"Şeref, erkeklikle alakalı olsaydı 'Adam' dedikleriniz nam salardı..."

977 Words
"Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir..." ayağımın ucunu kaldırım taşına sürttüm. "Bazen küçük bir an için ömür bile verilir..." Başımı kaldırıp eve baktım. Anne ve babası çıkmıştı. İyice eğildim ama bir türlü onu göremedim. Hasta mıydı acaba? Ellerimi cebime soktum. Birazdan zil çalacaktı. Duvar köşesinden çıktığım sıra bir bisiklet sesi duydum. Aceleyle bisikletini evlerinin önüne koyup okula koşmaya başlayınca ben de arkasından koşmaya başlamıştım. Zil çalmıştı. Merdivenleri koşarken birden bire önümüze çıkan rehber hocası ile koridorda durmak zorunda kaldık. "Geç kaldınız çocuklar. "diyen Fehmi hoca başını iki yana salladı. "Beni takip edin." O önümde yürürken ben onun üç adım arkasındaydım. Bastığı adımları takip edip aynı adımlarının üzerine aynı ayağımla basmaya çalışıyordum. Ne kadar da küçük adımları vardı? Yüzümde tatlı bir gülüş oluştu. Sonrasında ise aklıma neden geç geldiği ve nereden geldiği takıldı. Rehberlik hocasının odasına girdiğimizde başını önüne eğip beklemeye başladı. 9. sınıfların genel gerginlikleri. Ottan nokta korkmak. Sırf korkmasın diye göğsümü kabartıp bir iki adım ne attım ve Fehmi hocanın benimle muhattap olmasına sebep oldum. "Okulun ilk haftası için böyle bir iyilik yapıyorum, bir daha olmasın." dediğinde başımı salladım. İzin kağıtlarını çıkarırken dönüp bana baktı. "Numaran neydi Bora." dediğinde hafifçe gülümsedim. İyi ki kızın yanında Dora demedi. "468" Küçük kağıda numaramı yazıp imza attıktan sonra uzattı ve arkamdaki kıza baktı. "İsmin neydi?" On kulağım olsa onunu da ona doğru doğrultabilirdim şu an. Çünkü hem ismini duyacak hem sesini duyacaktım. Kalbim, göğsüm dışında her yerde atıyordu. "Lina Çetin." Lina... Gözlerimi kapattım. Lina... Onun da ismi benim gibi bir garipti. Belki de bu bir işarettir. Dora ve Lina... Uyumlu gibiydi. Evet, evet bayağı bir uyumlu. "İyi misin evladım?" Bu mutlu günümüzde hepimizi yanımızda görmekten... "Dora!" Gözlerimi bir anda açarken karşımdaki adama baktım. Yani şimdi ismimi böyle söylemeseydiniz iyiydi. "Gitmeyecek misin?" "Ne?" Kaşlarını çattı ve eliyle kapıyı gösterdi. "Yeterince geç kaldın. Koş dersine." Arkamı döndüğümde Lina'nın burada olmayışını görerek gözlerim kocama açıldı. Apar topar kapıyı açıp merdivenleri koşmaya başlamıştım. Kahretsin ya! Şans sıçıyorum ben, ya da şansıma sıçıyorum! Sinirle merdivenleri çıkıp sınıfa girdim ve izin kağıdımı öğretmen masasına bırakıp yerime oturdum. Onur'un selamına karşılık verdikten sonra dersi dinlemeye başladım. . . . "Sahile mi götürsem?" Ali öğle yemeğini aç bir hayvan gibi vahşice yerken Mehmet kafasını iki yana salladı. "Daha kız ile muhabbet bile etmedin. Nasıl sahile götrebilirsin?" Dönük Ali'ye baktım ama o hâlâ yemeği vahşice katlediyordu. "Bence sen artık takıntı haline getiriyorsun. Boşver, olacağı varsa olur." dediğinde gözlerim önümdeki tepsiye döndü. Ama kaderdi bence. Ne bileyim beni kötü adamların elinden kurtarması, pansuman yapması, gülümsemesi ve aynı okulda oluşumuz... Kaderdi bence. Ya da benim ufak bir bahanem. Gözlerim yemekhanede gezindiği sıra en sağda, köşede yemek yediğini gördüm. Tek başındaydı. Çok istedim kalkıp yanına gitmeyi ama gidemedim. Dışarıya yaydığı o enerji insanı ona yaklaşmaktan korkutuyordu. Yemeğimden azar azar yerken onun kulaklığını takıp telefonundan bir şeyler izleyişini izledim. Bugün kızıl-kahve saçlarını toplamış, kahküllerini bırakmıştı. Seviyordu sanırım kahkülü. Ona da yakışıyordu aslında. Böyle yüzünü daha minik ve tatlı gösteriyordu. Böyle de olsa onu sessizce, sonsuza kadar izleyebileceğimi fark ettim. . . . "Selamın aleyküm." diyerek yataktan aşağı attım kendimi ve halının üzerinde üç tur döndükten sonra sırtım sandalyeme çarpınca durmak zorunda kaldım. Dördü severim ben, dört tur yapmak istiyorum. Şu sandalyeyi burdan almak farz oldu. Oturduğum yerden zıplayarak kalktım. Aynanın karşısına geçtim ve ne kadar gözlerimin altı uykulu olduğumdan şiş olsa da tipime bakıp gülümsedim. "Kick boks! Ben geliyorum!" Hayali yumruklarımı aynadaki aksime salladığım sıra annem yine bağırarak geçmişti odamın önünden. "Bir yerini kırma yine!" Hay aksi şeytan! Sinirle kapımı açıp lavaboya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. "Anne sen benim kapımı gerçekten dinliyor olmalısın." diyerek mutfağa girdim ve iş yapan annemin etrafında dolandım. "Hayır, senin odanın yalıtımı yok." dediğinde tek kaşım havalandı. "Ne alaka? Diğer odaların var mı?" Elindeki salatayı sofraya koyarken "evet" deyince şaşkınca önüne atladım. "Hangi müteahhit yaptı ya bu binayı?" Annem lafımın üzerine bir iki adım atarken durmuştu. Dönüp yapay bir gülümseme ile yüzüme baktı. "Baban." Tükürüğüm boğazıma kaçacak gibi oldu. "Benim odamın niye yalıtımı yok ?" dediğimde sinsice gülümsedi. "Ben istedim." "Neden?" "Bağırınca duyman, konuşunca duymam için..." Gözlerim fal taşı gibi açılırken geri geri gittim. "Anne sen manyak bir karısın!" dediğim an , silahın emniyetinin çekişi gibi, ayağının birini havaya kaldırdı ve terliğini eline aldığı gibi kafama kafama atmaya başladı. Kaçarak içeri girdiğimde babam da gelmişti. "Günaydın baba." Uykulu bir ifadeyle başını sallayıp sofraya oturdu. "Günaydın." . . . "Ananı *******" Elimi yanağıma götürmüş sahil yolunda yürürken resmen ağlıyordum. "İlk günden de adam dövülmezdi ki..." Hocanın deyişine göre, reflekslerim ne kadar kuvvetliymiş, yok ne kadar hızlıymışım, yok işte yumruğu doğru atıyor muymuşum... Ya zaten ben bunları bilsem kursa gelir miyim , a ve gerizekalı! Boş yere dayak yedim ya. Elimi saçlarıma daldırdığım sıra bir takırtı sesi geldi ve olduğum yerde durup arkama baktım. Biri sahil parkta kaykay kayıyordu. Siyah Hırka bir yerden tanıdık geliyor... Ellerimi ceplerime soktuğum sıra kaykayına takla attırırken düşmesiyle açılan kızıl-kahve saçlarına baktım. Lina... Sessizce banklardan birine oturup yüzümü gizledim. Bir sağa bir sola kaykayı ile kayışını izlerken bankın üzerine uzandım ve uzun uzun doya doya gülen yüzünü izledim. Salınan saçları, küçük kahkahaları, düşüp de kırıştırdığı burnunu, yeşil gözlerinin rüzgarla kısılışını... Bazen istediği hareketleri yapamayınca kendi kendine kızışı bile çok tatlıydı. Başımın altına kolumu koydum. Neden tek başına buradaydı? Onun bu tatlı hallerini izlerken akşam ezanı okununca uzandığım yerden doğruldum. Ne çabuk akşam olmuştu. O da yeşil gözlerini caminin minaresine çevirince kaşlarımı çattım. Geçen gece de mi bu yüzden geç vakitlerde geçmişti o yoldan. O kaykayına eline alıp sahil yolunda yürümeye başlayınca ben ana yola çıktım ve peşi sıra onu takip ettim. Bazen şarkı söylüyor, bazen kendi etrafında dönerken denizin dalga seslerine karşı kollarını açarak dönüyordu. Onun bu hâlini ufacık bir gülümseme ile izlemek beni de mutlu ediyordu. Kimse yoktu çevresinde. Bir haftadır hiç arkadaşını görmedim. Acaba arkadaşlıklardan hoşlanmıyor muydu? Yine de mutsuz da gözükmüyordu. Kaykayı, sahili ve bir de gecesi varsa sanki sonsuza kadar mutlu olurdu. Umarım öyle de kalırdı. Çünkü ben onda kaldım...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD