İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz ya! Bekleyip durur. Hiçbir şey olmaz.
İnsan bekler, bekler, bekler.
Şakakları zonklayana denk düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. Ve insan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız...
O akşam sabaha kadar bekledi. Yatağında kollarıyla bacaklarını sarmış bir şekilde göz yaşları ile yastığını yıkarken bekledi. Babasının ya da annesinin bir yerler çıkıp biz seni kandırdık demesini o kadar çok bekledi ki.
Ölümün anlamını biliyordu ama yalnızlığın anlamını o gece öğrendi.
Kız çocuklarına yalnız kaldığını anlatmanın bir sürü yolu vardı oysaki. Aradia şahsına münhasır bir yol bulmuştu. Bulamamıştı demek daha doğruydu aslında. Belki bu yalnız kalışı, ölümün telafisi olmayan bir sonucu olduğunu anlatsaydı eğer o akşam içinde açılan o yarayı bu kadar derinden hissetmezdi.
Sabahın ışıkları camdan üzerine doğduğunda hala o yatakta tek başınaydı. Artık sırtını yatağın tahta başlığına dayamış öylece doğan güneşi izliyordu.
Artık gözlerinden akacak bir damla yaş bile kalmamıştı. Yine de hissediyordu. Fiziksel olarak gözünden yaş akmıyor olması ağlamadığı anlamına gelmiyordu. Ruhu ağlıyordu.
Gündoğumunun üzerinden ne kadar geçti bilmiyordu. Zaman kavramını yitirmiş gibiydi.
Odasının kapısı teklifsizce açıldığında dönüp bakmadı. Gelen kişi belliydi. Görmesine gerek yoktu.
"Bugün çok işimiz var. Bana yardım edeceksin. Bu yüzden bir an önce kalk oradan!"
Sesi sertti. Sözleri biter bitmez odanın eşiğinden ayrılmıştı ama bir iki adım atıp içeriyi dinlemişti. Kızın kötü bir halde olduğunun farkındaydı ama bunu bir an önce atlatması gerekiyordu. Bu yüzden ona duygusal yaklaşmamakta kararlıydı.
İkisi arasındaki buzdan duvarlar o akşam örülmeye başlamış sabah son tuğlası konmuştu. İlk birkaç gün karşılıklı tek bir konuşma bile gerçekleştirmemişlerdi. Aradia istemiş, Vivian yapmıştı.
Kız ona küs veya tavırlı gibi değildi. Daha çok suskunluk yemini etmiş gibiydi. Sürekli bir düşünme halindeydi. Gözlerinden içinde yaşadığı çatışma belli oluyordu. Aldığı kurşun darbesine tepki vermiyor oluşu yara almadığı anlamına gelmiyordu. O en çok acıtan yerden vurulmuştu. Kalbinden.
Aradan geçen birkaç günde neredeyse evden hiç çıkmamıştı. Kadın ona ne diyorsa harfiyen yapmış boş zamanlarında karşı odasındaki kütüphaneden bulduğu kitapları okumuş ama asla konuşmamıştı.
Üç günün sonunda yine anca birkaç saat uyumayı başarabildiği uykusundan gündoğumu ile uyanmıştı. Artık üzerinden kendi burnunu bile rahatsız eden kokular yükselmeye başlamıştı. Banyo yapacaktı ama öncesinde denemek istediği bir şey vardı.
Üzerinde sadece iç çamaşırları kalacak şekilde soyunduktan sonra sakin adımları ile verandanın devamı olan iskeleye doğru adımlamıştı. Normalde sabah serinliği tüylerini diken diken ederdi ama bu olmamıştı. Ne gece ne de gündüz hava asla serinlemiyor hep öldürücü bir sıcaklığı oluyordu.
Birkaç saniye iskelenin dibinde gölü seyretti. Yüzmeyi biliyordu ama bu mükemmel bir yüzücü olduğunu göstermiyordu. Bunu o an için hiç dert etmedi. Aldığı derin bir nefesin ardından kendini gölün sularına bırakmıştı.
Bir iki kulaç ilerledikten sonra kendini öylece suya bırakmıştı. Yer çekimi yüzünden suyun derinliklerine hafifçe gömülmüş ama dibe kadar gitmemişti. Öylece bekliyordu suyun içinde.
Zihninden geçen tek bir kelime bile yoktu. Suyun derinlikleri kadar boş ve ıssız hissediyordu. Günlerdir beyninden çıkmayan düşünceler ağzından bıraktığı hava kabarcıkları gibi bir bir onu terk ediyordu.
Kısa süreliğine rahatlamıştı. Bu seferde ciğerlerinin yavaş yavaş havasız kaldığını hissetmeye başlamıştı. Ciğerleri hava ihtiyacı ile kasılarak onu zorluyordu. Kendini sıkıp biraz daha bu şekilde kalmak istiyordu ama yapmadı.
Bacakları ile kollarını hareket ettirip hızla suyun yüzeyine çıktı. Başı sudan çıkar çıkmaz derin derin nefesler almaya başlamıştı. Saçlarından süzülüp yüzüne akan damlacıkları umursamadı.
Yüzüp kendini yormak o an için cazip gelmemişti. Bedenini sakince suyun yüzeyine bırakmayı tercih etti. İki yana açılan kolları ile çoktan dengesini sağlamıştı. Yüzüne vuran yakıcı güneş ile içinde olduğu ona göre bir nebze serin olan su büyük bir tezatlık oluşturuyordu.
Yeni yeni kendine gökyüzünde yer edinmeye başlayan güneş beyaz teninde yakıcı etkisini de göstermeye başlamıştı. Başta bu hafif rahatsızlık hissi hoşuna gitmiş olsa da sonradan sıkılmıştı. Vücudunun neredeyse tamamını suyun içine sokup son bir kez daha serinlemeye çalıştı. Ardından hızla iskeleye yöneldi.
Gölden çıkıp eve yöneldiği sırada bir yandan da orta uzunluktaki saçlarından damlaya suları sıkıyordu. Bedenindeki ve hala saç uçlarına toplanan su damlalarını umursamadan eve girdi.
Odasına yöneldiği sırada Aradia'da onun odasından çıkıyordu. Kadının düz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Vivian da ona aynı şekilde karşılık vermek istiyordu ama daha bunu yapabilecek kadar deneyimli değildi.
Gözlerindeki merak duygusunu yok edememişti ama odasına neden geldiğini sormamayı başarabilmişti. Hatta nereden geldiğini bilmediği bir cesaretle kadının yüzüne bile bakmadan yanından geçmiş kapıyı hiçbir şey demeden arkasından kapatmıştı.
Kısa bir an odanın ortasında durup biraz önce yaptığı şeyi düşündü. Bunu yaptığı için içinde bir yerler çoktan pişman olmuş olsa da o hissi derinlere gönderdi. Geriye, yüzeyde tek bir his kalmıştı. Ufakta olsa rahatlama.
Onu bu şekilde görmezden gelmek hoşuna gitmişti. İster istemez bunu tekrarlayacağını biliyordu. O fark etmemiş olsa da bilinç altı o akşam büyük bir hırsla dolmuştu.
Evde geçirdikleri beşinci günün sonunda artık her şey belirli bir rutine oturmuştu.
Kız her sabah gün doğumu ile uyanıp gölde bir yarım saat bazen daha fazla yüzüyordu. Sonra da banyosunu yapıp kahvaltıyı hazırlamaya koyuluyordu.
Aradia ilk günlerde uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için odasına geliyordu ama bir iki günden sonra bunu yapmayı bırakmıştı. Kız her gün ondan erken uyanıyordu. Ondan geç yatmasına rağmen.
Geceleri uyumak haram gibiydi ona. Her gözünü kapattığında ailesinin görüntüsü geliyordu önüne. O hiç bitmeyecekmiş gibi gelen neşeli günleri. Şimdi o anları mumla arar olmuştu.
Kahvaltıdan sonra günün geri kalanı ya evi temizlemekle geçiyordu ya yemek yapmakla ya da evdeki kitapları okumakla. Ev de her şey olmasına rağmen ses yoktu. Ne Aradia ve de Vivian konuşmak için bir hamlede bulunmuyordu. Sanki anlaşmış gibi her ikisi de sessizliği tercih etmişti.
O akşam o sessizlik kuralı bir başkası tarafından bozuldu.
Vivian salondaki yanmayan şöminenin yanına oturmuş bitkiler ile ilgili bir kitap okuyordu. Aradia ise üçlü koltuğun kol kısmına sırtını dayamış ayaklarını koltuğa uzatmış bir şekilde çayırlıkta topladığı otları temizliyordu. Güneş batmadan bir an önce bitirmek için bir yandan da acele ediyordu.
Kapıdan gelen hafif vurulma sesi ile kız hızla başını o tarafa çevirmişti. Evde olan sessizliğe o kadar çok alışmıştı ki ufacık bir tıkırtı bile irkilmesine yetmişti. Yine de verdiği tek tepki sıçramak ve kitabını okumaya devam etmek olmuştu.
Kadın ilk birkaç saniye gözlerini ona dikmişti. Onun davranışına hiçbir şey demeden sadece başını iki yana sallamakla yetinmişti. Kucağındaki bitkileri bacaklarına yaydığı örtüyle beraber koltuğun üstüne bırakıp kapıyı açmak için ayaklanmıştı.
O giderken Vivian anlamak için dördüncüye okuduğu satırları beşinci kez baştan alıyordu. Bir eli istemsizce boynundaki incisine gitmişti. Sanki ailesini yanında hissetmek ister gibi...
Fark etmese de şu günlerde bunu çok sık yapar olmuştu. Gergindi. Sığınabileceği tek şey anılarıydı.
Başını kitaptan kaldırmadan kulağını kapıdan gelebilecek sesleri duyabilmek için kapıya odaklamıştı. Duyduğu hiçbir kelime ona anlam ifade etmiyordu. Sözcükler çok tanıdıktı ama ses sanki çok uzaktan geliyormuş gibi boğuktu.
Biraz zaman geçtikten sonra azalan konuşma seslerinin yerini adım sesleri almıştı. Gelen ses bir kişiden çıkıyor gibi değildi. Bir kulağı ile takip ettiği ses salonun kapısının önünde durdu. Üzerinde tüylerini diken diken eden o bakışları hissedebiliyordu. Kesilen ses ile kapının orada ne olduğunu görmek için başını kitabından kaldırmak zorunda kaldı.
Gördüğü tek bir yüz olmuştu ve o da Aradia değildi. Neredeyse kendi yaşlarında ama ondan bir baş daha kısa olan kız salonun kapısı önünde durmuş şaşkın bakışlarla ona bakıyordu.
Aradia buraya her geldiğinde yalnız olurdu oysaki. Yanında getirdiği biri olsa bile onu direk kasabaya, Habil ile Kabil kardeşlere emanet ederdi. Asla evinde birinin kalmasına izin vermezdi.
Karşısındaki kız bunları düşünerek şaşkınlık yaşıyordu. Vivian ise ona tepki veremeyecek kadar kendini durgundu.
"Sen kimsin?" Sonunda üstündeki şaşkınlığı biraz olsun atabilen kapıdaki kız bunu sorabilmişti.
Vivian, sessiz kalarak onu incelemeye devam etti.
Kızın neredeyse siyaha yakın kahve gözleri hafif çekikti. Saçları bukle bukle omuzlarına dökülüyordu ki arkada kalan tutamların çok daha uzun olduğunu söyleyebilirdi. Gürlüğünü belirtmek ister gibi kabarıklardı. Üzerinde ince ama hayvan derisinden olduğu belli olan değişik bir kıyafet vardı.
Üzerindeki kıyafet daha önce gördüğü hiçbir modele benzemiyordu. Garipsemişti. İstemsizce kendi üzerindeki çiçekli ince elbiseyi düşündü. Kendisine kıyasla kız çok vahşi gözüküyordu.
Aklındaki düşünceden daha o an utandı. Başkalarının ona yaptığı gibi kızı görünüşü ile mi yargılayacaktı? Bunu yapamazdı. Yapmazdı.
"Asıl sen kimsin?" Birkaç gündür ettiği sessizlik yeminini o an unutup konuşmuştu. Duyduğu ton kendine bile yabancı gelmişti.
"Ben Habil kızı Edyth." Bunu söylerken hafif öne eğik duran vücudunu dikleştirmişti.
"Bekçiler evdeki ışıkları fark etmişler. Babam şifacı anayı çağırmamı istedi. Biliyor musun, tam zamanında geldi. Her zamanki gibi... Ne zaman hastalıklar artsa..."
Kız hızlı hızlı konuşmaya devam ediyordu ama Vivian bir noktadan sonra onu dinlemeyi bırakmış kendi iç dünyasına dönmüştü.
Karşısındaki kız ne kadar da gururla Habil'in kızıyım demişti. Onun bu şekilde bahsedebileceği bir babası yoktu artık. Ölülerden de gururla bahsedebilir miydi?
Bu sırada Aradia hazırlanmış merdivenden iniyordu. Kapının önünde hararetle konuşan bir kız ve boş bakışlar ile ona bakmayan bir Sabie bulmuştu.
"Edyth!"
İsmini duyar duymaz sözcükleri bir bıçak gibi kesilmişti. Utangaç gözleri ile kadına alttan bir bakış atmıştı.
"Sen dışarıda bekle geliyoruz." İtiraz kabul etmeyen otoriter sesi evde yankılandı.
Edyth'in sorgulamadan aralarından ayrılması ile evde yine baş başa kalmışlardı. Aradia yavaş adımları ile kızın karşısındaki sandalyeye oturdu.
Vivian sanki ilgisini çekmiyormuş gibi kitabına dönmüştü. Kendince sessizlik yeminine devam ediyordu.
"Son bir saattir aynı sayfadasın. Okumuyor ezberliyorsun herhalde!" sesi iliklerine kadar işleyen alay barındırıyordu.
Onunla konuşmak istemiyordu ama bu oyuna devam etmek kendini kötü hissettirmişti. Kitabı kapatıp karşısındaki kadına mor gözlerini dikti. Yine de ona istediğini verip ağzından tek bir kelime dahi çıkarmadı.
"Anladım yine susacaksın. Ama ben konuşacağım."
Derin bir nefes alıp sözlerine devam etti, "Kendini istediğin kadar iç dünyana kapatabilirsin. İstediğin kadar üzülebilirsin. İstediğin kadar konuşmamaya devam edip beni suçlayabilirsin. Ama şunu unutma ailene zarar veren kişi ben değilim. İstesem sana yalan söyleyip seni kandırabilirdim. Yapmadım.
Daha küçük olduğun için duygularının seni yönetmesine izin veriyorsun. Hayatın boyunca böyle davranırsan hiçbir şeyi atlatamazsın. Duyguların seni değil sen duygularını yöneteceksin. Şimdi kendini bir an önce toparlan. Benimle geliyorsun!"
Aradia son birkaç gündür içinde tuttuğu şeyleri sonunda söylemiş olmanın rahatlığına sahipti. Bu rahatlık sayesinde kızın cevap vermeyeceğine emin bir şekilde arkasını dönmüş çıkacaktı ki onu şaşırtacak bir şey gerçekleşti. Vivian konuştu…
“Hissetmiyorum.” Sesi oldukça kısık çıkmıştı. Günler sonra çıkan sesi bir fısıltıdan ibaretti.
Aradia sanki devam etmesini ister gibi olduğu yerde geri döndü. Siyah derin bakışlarını küçük kızın morlarına dikmişti.
Vivian’ın eli attığını hissetmediği ama ona her gün başka bir yük yükleyen kalbine gitti. “Taşıyamıyorum. Kalbim sanki koca bir kaya gibi ağır.”
Yaşadığı acının içinde oluşturduğu katılığı anca bu şekilde ifade edebilmişti. Her sabah göğsüne baskı yapan o acıyı anca böyle bir yük olarak görüyordu küçük aklı.
Bir süre sadece birbirlerine bakmışlardı ama ikisi de biliyordu ki böyle bir şeyin tarifi yoktu. Vivian az kelime dağarcığı yüzünden anlatamıyor olsa da Aradia bildiği bütün dillere rağmen bu durumu açıklayamıyordu.
Oysa annesi ölene öksüz, babası ölene yetim derlerdi. Hem annesi hem babası ölene her ikisini de. O acı öyle bir acıydı ki tek kelime yetmiyordu.
Vivian yerinden kalkıp elindeki kitabı küçük sehpa niyetine kullandıkları kütüğe koyup sesi bile çıkmayan adımları ile Aradia’nın yanından geçti.
Kapıya geldiğinde biraz önce içeri giren yaşlarının yakın olduğunu düşündüğü kız hemen eşikte durmuş gözlerini içeri dikmiş onları bekliyordu.
Gözlerini kızdan ayırmadan o da kapının yanında beklemeye başlamıştı. Edyth artık sadece içeri bakmıyordu. Kaçamak bakışları ara ara kızın üzerinde dolanıyordu. Mora çalan mavi gözlerden anladığı kadarıyla o da Aradia gibi özel biriydi.
Aralarında geçen bu bakışmaya Aradia, varlığı ile son vermişti. Hatta bakışlarını ikisine bile çevirmeden kapıyı ardında kapatarak ilerlemeye başlamıştı. İki kıza da onu takip etmekten başka bir şans tanımamıştı.
Küçük Sabie, genç kadını hala neden dinlediğine anlam veremiyor olsa da içinde bir yerler ondan başka kimsesi kalmadığını haykırıyordu. İçinde bir yerlerde yalnız kalmasının en büyük sebebi kendi gibi hissettiğinden ne olursa olsun kadının söylediği her şeyi yapmaya hazırdı. Tıpkı o an evin arkasındaki dağlara yürümeleri gibi.
Geldiklerinden beri kimseyi görmemiş olmalarından sanki oradaki tek kişi kendileriymiş gibi hissetmişti. Göz ucu ile hemen yanında ilerleyen kıza ne zaman baksa onun da kendisine kaçamak bakışlar attığını görebiliyordu.
Ortamdaki tek sesin doğaya ait olması her üçünü de germeye başlamıştı. Sanki yapılması gereken bir şey var da hiçbiri bunu yapmaya yanaşmıyor gibiydi.
“Vivian.” küçük kız, derinlerden gelen bir istek ile bunu söylemişti.
“Efendim?” küçük kız duyduğu şeyin ne olduğunu bir anlığına kavrayamamıştı. Kızın konuşmayacağından o kadar emindi ki sesin ondan çıkmadığını söyleseler hiç düşünmeden inanırdı.
“Kim olduğumu sormuştun. Adım bu, Vivian.” Yıllar süreceğinden bir haber oldukları dostlukları böyle başlamıştı.
Genç kız onunla tanışmanın iyi olacağını düşünmüş olsa da Aradia bunu yapmamasını tercih ederdi. Edyth üzerindeki şoku atlattığında o hiç bitmeyecek gibi gelen dakikaları başlatmıştı.
“Tanıştığıma çok memnun oldum. Annem her zaman yeni tanıştığım kişilere karşı kibar olmamı ister ama başta bana biraz surat astığın için çekinmiştim sanırım senin kişiliğin bu. Beslediğimiz köpeklerden de bazıları sürekli yüzümü yalar bu onların beni sevdiğini gösteriyor ama bazıları hiç yaklaşmaz bile onlar da beni seviyor ama diğerleri gibi bunu gösteremiyor…”
Vivian, bu kızın hiç düşünmeden konuştuğuna emin olmuştu. O kadar düşünmeden konuşuyordu ki fark etmeden ona köpek demişti. Aslında kıza bir şeyler söylerdi ama bu, onun daha fazla konuşmasına neden olur diye çekinceleri vardı.
Aradia ile kaldığı günlerde sessizliğe o kadar alışmıştı ki kızın ağzından çıkan her şey gürültü gibi geliyordu. Kızı her ne kadar susturmak istiyor olsa da ilgisini çektiğinden konuşmakta istiyordu.
“Genç kızlarda en çok sevdiğim özellik ne biliyor musun Edyth?” genç kadın aniden yürümeyi bırakıp onu takip eden ikiliye çevirmişti bedenini. “Konuşmamaları.”
Kadının ses tonundan daha etkileyici olan bakışları her iki kızı da etkilemişti. Edyth için bu etkilenme süresi oldukça kısa sürmüştü. Eskisi gibi sesli konuşmuyordu ama kadının duymadığını düşündüğü bir tonda yanındaki kıza fısıldamaya çalışıyordu.
“Evde de böyle mi? Hiç konuşmuyor musunuz?”
Kızın gözlerini irileştirerek sorduğu soru ona komik gelmişti. Evlerindeki sessizliğin asıl sebebi Aradia’n çok kendi gibiydi. Lakin yaşadığı son olaylardan sonra sessizlikte bulduğu huzuru bozmak istemiyordu.
“Sessizlik güzeldir.” Kelimler ağzından zorla çıkmış gibiydi.
“Sessizlik çok sıkıcı!” küsmüş gibi hararetli hali son bulmuştu. Bakışlarını ayak uçlarına indirmiş yerdeki taşları ittire ittire genç kadını takip ediyordu.
Bazı insanların küskünlüğü çok başka oluyordu. Bazı ömürleri boyunca aşamayacakları bir nefretle dolarken bazıları bir nefeste unutuyorlardı. Belki de yaşanan şeyler insanı böyle yapıyordu. Belki de küstüğümüz şey karşımızdaki değil de hayattı. Biz insanlardan çok hayata kırgınlıklar besliyorduk.
Vivian’ın bütün küskünlüğü hayataydı. Edyth ise el bebek gül bebek büyümüş küsmeyi can sıkıntısı olarak bilen biriydi. Zaten anlık küskünlüğü birkaç nefes alış sonrası geçivermişti.
“Son aylarda havalar iyice kötüleşti. Zaten kış gelmiyor ama hiç bu kadar sıcak olmamıştı. Annem affedilmeyeceğimize artık emin.” Bahsettiği şey aslında hüzünlü bir şey gibiydi ama çocuk aklıyla gülümseyerek söylüyordu.
“Kim affetmiyor?” sorduğu soruyu tamamen meraktan sormuştu. Onu daha çok konuşturacağının bilincinde de olsa merak etmeden yapmamıştı.
"Tanrı!" bahsettiği şeyi çok basit bir şeymiş gibi anlatıyordu ama aslında olanlarda oldukça büyük gerçeklik payı vardı. Aslında yıllardır efsane olan şey Vivian için hayatının gerçeklerinden ibaretti.
"Bir efsane bu. Eskilerde bir zaman, dünyalar güzeli bir kraliçe varmış. Bu öyle diğer kraliçeler gibi değilmiş ama gerçekten güzelmiş. Halk onun sadece güzelliğini değil gücünü de konuşuyormuş. Sabie'ler arasında en güçlüsü oymuş." Küçük kızın gülen yüzü kısa bir an asılmış olsa da kaldığı yerden devam etti.
"Günlerden bir gün bu muhteşem kraliçenin düğünü varmış. Bu o kadar büyük bir olaymış ki gezegende ne kadar varlık varsa hepsi davetliymiş. Tabi bunların arasında seveni olduğu kadar sevmeyeni de çokmuş. Kötüler büyük bir plan yapmışlar. O gün orada Kralı ve daha birçok muhafızı katletmişler. Kralın ölümü Yenilmez Kraliçeyi çok derinden sarsmış. İntikam almak için herkesi, nefes alan bütün canlıları lanetlemiş. Bu lanet o kadar derinden geliyormuş ki onu tüketmiş yok etmiş."
Hikayesine devam ederken gözleri dolmuştu. Oysa ne o zamanda yaşamış ne de o sahnelere bizzat tanık olmuştu ama çocuk kalbi o acıyı her canlı gibi hissediyordu. "İşte o zamandan beri ne yağmur ne kar yağmış. Hava hep o gün ki gibi kalmış."
Edyth'in anlattığı hikâye olayın aslı değil sebebiydi. Esas lanet çok farklı bir anda gerçekleşmişti. Kader o lanet ile baştan yazılmıştı.
Genç kadın arkasında anlatılan hikâyenin aslını çok iyi bilmesine rağmen hiçbir müdahalede bulunmamıştı. Zamanı geldiğinde Vivian geçmişi birinci ağızdan öğrenecekti zaten. Yakın zamanda yaşadıklarını daha atlatamamışken geçmişten gelen yükleri taşımaya başlaması için çok erkendi.
Vivian, kızı dinlerken yürüdükleri yoldan, gittikleri yerden kopmuştu. Oysa hemen karşılarında seyirlik bir manzara vardı. Dar ama oldukça güçlü akan suyun ikiye böldüğü büyük bir yerleşim yerine gelmişlerdi. Evlerin neredeyse hepsi düzensiz ama taştan yapılmışlardı. Çoğunluğu tek katlıyken ara ara diğerlerinden biraz daha uzun duran yapılar vardı.
Edyth, yanlarında bir şeyler daha anlatmaya devam ediyordu ama küçük kız bir süre bunların hiçbirini duymadı. Etrafında oluşan değişimleri yakalamaya çalışmakla uğraşıyordu.
Yavaş yavaş ileride belirmeye başlayan insanlar tıpkı Edyth gibi hayvan derisinden yapıldığı belli olan kıyafetler giyiyorlardı. Onu asıl şaşırtan şey bu olmamıştı ama...
Arthur ile oynadıkları zamanlarda diğer çocuklar ya korkuyla ya da iğrenerek bakarlardı. Sadece haftalar öncesinde kalan o günleri biran için ona çok uzakmış gibi gelmişti. Geri getiremeyeceği o anlar içindeki yaranın bir kez daha kanamasına neden olmuş gibiydi. Girdiği düşünceli halden onu çıkaran şey gözlerinin içine büyük bir gülümseme ile bakan insanlar olmuştu.
İlk defa birileri onlardan nefret etmiyordu.
Uzaktan kimle göz göze gelseler hepsinin yüzünde önce büyük bir gülümseme beliriyor ardından işlerini bırakıp yavaş yavaş büyüyen adımlar ile onlara yaklaşıyorlardı. Herkes Aradia'yı büyük bir saygı ve sevgi ile kucaklıyordu.
Vivian adeta hayran olmuştu. Genç kadını hiç bu kadar halinden memnun görmemişti. Öyle kolay kolay gülümseyen insanlardan değildi hatta şimdi bile gülüyor sayılmazdı ama o sert bakışlarının altındaki neşeyi hissedebiliyordu.
"Hoş geldin!" diye orta yaşlı bir kadın yanlarına gelen ilk kişi olmuştu.
"Seni çok özledik!" diyen kişi bir öncekinden daha genç değildi.
"Uzun zamandır yoktun. Nasılsın?"
"Seni tekrar gördüğüm için çok mutluyum." Bunu diyen kadın bastonu ile zor ayakta duruyordu.
Onlar gibi daha birçok kadın etraflarını sarmış her biri Aradia ile bire bir görüşmek için an kolluyordu. Bu durum küçük kızı oldukça şaşırtmıştı. Şaşkınlıktan tepkisizliğini korumak için ayrı bir çaba göstermesine gerek kalmamıştı.
Dakikalar içerisinde Aradia üzerinde olan ilgi hızla küçük kıza yönelmişti. Meraklı gözler her bir ayrıntısı özellikle de mora yakın mavi gözlerinin derinliklerini görmek ister gibi bakıyorlardı. Etrafında yaşanan hiçbir şeye tam olarak tepki veremiyordu.
"Senin gibi!" dedi arkalardan yabancı bir ses. Bir başka yabancı ses onun arkasından devam etti. "Bir mucize!"
Mucize...
İlk defa bela değildi, ilk defa şeytan değildi, ilk defa büyücü değildi ve ilk defa mucizeydi.
O bir mucizeydi.
Onu hayata bağlayan o kelimenin ardından etrafına sarılmaya başlayan kolların ilk nereden geldiğini kavrayamamıştı. Bir çift kol onu sarmaladıktan sonra ardı arkası kesilmemişti. Küçük bedeninin nereye savrulduğunu bilmeden kollarını istemsizce karşısındakine bir doluyor bir serbest bırakıyordu.
"Küçük kız bana hastalıktan bahsetti!"
Aradia'nın uzaklaşan sesini zar zor işitebilmişti. Zaten etrafındaki kalabalığın bir kısmı da onun peşinden giderek azalmıştı. Geri kalanların ise ilgisi hala üzerindeydi.
Çevresinde düzensiz bir çember oluşturmuş olan kadınlar yavaş yavaş ona sorular sormaya başlamıştı.
"Adın ne?"
"Aç mısın?"
"Susadın mı?"
"Maşallah ne kadar güzelsin!"
"İstediğin bir şey var mı?"
Bazıları soru bazıları ise sadece övgü cümleleriydi. Bütün bunların eşliğinde meydana doğru ilerliyorlardı. Ona söylenenlerin hiçbirine yetişemiyordu. Yapabildiği tek şey o ana ayak uydurmaktı.
Meydana geldiklerinde ise ona sorulan sorularla beraber dışarıdan gelebilecek bütün seslere kulakları tıkanmıştı. Büyük açıklık alana geçmek için kısa bir köprüden yürümüşlerdi. Ardından geldikleri yer ise akar suyun kısa bir süre ikiye ayrılması ile ortada kalan kısımdı. Sanki orası suyun ikiye ayırdığı yerleşim yerinin merkezi; kalbi gibiydi.
Çayırdan oluşan açıklığın ortasında tek bir yapı vardı. Şimdiye kadar orda gördüğü yapıların en büyüğü ve en heybetlisiydi. Girişi kanatlı iki kapıdan oluşuyordu ve sonuna kadar açıktı. Sanki orada var olan herkesi sorgusuz sualsiz içine kabul edecekti.
Meydanda koşturan kim varsa; kadını, erkeği, çocuğu, genci... Hepsi içeriye bir şeyler götürüp getiriyordu. Ellerinde neler olduğunu görmek için çabalıyor olsa da etrafındaki kalabalık yüzünden bir türlü görüş açısı yakalayamıyordu. Ne zaman bir boşluk bulsa karşısına bir başkası geçiyordu.
"Hanımlar, hanımlar! Yeter eğlendiğiniz, işler bizi bekliyor." Arkalardan genç bir kadından gelen ses üzerindeki ilginin bir nebze olsun azalmasını sağlamıştı.
Etrafındaki kişiler birer birer uzaklaşırken sesin sahibini görebilmişti. Kadının duruşu özellikle yüzündeki hafif munzur ifade kendi Gökçe teyzesini hatırlatmıştı ona. Etrafında kimse kalmadığında bile hala o ifade ile o kadın karşısında dikiliyordu. Sanırım ona göz bile kırpmıştı.
"Anneeee!" diye arkasından gelen tanıdık sesle beraber yanından geçen biri hızla kadını koşmuştu.
Genç kadın Edyth'in annesiydi. İçinde bir yerlerde kadını ilk gördüğünde yaşadığı tanıdık hissi birazda bundan olmalıydı. Genç kadın kızına sımsıkı sarıldıktan sonra onu omuzlarında tutarak kendinden uzaklaştırdı.
"Arkadaşın ile beni tanıştırmayacak mısın?" genç kadının en az kendi kadar kibar olan sesini bu sefer daha net alabilmişti.
"Vivian bu annem Darlene. Anne bu da Vivian." Edyth küçük ellerini bir tarafa bir diğer tarafa sallayarak sevimli hareketler yapıyordu.
Darlene küçük kız ile daha iyi iletişim kurabilmek için hafifçe dizlerinin üzerine çökerek onunla aynı boya geldi. "Demek bu güzel gözlerin sahibi sensin. Tanıştığıma memnun oldum Vivian."
Bakışları kadının ona açtığı kolları ile sevgiyle gözlerinin içine bakan gözleri arasında gidip geliyordu. Bunlar onun için çok tanıdıktı. yine sorgusuz sualsiz bir şekilde o kollara sığına bilirdi ama öğrenmişti. O kolların onu bir gün sarmaktan vazgeçebildiğini öğrenmişti.
Cevabını vermeden önce bir adım geri atarak omurgasını dikleştirdi. "Aradia nerede? Onun yanına gitmek istiyorum."
Genç kadın her ne kadar bu tavra bozulmuş olsa da yüz ifadesini korumaya çalışarak kaldırdığı kollarını sakince indirdi. "Peki, sen nasıl istersen." ayağa kalkıp son bir kez şansını dener gibi bir elini Edyth'e bir elini de ona uzatmıştı.
Edyth hiç vakit kaybetmeden annesinin elini tutmuştu ama durum Vivian için aynı değildi. Ona uzatılan ele sadece birkaç saniye bakmakla yetindi. Öne doğru nereye gittiğini kendisinin de bilmediği bir adım attı.
"Kendim yürüyebiliyorum." Onun bu çocuksu tavrı genç kadını gülümsetmişti ama Edyth kendini garip hissetmişti. O da yürüyebiliyordu ama yine de annesinin elini tutmuştu. İçinde bir yerlerden Vivian gibi yapmak gelse de bunun annesini üzeceğini düşünerek yapmaktan vazgeçti.
Oysa Vivian'ın tavır ve hareketlerinin sebebi tamamen farklıydı. Terkedilişleri o kadar tazeydi ki bir yenisini daha kaldıramayacağına inanan bilinç altı onu böyle koruyordu.
O yara almaktan korkan bir serçeydi. Kanatları vardı ama uçmak için yeterli cesareti yoktu.
Zaman... Zaman beraberinde cesaretini getirebilecek miydi? Kanatlarını bir kez olsun korkusuzca boşlukta açabilecek miydi? Uçan korkusuzca cıvıldayan bir serçe mi olacaktı yoksa gökyüzünü sadece hayal mi edecekti?