Suzan Şahindağ
İnsanın dili sussa da, gözleri ağıtlar yakardı elbet. Benim gözlerimde koca bir mezarlık vardı ve her mezarlıkta başka bir hissim yatıyordu.
Düğünde bileğime takılan bilezikler kelepçe gibi, kolyeler ise tasma gibi hissettiriyordu. Hele ki Sidar bilerek, inadına ayağıma ağır altın bir halhal takmıştı.
Bunun anlamı basitti.
Pranga.
Ayağıma prangalar takmıştı. Artık kaçışın yok demek oluyordu.
En sonunda düğün bitti ve ben cehennem ateşine bir adım daha yaklaştım. Her adımımda yüreğim daha da sıkışıyordu.
Konağa geldiğimizde süslü kıyafetleri arasından bana bakan kaynanam, nefret ve hoşnutsuzlukla yoğurmuştu sanki o bakışları.
Şimdi bu konaktan içeri atacağım adım, benim ölümü fermanımdı.
“Gir içeri gelin!” dedi kaynanam tiksinircesine, “Cehenneminle bir tanış hele.”
Ona ifadesizce baktım. Herkes biliyordu buranın cehennemim olacağını. Bu konak epey kalabalıktı da. Bu kadar kalabalık olduklarını bilmiyordum. Anlaşılan eltiler falan herkes burdaydı.
Derin bir nefes alıp içeri girdim. “Geleyim tabii,” dedim sakince. Konuşmam üzerine herkes bana dikkat kesildi. “Sizde cehennem zebanisi ile tanışmış olursunuz. Hoş bir karşılaşma olur.”
Herkes şaşkın şaşkın bana bakarken başında siyah yazması olan kadın yüzünü buruşturdu. “Pek de dilli bu gelin, başınıza iş mi aldınız oğul?” demesiyle Sidar sertçe kolumu tutup beni ileriye doğru ittirdi, “Yürü!”
Ve ben gelinliğime takılıp ne yazık ki düştüm. Birkaç kişinin kıkırtısını duyduğumda öfkeden gözlerim dolmaya başladı. Avuç içlerim yanıyordu ama kalbim kadar acıtmıyordu hiçbir yara.
“Heh, işte layık olduğun yer orası.” Diye dalga geçen kaynanam ile ona eşlik eden genç kız ve erkek kıkırtıları duydum.
“Kalk!” diye emir veren Sidar ile göz yaşlarımı bastırıp kafamı kaldırdım ve onun gözlerine baktım.
Bu gözlere iyi bak Sidar Atasoy. Döktüğün her gözyaşı kadar kanın dökülecek senin.
Benim yerden kalkmadığımı görünce yeniden kolumu sert bir şekilde kavradı ve bu sefer iz çıkaracak kadar sertçe kaldırdı. “Çekilin yolumdan!” diyerek bu sefer kendi ailesine bağırdı.
Annesi çekilmeyince ona sertçe baktı. “Sende ana.”
Sidar’ın annesi birkaç saniye donmuş gibi kaldı, ardından isteksizce kenara çekildi. “Öyle olsun, ananı da çiğne,” dedi bir de gururlu gururlu!
Yüzündeki gurur ve öfke, başka bir çare bulamamış olmanın ifadesiydi. Sidar beni kolumdan sürüklercesine konağın içlerine doğru çekmeye devam etti. Etrafımızdaki fısıldaşmalar, alaycı gülümsemeler ve sinsi bakışlar zihnime kazınırken içimdeki nefret büyüyordu. Adımlarım, attığım her adımda biraz daha ağırlaşıyor, yüreğimin üzerindeki yük artıyordu.
“Bırak kolumu Allah’ın belası!” diye bağırsam da bunu umursamadı.
“Canımı yakıyorsun be bırak!” diye yeniden bağırdığımda soğukça güldü.
“Daha canın yanmadan bunları dersin, bekle bakalım asıl canının yandığı zaman göreceğim seni.”
Tehditleri ürperticiydi. Ondan korkmuyorum ama beni ürperttiği de kesindi.
Beni sonunda konağın loş, karanlık bir odasına getirdi ve sert bir şekilde kapıyı kapatıp arkamdan kilitledi. Odanın ortasında durdum, her yer karanlıktı, tek duyduğum ise kendi nefes alışverişimdi. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Buraya, bu cehenneme hapsedildiğimi biliyordum. Ama bittiği yer burası olmayacaktı. Bu odada yalnız değildim, yanımda gururum, öfkem ve intikamım vardı.
Bir köşeye doğru yürüdüm, yere oturdum ve başımı dizlerimin üzerine koydum. Sessizlik bana ağır geliyordu, sanki tüm dünyanın gürültüsü dışarıda, ben ise bu odanın içinde sıkışıp kalmıştım. Ama bir şey netti: Ben bu odadan çıkacaktım. İster kanla, ister gözyaşıyla.
Gözlerimi karanlığa dikmiş, düşüncelerime dalmışken kapının dışından gelen ayak seslerini duydum. Yavaşça doğruldum ve kulak kabarttım. Birkaç saniye sonra kapı aniden açıldı ve Sidar tekrar içeri girdi. Yüzünde buz gibi bir ifade vardı, ama gözlerinde kibirli bir parıltı. Bana yaklaşıp başımın üzerindeki duvağı hoyratça çekip çıkardı,
“Şahindağların hak ettiği yer burası!” diye öfkeyle konuştu.
Loş ışığın aydınlattığı kadarıyla ondan tarafa döndüm ve öfkeli gözlerine baktım. Bu öfke onu yutacaktı, farkında değildi.
“Ne üzücü. Artık bir Atasoy’um değil mi?”
Bu dediğim üzerine gerilirken, iri cüssesi gözüme daha da iri gözüktü aldığı nefesten ötürü. Göğsü kabarmıştı.
“KELİME OYUNLARI YAPMA BANA LAN!” diye öfke ile bağırdı ve iyice bana yaklaşıp açıkta kalan saçımı sertçe kavradı. Çok sert tutmuyordu ama bunu yapması bile yeterdi.
Başımı kaldırıp ona baktım, gözlerim intikam doluydu. “Burası benim yerim değil Sidar,” dedim. “Senin bana layık gördüğün bu cehennem, seni de yakacak.”
Sidar alayla güldü. “Beni mi? Sen bu konağın duvarları arasında kaybolacaksın, kimse senin sesini duymayacak.”
Ona alayla gülmek, hatta yüzüne tükürmek istiyordum. Bunları da yapacaktım elbet ama hepsi bir günde olacak değildi ya.
“Sen kendi kendine intikam oyunları oyna, karaktersizliğin anca buna yakışır.” Dediğimde saçımda ki elinin tutuşu bu sefer daha sert oldu ve kafamı hafifçe geriye yatırıp boynumu açığa çıkardı.
Ona karşı çıkmam zoruna gidiyordu. Beni bastırabileceğini sanıyorsa yanılıyordu.
“O dilini tut Suzan! Yoksa kötü şeyler olacak.”
Onu göğsünden ittirip elini saçlarımdan çekmesini sağladım. “Daha ne kadar kötü şey olabilir Sidar! Seninle evlenmem kadar iğrenç bir şey var mıdır de bir hele?”
Her sözümle daha da öfkelendi. “Altımda inim inim inlerken bakalım bu kadar rahat konuşabilecek misin Suzan? Bilirsin ki töre kan ister. İlk kan senden dökülecek. Gerdek gecen için hazır ol! Birazdan kızlar seni hamama götürecek.” Dedi alay içerisinde ve arkasını dönüp bu karanlık odanın çıkışına ilerledi.
"Allah belanı versin be!" diye bağırsam da dönüp bakmadı bile. Umrunda bile değildi, biliyorum.
Kalktığım yere geri oturdum ve sakladığım göz yaşlarını serbest bıraktım.
Sidar ne yazık ki şunu bilmiyordu... Zorla diz çöktürdüğü kadınların ayağa kalkışlarını, susturulmuş seslerin bir gün nasıl fırtınalar yaratacağını bilmiyordu. Onun dünyasında kadınlar boyun eğmek zorundaydı; benim dünyamda ise özgürlüğüm her şeyden değerliydi.
Beni buraya mahkûm etmiş olsa da, o bana mahkum olacaktı haberi yoktu.