VİVİAN & X & BELİRSİZ GÜÇLER &

4135 Words
Gözlerini yeni bir güne açmayı başarabilmişti başarmasına ama gördüğü rüyanın etkisinden hala çıkamamıştı. Her şey o kadar tanıdık ve huzur verici hissettirmişti ki üç gündür yaşadığı şeye huzur diyemiyordu. İlk defa böyle bir aidiyet duygusunu tatmıştı. Sırtını yataktan kaldırdığında kulağında hala delikanlının sesi yankılanıyordu. Duyduğu isim o kadar tanıdıktı ki sanki zihninin derinliklerinde tozlu bir anı gibiydi varlığı. Bakışları bir anlığına sağ eline kaymıştı. Sanki o içindeki his geri gelecekmiş gibiydi. “Vivian!” Alfrida onu her sabah göl kenarında görmeye o kadar alışmıştı ki uyanır uyanmaz gözleri dışarıya kaymıştı. Hesaba katmayı unuttuğu şey küçük kızın o kadar da erken uyanamamış olmasıydı. Bir anda içini kaplayan endişe ile kendini dışarı atmıştı. “Vivian!” bu sefer sesi daha bir telaşlı çıkmıştı. “Aradia!” ses arkasından, biraz önce sonuna kadar açık bırakıp çıktığı kapıdan gelmişti. “Bana mı seslendin?” aslında kendi adını duyduğuna emindi ama birini arayacaksan önce odasına bakman gerekiyormuş gibi gelmişti ona. Aradia birkaç adımda kapıya kızın yanına gelmişti bile. “Gölde yüzüyorsun sanmıştım.” Diye ağız ucuyla bir açıklama yapıp yanından rüzgâr gibi geçmişti. Ağzından çıkan kelimeleri daha kulakları duymadan pişman olmuş gibi bir hali vardı. O gün en az başlangıcı kadar garip geçmişti. Aradia sanki sabahki endişesinden utanıyor gibi evin odalarında adeta ondan kaçıyordu. Bunu yaparken de her adımına bir kılıf bulmakta adeta ustaydı. Vivian belki de onu aldığı her nefese kadar izlememiş olsa yapmaya çalıştığı şeyi asla anlayamayacaktı. Vivian onun bu tavrını umursamaktan çok rüyasının her bir anını hatırlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordu. Bir ara okuduğu kitaplardan etkilenerek o rüyayı gördüğünü düşünmeye başlamıştı. Sırf bu yüzen ne kadar kitap varsa hepsini inceleme gibi işe kalkışmıştı ki daha çeyreğini bile incelemeden beyni patlayacak gibi bir hale gelmişti. Her akşam gözlerini tekrar rüya görme umudu ile kapatıp her sabah da rüya görmemiş olmanın hayal kırıklığı ile açıyordu. Bu durum neredeyse bir hafta sürmüştü. Artık onları tekrar görme umudunu tamamen kaybetmişti. Hatta gördüğü rüyanın birçok ayrıntısını bile unutmuştu. Rüyayı gördüğü günden sonra bir daha sabah geç kalkma gibi bir sorunu hiç olmamıştı. Yine eski düzenine geri dönmüştü. Sabahları gün doğumu ile uyanıp gölde yüzdükten sonra kahvaltı ediyorlardı. Bazen eve yakın olan ormanda gezip şifalı otlardan topluyordu bazen de kitap okuyordu. Aradia çoğunlukla onunla konuşmuyordu ondan daha fazla ise evde bile olmuyordu. O güne de yine gölde yüzerek başlamıştı. Aradia ile kahvaltıları oldukça sessiz geçmişti. Genç kadın günün geri kalanında evde bile değildi. Bu Vivian’ı biraz daha rahatlatan bir şeydi. Evde istediği odada istediğini yapma özgürlüğüne sahipti ama ne olursa olsun genç kadının odasına asla adım atmıyordu. Evi temizlemek için olsa bile. O da aynı şekilde… Bu aralarında sözsüz bir şekilde oluşturdukları kural gibi bir şeydi. Öğlene doğru ocakta temizlediği tavuğu kaynatıyordu. Bütün bir tavuk neyse ki onları birkaç gün idare edecekti ve sonraki günlerde yemek hazırlamak zorunda kalmayacaktı. Aslında yaptığı hiçbir şey annesinin yemeklerine benzemiyordu ama Aradia şikâyet etmeksizin hepsini yiyordu. Düşünceleri arasında karıştırdığı yemeğin az kalsın altını tutturuyordu ki son anda yemeği ateşten almayı akıl edebilmişti. Kalan zamanını yine kitaplarına gömülerek geçirecekti ki evin ahşap kapısı sanki alacaklı gibi çalınıyordu. Gereksiz bir telaşla kapıya doğru ilerledi. “Viv! Vivian evde misin?” Kapıya yaklaştığında duyduğu sesi tanımakta hiç zorluk çekmemişti. Edyth… Küçük kız kendi cüssesinden beklenmeye bir güç ile kapıyı çalıyordu resmen. O kapıyı açmak için uzandığında bile hala kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. “Evde değil mi acaba? Ormana mı gitti ki? Hiiihhh! Ormanda kaybolmuş olmasın!” kendi kendine kurduğu bir hikâyeye inanıp şaşırma ifadeleri gösteriyordu. Vivian bıkmış bir ifade ila ona kapıyı açtı. “Edyth?” aslında söyleyeceği daha çok şey vardı ama birden güler yüzü ile karşısına çıkan kıza karşı diyeceklerini yutmayı tercih etti. “Sonunda kapıyı açabildin Viv. Evde olmadığı Aradia ile beraber olduğunu ya da en kötüsü ormana falan gidip kaybolduğunu düşünmeye başlamıştık. Leila sen olmadan sadece benimle ormana gelmeyeceğini söyledi. Sana ormanda çok güzel yerler göstereceğiz…” Sözlerini yutmayı o tercih etmemiş de olabilirdi. Edyth durmayan çenesi ile onun susturmayı başarmıştı. Arka fonda Edyth konuşmaya devam ederken kendi gibi onu sıkılmış bir şekilde dinleyen Leila’yı görmüştü. Hemen birkaç adım geride durmuş yerdeki ufak çakılları ayakkabısının ucu ile dürtüyordu. “Edyth!” sesi isyan eder gibi çıkmıştı. “Ağzını açtığında üç cümleden fazla kurarsan seninle hiçbir yere gelmem.” Ciddi olduğunu anlamasını istercesine gözlerini bir saniye bile kırpmadan kızın gözlerinden ayırmıyordu. Göz ucu ile başı yere eğik duran Leila’nın gözlerinin kendisin kaydığını anlamıştı ama yüzündeki ifadeye dikkat edemeyecek kadar ilgisi Edyth’in üzerindeydi. “Anlaştık mı? Anlaşmadık mı?” derken küçük kızın üzerindeki şaşkınlığı bir an önce atmasını istiyordu. Leila da sessiz kalmaktan vaz geçti, “Vivian gelmezse seninle ormana gelmeyeceğimi hatırlatmak isterim.” Üçü birlikte ormana doğru ilerlerken iki kızda Edyth’in hakkından gelmiş olmanın gururu ve azalan sesten dolayı yaşadıkları bir kafa rahatlığı vardı. “Yine bana çok konuşuyormuş muamelesi yapıyorlar. Ben sadece fikirlerimi sesli belirtiyorum. Sanki kötü bir şey yapıyorum. Ne olmuş yani sesli düşünüyorsam…” diye fısır fısır duyulmadığını sandığı bir tonda en arkadan konuşarak ilerliyordu ki önündekilerin durması ile durmak zorunda kaldı. Vivian ve Laila anlaşmış gibi adımlarını durdurup geri, eve yönelmişlerdi. “Ne? Nereye gidiyorsunuz?” derken kol kola geri dönen iki kıza yetişmeye çalışıyordu. “Üç cümleyi geçtin Edyth.” Leila duruma hızlı bir açıklık getirdi. “Hayır, hayır! Yapmayın. Hayır!” onların gidişine engel olmak için koşmaya önlerine geçmeye çalışıyordu. “Yine dört oldu Edyth!” Vivian gülmemek için kendini zor tutuyordu. Edyth neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti. “Tamam. Durun. Susacağım.” Derken her cümlesinde parmaklarını sayıyordu. Aslında çocuksu mutsuzluğu ve çabası ile çok tatlı duruyor olsa da Vivian da Leila da kendi kafa rahatlıklarına önem vermekten vaz geçmediler. “Biraz önce de söz vermiştin.” Vivian konuşmasının zamanının geldiğini düşünmüştü. “Uyacağım. Fısıldarken bile sözüme uyacağım.” Ellerini yalvarır gibi birbirine sürterek başını öne eğmiş kararın verilmesini bekliyordu tatlı kız. “Ne diyorsun? Leila bir şans daha verelim mi?” her iki kızın yüzünde de dudaklarının iki yana kıvrılmasını zor engelleyen bir ifade vardı. “Bilemiyorum.” Ağzından çıkan bir kelime olsa da onu olabildiğince uzatarak söylemişti. Edyth yalvaran bakışlarını bu sefer Leila’ya dikmişti. “Son bir şans verebiliriz.” Edyth daha cümlenin bitmesini beklemeden her iki kızında adeta üzerine atılmıştı. Onları cılız kolları ile sıkıca sardıktan sonra her ikisini de ıslak öpücükleri ile ödüllendirmişti. “Tamam, tamam!” “Yeter, Edyth!” Kızlar her ne kadar itiraz ediyor olsa da küçük kızın sevgi gösterisinden kaçamamışlardı. Zaten sözlü bir itiraz göstermiş olsalar da onlarda bu hallerinden memnundu. Edyth daha makul ve dinlemesi kolay biri haline geldiğinde yürüdükleri yol her üçü içinde daha eğlenceli bir hal almıştı. Leila her ne kadar onun gibi uzaktan çekingen gözüküyor olsa da oldukça sıcak kanlıydı. Vivian onların arasındaki derin samimiyette kaybolmaktan edememişti. Bazı anlarda kendini olayın dışında kalıyor gibi hissetse de bu sadece içine kapanık tarafının minik fısıltılarıydı. Birkaç gün önce köylere gitmek için ormana evin solundan girmişler ve karşılarına çıkan geniş patikayı takip etmişlerdi. Üçlü ise o gün evin karşısından ormana girmeyi tercih etmişlerdi. Bu sefer diğerinden daha dar bir yol onları karşılamıştı. Yol yeni yeni büyümeye çalışan kısa otlar vardı. Patika ya uzun zamandır kullanılmıyordu ya da çok az kişi tarafından biliniyordu. Vivian yol kenarında gördüğü birkaç bitkiyi daha sonra toplamak için hafızasına kazıyarak ilerliyordu. Leila ve Edyth yerde buldukları ince birer dal ile kimden bahsettiklerini bilmediği birinin taklidini yapıyorlardı. Taklitleri her dakikada değişiyordu. Hiç tanımadığı insanların benzerini gördüğü halleri bile onu güldürmeye yetiyordu. Yine de gerçek hallerini merak etmişti. Geniş gövdeli çınar ağaçları zamanla kendini beyaz kavak ağaçlarına bırakmıştı. Onların ardından ise boylarının uzunluğunda kuru buğday bahçesine çıkmışlardı. Hemen ileride tekrar başlayan ağaçları görebiliyordu ama uzun buğdaylar yüzünden açıklığın tam boyutunu kavrayamıyordu. Tek sıra halinde buğdayları sağa sola çekiştirerek biraz daha ilerlediler. Vivian sadece önündeki iki kızı takip ediyordu. Onların avuçlarından kayan buğday başaklarının yüzüne çarpmasını engelliyordu. Çok fazla ilerlememişlerdi ki kızların durması ile o da durdu. Durdukları yerde buğdaylar kesilmiş ve soğuk toprağa serilerek oturmak için uygun bir alan oluşturulmuştu. Vivian bunu yapanın iki küçük arkadaşından başkasını olmadığını hemen anlamıştı. İki kız daha önceden defalarca geldikleri saklanma alanlarına hızla giriş yapıp sere serpe uzanmışlardı. Her ikisi de yerden saçlarının içine girebilecek olan böcekleri umursamıyordu bile. “Hadi, sen de bize katıl.” Derken her ikisi birden Vivian’ın bir kolundan tutup yanlarına daha çok ortalarına çekip yatmasını sağlamışlardı. Vivian başta isteksiz dursa da içten içe halinden oldukça memnundu. Bir süre yattıkları yerden birbirlerine sataşmışlardı. Uzaktan çayıra salınmış kuzulara benziyorlardı. Bir süre sonra nefeslenmek için durulduklarında üçü de başlarının üzerindeki bulutsuz gökyüzünü izliyordu. “Bana neden mucize diyorlar?” Vivian, Aradia’ya sormaya cesaret edemediği soruyu kendi yaşıtlarına sormada herhangi bir sorun görmemişti. Korkuyordu. Soruyu sorarken bile korkuyordu. Sorusundan sonra belki sadece sorduğu için bile eskiden gördüğü bakışları onlarda da görmekten korkuyordu. Gözünün ucuyla bile onlara dönmeyişi bu yüzdendi. “Çünkü…” Edyth açıklama yapacaktı ki kendisinin de bunun asıl sebebini bilmediği anca o zaman anlayabilmişti. “Öylesin. Sen ve Anahun.” Leila ona göre daha bilgiliydi. Sesi kendinden emin çıksa bile Vivian için yeterince açıklayıcı olmamıştı. “Ama neden?” derken içindeki isyanı daha fazla tutamamıştı, “Neden diğerleri hakaret etmek yerine bizi mucize olarak görüyorsunuz?” “Kim size hakaret etti?” “Kim size hakaret etti?” Kızların her ikisi birden yattıkları yerden doğrulmuş küçük kızın tepesine dikilmişti bile. Vivian onlara bir isim verse gidip onun saçını başını yolacak tavra sahiplerdi. “Burada değil. Daha önce, buraya gelmeden önce.” Sabahki özgüvenli Vivian gitmiş yerine fısıltı ile konuşan bir kız gelmişti. Kendisinin böyle savunulmasını o da beklemiyordu. “Yine size hakaret eden olursa hemen bize söylüyorsun biz hallederiz.” Derken Edyth bir yandan sıktığı küçük yumruğu ile boşluğa gözdağı veriyordu. “Bizim daha kendimize hayrımız yok!” derken Leila oldukça ciddi gözüyordu. Vivian onu ne demek istediğinin üzerinde düşünmemişti bile. Onun için Edyth’in gösterdiği tavır onun için kavgaya girmişçesine değerliydi. “Bütün gün burada mı yatacağız?” derken Vivian’ın neşesi biraz daha yerine gelmiş gibiydi. “Tabi ki hayır!” derlen Leila’nın gözlerindeki parıltı çok da hayırlı bir şey yapmayacaklarmış gibi tehlikeliydi. Vivian onlarla yapacağı yaramazlığa hiç de istekli olduğunu düşünmüyordu. İki kız kalktıktan sonra onu da tutup yerden kaldırdıklarında birbirlerine attıkları bakış ona hiç de tekin gelmemişti. Sadece ikisinin bildiği bir şey yapılacaktı ama Vivian bunu öğrenmekle öğrenmemek arasında gidip geliyordu. “Ne yapacağımızı sormalı mıyım?” sesinden gene tereddüt elle tutulur bir haldeydi. “Sen sadece ayak uydur.” Demesinin ardından Edyth büyük adımlar atmaya çalışarak adeta buğdayların arasından rüzgâr gibi geçiyordu. Peşi sıra birbirini takip eden üçlü içinde en az eğlenen Vivian’dı. Yolu ve ne yapacaklarını bilmediği için en arkadan ilerlemek zorundaydı. Buğdayların olduğu alanı geçtiklerinde tekrar ormana girmişlerdi. İçten içe daha ne kadar ilerleyeceklerini düşünüyordu ki iki kızın önünde durması ile kendini durdurmak zorunda kaldı. Önünde bir set gibi duran kızların yana çekilmesi ile ağaçların arasındaki saklı cennet ile göz göze geldi. Uzun sarı yapraklı ağaçların arasında güneş gibi parlayan turkuaz bir göl vardı. Su umulmadık bir şekilde uçakta kaynar gibi fokurduyordu. Gördüğü şeyi anlamlandırmaya çalıştığı sırada kızlar üzerlerindeki kıyafetleri çoktan çıkarmaya başlamıştı. “Bu nasıl olur?” soruyu daha çok kendine sormuştu. “Hadi sen de gel su çok güzel!” Edyth çıplak bedenini suya sokarken onu da davet etmişti. Saniyeler içerisinde her ikisi de boğazlarına kadar suya girmişlerdi. Yüzlerinde oldukça rahatlamış bir ifade vardı. Vivian, onlar gibi birden üzerini çıkaracak kendini güvende hissedememişti. Suya yaklaşıp eteklerini toplayıp dizlerini kırarak suya doğru hafifçe çömeldi. Suyun hareketli yüzeyinde kendi yansımasını rahatça görebiliyordu. Sağ elini temkinli bir şekilde önce parmak uçlarını değdirdi sudaki yansımasına. Üşüdüğünü bile fark etmediği parmaklarını sıcaklık ile beraber tatlı bir uyuşma sarmıştı. Kendini tutamadan elinin tamamını bileğinin bir kısmını suya sokmuş bir sağa bir sola hareket ettiriyordu. “Bu nasıl olabilir. Su çok sıcak.” Dediği sırada kızların ikisi de suyun üzerinden belli olan bedenlerini on doğru yaklaştırmıştı. “Lanetin çok güçlü olduğu nadir yerlerden biri.” Leila ikili arasında her zaman en bilgili olanıydı. “Bu köye giderken bahsettiğin lanet mi?” Vivian gerçekten böyle bir şey olup olmadığını sorguluyordu aslında. “Evet bu topraklar, tüm evren lanetli.” Dedi Edyth. “Lanet nasıl bozulur ki?” derken artık ciddi ciddi soruyordu. “Bilmem ama anneme sorabiliriz.” Dedi Leila. “Aslında Anahun bu konuda daha bilgili olabilir. Ona neden sormuyorsun Viv?” Edyth çok haklı bir konuya değinmişti. Vivian onun söylediğini yapmak isterdi ama son günlerde onunla konuşabilmek gittikçe zorlaşmıştı. “Haklısın.” Konunun kapanmasını istercesine arkasını dönüp üzerindekileri çıkarmaya başlamıştı. İç elbisesine gelene kadar her şey normaldi ama çıplak kalacağını hatırlayınca minik bir duraksamıştı. Gözünün önüne kızların bunu rahatlıkla yapışı gelmişti. Bunun da verdiği cesaretle üzerindeki son parçaları da çıkarıvermişti. İçten içe kendini rahatlatmış olsa da etrafta son bir kez gözlerini gezdirerek yabancı bir bakış aramıştı. Bulamamanın verdiği rahatlama ile suya ilk adımlarını atmaya başladı. Suyun sıcaklığına karışan ikilinin şaklabanlıkları ile iyice rahatlamıştı. Kızlara yüzme ile ilgili birkaç figür bile göstermişti. Onlar yeni öğrendikleri şeyi denerken Vivian sıkılmış bir şekilde sudan çıkıp önce iç elbisesini giydi. Beyaz elbise ıslak bedenine hızla yapıştı. Saçlarından damlayan suları sıkarak azaltmaya çalıştı. Zaten sıcak hava sayesinde kısa sürede kuruyacağına emindi. Biraz zaman geçip elbise üzerinde kurumaya başladığında üzerine diğer kıyafetlerini de giyip biraz ilerideki taşın üzerine sele serpe uzandı. Saçlarını kurumasını kolaylaştırmak için bir kez daha sıkıp elleri ile tarayarak tel tel ayırdı. Masmavi gökyüzü gözlerinin önüne seriliydi. Ağaçların kuru dalları arasından sızan güneş ara ara gözünü rahatsız ediyordu. Buna engel olmak ister gibi gözlerini kapatıp dinlendirmeye çalıştı. Kızların suyla çıkardıkları sesler bir yerden sonra kulağına ninni gibi gelmeye başlamıştı. Geçen dakikaların ardından su sesleri kendini daha sert seslere bırakmıştı. Sanki iki taş birbirine çarpıyor gibiydi… Çarpan şeylerin taş olduğundan emin de olamamıştı. Aklına kızlara bir şey olmuş olma ihtimalinin gelmesi ile hızla gözlerini açtığında gördüğü gökyüzü biraz öncekinden çok daha farklıydı. Ağaçların arasından belli belirsiz gördüğü sema yoktu. Ağaçlar bile yoktu. Sanki göz açıp kapayıncaya kadar olan o sürede yıllar geçmiş gibiydi. “Bir numaralı kural.” Acımasızlığı ses tonundan belli olan bir erkek sesi kulağına çalınmıştı. Ardından sesin sahibi görüş açısına girdi. Anca o zaman yerde yattığını fark edebilmişti. “Asla düşmanından gözlerini ayırma Vivian yoksa o ince boynundan olman saniyeler sürecektir.” Başında dikilen adam mı cüsseliydi yoksa üzerindeki zırh mı onu daha cüsseli gösteriyordu emin olamamıştı. Sebebi her ne ise adamın tehlikeli görünüşü derince yutkunmasına neden olmuştu. Anca o zaman fark edebilmişti. Yine rüyadaydı. Rüyadan çok anıya benzeyen o anlardaydı. Tepesinde, savaş meydanında esmerleştiği belli olan teniyle dikilen adam kalkması için ona elini uzatmıştı. Rüyasındaki o hiç tereddüt etmeden ona uzatılan nasırlı eli tuttu ve büyük bir kuvvet ile ayakları üzerine kalkmıştı. Adam bir elinde tuttuğu iki keskin kılıçtan daha küçük olanı eline tutuşturup karşındaki yerini hızla almıştı. “Leofric, sadece dalgınlığımdan faydalandın.” Kendince savunma yapmıştı ama karşısındaki adamın umurunda olmamıştı. “Tekrar deniyoruz. Şimdi, düzgün tut şu kılıcı artık.” Derken buyurgan bir tavır ile elindeki kılıcı gösteriyordu. Kızın duruşu hakkında hiçbir fikri yoktu. Elinde emanet gibi duran kılıcın en ufak bir darbede düşmesine şaşırmazdı. Minik hareketlerle ağırlığını tarttığında biraz fazla olduğunu düşünmüştü. Belli bir süreden sonra yorulan kolu ucunu havada tutacak gücü bulamayacak gibiydi. “Nasıl dövüşürsen dövüş Vivian: ister yumruklarını kullan, ister sopa ya da kılıç… Ancak sadece bununla yetinmemelisin. Aynı zamanda rakibini gözlemlemeli ve stratejik de düşünmelisin.” Adam çekik gözlerini üstünde gezdiriyordu bunları söylerken. “Önce bedenini kullanmayı öğrenmelisin tabi ki.” Derken duruşuna dudak bükmüştü. Olduğu yerden ona doğru attığı bir adımda dibinde bitebilmişti. Etrafında daha küçük adımlar atarak dönmeye başlamıştı. Bir tur atmasının ardından ona iyice yaklaşıp tam önünde durdu. Birden omuzlarından itilmesi ile kalktığı yeri gerisin geri düşmüştü. “Denge çok önemlidir. Dövüşürken bir ayağını biraz daha geride tutacaksın ki bunu sağlayabilesin.” Adam üstten bakan buyurgan tavrına devam ediyordu. “Silahını hangi elinde tutuyorsan diğer taraftaki bacağını bira arkaya alacaksın.” Kalkması için yine ona elini uzatmıştı ama bu sefer kabul edip o eli tutmadı. Kendi çabaları ile kalkıp Leofric’in bahsettiği o duruşu sergilemeye çalıştı. Bu kez önüne geçip onu ittiğinde sarsmış ama düşürememişti. “Bu sefer düşmedin!” ukala gülümsemesini eklemeyi ihmal etmemişti. “İleri giderken kılıcı tuttuğun ön adımınla gideceksin. Geriye giderken de arkadaki adımını kullanacaksın. Doğru pozisyon seni sonuca götürür. Şimdi deneyelim bakalım!” Anlattığı şeyi uygulaması için birkaç adımla ondan uzaklaşarak gerekli mesafeyi sağlamıştı. Vivian elindeki kılıcı beceriksizce tutarak ona söylenen şeyi denemeye başladı. Ona anlatılana göre ön adımı sağ ayağıydı. Öne doğru giderken sağ adımını kullanıyor geriye doğru giderken dayanağı olan sol adımını kullanıyordu. Söylemesi oldukça kolaydı ama iş yapmaya geldiğinde zorlanmıştı. Elinde gittikçe ağırlığı artan kılıçla bu işi yapmak daha da zordu. Buna ek olarak Leofric onaylamaz bakışları ile etrafında dolanıyordu. “Duruşundaki ağırlığı dengelemeli ve onu iki ayağın arasında eşit dağıtmalısın. Az güç harcayıp çok sahada kalabilmen gerek.” Sanki içinde olduğu an bir anlığa gölgelenmişti. Görüşü kararmış ve tekrar geri gelmişti. Aslında değişen pek bir şey yok gibiydi. Yine aynı yerde yine karşısında aynı adamla aynı kılıçla duruyordu ama sanki bir şeyler farklıydı. Anlık üzerini incelediğinde farklı kıyafetinden, elindeki kılıcın farklı ağırlığından bir şeylerin değiştiğini algılayabiliyordu. “Bugün kılıcı tutuşuna geçeceğiz. Kılıcı kullanırken önemli olan bilek gücü ve bilek hareketleridir. Kılıcın hafifse elinle açısını rahatça değiştirebilirsin ve çok hızlı saldırıp kolay savunma yapabilirsin.” Yanına yaklaşıp kılıcı tutuşunu düzeltti. “Baş parmağını kılıcın kabzasında serbest bırakacaksın. Geri kalanı ise avuç içinde tutup sıcaksın.” Kılıcı tutuşunu değiştirerek gösterdiği şeyi uygulamaya çalıştı. Bu esnada Leofric hafifçe eline vurdu. “Tutuş için bileğini çok fazla bükmeyeceksin.” Yaptığını söylediği şeyi bilerek bile yapmamıştı. Elindeki kılıç onun ince bilekleri için fazla ağırdı. Bunu neden yapamadığını belirtmek istiyordu ama adamın cüssesinden çekinmişti. “Sanki benim için biraz fazla ağır.” Lakin adam onu umursamamıştı bile. Kılıcın kabzaya yakın kısmını göstererek anlatmaya devam etmişti “Burası güçlü bölgedir. Savunmanı buradan yaparsın. Üst bölge ve orta kısım saldırı yani kesiş bölgesidir.” Ona göre bunların söylemesi kolaydı ama uygulamak oldukça zordu. “Şimdi kılıcını kaldır.” Saniyeler içerisinde Leofric kılıcını onun kılının kabzasına indirmişti. Kılıç az kalsın elinden düşecekti ama son anda toparlamıştı. “Savunma yaparken kılıcın kabzasına yakın, yani güç bölgesi ile cevap ver ki kılıcından olma. Saldırırken ise kılıcın ucunu kullanacaksın.” Leofric tekrar kılıcı ile saldırarak uygulama yapmasını sağlamıştı. Bu sefer söylediği gibi kılıcın orta kısmı ile bloklamıştı. Yanlış bölgeyle kendini savunmuştu. Bunun sonucunu göstermek istercesine kılıcını bir bilek hareketi ile eğip isterse kılıcın ucunu başına getirebileceğini göstermişti. “Kılıcın ortası ile cevap verirsen kılıcı kafana yersin. Vuruşların 90 dereceyle 60 derece arasında olmalı küçüğüm.” Kendi kılıcı ile ona bahsettiği açıyı göstermeye çalışmıştı. Birkaç kesme hareketi ekleyerek de kızın tekrarlamasını beklemişti. Vivian’ın kasları neredeyse isyan edecek kıvama gelmişti. Kollarındaki titremelerden kılıcı düz tutmayı başaramıyordu neredeyse. Leofric’e göre yeterli savunma çalışmasından sonra sora saldırıya gelmişti. “En önemli şeylerden birisi rakibinin sana yaklaşmasına izin vermemektir. Kılıcının ucunu hep düşmanına doğru tutarak onu tehdit et ki sana yaklaşamasın.” Bir süre kılıcı düz bir şekilde tutmak ve etrafında dönen adamı ucu ile takip etmeye çalışmıştı. Bir yandan da atmaca gibi onu izleyen adamın gözünden kaçmayan ayak hareketlerini de doğru yapmakta zorlanıyordu. Her ikisine aynı anda odaklanamıyor sürekli Leofric’e saldırması için açık veriyordu. Bekleyişlerin ardından Leofric’den “Saldır!” emri gelmişti. Vivian’ın garip bir şekilde bu anı bekleyen öfkesi harekete geçmişti. Leofric ise buna ondan daha hazırlıklıydı. İki eliyle kılıcı tutup vuruşu blokladı. Kendi kılıcının onunkiyle beraber sağa döndürüp kabzasıyla boynuna vurur gibi yaptı. “Öldün!” İçten içe adamın onu yenmekten zevk aldığını hissediyor olsa da mimiklerinden renk vermediği için bir şey diyemiyordu. “Unutma savunmada bir saldırıdır.” Geri çekildi, “Tekrar.” Tekrar… Tekrar… Tekrar… Aynı hareketi kaç defa yaptıklarını bilmiyordu, bir yerden sonra saymayı bırakmıştı. “Yine öldün!” Artık sadece yorgunluktan değil öfkeden de titremeye başlamıştı. “Ne bekliyorsun ki? Daha şimdiden seni alt edebileceğimi falan mı?” “O günler hiç gelmeyecek gibi Leydim.” Ukala bakışları ile ekledi, “Tekrar!” Kulakları daha kaç defa ‘Tekrar’ kelimesini duyabilirdi bilmiyordu. Karşısındaki adam asla yorulmuyor vücudu bir damla ter bile üretmiyordu. Eğitimin ne zaman biteceğini sorguladığı anlarda kaybedişi daha çok hızlanıyordu. Leofric o zamanlar ona Leydi demeyi unutup adıyla sesleniyordu. “Alfrida!” “Tekrar!” ilk olarak sesler birbirine karışmaya başlamıştı. Duyduğu tek ses Leofric’e ait olmayabiliyordu. Adını varlığını bile bilmediği sesler duyuyordu. Ardından gördüğü şeylerde karışmaya başlamıştı. Yine talim meydanındaydılar ama değişen şeylerin hızına yetişemiyordu. Genellikle günler değişiyordu, bazen kişiler, bazen seyircileri oluyordu, bazen yalnız… Gözlerinin önünden geçen görüntüler gittikçe anlamlandıramadığı bir hal almaya başlamıştı. Lakin sesler hiç olmadığı kadar net ve yüksek duyuluyordu. “Vivian!” “Alfrida!” “Götür onu buradan!” “Bir planım var.” “Kaç!” “Öldüler.” “Gelmeyecekler.” Duymak istemiyordu. Avuç içlerini kulağına bastırıp sesi engellemek istiyordu ama elleri neredeydi nasıl engelleri bilmiyordu. Sanki sesler dışarıdan değil içeriden beyninin derinliklerinden geliyordu. Ses yükseldikçe gördüğü görüntüler sis bulutu gibi karmaşık bir hal almıştı. Sis bulutunun arasında kristalden sahneler geliyordu gözünün önüne. Bazıları onun yaşadığı şeylerdi, bazılarında gördüğü kişileri tanımıyordu. Minik çatlak sesleri geldi ardından. Onu hıçkırıklarla ağlatacak kelimelerin arasında duyulmamıştı bile. Sesler gittikçe arttı. Sanki buzun üstüne kaynar su dökülüyormuş gibi sesler yükseldikçe yükseldi. Büyük, çok büyük bir patlama sesi. Sesten önce önünde patlayan anılardan kaçma ister gibi başını çevirmişti. Sanki can kırıkları yüzüne sıçramasın ister gibiydi. O can kırıklarının hiçbir sahnesini görmek istemez gibi… Sesler kesilmişti. O gürültülü yalnızlık kendini gecenin sessizliğine bırakmıştı. Karanlığın içinde kırmızı bir ışık peydah odu. Koyu kırmızı ışık kapalı gözlerine açılması için emir veriyordu. Dayanamadı. Önce başını geri çevirdi sonra da gözlerini açtı. İki rüyasında da olduğu gibi bedenin içinde değildi bu sefer. Dışarıdan izliyordu. Tam arkasından. Alfrida’nın neye benzediği işte tam da o zaman gördü. Neyden çok kendine ne kadar benzediğini. Ya da kendisinin ona ne kadar benzediğini. Düşündüğünden daha büyük duruyordu kız ama hala bir çocuktu o da. Karşısındaki aynanın önünde dizili bir sürü mum vardı. Mumlardan yansıyan kırmızı ışık göz kamaştırıyordu. Elinde küçücük bir saksıda dikili tek bir dal çiçek vardı ama ucundaki gonca hala açmamıştı. Gözleri sanki açmasını bekliyormuş gibi o goncadaydı. “Vivian!” dedi Alfrida bakışlarını aynadaki yansımasına çevirdi. Sanki bir adım arkasında onu izleyen kızı görüyor gibi gözünü o boşluğa dikti. “Demek adın bu olacak.” Gözlerini kendi gözlerinden daha koyu, maviye benzemeyen gerçek mor gözlerden alamıyordu. Gerçek olan o muydu yoksa kendisi mi düşünmeden edememişti. “Viv!” “Vivian!” Kızın dudakları oynamıyordu ama bir yerlerden kendi adını duyuyordu. “Vivian!” “Vivian!” Sesler gittikçe netlik kazanırken karşısındaki kızın görüntüsü gittikçe bulanıklaşıyordu. “Vivian!” “Vivian!” Yüksek sesle söylene isminin yanında silikleşen görüntüde Alfrida bir elini kaldırıp goncanın etrafına sarmıştı. Yine o his geri gelmişti. Hissettiği karıncalanmanın beraberinde Alfrida’nın elinden çıkan şeffaf mor sisi de görmüştü. Elini sardığı goncadan çektiğinde gözlerini alamayacağı mavilikte çiçek açmıştı. “Görüşmek üzere, Vivian.” Dedi Alfrida’nın her geçen saniye kaybolan sesi. “Vivian! “Vivian!” Ona seslen kişileri gözünü açtığında anlayabilmişti. Leila ve Edyth sanki hayatlarına buna bağlı gibi ona sesleniyordu. Olduğu yerde dikelip ağaçların arasından kızları görebildiğinde bunun nedenini anlayabilmişti. Köyden tanıdığı birkaç delikanlı kızların elbiselerini elinde tutmuş onları sudan çıkmaya zorluyor gibiydi. Vivian istemsizce sinirlenmişti. Normalde sakin olan yapısı ilk defa perde arkasına saklanmıştı. Derin nefeslerine göğsünü döven kalbi eklendi ardından parmaklarında hissettiği o uyuşukluk. O farkında değildi ama onu gören her göz etrafını saran şeffaf mor sisi görebilirdi. Olduğu yerden hızla harekete geçmişti. Delikanlıların iki kahkaha sesi arasında yanlarına gelmişti bile. Onlar ne olup bittiğini anlamadan biri karnına sağlam bir yumruk, biri bacağına onu devirecek bir tekme, biri ise göğsüne onu nefessiz bırakacak bir darbe almıştı. Ne olduğunu anladıklarında Vivian elinde kızların kıyafetleri ile bir nefes uzaklarında dikiliyordu. “Gitme vaktiniz geldi!” derken sesi ondan çok iki kişiye ait gibiydi. Diğerleri bilmiyordu ama Vivian biliyordu. O bedende konuşan tek kendi değildi. Alfrida’da oradaydı. Delikanlılar şimdiye kadar böyle bir şey görmemişlerdi. Kız küçüktü ama o etrafındaki sis ile sanki devleşmişti. Duydukları ses yaşadıkları ana adeta tuz biber olmuştu. Acıdan iki büklüm olmuş bedenlerini nasıl toparlayıp arkalarına bile bakmadan koştuklarını anlamamışlardı bile. Vivian arkalarından sadece bakmıştı. Uzaklaşan üç kişiyle beraber parmak uçlarındaki o karıncalanma hisside hiç var olmamış gibi yok olmuş. Birden kendini oldukça halsiz hissetmişti. Biraz önce saniyelik hareket eden bacakları şimdi saatlerce koşmuş gibi titriyordu. “İyi misin Viv!” Edyth elinden aldığı kıyafetleri bir yandan giyiyor bir yandan da gözlerini arkadaşından ayırmıyordu. Leila giyinmede ondan daha hızlı davranmıştı. Bir eli çoktan havanın sıcağına rağmen sıtmalı gibi titreyen arkadaşının kollarına sarılmıştı bile. “Vivian, beni duyuyor musun?” Kızın belirli bir odağı olmayan gözlerine bakmaya çalışıyordu. Biraz önce koyu mor parıltıların dolaştığı gözler eski haline mavi-mor rengine dönmüştü. Bu değişimi olayın akışını takip edemediği için kızlar fark edememişti ama küçük kızın gözleri alışkın olmadığı bu değişimle bulanık görüyordu. Gözünün önünde sallanan el gittikçe bulanıklaşmaya titreyen bacaklarını hiçten hissetmemeye başlamıştı. Vücudu daha fazla direnç gösteremedi. Gözleri kararıp düştüğü sırada onu iki çift kol tutmuştu. O kollar neredeyse bir ömür her ayağı takılıp tökezlediğinde onu tutmak için orada olacaktı ama… İleride olan bitenin tamamını gördüğünü bilmedikleri bir çift göz vardı. O çift göz günü geldiğinde Vivian’ın sırtındaki bir bıçaktan daha fazlası olmayacaktı. Küçük kız ihanetin kelime anlamını işte o zaman öğrenecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD