Elâ(i)lem

1329 Words
Hepimizi yalvar yakar salona toplayan başkasıymış gibi sessizce tavana bakan Eren'i normalde de çok anlayabildiğimiz söylenemez ya, an itibariyle delilik sınırını çoktan aştığını düşünüyorum. İnşallah o da biri açıklasın buraya neden toplandığımızı diye düşünmüyordur, yapmadığı şey değil çünkü. Derken açıyor ağzını, meğer açmadan gözünü de karartmış. Bak sen şu götü bokluya! "Biz Simay'la evlenmeye karar verdik." İnsan böyle bir anda annesi ve babasının birbirine bakmasını, hiç olmadı konunun ana kahramanına bakmasını, en en kötü yere göğe bakmasını bekliyor. Bekliyormuş yani. Annem de babam da bakışlarını bana çevirene kadar ben de bilmezdim. Bilmezdim. Bu derde düşmeden önce*. Evlenen o, bana niye bakılıyor anlamıyorum ki? Bir şey mi söylemem gerekiyor? Boğazımda kalan tükürüğü bile yutkunamadan bir tepki vereyim en azından diyorum. Ama işte, insan bir işe başlamadan önce en azından bir tükürüğünü yutmalı. "Hay-öh öhö öhö! Öh!" Elimle bir su be işareti yapıyorum, annem hemen ayağa kalkıyor. Babam sırtıma vuruyor. Eren'se gözlerini kocaman açmış dünyada ilk boğulan insan benmişim gibi bakıyor sadece. Bunun böyle olmaması gerekiyordu. Sudan birkaç yudum alınca kendime geliyorum nihayet. Anneme bir öpücük atıyorum, "Teşekkürler." Bir nefes alıp Eren'in yaşını evlilik için erken bulsam ve her haltı bana danışıp bunu şöyle ucundan bir çıtlatmamasına bozulsam da kocaman gülümsüyorum, hayat onun hayatı. Canın ciğerin olsa da işine gelmezse, hayat onun hayatı. "Hayırlı olsun ablacığım, çok mutlu olursunuz inşallah." Ben konuşunca annem ve babam da çözülüyor, bu muydu? "Hayırlı olsun, annem." Buydu. "Hayırlısı bakalım. İsteyecek miyiz şimdi kızı?" Benden çekindiler. Kıskanırım diye. Ayy! Kıskanırım diye. Elime doğan çocuğu kıskanırım diye. Biz içerdeyken uyanır da duymazsak diye beşiğinin başında beklediğim çocuğu kıskanırım diye. Mutluluğu için canımı vereceğim çocuğu kıskanırım diye, he? Aşk olsun Özkaraca ailesi. Size aşk olsun ama. * Elimdeki kek tabaklarından birini anneme uzatıyorum diğerini kendime alıp oturuyorum. Günler çuvala girmiş gibi cumartesi günü gelen Zuhal teyzeye içten, öyle içten ki belki buraya ulaşamadan yolda sönen, bir gülümseme sunuyorum. "Demek oğlanı evlendiriyorsun komşum." A-a! Anne? Göz göze gelince bakışlarını kaçırıyor annem, bir kızın anası babası öğrenseydi önce be kadın. Yememiş içmemiş. "Ya öyle Zuhal'ciğim. Bakalım istiyorlar, isteyene de hayır denmiyor. Yoksa biliyorsun." Ay anne! Yapıldı bu. "Önce ablası olsaydı tabi keşke ama kısmet bu işler Feride." Ben buradayımdır ama! Evlenmiyorum diye kütlemi ve hacmimi de mi kaybettim? "Yani tabi. Kısmet. Yine de sıralı olsaydı..." O nasıl iç çekmekti öyle be annem? Karşıki dağlar yıkıldı. Benim başıma. Sıralı olsaydı nedir ayrıca, Allah aşkına? Ölüm ile birse bu, insan kızını kendi elleriyle gönderir mi? Hani kız çocuklarını diri diri gömme işini kapatmıştık? Tabağımdaki keki dört parçaya bölüyorum hırsla, kocaman lokmayı yutmak duyduklarımı yutmaktan daha kolay nasılsa. Ye kızım, ye. Kime güzel gözükeceksin sanki? Okulu olsa kazanırdık, çalışılarak yapılsa en iyisini yapardık, para verilip alınıyor olsa... Gerçi o- Neyse canım! O kadar da değil, o kadar da ölmedik. Limon kabuğu muydu yuttuğum? Güzel olmuş bu şerefsiz de. * Kakaolu, limonlu kekin tadı ağzıma gelince dilimden dökülenlere hakim olamıyorum. "Kendi fesat ama keki iyi bu kadının gerçekten, ne katıyorsa içine bak yine canım çekti." "Hale!" Üzerime eğilmiş, gözlerini belerte belerte bağıran İrem'e dönüyorum. Ne Hale, ne Hale? Sanki sağır olmuşum gibi büyük büyük tepkiler veriyorum ben de, herkese anladığı dilden. "Ne bağırıyorsun kızım, dip dibeyiz zaten?" Kendi dilini hemen anlayıp sakinliyor. "Kek mi Allah aşkına bizim konumuz?" Orası öyle de, "Değil." "Değil tabi. Bunlar bu geceki saçmalıkların ve aldığın büyük kararlar için geçerli sebepler değil." Hilal? Bir açıldı pir açıldı bu da ha. "İlk kez mi kocakarı dedikodusuna maruz kaldın annem sen? Kıyamam, Hale'si uf olmuş. Acıdı mı çok?" Pınar... Böyle güzel bir kızın bu kadar gıcık olması. Meyveyi soymadan içinden ne çıkacak bilinmiyor harbiden.* "Biz de seni adam sanırdık." Kaan. Yüzüme üfleyen Yaso da intikamının peşinde galiba. "Ne üflüyorsun be?" "Baktım yıkılıyor musun diye?" İnsana illa söylettiriyorsunuz ya. İnsana illa kendi ağzıyla söylettiriyorsunuz. Ağlanan kına değil miydi, kardeşim? Sıkıntıyla etrafa bakıyorum. Mekan da öyle tatlı, ışıklar da öyle güzel, yastıklar da öyle beyaz ki. Ama Hale'ler ve çareler çaresiz. "Hazırlayın mendilleri o zaman, çok bilmişler sizi." Bir tane de bana verin, burası çok acıklı. * Ne kapımda dizilmiş hayali kısmetler bitiyor, ne benim herkese bir kulp takmam. Kaf dağındaki seçilmiş yalnızlığımla beni baş başa bırakmaya karar veriyor üç saatin sonunda Zuhal teyze ve annem. Ben de en büyük damat bizim damadı rahatsız edeyim de keyfim yerine gelsin diye Eren'in odasına kaçmaya karar veriyorum. İyi bile dayandım. Kapıya vurayım da uygunsuz bir pozisyon varsa da bilmeyeyim diyorum. Çünkü tecrübeyle sabit insan bir şeyi bilmemesi gerekiyorsa kesinlikle bilmemeli. Elim kapının üzerinde duraksadığım sırada bizimkinin sesi duyuluyor. "Heyecanlı mısın?" Leyla ya. Yok bu Mecnun'du. Mecnun ya. Sırıtmamı zar zor bastırıp kulağımı kapıya yaklaştırıyorum. "Deli misin kızım? Ölüyorum heyecandan, çok korktum annem ablandan önce olmaz diyecek diye. Evleneceği yok ki bunun." Kaşlarım çatılıyor hemen. Bu mu? Ablaya? Bu? Saygı bitmiş. Artık o taraftan her ne geliyorsa bizimki durulmak bir yana iyice efeleniyor. "Aynen öyle. Bunca zaman da ondan bekledik güzelim, yoksa beni biliyorsun niyetim hep ciddiydi." Bak, bak, bak. Lan ne bekledin? Ne bekledin? Yirmi iki yaşındasın daha. Çocuk damat mı olacaktın, it herif? "Zor ya. Kimseyi beğenmiyor ki, sanki kendisi Angelina Jolie?" Tek eksiğim biraz botoks ve güzel bir dudak dolgusu. "Tamam, tamam. Demedik bir şey. Boş ver sen şimdi ablamı falan, o yalnız ölecek belli ki. Ne diyor sizinkiler, ne zaman gelelim?" Ne kırıldı? Gelen sesle arkamı dönüyorum, hiçbir şey yok. Her şey yerli yerinde. Başımı öne çeviriyorum, elim sol göğsümü buluyor. Sen miydin? O testleri çözsün diye başında beklediğim, tercih dönemi bitene kadar uyku uyumadığım, üniversite birinci sınıfa kadar hayatının aşkını bulamazsan daha da nah bulursun diye gazladığım, Simay'ı üzersen hakkımı helal etmem dediğim çocuk; sen misin? Bu müessese nasıl bu kadar hafife alındı? Ablalar anne yüzde yetmiş beşidir, ablamın gölgesi bile yeter, cennete girmemesi için hiçbir sebep yok?.. Bir ağzınızı açıp da iki çift söz söyleseydiniz belki bugün kıymet görürdük, pek sevgili atalarımız. Odamın kapısını açıyorum, kapatıyorum, kilitliyorum. Ağlayacağım. Çok utanıyorum ama ağlayacağım. Hiçbirinin beceremediğini, beceremeyeceğini Eren becerecek. Hiçbir komşunun, hiçbir erkeğin yapamayacağı kadar çok ağlatacak o gece beni. Çünkü en sevdiklerimiz. Yalnız en sevdiklerimizde bu güç var, işin ironik tarafı onlara bu gücü veren yine biziz. Onları hançer olarak yüreğimizde taşımak bizim tercihimizdi. Tam da bu yüzden istedikleri zaman etimizin içinde kendilerini şöyle bir döndürerek canımızı en çok yakabilen sadece onlar. Kendimi yatağa fırlatırken göz yaşlarımı koluma siliyorum. İnsan bir şeyi bilmemesi gerekiyorsa kesinlikle bilmemeli işte, abi! * "Neyse işte Eren öyle konuşunca, attı benim kafam. Dedim ki ben bu işi kıvırırım. Koskoca dünya altı günde yaratılmış, yedi ayda bir evlilik çıkartamıyorsam bana da yazıklar olsun." Tek gülen ben oluyorum. İyi her boku da bilin ya. Evet, ağladım kardeşim. Ne var? Allah, Allah... "Öküz!" Yalan diyemeyiz. "Sığırcık ya. Bebeye bak sen, götündeki beze bakmadan bik bik konuşuyor." Bu da nereden bakarsan bak doğru. "Alırım ben onun ifadesini Hale'm, evlendiğine değmez." Yapar, yapar bilirim. "Bakın bir erkek olarak, beni bile şaşırttı." Bu biraz yalan ama sen çok güzel söylediğin için inanmış gibi yapacağız Kaan'ım. Yalnız hiçbirinin yeri de sırası da değil, bu çılgınlığa bir dur demek için ellerimi havaya kaldırıyorum. "İntikam da had bildirme de yok. Tek bir görevimiz var, o da evlilik. İlk adayımız da Salih." "Salih?" Pınar. Check. "İlkokul Salih?" İrem. Check. "Ben bu tombulu havada karada tavlarım Salih?" Yanaklarını şişirip ellerini kollarını öyle yapmasan da biz tombulu biliyorduk Gamze, ama olsun tabi. Check. "Var mısın iddiaya Salih?" Hilal. Check. "Senin üzerinden iddiaya girip sevgili olmak istediğini öğrenince canına okuduğun Salih?" Yaso. Check. Kaan hatırlamıyor, şaşırmadık. Check. Çok şükür bir kişi de neden ilk Salih demiyor. Kura çektiğimi söylemek zorunda kalsaydım idamıma bile karar verebilirdi bunlar. Omuz silkip keyifle, tek tek hepsine gülümsüyorum konuşmadan önce. Belki söylememe hiç gerek kalmaz. Fingers crossed! "Evet, evet, evet! Sonsuza dek evet ya! Allah söyletti bakın, olacak bu iş." O devrilen gözleri ile buruşan suratlarına aldırmıyorum. Olacak bu iş. Büyüdük canım. Baya da büyüdük yani. Dilim varmıyor ama yirmi dokuz olduk. E Salih ayrı tutulmadı ki o da büyüdü, yapmaz bir daha öyle şeyler. Yapmaz, yapmaz. Cık. * Merhaba, Beğenirseniz kalp atmayı ve bana bir selam vermeyi unutmayın! Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD