"Kalbim krallıksa, taç senin..."

1045 Words
Aynanın karşısına, bir milyonuncu kez geçip, saçlarımı düzelttim ve kıyafetime çeki düzen verdim. Birkaç gündür Lina karşıdaki resim atölyesine gidip geliyordu. Aşırı heyecanlı oluşumu sanırım bazen müşteriler bile fark ediyordu. "Hocam, bir bakar mısınız?" diyen Betül ile gülümsedim. "Şu an müsait değilim." diyerek arkamı döndüm ve elimi kaldırıp bağırdım. "Doruk , Betül Hanım ile ilgilenir misiniz?" Spor salonundan seke seke çıkıp merdivenlere indim. Birazdan burada olurdu. Gelen ayak sesleri ve birkaç fısıltıyla heyecanla duvarın arkasına saklandım. Kendi kendine konuşarak gizlice erkekler tuvaletine girdiğinde tek kaşım havaya kalktı. Tam o sırada içeri girmek üzere olan biri ile koşarak kapının önünde durdum. "Böcek basmış, ilaçlama yapılıyor." dediğimde bana bakıp gülümsedi. "Anladım, kardeşim sağol." diyerek merdivenleri inerken tekrardan üzerime çeki düzen verip sırtımı duvara yasladım. Tamam, sakinim... Kalbim, önce bir yavaşla. Rezil olmayalım bak içeride. Gürültülü bir şekilde kapıyı açtım ki geldiğimi anlasın ama düşündüğüm gibi olmadı. Aynanın karşısında kendisine doğru doğrulttuğu biber gazını sıkmasıyla çığlık atması bir oldu. Koşarak yanına gittiğimde gözlerini kapatmış bağırıyordu. Lina, sen ajan oldun! Kıskaca MİT ile çalışıyorsun, nasıl böyle tatlı sakarlıklar yapabilirsin? Telaş içerisinde yanaklarını tuttuğum gibi üzerine yürüdüm. Minik, tatlı adımlarıyla geri geri giderken gözlerim dudaklarına kaydı. No! No! No! Sırtı duvara vurup da bir nefes koyverince deli gibi atan kalbimi bir köşeye attım. Yanakları sımsıcaktı. "İyi misin?" diyebildim zar zor. Gözlerinden akan yaşlar bir bir ciğerimi yakıyordu. Gözlerini aralayıp üflediğimde lenslerini görüp gülümsedim. Yeşil gözlerini çok daha fazla seviyordum. "Ya-yanıyor..." dedi ağlamaklı bir sesle. Ben sana kıyamam... Kızarmış gözlerine defalarca üfledikten sonra lavaboya doğru çekiştirdim. Yüzünü yıkamamız gerekiyordu. "Gel." Lavabo taşlarının önünde ensesinden hafifçe bastırıp öne eğdim. Yüzünü defalarca yıkadım. Her su vuruşumla gevşeyen yüz ifadesi istemsizce gülümsememe sebep oluyordu. Yüzüne değen ellerim ise mutluluk ile yanıyordu. Evet, insan mutlulukla yanabilirmiş... En son o özene bezene yaptığı makyajı tamamıyla dağılıp da yüzünü korkunç bir hâle getirince istemsizce güldüm. Elimde değildi. Çok tatlıydı. Ben böyle duygular içerisindeyken bir de derince nefes alıp verince dayanamamış bir iki kıkırtı kaçırmıştım. "Gülüyor musun?" dedi ağlamaktan kırıklaçmış sesiyle. Gözlerimi kaçırdım, ve elimi ceketimin cebine atıp bir peçete çıkardım. Çenesini çekingen bir şekilde tutup hafifçe yukarı kaldırdım. "Sadece, makyajın çok dağıldı." diyerek yüzünü özenle sildim. Yıllar sonra ona böyle yakın olmanın verdiği şok vardı üzerimde. Böyle teninin sıcaklığını hisseden bedenim, her seferinde çarpılıyordu. "Şey..." dedi gergince. Belliydi zaten ifadesinden mahcup bir hâli olduğu. Utanmıştı benim güzelim."...bir şey isteyebilir miyim?" Telaşla geri çekildim. Eğer bünyeme bir anda bu kadar yüklenirsem...ölebilirim. Hayır, hazır değilim. "Aslında gitmem gerek..."diyerek gözleri kapalı olsa bile elimle kapıyı gösterdim. " Lafıma şaşırmış olacak ki şaşkınca kaşlarını kaldırdı. Alt dudağımı ısırdım. Olmaz , olmaz. Kalırsam kesin bayılırım. Elim ayağım titriyor zaten. "Ne?" Bahane bul, bahane! "Özür dilerim ama işe geç kaldım. Müşteriler bekliyor olmalı." dedim olduğum yerde dönerek. Sanki patron ben değilmişim gibi... Şaşkınca yüzüme baktığında ensemi kaşıdım. " Bir daha böyle şeylerle oynama."dedim birden sahiplenici bir tavırla. Kendi kendimi ele vermemek için hızlıca konuyu değiştirmeye çalıştım. "Üstelik burası erkekler tuvaleti. Karşına benim gibi biri de çıkmayabilirdi. Dikkat etmelisin." Kaç! Kaç! Tuvaletten çıkarken havalı havalı yürürken kordora gelince koşarak koridoru aştım ve spor salonuna girdim. Az önceki karizmatik havam yerle bir olmuş, resmen atmosfere gaz gibi yayılmıştı. Elimi kalbimin üzerine koydum. Deli gibi çarpıyordu. Ama yüzümde de aptal bir gülüş vardı. Yanaklarını tuttum! "Hocam iyi misiniz?" Önümden geçen Soner'in attığı bakış ile başımı salladım. "Turp gibiyim! Turp!" . . . Sessiz sessiz pencere kenarında durmuş, markete giden Lina'yı izliyordum. Kılık değiştirmek için hem gözlük hem lens takıyor oluşu üzülmeme sebep olmuştu. Pembe saçları ve o dudağına taktığı piercing... Allah'ım affet de ben bu kızın her haline düşüyorum. Ofisime geçip gri sıfır kolluma baktım. Heyecanla geri döndükten sonra ringte antrenman yapmıştım. Terli oluşum rahatsız edince deodorant sıktım ve koşarak spor salonundan çıkıp merdivenleri inmeye başladım. Başta hızlı hızlı koşsam da sonra doğru yavaş yavaşlayan adımlarım merdivenlerden gelen ayak seslerini duyunca durmuştu. Onu her gördüğümde böyle titreyecekse ellerim işim gerçekten zordu. "Bu son şansın Dora, bu sefer tüm kartlarını ortaya dökmelesin..." Saçlarımı geriye attım ve çenemi hafifçe kaldırdım. Bu sefer çabalamadan pes etmeyi düşünmüyorum. Sessiz sessiz inerken yüzümü becerebildiğim kadar ifadesiz tutmaya çalışıyordum. Merdiveni dönünce pembe peruğunu görerek alt dudağımı ısırdım. Arkası bana dönüktü. Tavana neden bakıyordu peki? Yüzümü görsün artık, saklandığım yerde bulsun. Bitsin bu oyun, sobelenmek istiyorum! "İyi misin?" Sağına doğru adımladığımda önümü keserek sağa adımlamıştı. Kurnaz bir ifadeyle sola adım atınca da sola adım atmış ve yine beni durdurmuştu. İstemsizce onun bu tatlı haline gülmüş bulundum. Kalbim ağzımda atıyordu üstelik. Demek kaçmak istiyorsun... Sağa doğru adıma atar gibi yapıp bir anda sola adım atınca önüne geçmiş bulundum. Burnunun ucuna kadar düşmüş gözlüğü, dağılmış peruğu ve üst dudağına bulaşmış çikolata... Sen çok tatlısın, ve ben buna daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Şimdi, ne yapsam da bu kızı tavlasam. Üstelik beni inceleyen gözleri yüzünden Nemrut'tan farkım olmayacak şekilde donup kalmıştım. Yüzümdeki o yapmacık gülüşü de gerginliğini saklamak için kullanıyordum ama nereye kadar? İstemsizce tekrar yüzüne dokunmak isteyen elim, birden havalandı. Burnunun ucuna kadar gelmiş olan gözlüğü geriye ittirirken buldum kendimi. Gözlerin kırpıştırdı. Yavaşça üzerine gitmek istedim. Acaba söylese miydim? Anlatsam tanır mıydı beni? Kendini kaybeden bedenim ile derince nefes aldım. Dora dur! Bak bu son şansın, mahvetme! "Hem gözlük hem lens zor olmuyor mu?" dedim birden bire. Kahretsin! Şimdi bu anlarsa benim bir şeyler bildiğimi? Yine de sırıtan ifadem resmen japon yapıştırıcısı ile suratıma yapıştırılmış gibi duruyordu. Asla indirmiyordum. "Ne?" dediğinde gözlerim dudaklarına bulaşmış olan çikolataya kaydı. Artık 17 yaşında bir çocuk değildim. 23 yaşında koca bir adam olmuştum. Düşüncelerim bazen sadece iki dudağı arasında bile geziniyordu. Gözlerime bakan telaşlı gözleri sadece beni ona daha da itiyordu. Sanırım o da fark etmişti dudaklarına baktığımı. Panikle üst dudağını emdiğinde gergince yutkundum. Onun bu hareketi ile gözlerimi kaçırdım ve kalbimi sakinleştirmek adını yüzümü başka tarafa çevirdim. Üst dudağımı gergince yalarken içimdeki her şeyi susturmak istiyordum. Aç bir köpek gibi bakıyorsun Dora. Aç ve kuduz bir köpek gibi... Yine de dayanamadım , kendimi bir anda üzerine yürürken buldum. O ise panikle geri çekilmiş ve sırtı duvara vurduğu için pembe peruğu dağılmıştı. "Kahve de güzel ama yeşil bir başkaydı..." Yutkundum. Baş parmağımı, çikolata bulaşmış olan, üst dudağının üzerinde gezdirdim ve geri çekildim. İstediğimi, kısmen, yapmam ile yüzümde oluşan gülüşü saklamak için kaçarcasına arkamı döndüm ve merdivenleri telaşla inmeye başladım. Dışarıdan her ne kadar soğuk gözüksemde. Parmağıma bulaşan çikolatayı dudaklarımın arasına koyarken aklımdan geçen şeyler çok şerefsizceydi. "Öpüşmüş sayılır mıydık?"

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD