapmamasını bağıran kalbini bir kutuya kilitledi. O an, içinde açtığı derin bir kuyuya fırlatıp attı onu ve devam etti, "Ölenler geri dönmez küçük kız!" Biliyordu. Ölüm ne demek dokuz yaşındaki aklı biliyordu. İlk pişmanlığı o oldu. Ölümün ne demek olduğunu bildiği için pişmandı. Yüzüne çarpan gerçeğin anlamını bildiği için pişmandı. Göğsünde, bedeninin tam ortasında büyük bir delik açılmıştı. Öyle bir delikti ki orayı ruhundan akan kan ve göz yaşı ile dolduruyordu her geçen saniye. Bekledi. Küçük bedeni bir şeyin gelip bunu durdurmasını bekledi. Bir şeyin gelip o deliğin orda olmadığı söylemesini istedi. Bir şeyin gelip oranın dolmasını engellemesini istedi. Bir şeyin gelip içindeki bu eksikliği yok etmesini istedi. Gelmedi. Genç kadın hiç onu sarmadı. Sarmalamadı. Elleri onun küçük bedenine uzanmadı. Uzanmasın diye tırnakları ile kendine işkence etti. Sadece izledi. Fırtınada kalmış bir yaprak, bir kedi, bir çiğ tanesi gibi titreyişini sadece izledi. O küçük kız bir gecede böyle büyüdü. Keşke yeniden çocuk olabilseydi. Keşke yine sadece düştüğünde acıyan dizleri için ağlıyor olsaydı. Ve kalbi sadece çok koştuğu için çarpsaydı bu kadar hızlı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD