O gün, üç kız yaptıkları ve onlara yapılandan çok Vivian’ın güçlerini kullanmış olmasını sır olarak kabul etmişlerdi. Aileleri her iki kıza da yaşananları anlatmaları için dil dökmüşlerdi. Ağızlarını bıçak açmayan kızlar başta minik cezalar alsalar da en sonunda ev hapsine tabi tutulmuşlardı. O gün dayak yiyen delikanlılar ise kendilerini ifşa etmemiş olan bitene seyirci kalmışlardı.
Dakikalar saat, saatler gün gibi geçiyordu onlar için. Vivian uyanmıyordu.
Yirmi dört saat dolduğunda kızlarda içten içe tedirgin olmaya başlamıştı. Halk eğer kıza bir şey olursa lanetlenecek olmanın korkusu ile Habil ve Kabil’den olabildiğince uzak duruyordu. Vivian onlara göre Aradia ile aynı kandan geliyordu. Bu da tedirginliklerini daha çok körüklüyordu.
Aradia bile küçük kızın eve baygın halde getirilmesi ile telaşlanmıştı. Genelde çoğu duyguyu gizleyen gözleri bu sefer sakin kalamamıştı. İlk işi kızın nabzını sonra da vücut sıcaklığını kontrol etmek olmuştu. Her ikisi normal olmasına rağmen gözlerini açmıyor oluşu ile nefes alışverişini tekrar kontrol etme ihtiyacı hissetmişti.
Kız derin bir uykuda gibiydi…
Geçen yirmi dört saate bir yenisi daha eklendiğinde Aradia küçük kızın kendi kendine uyanmayacağına ikna olmuştu. O akşam Habil ve Kabil’den kızlarını ona getirmesini rica etti. Tabii bu ricadan çok başka ihtimali olmayan bir emirdi.
Kızlar göl kenarındaki eve ilk kez ayaklarını sürüyerek gelmişlerdi. Evlerinin bodrum katında aç susuz geçirdikleri otuz altı saatten sonra geldikleri yeri sorgulayacak takatleri bile yoktu. Kapının önüne geldiklerinde korkudan bacaları titrerken açlıktan guruldayan karınlarına ellerini yumruk yapmış bastırıyorlardı.
Yol boyu devam eden sessizliği Habil’in kapıyı çalan eli bölmüştü. İki kızdan yaşanacaklardan sonuna kadar endişeliydi. Karınlarına bağladıkları ellerini çözmüş sıkı sıkıya birbirlerine kenetlenmişlerdi. Ve gergin bekleyiş sona ermiş kapı açılmıştı.
Ormanın sessizliğinde uğursuz kapı gıcırtısı yankılanmıştı. Normalde hiç çıkmayan ses sanki çıkmak için o anı beklemiş gibiydi. Kapı bile onlara korkmaları gerektiğini fısıldıyordu. Biraz sonra yaşanacaklara hazırlıklı olmalarını emrediyordu adeta.
İçeri geçtiklerinde yan yana konumlandırılmış tekli koltuklar idam sehpasından daha farklı gözükmüyordu. Sanki sonları ölüm olacakmış gibi umutsuzca o koltuklara oturdular.
“Tamam. Siz dışarıda bekleyebilirsiniz.” Aradia adamlara bakmamıştı bile. Gözleri ayaklarını izleyen çocuklardaydı.
“Biz de burada olmalıyız.” Habil’in içindeki kızını koruma içgüdüsü harekete geçmişti.
“Neler olduğunu öğrenmek bizim de hakkımız.” Kabil her zamanki gibi olay odaklı düşünüyordu.
“Öğrendiğimde sizi bilgilendiririm.” Aradia kızlarla yalnız konuşmakta kararlıydı. İki adamın önlerine geçmiş çıkmaları için bir adımını onlara doğru atmıştı bile.
“Daha çok küçükler. Büyük bir yanlış yapmış olamazlar.” Habil için evladı çok kıymetliydi. Çocuk hatası gibi bir şeyin kötü sonuçlarından ölesiye çekiniyordu.
“Biz Anahun’u yalnız bırakalım ki olay bir an önce açıklığa kavuşsun.” Kabil de bir o kadar kızını umursamıyordu.
Habil biraz Kabil’in zoruyla birazda başka şansı kalmadığından evin verandasına çıkmış endişe ile beklemeye başlamıştı.
Aradia genç adamların odadan çıkması ile dikkatini iki kıza verebilmişti. Her ikisinin de gereğin ve korkmuş halleri dikkat çekiyordu. O hiçbir zaman ağzı kapanmayan Edyth bile suskundu.
“Olanları ilk kim anlatmaya başlıyor?” Aradia ikilinin tam karşısına oturmuş derin kuyuyu andıran karanlık gözlerini üzerlerine dikmişti.
İki kız bakışlarını birbirlerine çevirdi. Sanki ne yapacaklarını bilmemekten çok doğrusunun ne olduğuna karar veremiyor gibilerdi.
“Amacım ailenizin yaptığı gibi sizi cezalandırmak değil. Bu benim işimde değil. Ben sadece olanı biteni öğrenip Vivian’ın uyanması için çaba göstermek istiyorum.”
Oda da konuşan tek kişi genç kadındı. Kızlar onu dinlemek ve birbirleri ile bakışlar üzerinden anlaşmaktan fazlasını yapmıyorlardı. Aslında Aradia o an anlamıştı, onların arasındaki derin arkadaşlığı. Konuşmadan; kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşabildiklerini.
“Beni anlamanıza ihtiyacım var.” Yerinden kalkıp dizlerinin üzerinde kızların göz hizasına kadar eğildi. “Ne yaptığınızla değil Vivian’a ne olduğuyla ilgileniyorum sadece.”
Kızlarda zaten kendilerinden çok bunu düşünüyordu. Vivian o gün onları savunmuşken şimdi onun bilinci yerinde değilken sıranın kendilerine geldiğinden eminlerdi. Kendilerince onu uyandığında alacağı cezalardan koruyorlardı.
Aradia’nın gözü hala birbirini sıkı sıkı tutan ellerdeydi. Başka zaman olsa kızların bu kenetlenmiş halinden hoşlanırdı ama konu Vivian olunca aynı şekilde düşünemiyordu. Tamda o an ani bir kararla harekete geçti.
Kızları birbirini sıkıca tuttukları ellerinden yakaladığı gibi arkaya, küçük kızın odasına doğru onları götürmeye başladı. Kızlar yarı ağlıyor, yarı isyan ediyor, yarı yalvarıyorlardı. Sonunda mışıl mışıl uyuyan kızın ayakucuna ikisinin de bedenini fırlatmıştı.
“Sakladığınız şeylerin sonucu bu! Bakın, iyi bakın!” Derken onların yere eğmek için uğraştıkları başlarını sertçe saçlarından sertçe tutup kaldırmıştı.
“Arkadaşınıza bunu siz yaptınız. Susarak da yapmaya devam ediyorsunuz.” Sesi yükseliyor kızların üzerine gitmeye devam ediyordu.
“Sizin yüzünüzden uyanmıyor. Siz sustuğunuz için ona yardım edemiyorum!” Aradia yavaş yavaş kontrolünü kaybediyordu. Kızlar içleri çıkarcasına ağlıyordu. Bütün bu sesler dışarı kadar yankılanıyor iki adamın kulağına çalınıyordu. Habil dayanamayıp kapıyı yumruklamaya bile başlamıştı.
Kızların ağlama sesi uzunca bir süre kapı sesini bastırmıştı. Aradia kendini toparlamalıydı ama kızların ne inadını ne de korkularını kıramamıştı. Her üçü de sakinleşebildiğinde Aradia yığıldığı yerden kalkıp içeri gitmişti. Kızlar onun ne yapmaya gittiğinden çok dönene kadar ne kadar zamanları olduğuyla ilgileniyorlardı.
“Anlatmalı mıyız?” dedi Edyth.
“O diğerlerinden farklı mı?” diye soruya soruyla karşılık verdi Leila.
“Ya uyanmazsa!” derken korkuyla karışık endişe sarmıştı küçük bedenini.
“Uyanacak!” fısıltı ile devam etti, “Uyanmak zorunda!”
“Anahun anlatırsak bize kızmaz. Bize yardım eder hem.” Edyth çoktan ikna olmuştu ama Leila tamam demeden bir şeyler anlatmak istemiyordu.
“Bu ne? Bunu görüyor musun?” diyerek kızarmış bileğini gösterdi Leila. “Sence de bize bir şey yapmayacak gibi mi?”
Ortamın sessizleşmesi ile kapıda Aradia’nın gözükmesi neredeyse aynı anda olmuştu. “Yeter artık! İçeri gelin!” demiş olsa da kızlar kıpırdamamıştı bile.
“Beni, sizi saçlarınızdan sürüklemek zorunda bırakmayın!” dediğinde ilk hareketlenen Edyth olmuştu. Leila’nın içinde Anahun’a karşı ne o kadar saygı ne de sevgi vardı. Bu onu daha umarsız gösteriyordu.
İçeri geçtiklerinde Aradia’nın o zamanda nereye kaybolduğunu öğrenmişlerdi. Ortadaki masanın üzerinde ekmek ve hala dumanı tüten süt ile beraber dört parça tavuk duruyordu. Otuz altı saattir aç duran kızlar için bu büyük bir ziyafetti.
“Bize yemek mi hazırladın?” Edyth bodrumdan çıkarıldığında bile annesinin hazırladığı şeyleri yemesine izin vermemişlerdi. Bunu ona, onu çok sevdiğini iddia eden ailesi yapmıştı.
Leila yanından ayrılıp hızla yemek yemeye koyulan arkadaşından daha soğuk kanlıydı. Karnı, iştahla yemek yiyen Edyth’i gördükten sonra daha bir sesli guruldamıştı. Burnuna dolan güzel soslu tavuk kokusu da işini hiç kolaylaştırmıyordu. Adımları ondan bağımsız bir şekilde masaya doğru yaklaşmıştı.
“Bize yemek vermiş olman konuşacağımız anlamına gelmiyor!” kaşlarını çatmış onu umursamadan yemek yiyen Edyth’e bakıyordu. “Bizi bu şekilde ikna edemezsin.” Derken hala fikrinde ısrarcıydı.
Aradia içten içe “Konuştun!” dememek için kendini zor tutmuştu. Sonradan aklına bunun bir benzeri konuşmayı Vivian ile yaptığı gelmişti. Küçük kızın parlayan gözlerini, sesini nefesini bile özlediğini o zaman anlamıştı. Alışmıştı ona…
“Sadece yiyin. Sonra gitmekte özgürsünüz.” Derken umursamazca dışarıyı izlemeye başlamıştı. Tabii dışarıdan çok kızların cama yansıyan hareketlerini…
Edyth kadının söylediklerini umursamamıştı bile. O oburca boş karnını doyurmaya çalışıyordu. Leila ise şüphelerini ve güvensizliğini hiç bırakmayacakmış gibi dursa da en nihayetinde o da bir çocuktu. Pes edip sofraya oturması sadece biraz zaman almıştı. Hala bile güveni tam olmadığından ara ara göz ucu ile kadını kontrol ediyor açlığına rağmen lokmalarını ahesteyle çiğniyordu.
Kızların açlık sınavı bittiğinde şişkinlikten hareket edemeyecek hale gelmişlerdi. Leila ona verilen özgürlüğü kullanmaya kararlı bir şekilde ayaklanan ilk kişi olmuştu. Odanın çıkışına yönelen adımları başta tereddütlüydü. Her an durdurulabileceğini düşünüyordu. Ama öyle olmadı. Onu kimse durdurmadı. Yarı yolda hafifçe geri dönüp arkasından gelen olup olmadığını kontrol etti. Aradia hala dışarıyı izliyor, Edyth ise olduğu yerde sadece bekliyordu.
Bir adım, sonra bir adım daha, bir tane daha… Gittikçe hızlanan adımlarını o ince ses bir bıçak gibi böldü.
“Lanetli göle gittik.” Edyth kendi için inandığı doğruyu seçmişti. Leila olduğu yere çakılmış gibi yarım adımı havada kalmıştı.
“Su çok sıcaktı bu yüzden kıyafetlerimizi çıkarıp suya girdik.” Edyth anlatmaya devam ediyordu.
“Hayır! Sus!” Leila’nın bunu istemiyordu. O sofrayı daha gördüğünde anlamıştı, dayanamayacağını.
“Viv, sabah yüzmüş o yüzden çabuk sıkıldı. Sudan çıkıp üzerini girip büyük kayaya uzanmıştı.”
Leila artık harekete geçmesi gerektiğini biliyordu. Ayakları onunla aynı fikirde olmamalı ki kıpırdamıyorlardı. Sıranın o olaya geldiğinin bilincindeydi. Herkes ama herkes öğrenecekti. Erkekler yine olayı kendilerine çevirecekti. Adı, kendi adı, ailesinin adı lekelenecekti. Bu olamazdı. Olmamalıydı. Ama engelleyemiyordu. Susması yetmemişti. Edyth anlamıyordu. Olabilecekleri düşünemiyordu, geleceği tahmin edemiyordu.
“Onlar geldi sonra. O üçü… Ethan, Darwin ve Tom… Onlar bizin kıyafetlerimizi çaldı. Bizi sudan çıkmaya zorladılar. O halimizle.”
Acıydı. Leila’nın hissettiği derin bir acıydı. Yaşanan akran zorbalığından daha kötüydü bu. Yapmadığı bir şeyin suçluluk duygusuyla acı çekmek.
“Seslendik Vivian’a. O kadar çok seslendik ki ne kadar zaman aldı bilmiyorum. Ama geldi. Sonunda bizi kurtarmaya geldi.”
Leila o anlattıkça ağlamaya başlamıştı. Acizliğine ağlıyordu. Böyle bir olayın yaşanmış olmasına ağlıyordu. En çok da onları kurtaran tek kişinin zarar görmüş olmasına ağlıyordu.
Edyth anlatıyordu ama onun da içindeki korku elle tutulur bir haldeydi. O da ağlıyordu. Sözlerinde duraksamasının nedeni gözyaşları arasında nefessiz kalmasıydı.
“Geldiğinde biraz farklıydı.” İşte en çok tereddüt ettikleri noktaya gelmişti. Duraksadı. Bu sefer birden fazla nefes çekti ciğerlerine. Akan burnunu koluna sildi.
“Nasıldı?” dedi Aradia. Gözlerini camdan çekeli çok olmuştu. Edyth’in ağzından çıkacak her bir kelime onun için çok önemliydi. Vivian o detaylarda kaybolmuştu. Onun ruhunu orada bulacaktı.
“Her şey çok hızlıydı. Vivian sanki rüzgardı. Mor bir bulut gibi onların etrafını sardı. Sis dağılana kadar olanları fark etmedik.”
“Devam et!” Aradia heyecanlanmıştı. Vivian ilk defa tam anlamıyla güçlerini kullanmıştı. Bedeni ilk defa bir Sabie olduğunu hatırlamıştı.
“Sis gittiğinde kıyafetler Vivian’ın elindeydi. Onlar yani… Ethan, Darwin ve Tom yerdeydiler. Dayak yemiş gibi…Viv onlara bir şey söyledi. Zaten ondan sonra koşarak kaçtılar. Bizde rahatça sudan çıkabildik.” Edyth hikâyenin sonuna gelmişti.
“Yanına gittiğimizde Vivian titriyordu. O zaman gözlerini fark ettik. Mordu… Tamamen mordu. Sonra da bayıldı zaten. Sürükleyerek buraya getirdik biz de.”
Aradia artık sebebi biliyordu ama kızlar bilmiyordu. Edyth o gün göle gittikleri için pişmandı. Leila ona uyduğu için pişmandı. Bu anları yaşadıkları için pişmanlardı.
Aradia oturduğu yerden kalktı. Kızlar oldukları yerde sıçradı. Sanki kendilerine kızılmasını bekliyor gibi… Kızılacak bir şey yapmış gibi… Bekledikleri şey gerçekleşmedi. Aradia kapıyı açıp ailelerini içeri almıştı sadece.
“Kızım! İyi misin?” Habil hızla kızının yanına gitmişti. Etrafında olan hiçbir şey umurunda değildi. İlgisi sadece kızındaydı. Edyth narin kollarını babasına dolamıştı. Sanki o anı bekliyormuş gibi sakinleşmiş bedeni tekrar ağlamaya başlamıştı.
“Ne yapmışlar?” bu soru aslında bir babadan gelemeyecek kadar saldırgandı. En azından baba olduğunu iddia eden birinden gelmemeliydi.
“Bir şey yapan onlar değil. Üç isim. Vivian uyanana kadar bu kızların yaşadıklarının bedeli ödenene kadar aç susuz kalması gereken üç kişi var.” Kabil’in kafası karışmıştı. Olay ne zaman kızların dışına çıkmıştı kavrayamamıştı.
“Ethan, Darwin ve Tom. Evlerinde değil ama ana binada tutulacaklar. Vivian uyanana kadar ne yemek ne de su verilecek. Aileleriyle, aileleri ile yakın olan kişilerle, arkadaşları ile kısacası benim dışımda herhangi biri ile görüşmeleri yasak. Buna birbirleri de dahil.”
Kızlar belki de hayatlarında yapabilecekleri en doğru şeyi yapmış olabilirlerdi. Bu sefer yargılanan mağdur değil suçlunun ta kendisi olacaktı. İşin içinde Vivian olduğu içinde öyle basit bir ceza ile paçaya sıyıracaklarmış gibi durmuyordu.
Kabil’in tutumu Leila’yı şaşırtmamıştı. Babasını herkesten daha iyi tanıyordu. Aradia olaydan onları akladığında o demirden ifadesinin arkasındaki rahatlamayı görmüştü. Arkasından gelen erkek isimleri ile gerildiğini de… Babası ile göz göze gelmek istemiyordu. Lakin kaçacak yeri de yoktu. Aradia’nın aradan çekilmesi ile o an yaşandı.
Kabil’in aklında kurduğu ve kendini inandırdığı şeyleri ondan başka bir Tanrı bilirdi. O bakışları gördüğünden beri ayakları geri geri gidiyordu. Evde onunla yüzleşmeyi hiç istemiyordu. Kendini hem bedenen hem de ruhen bunun için çok yorgun hissediyordu.
Aradia evini boşaltıp Vivian için gerekli hazırlıklara giriştiği sırada o korkulu rüyası ile yüzleşmek üzereydi. Babası geçmesi için kapıyı açıp beklemişti ama o eşikten geçmek hiç içinden gelmiyordu. Kabil onun keyfini bekleyecek sabırda değildi. Kıyafetinin omuz kısmından tutarak onu salona bir çöp atar gibi fırlatmıştı.
“Geldiniz mi?” gözü yaşlı bekleyen Edna ayaklanmıştı ama kocasının yüz ifadesinden çok da hayırlı şeyler yaşanmayacağını anlamıştı.
“Geldik. Gelmez olur muyuz?” derken sesinde alaylı bir öfke vardı.
Edna evladını koruma iç güdüsü ile kanatları altına almak için hareketlenmişti.
“Sakın! Sen buna karışmayacaksın!” kalktığı yerine geri oturmak zorunda kalmıştı.
Edna her ne kadar endişeli gözlerle onu izliyor olsa da her zaman olayın dışında bırakılıyordu. Leila buna alışmıştı. Onun bu dört duvar arasından kendinden başkası yoktu. Annesi yalvaran üzgün gözlerle işkencesini izler ağrılardan uyuyamadığı o ilk akşam odasına gelip özür diler sonra yine pek sevgili kocasının yanına dönerdi.
Leila bu sefer direnecekti. Yapmadığı bir hatanın cezasını çekmeyecekti.
“Aradia neden onları cezalandırıyor? Ona ne anlattınız?” sakin gibiydi ama şimdilik.
“Hak ettikleri için…” Leila sakindi. Daha çok dayağını yiyip odasına çekilmek istiyordu. Sıkılmıştı. Ne yaparsa yapsın babası onu dövmek için bir sebep bulabiliyordu.
Kabil sakinleşmek ister gibi derin bir nefes aldı. “Benimle düzgün konuş!”
“Olanı söylüyorum. Vivian’ın bayılmasının temel sebebi onlar. Biz sadece şahit olduk. Yani yine yanıldın baba. Yine boşu boşuna beni cezalandırdın.” Önceden olsa bu kadar açıklama yapmazdı. Aradia’nın arkalarında durmuş olması ona cesaret vermişti.
Yerine oturmak için dönecekti ki kulağında ani bir patlamayla beraber yüksek bir çınlama olmuştu. Ne zaman kapattığını bilmediği gözlerini açtığında kendini yerde bulmuştu. O zaman anlamıştı çınlamanın asıl sebebini.
“O zaman kızı evine neden onlar götürmedi? Bir halt yediler madem iki gündür neredeler?” Kabil yine ona dayak atacak bir sebep bulmayı başarmıştı.
Leila yine içine düştüğü bu saçmalığa güldü ama iki yana kıvrılan dudakları canını yakmıştı. Eli ile yüzündeki acıyan yere gittiğinde ince parmaklarına kan bulaşmıştı.
“Bilmem! Aradia’ya sor istersen!” başını kaldırdı, “Belki anlatır!” bu babasının sabrının dolup taşmasına yetmişti. Ona izin verilse daha birçok şey söylerdi ama dayak yerken konuşmaya mecali kalmamıştı.
Oysa o günün tek şahidi o altı kişi değildi. Leila’nın küçük erkek kardeşi bütün olan biteni dalların arasından izlemişti.
Leila odasında yaraları sarılırken Kabil salonda keyifsizce oturuyordu. Ağrıyan ellerini ovuşturmakla meşguldü. Gale ablası dayak yerken susmuştu. Babasının öfkesini onun üzerinde harcamasını beklemişti. Sonunda zamanının geldiğini düşündüğü o anda babasına yaklaştı.
“Baba!” sakince seslendi.
“Ne var!” adamın sinirinin hala geçip geçmediğine emin olamamıştı.
“Ben o gün neler olduğunu biliyorum.” Genç adamın gözleri açılmıştı.
“Öyle mi! Anlat o zaman seni dinliyorum oğlum.” Derken çocuğun başını okşuyordu. Adı üstünde Gale de bir çocuktu hem de babasının takındığı maskelerin altında ne olduğunu anlayamayacak kadar küçük bir çocuk.
“Bunlar yani üçü toplaşıp lanetli göle gittiler. Kıyafetlerini çıkarıp yüzmeye başladılar.” O ara vermeksizin anlatmaya devam ederken babasının kasılan çenesinin farkında değildi.
“O kız; Vivian ilk o çıktı sudan ama çok uzaklaşmadı. Biraz ileride uzanıyordu. Biraz zaman geçtikten sonra Ethan, Darwin ve Tom geldi. Bunların kıyafetlerini çalıp dalga geçmeye başladılar. Ödleri koptu. Kendilerini nasıl koruyacaklarını şaşırdılar.” Derken komik bir şey anlatıyor gibi gülmüştü. Oysa bu olay o yaş için bile komik gelmemeliydi.
Kabil onu sadece dinliyordu. Öğrendiği her ayrıntıda Leila’nın o dayaktan çok daha fazlasını hak ettiğine emin oluyordu.
“Vivian o zaman sahneye çıktı. Rüzgâr gibiydi. Birden gelip o üçünü yere sermişti. Ablamların kıyafetlerini de almayı başarmıştı. Onlarda arkalarına bakmadan kaçtı zaten.” Hikâyenin bayılma kısmına gelmişti ama Kabil’in dikkatini çeken başka bir nokta olmuştu.
“Onları nasıl dövdü demiştin?”
Duydukları Kabil’in fikrini değiştirmişti. Gale’in o kadar şeyi görüp geç anlatması bir yana kızları korumak yerine izlemeyi tercih etmesi büyük bir hataydı. Leila’dan daha beter dövülmeyi hak ediyordu. Lakin konu Vivian’a geldiğinde o atacağı dayaktan vazgeçti.
Gale’e o akşam Vivian’a dair ne gördüyse defalarca anlattırdı. Ardından onu bolca tembihledi. Küçük çocuğun o andan itibaren tek görevi Vivian’ı takip etmekti. O kızda bir şeyler adamı rahatsız etmişti. O kız farklıydı, çok farklı… Haklıydı da aslında lakin bu farklılık onu düşündüğü gibi kötülük anlamında değildi.
O akşam Leila da Edyth de güne gözlerini ağlayarak kapatmıştı. Biri mutluluktan biri acıdan… Birbirine bu kadar zıt olaylara aynı tepkiyi verebiliyordu insan.
Yaratılıştan beri gelen bazı şeyler hiç değişmiyordu. Kapalı kapılar arkasında herkesi kıskandıracak huzurda yaşanabiliyordu kimsenin görmek istemeyeceği nefrette. Bu kaçınılmaz tahterevalli düzeninde iyiliğin anıldığı her yerde kötülük de nefes alacaktı. Tıpkı temiz bir kalbin içindeki küçük bir nokta gibi…
Yirmi dört saat…
Tam bir gün.
Bir sürü şey olabilirdi. Doğumlar, ölümler, hastalıklar, şifalar… bir göz açıp kapama süresinde insanın yirmi dört saatini etkileyecek şeyler yaşanabiliyordu.
Aradia’nın yirmi dört saatlik değişim için beklediği tek şey bir çift gözün açılmasıydı. Akşamdan sabaha kadar elinden gelen her şeyi fazlası ile yapmıştı.
İlk olarak küvete ılık su hazırlamıştı. Suyun içini rahatlatıcı kokular yayması için papatya, lavanta ve biberiye çiçekleri bezemişti. Vivian’ı neredeyse yarım saat o suyun içinde tutmuştu. Ardından sıra tütsülere gelmişti. Defne yaprağı ve sandal ağacı karışımından hazırladığı tütsüyü önce yatağının üzerinde gezdirmişti. Kızı yatağına geri yatırdıktan sonra da iki baş ucuna yerleştirip kokunun sürekliliğini sağlamıştı. Bütün bunlardan sonra geriye beklemekten başka bir şey kalmamıştı.
Vivian ara ara uyanacakmış gibi mırıldanıyordu. Bu genç kadın için büyük bir gelişmeydi. Ondan aldığı her tepkide heyecanlanıyordu. Göz kapaklarının altında hareket eden gözleri girdiği o derin uyku denizinde yüzmeyi öğrendiğini gösteriyordu. Kıyıya varması çok yakında yaşanacaktı.
Günün ilk ışıklarına daha gelmeden eve güneş doğmuştu bile. Vivian parlak mor gözlerini yeni doğan bir güneş gibi ağır ağır açmıştı. Karşılaştığı tavan çok tanıdıktı ama her sabah gördüğü de değildi. Uyku mahmuru gözleri birkaç kez açılıp kapanma ile biraz daha kendine gelebilmişti.
Tavan; kütüphanenin tavanıydı… lakin orada yatılabilecek tek şey sedyeydi. Yattığı yerde yarım doğrulup düşündüğü gibi olup olmadığını kontrol etti. Gerçekten de o sedyede yatıyordu. Oda garip bir koku ile doluydu. İki başucunda hala dumanı tutan şeyler vardı. Yanmış şeylerin ne olduğunu anlayamamıştı.
En son ormandaydı buraya nasıl gelmişti ki?
“Günaydın!” Aradia biraz ilerisinde elinde bardak ile karşılamıştı onu. “Sonunda uyandın.” Derken kadında nadiren gördüğü gülümsemesi vardı.
“Ne zamandır uyuyorum ben?” küçük kızın kafası karışmıştı.
“Yaklaşık iki gün sanırım… Öğlene doğru uyanmış olsaydın tam iki gün diyebilirdik.” Kadının ruh hali o kadar sakindi ki olanlar çok normalmiş gibi geliyordu insana.
Vivian daha ağzını açamadan devam etti. “Yani yeterince yatakta pinekledin. Artık kalkma vakti.” Bir adım ona yaklaştı. “Hadi kalk da iç şunu.” Derken elindeki bardağı bununun dibine kadar yaklaştırmıştı.
Başka çaresi olmadığından ya da genç kadına olan güveninden olsa gerek bardağı almıştı ama her güvenin sorgulanması gerektiği gibi o da bu güveni sorguladı. Başta gözleri ile kontrol etti. Koyu renkli sıvıyı bir şeye benzetememişti. Burnunu hafifçe yaklaştırıp kokladı. Güzel bir kokusu yoktu ama keyifle içmesine neden olacak kadar da hoş kokmuyordu.
“Bir dikişte içmeni öneririm.” Kızın sorgulayan hali genç kadının hoşuna gitmişti.
Vivian kadının önerisine değer vermişti. Hatta düşünmeden uygulamıştı. Boğazından geçen yakıcı sıvı ile ne kadar haklı olduğunu da anlamıştı. Onu biraz daha ağzında tutsa hiç hoş olmayan tat bütün gün varlığını hissettirecekti ona.
“Kendini nasıl hissediyorsun?” genç kadın bir yandan gözleri ile onu inceliyordu.
“Aynı. Hasta gibi hissetmiyorum.” Çok fazla yatmaktan sırt ağrısı dışında bir şeyi yok gibiydi. O da dayanamayacağı bir şey değildi.
“Güzel.” Dediği sırada odadaki kitap okurken oturmayı en çok sevdiği sallanan koltuğa geçti. “En son ne hatırlıyorsun?”
Kadın böyle bir şey soruyor olması onu düşünmeye itmişti. Gerçekten en son ne olmuştu?
“Kızlar beni bir göle götürmüştü. Onlar nasıl, iyi mi?” kendisi baygınsa onlara da bir şeyler olmuş olmalıydı.
“Peki, sonra. Neden bayıldığını hatırlıyor musun?”
Vivian kendini hatırlamaya zorluyordu. Başına ince bir ağrı girmişti ama yine de durmadı denemeye devam etti. Hayal meyal bir şeyler hatırlıyordu aslında. Kızlarla birileri dalga geçmişti. Üç erkek hatırlıyordu ama yüzlerinden emin değildi.
“Kızların kıyafetlerini çaldılar.” O an yaptığı şeyler film şeridi gibi gözünün önüne gelmişti.
“Ben onlara zarar verdim.” Dedi istemsizce.
“Hayır! Sen onları korudun.” Aradia artık bu bakış açısının değişmesini istiyordu.
“Ama…” diye neye itiraz ettiğini bilmeden itiraz edecekti.
“Sen ilk defa güçlerini kullandın.” Bu Aradia’yı oldukça memnun etmişti. Keyifli sesinden bunu anlamak çok kolaydı.
“Hepsi de gördü.” Derken endişeliydi kız. Galia da kendilerini varlıklarına kadar gizlemeleri gerekirken Ceres de bunu yapmak zorunda olmayışlarına hala alışamamıştı.
“Onlar senden korkmalı. Korkmaktan çok saygı duymalı. Onlar kendileri için hata yapmaktan kaçınmalı. Bunu yapamıyorlarsa er ya da geç bedelini ödeyeceklerini bilmeli.”
Bedelden bahsediyor olması küçük kızı germişti. O uyurken cezalandırma olmuş muydu? Peki kızlar… O göle gittikleri için onlarda ceza alacak mıydı?
“Bizim gölde olmamız yanlış bir karar mıydı?” Suç demeye dili varmamıştı. Suç derse sonu ceza olabilirdi.
“Yüzmek, yüzmek istediğin yere karar vermek bir özgürlüktür. Olası sorunları tahmin etmekse sorumluluk. Bu yaşanan olası bir sorundu sadece.”
“Kıyafetlerimizin çalınma ihtimali mi yoksa çıplak görülmemiz mi sorundu?”
Aradia omuzlarından sarkan saçın bir tutamını parmağına dolarken kızın sorusunu düşündü. “Her ikisi ile olasılığı yüksek bir sorundu. Bunu ilk yapışları olduğunu da düşünmüyorum. Sadece daha önceden söyleyen olmadığından tekrarlamaya devam etmiş olmalılar.”
Saç tutamını sırtına doğru savurdu. “Bu sefer yanlarında senin olman işleri karıştırmış olmalı. Yaptıkları şey bu kadar ortaya çıkmışken öyle kolay kurtulamayacaklar bu sefer.”
“Ceza mı alacaklar?” küçük kız heyecanlanmıştı. İlk defa birisi ona yaptığının bedelini ödeyecekti.
“Senin uyanmanı bekledim. Bugün Ayan’ı toplayıp cezalarına karar vereceğiz.” Ayaklanıp odadan çıkarken konuşmaya devam ediyordu. “Son karar kızlarla sana kalacak. Suç size karşı işlendi.”
Son sözleri küçük kızı düşünceli olmaya itiyordu. Birinin hayatını etkileyecek bir cezaya onay vermek… O an onlara attığı yumruklardan çok daha farklı bir şeydi. Anlık değil, sadece onun zihninde değil, herkesin zihninde yer edinecek bir olay olacaktı.
Gün doğup merkeze gitme vakti gelene kadar bu fikir aklını meşgul etmişti.
Oraya geldiğinden beri tek bir Ayan görmüştü. O da durum değerlendirmesinden ibaretti. Bu sefer konuşmalar da insanlarda çok farklı olacaktı. Ya o delikanlıların aileleri, onlar hiç itirazda bulunmayacak mıydı?
Güneş tam tepedeki yerini almadan önce merkeze gelmişlerdi. İnsanlar çoğunlukla da kadınlar onu yine coşku ile karşılamıştı. Uyanması herkesi mutlu etmişti. Kötü bir tepki almamış olmak Vivian’ı bir nebzede olsa rahatlatmıştı. Yargılanmanın olacağını herkes biliyorken ona kötü davranan yoktu.
Sonuna kadar açık olan o çift kapının içerisi kadar dışarısı da kalabalıktı bu sefer. Gruplar halinde kendi aralarında konuşan insanlar onları gördükçe susuyor yanlarında konuşan varsa parmakla onları gösterip uyarıyorlardı. Fısıltılardan oluşan gürültü azala azala kalmamıştı.
Oturma düzeni en son geldiğinden biraz daha farklıydı. Yine tam karşısında daha görkemli bir koltuk vardı. Onun iki yanında sıralı koltuklar başlamadan önce sol yanına üç küçük sandalye yerleştirilmişti. Sağ yanında ise üç sandalyelik boşluk vardı. Bu boşluğa çoktan üç delikanlı elleri bağlı bir şekilde getirilmiş bekletiliyordu.
Gençlerin yere eğik başları onların gelmesi ile kalkmıştı. O an Vivian en soldaki ile göz göze gelmişti. Onun öfkeli bakışlarından belki korkmalıydı ama korkmamıştı. Hata yapan onlardı ona böyle bakmak yerine korkan o olmalıydı.
Gençler gözlerini ondan ayırmamaya kararlıydı. Vivian bunu bir meydan okuma gibi görerek onlara karşılık verdi. Ta ki yanlarına kadar gelip Aradia ona seslenene kadar.
“Geç bakalım yerine.” Kadın hepsi boş olan sandalyelere doğru hafifçe sırtından itmişti onu.
Koltuklardan Aradia’ya en yakın olanı seçip oturmuştu. Gözlerini salondaki diğer koltuklarda gezdirdiğinde neredeyse hepsinin dolduğunu görebiliyordu. Lakin ona en yakın olan koltuklar hala boştu. Habil ve Kabil kardeşler hala gelmemişlerdi. Dolayısıyla Edyth ve Leila da…
Bayılmasının ardından onlara ne olduğunu deli gibi merak ediyordu.
Başını salondan suçlulara çevirdiğinde delikanlıların ikisinin artık ona bakmadığını görmüştü. İkisinin bakışları kapıdaydı ama bir tanesi düşmanca ona bakmakta inat ediyordu.
“Uyanmışsın Viv!” Edyth yine ortama geldiğini fark ettirecek neşesi ile girmişti.
Bedeni savrulurcasına ince kollar tarafından hapis alınmıştı. Edyth’in omzunun üzerinden biraz ileride onlara bakan Leila’yı görmüştü. Şaşkınlıktan gözleri yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Leila tam karşısındaydı ama öyle bir haldeydi ki aklı kelimeleri birleştirip bir cümle kuramıyordu.
Kaşının bir kısmı kurumuş kandan gözükmüyordu. Aynı gözünün altında derin bir darbe morluğu vardı. Alt dudağının sol tarafı şiş ve kan oturmuş bir haldeydi. Yüzünün sol tarafı sağdan daha kırmızı duruyordu. Bunlar sadece görünen yaralarıydı. Yoldan geçen biri sırtını açıp baksa esas yaraları o zaman görecekti.
“Sana ne oldu?” Vivian sonunda aklını toplayabilmişti.
“Sonra, sonra anlatacağım.” Derken sesi fısıltıdan farksızdı. Hiçbir şeye hali yokmuş gibi bedenini yanındaki sandalyeye un çuvalı gibi bırakmıştı.
Salonda yükselen uyarıcı öksürük sesleri ile Edyth olaya dair fikrini belirtmeden en uçtaki babasının yanındaki sandalyeye oturmak zorunda kalmıştı.
“Herkes burada olduğuna göre başlayabiliriz.” Çift kapı gürültü ile kapanmıştı yine. Aradia sesin ardından Habil ve Kabil’den minik bir baş onayı aldıktan sonra sözlerine devam etti. “Bugün bu acil Ayan’da Ethan, Darwin ve Tom’un alacağı cezayı konuşmak için toplandık. Yaptıkları şeyi şahitler huzurunda bir kez daha dinleyelim.” Kadının yönetici bakışları ağır ağır bütün konukların üzerinde gezdikten sonra kızlarda duraksamıştı. Vivian ile göz göze geldiğinde sıra sende der gibi kaşlarını hafifçe oynatmıştı.
Vivian, olayı en başından anlatmaya gerekli görmemişti. “Üçümüz gölde yüzüyorduk.”
“Lanetli gölde!” diye hikâyeye hızlı bir müdahalede bulundu Tom sanki çok önemliymiş gibi. O anda Aradia’nın eli susmasını emreder gibi havaya kalkmıştı.
“Lanetli gölde kıyafetlerimizi çıkarmış yüzüyorduk.” Diye tekrarlayarak devam etti. “Ben sıkıldığım için sudan çıkıp üzerimi giyindim. İleride bir taşın üzerine uzandım. Kızlar hala sudaydı. Kıyafetleri de kirlenmesin diye çalıların üzerine seriliydi. Ben uyuyakalmışım. Adımın seslenilmesi ile uyandım. Uyandığımda bu üçü…” işaret parmağı ile delikanlıları gösterdi,
“Üçünün elinde kızların kıyafetleri vardı. Kızlar kıyafetlerini istiyorlardı ama söyledikleri sudan çıkmadan alamayacak olduklarıydı. Kıyafetleri onlardan ben aldım. Zaten sonra da korkup kaçtılar.”
“Sen onları nasıl korkutmuş olabilirsin ki?” kapıya yakın koltuklardan birinden gelmişti ses.
“Bilmiyorum. Belki orada bir başkasının olmadığını düşündüklerindendir.” Diye güçlerini saklamıştı.
“Belki de benimle olan ilişkisini bildiklerinden korkmuşlardır.” Dedi Aradia uyarıcı bir tonda. Onun sözü herkesi bir süre susturmaya yetmişti.
“Kendilerini savunmalarına şans vermeyecek miyiz?”
“Onları de dinlememiz gerekiyor.” Arkalarda oturanlar sessizliğin içerisine bir zehir gibi fısıldamışlardı.
Gözler üç gence dönmüştü. Üç arkadaşa…
Üçü çocukluklarından beri beraberlerdi. Bir zamanlar, şimdi yan yana oturan Edyth, Leila ve Vivian gibilerdi. Zamanla büyümüş kişilikleri değişmişti ama her şeye rağmen birbirlerini bırakmamışlardı. Darwin büyüdükçe onların yaptığı şeyleri tasvip etmemeye itiraz etmelere başlamıştı. Kızları uzaktan gördükleri o günde arkadaşlarının hain fikirlerine karşı çıkmıştı ama yeterince güçlü değildi. Onlara boyun eğmiş bu hataya dahil olmuştu. Bu yüzden diğerlerinin olayı çarpıtmasına izin vermeden anlatmaya koyuldu.
“Rutin ormanda avlanmak için hayvan ararken kızlara denk geldik. Onları uzaktan gördük.”
Ethan arkadaşı gibi dürüst davranmayı düşünmüyordu. “Biz onların yanına gittik evet ama kıyafetlerini çalmadık. Onlar bizi suya davet etti.” Ayan’da birden kargaşa peydah oldu. Her kafadan başka bir ses çıkıyordu.
“Yeter! Yeter… daha fazla buna dahil olmayacağım.” Darwin’in isyanı herkesi susturmaya yetmişti.
“Bu ikisi kızların kıyafetlerini aldılar. Onlara ya kedilerinin sudan çıkacağını ya da onların suya gireceğini söylediler.” Daha anlatmaya devam edecekti ama Ethan ile arasında arbede başladı.
Ethan birbirine bağlı ellerini yumruk yapmış ona vurmaya çalışıyordu. Darwin’in dalgınlığından yararlandığı ilk birkaç darbe hedefini bulmuştu. Ardından Darwin de savunmadan saldırıya geçmişti. Ayan üyelerinin müdahalesi ile kavga ayrılmış taraflar birbirinden uzaklaştırılmıştı.
Darwin ortada dizlerinin üzerinde dururken ağzından kan geliyordu. Ethan da eski yerine geri döndürülmüştü ama kaşından sızan kanla sağ gözü kapanmıştı.
Ayan da sakinlik sağlandığında “Kızlarımızın iffetine el uzatmanın cezası belli beyler. Bu üç delikanlı bu cezayı sizce de hak etmiyorlar mı?” dedi Aradia. Soruyu sorarken bile fikrini ve toplu oylamada çıkmasını istediği sonucu belirtir gibiydi.
Bu sefer işler beklendiği gibi gitmiyordu. Ethan ve Tom’un ailesinin Ayan da ciddi sayıda destekçisi çıkmıştı. Bununla beraber oylamada eşitlik yakalanmıştı. Bir sonuca varılamamış olunması ile ne yapacağını bilmeyen gözler Aradia’ya; Anahun’a dönmüştü.
Genç kadın bir süre düşündü. Bakışları Vivian’a döndü. “Belki de kararı mağdurlara bırakmalıyızdır.” Bu fikir kısa bir sessizliğe neden olmuştu.
Herkes düşünüyordu. Onlara sunulan fikre şaşırdıklarından kimseden çıt çıkmıyordu. Aradia sanki bunun olacağını bilir gibi çözümü hızlıca sunmuştu.
“İnsanlar intikam aldıklarını düşünecek.” Dedi bir ses.
“Ayan kararı bu. Fazladan üç oy ile kararı kesinleştiriyoruz sadece.”
“Bu yaşlarına göre büyük bir sorumluluk.” Dedi başka bir ses.
“Sorumluluk değil adalet.”
“Onlar daha çocuk.” Diye isyan bir başka ses.
“Kendilerine yapılanı anlayabilecek kadar büyükler.”
Aradia, onların sunacakları bütün bahaneleri çürütmeye hazırdı. Herkes bunun farkına vardığında ısrar etmeyi bırakmak zorunda kalmışlardı. Aradia bir kez bu kararı vermişti. Hiçbir şey onu vazgeçiremezdi. O andan itibaren üç gencin kaderi dokuz yaşındaki üç kızın ağzından çıkacak şeylere bağlıydı.
“Sırayla kararınızı söyleyebilirsiniz.” Dedi Aradia.
Edyth ne söyleyeceklerini sormak ister gibi kızlara bakmıştı ama ikisi de ona bakmıyordu. Leila daha bu fikir ortaya atılır atılmaz kararını vermişti. Vivian ise yerdeki Darwin’e bakıyor sadece düşünüyordu. Edyth, Vivian’ın bakışlarını takip ederek yanlış bir çıkarımda bulundu.
“Bu olayı bir daha tekrarlamaz. Ceza almalarına gerek yok.” Demesi ile Leila sertçe ona dönmüştü. Ethan ve Tom’un aile dostları derin bir nefes almış aynı saflığı Leila’dan da beklemeye başlamışlardı.
“Bunu ilk yapışları değil ama ilk ceza alışları olmalı.” Kızın kısık sesi gür çıkmış gibi etki yaratmıştı salonda.
Vivian diğerlerinin kararlarını sadece dinlemiş gözlerini Darwin’den ayırmamıştı. Onun yaşadığı pişmanlığı görebiliyordu. Rol olmayacak kadar gerçekçiydi. Sonra diğerlerine baktı. Hatalarına rağmen dimdik duruşlarına öfkelendi. İçinde kabaran öfke Alfrida’nın olduğu anılara çok benziyordu.
“Ceza nedir? Bize yapılanın cezası ne?”
Aradia soruyu beğenmiş gibi gülümsedi. “Aşağılanacaklar. İç çamaşırlarıyla bir eşeğin arkasında bütün sokaklar da yürüyecekler.”
Vivian düşündü. Onların bu hatayı yapmadan önce düşündüklerinden çok daha fazla onlar için karar verirken düşündü.
“Pişman olduğu için ve olayın doğrusunu anlattığından Darwin ceza almamalı. En azından böyle bir cezayı. Diğer ikisinin ise ceza alması gerektiğini düşünüyorum.” Onun bu yaşından büyük tavrı Aradia’nın hoşuna gitmişti.
“O zaman karar verildi. Ethan ve Tom yarın gün doğumundan gün batımına kadar eşek arkasında halk tarafından taşlanacak. Hayatta kalırlarsa hiçbir hekim onları tedavi etmeyecek. Tanrı onları affederse yaşarlar.” Başını öfkeli iki gence çevirdi. “Tanrıdan af dilemeyi öğrenmelisiniz.”
Darwin ortada mutluluktan sessiz gözyaşlarını döküyordu. Elinden gelse kararı için Vivian’ın kulu olabilirdi.
O gün yapılmış olan Ayan bir ilk niteliğindeydi. İlk defa Aradia’dan başka biri karar vermişti. Ayan’a ilk defa çocuklar katılmıştı. Yine ilk defa ahbaplık işe yaramamıştı.
Ethan ve Tom ertesi güne kadar olayın vahametini kavrayamamıştı. Ailelerinin her an gelip onları kaçırarak bu cezadan kurtaracakları düşüncesi ile uyku uyumamışlardı. Bunu düşünen tek kişi olmamalı dışında bir sorun yoktu.
Aradia oylamadaki adaletsizliği bildiği gibi sonradan böyle bir şey yaşanacağını da tahmin etmişti. Engel olmak için de önemlerini almıştı. Onları herkese söylediği yerde değil daha gizli bir yere hapsetmişti.
Kızlar o sabah adalet denen şeyin tecellisini öğrenmişlerdi. Eğer hata yapacak olurlarsa bunun elbet bir bedeli olacağının korkusu herkesin iliklerine işlemişti.