2.Bölüm

1677 Words
-Beni duyuyor musun? Sorusunu anlamazken bir kapalı kapıya bir de ona baktım. Kapı kapalıysa ilk kez gördüğüm bu adam benim odama nasıl girmişti? -Kimsin sen? Ne işin var odamda? Bana şaşkın gözlerle bakmaya devam ederken aynı zamanda dikkatlice hareketlerimi de izliyordu. Çatılan kaşlarıyla kendi kendine konuşuyor gibiydi daha çok. -Beni gerçekten duyuyorsun. Benimde kaşlarım çatılırken bir şeyleri anlama güçlüğü çektiğini düşünmeye başlamıştım. Zaten derdim varken akli dengesini kaybetmiş gibi karşımda duran bu adam iyice dengemi bozmaya başlıyordu. -Evet sağır değilim çok şükür. Aynı zamanda görüyorum da hani gözlerim var bilmiyorsan eğer... Sinirli çıkan sesimle yavaşça ayağa kalktım. O ise daha da şaşırırken beni çileden çıkarmaktan başka bir şey yapmıyordu. -Ne?!Nasıl görüyorum?Neyi görüyorsun? Allak bullak olan ifadeyle bana bakmaya devam etti. Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. Derin bir nefes verirken açılan gözlerimle hala burada olduğunu fark ettim. -Çık git şuradan. Uğraşacak başka birini bul. Sertçe yutkunurken kendi kendine mırıldanıyordu. -Anlamıyorum. Beni nasıl görüyorsun? Yükselen ses tonumla sabrım da sınırlarını aşmaya başlamıştı. -Odamdan dışarıya çık. Tane tane söylediğim kelimelerin üzerini sinirle vurgulamıştım. Gözleri bir süre yüzümde dolanırken hala aynı olduğu yerde öylece duruyordu. Bana o kadar dikkatli bakıyordu ki...Acaba... Acaba beni tanıyor muydu? Ben mi hatırlamıyorum diye kendimden bile şüphelenmeye başlamıştım yavaş yavaş. Sertçe yutkunurken kalbim küçük bir umudun ışığını görmesiyle heyecanla hızlanmıştı. Ya beni tanıyorsa? Merakımı gizlemeye çalışırken hafif titreyen sesime engel olamamıştım. -Neden geldin buraya? Derin bir nefes alırken dudaklarını birbirine bastırdı ve mavi gözleri tekrar beni buldu. O da biraz sakinleşmiş gibiydi. -Yardım çığlığını duyan biriyim sadece. Yardım etmeye geldim sana Deniz kızı. İyice karışan kafam ve duygularımla ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Aslında çok şey söylemek isterdim fakat kelimelerimi dilime dökemiyordum. Sanki kilitlenmiş gibiydi vücudumun her yeri. Bu adam benim yardım istediğimi nereden duydu? -Beni tanıyor musun? Kararsız bakışları beni bulurken gözlerim ısrarlı bakışlarla ondan gelecek cevabı bekliyordu. -Yani...Sen değil ama ben seni tanıyorum. -Nereden tanıyorsun? Derin bir nefes alırken gözleri etrafta dolaştı bir süre. Ardından tekrar bana odaklandı. -Korkutuyor muyum seni? -Eğer verecek mantıklı bir cevabın yoksa evet. Ciddi çıkan sesimle duruşu dikleşti. Bütün algılarım açık bir şekilde ondan gelecek cevabı, belli etmemeye çalışsam da merakla bekliyordum. -Bir süredir... Seni izliyordum. İçimdeki bütün heyecan,merak,ümit... Tıpkı iğnenin balona batırılması gibi biranda sönmüştü. Heyecandan kalkan omuzlarım hayal kırıklığıyla düştü. Sinir tekrar hücrelerime ulaşırken bir ateş gibi yakıyordu geçtiği yeri. -Sapık gibi beni mi izliyorsun? Uğradığım hayal kırıklığının tonuna bürünmüştü sesim... Karşımda dikilen adamın kaşları hayretle havaya kalkarken bir anda sesi şaşkınlıkla yükseldi. -Hayır tabii ki de! Sadece yardım etmeye çalışıyorum. -Edemezsin.Bana kimse yardım edemez. O yüzden odamdan çık. Yumuşayan bakışları tekrar beni bulurken hafifçe gülümsedi. -Haklısın. Sana senden başkası yardım edemez deniz kızı. Dedikleriyle boğazıma oturan yumru ne kadar yutkunursam yutkunayım geçmedi. Hani böyle ağlamak istersiniz de boğazınıza kadar gelir oturur o yumru ama ağlamamanız gerekir ya... Aynı öyleydim şuan. -Bana neden deniz kızı diyorsun? Aniden sorduğum soruyla bunu beklemiyor gibiydi. Kafası hafifçe yana eğilirken dikkatle tam gözlerimin içine baktı. -Denizin en dibindesin. Bunu görebiliyorum. Ama nefeste alabiliyorsun. Bana deniz kızlarını hatırlatıyorsun sadece. Hepsi bu. Yavaşça başımı anladığımı belli edercesine salladım. Söyledikleri o kadar doğruydu ki. Duygularım ancak böyle tarif edilebilirdi. Kimsenin önünde ağlamak istemiyordum bu yüzden yavaşça arkamı döndüm. -Adın ne? Sorduğum soru oda da yankılanırken bir süre daha ses gelmedi. Bunun üzerine yönümü tekrar onun tarafına çevirdiğimde beni karşılayan bir boşluktu. Her zamanki gibi... Kuruyan dudaklarımı ıslatırken derin bir nefes çektim içime. Nasıl bir anda ortadan kayboldu bu adam. Daha fazla öylece ayakta durmaya dayanamayarak odanın içerisinde ki tuvalete ilerledim. Aynada kendimle göz göze gelince perişan halimle daha da bozguna uğradım. Burnumun kanaması durmuş,gözyaşlarım ise önlerine çektiğim seti kırıp geçerek akıyordu. Üzerimde ki beyaz elbisenin önü kanın kırmızılığından nasibini almıştı. Elbisenin arkasında ki fermuarı açarak elbiseyi yere bıraktım. Saçlarımda ki lastik tokayı da açarak kahverengi tutamları özgürlüğüne kavuşturdum. Duş kabinine doğru ilerledim. Suyu ılık olacak şekilde ayarlayarak akan suyun altına girdim. Umduğum tek şey biraz olsun kendime gelebilmekti. Aklıma doluşan bir düşünceyle bir anda tüm bedenimden ürperti geçti. Biri beni anlıyordu. Ne hissettiğimi... Az önce bu odaya giren adam... Bütün hissettiklerimi benden daha iyi tarif etmişti. Beni görüyordu. Zihnimi görüyordu resmen. Duşumu hızlı bir şekilde alarak allak bullak olan düşüncelerimle kendimi banyodan dışarı attım. Hızlıca giyinme dolabımı açarken birbirinin aynısı olan elbiseler bile sinirimi bozamıyordu. Giyindikten sonra yatağımın yanında bulunan komodinin çekmecesinden saçımı taramak için tarağımı alacağım sırada gördüğüm şeyle gözlerim kocaman açıldı. Dudaklarım titrerken kalbim heyecanla çarpıyordu. Yutkunamadığımı hissettim bir an. Hatta nefes alamadığımı... Titremesini kontrol edemediğim elim çekmecemin içinde duran ,kırmızı renge boyanmış üzeri küçük turuncu çiçeklerle süslenmiş ahşap tarağa doğru yavaşça uzandı. Hemen yanımda ki yatağıma yığılır gibi oturdum. Gördüğüm şeyin gerçekliğinden fazlasıyla şüphe duyuyordum. Bu camdan fanusta bulunan tek ve ilk renkli şey şuan ellerimin arasında duruyordu. Unuttuğumu sandığım hatta varlığından bile şüphe duyduğum beyazdan farklı bir rengi tutuyordum. Elimle ağzımı kapatırken hıçkırıklarımı durduramıyordum. Gözyaşlarım mutluluktan mı hüzünden mi bu kadar çok akıyordu bilmiyorum ama içimde küçük de olsa bir umut ışığı yanmıştı. Nereden gelmişti bu tarak benim odama? Az önce gelen adam olabilir miydi? Ona sormak istediğim o kadar soru doluşmuştu ki bir anda zihnime. Buraya gelir miydi ki bir daha? Nereden bulacaktım onu? Ağlamaya devam ederken odamın kapısı birkaç kere tıklatıldı. Hızlıca gözyaşlarımı silerek ayağa kalktım ve kapının kilidini yavaşça açarak gelen kişiye baktım. Kardelen'di. Kardelen bir süre yüzüme baktıktan sonra içeriye girip kapıyı kapattı. Gözleri bir süre sonra elimde tuttuğum kırmızı ahşap tarağa kayarken ifadesiz yüzünde bir ifade bekledim ilk defa. Ama o yine ifadesizdi. Tam ağzımı açacağım sırada sözümü keserek elimden tutup masamın önünde bulunan sandalyeye doğru çekiştirdi. Sandalyeye oturmam için komut verirken tüm bedenim ona itaat edercesine dediklerini yapıyordu. Ahşap tarağı elimden alarak arkama geçti. Islak saçlarım arasından yavaşça tarağı geçirerek saçlarımı taramaya başladı. Gözlerim kapanırken ağlamaya devam ediyordum. Dudaklarımı birbirine bastırırken sanki yıllardır bu ilgi ve merhamete açmış gibi hissediyordum. -Ağlama. Küçük dudakları arasından fısıldadığı kelimeyle gözlerim istemsiz açıldı. Önümde duran aynadan arkamda ki Kardelen ile göz göze geldik. -Elinde tuttuğun tarak... Ne renk? Merakla sorduğum sorunun cevabını bekliyordum. Ama o sadece gözlerimin içine baktı ve hiçbir şey söylemedi. Bende sustum... Saçlarımı tarama işini bitirince kırmızı ahşap tarağı masanın üzerine bırakarak tam önümde durdu bu sefer. Minik elleri gözlerimden akan yaşları silerken yüzü hala bir ifadeden yoksundu. Ama içinde bir yerlerde hissettiği sevgi ve merhameti bende en derinlerimde hissediyordum. Ellerini avuçlarım arasına alarak henüz bir bebek yumuşaklığında olan parmak uçlarına öpücükler kondurdum. -Teşekkür ederim. Yavaşça kafasını aşağı yukarı salladı. Sanırım bu rica ederim demekti. Daha sonra odanın kapısını açarak öylece çıkıp gitti. Şimdi tüm hislerimle baş başa kalmıştım. Bugün, tıpkı bir robotmuşum gibi geçen günlerimden farklıydı. Bir insan olduğumu,duygularım olduğunu hatırlamıştım. Gözyaşlarım burada geçirdiğim tüm zamana inat, ağlayamadığım, hissini yaşayamadığım tüm olup biten her şeye inat akıyordu. Ve ben bunu hiç engellemek istemiyordum. Ne kadar zaman geçtiğini her zamanki gibi bilmezken uzun zamanın geçtiğini düşündüm. Odanın üzerime geldiğini hissederken dış kapıya doğru ilerledim ve odadan dışarı çıktım. Bana göre bir başka oda fakat burada yaşayan tüm insanlara göre dışarısı olan yer... Lanet olası yerin üzeri kapalıydı ve bu insanlar hala buranın dışarısı olduğunu iddia ediyorlardı. İleride tam camın önünde bulunan banka doğru ilerledi adımlarım. Yavaşça oraya doğru ilerlerken bu kadar insana tek başıma bir şeyi ispatlamaya çalışamayacağımı düşündüm. Buna ne gücüm dayanırdı ne de akıl sağlığım... Kimse yoktu. Herkes uyumak üzere odasına çekilmişti anlaşılan. Tek başımaydım. Banka oturarak önümde ki asıl dışarıya, gökyüzünün olduğu yere çıkmama engel olan cam vardı. Saydam camın ardında ki sise öylece bakıyordum. Tüm önümü,geleceğimi,hayallerimi,umudumu kapatan sise... Kafamı iki yana sallarken daldığım yerden çıkmaya çalıştım. Daha fazla tuhaf görünerek tüm dikkatleri üzerime çekmemeliydim. Bu benim sonumu getirebilirdi. Suç işleyen veya akıl sağlığını yitiren insanlar uyutulurdu burada. Sonsuz bir uyku olmak üzere uyutulurdu. Ölmek üzere... Bugün bunu yaşayabilirdim. Beni uyutabilirlerdi. Kendimi toparlamam ve buradan bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu. Bu cam fanustan kurtulmam gerekiyordu. Önümdeki cama yansıyan görüntüyle arkamda bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Başım hızla arkaya dönerken bugün odama giren adamla bakışlarımız kesişti. Yüzünde ki hafif gülümsemeyle öylece durmuş beni izliyordu. Gözlerim bir süre gülümseyen dudaklarında oyalanırken tekrar bakışlarım gözlerini buldu. İlk defa gülen birini görüyordum burada. Sertçe yutkunurken sessizce ona doğru fısıldadım. -Gelsene. -Emin misin? Kararsızca bana bakarken elimi yanımda ki boş yere vurarak gelmesini işaret etmem üzerine adımları yavaşça buraya yöneldi. Bir korku vardı içimde ona karşı. Çünkü burada ki herkesten farklıydı. Gülüyordu, beni anlıyordu... Hisleri vardı ve bunu yansıtıyordu. Korkuyordum... Ama benim buradan çıkış anahtarım o olabilirdi. Bana yardım edebilecek tek kişiydi belki de. Beni anlayan bir tek o vardı çünkü. Bana benzeyen bir tek o vardı... İçimde ki korkuyu bir kenara bırakmayı ne kadar denesem de yanıma oturmasıyla iyice gerilmiştim. Gerginlikten parmaklarımla oynamaya başlarken kafamı önüme doğru eğdim. Sakin olmalıydım... Kendime verdiğim telkinler biraz olsun işe yaramazken öylece susmaktansa konuşmayı denemeye çalıştım. -Neden seni görüp duymama o kadar şaşırdın ilk başta? Sorduğum soruyla yerinde rahatsızca kıpırdandığını gördüm göz ucuyla. -Bilmem. Yani... Beni pek görüp dinlemez insanlar. Ondan herhalde. Ne kadar dedikleri saçma gelse de onayladığımı belirtircesine birkaç mırıltı çıktı dudaklarımdan. -Odamda ki tarak... Onu sen mi bıraktın? -Odan mı? Tuhaf davranışları üzerine bakışlarım ona dönerken sinirlenmeye başlamıştım yine. -Neden düzgünce cevap vermiyorsun sorularıma? Bir anda yüksek çıkan sesimle şaşırsa da ellerini teslim olurcasına havaya kaldrdı. -Tamam.Hemen sinirlenme. Kırmızı taraktan bahsediyorsan eğer evet ben bıraktım. Cevabıyla önüme döndüm. -Nereden buldun onu? Dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi yüzüme bakarken gerçekten de dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. -O nasıl bir soru? -Ne nasıl bir soru? Tarağı nereden buldun diyorum işte? Hala ne dediğimi anlamazken sabırla nefes alıp sinirle verdim. Sabrım da bir yere kadardı. -Kör müsün? Bir etrafına baksana. Burada her şey beyaz. Bu insanlar beyazdan başka renk bilmiyor. Sertçe yutkunurken göz bebeklerinin büyüdüğüne yakından şahit olmuştum. Tam tekrar ağzımı açacağım sırada gördüğüm şeyle bugün ikinci şokumu yaşıyordum. Ben rüya mı görüyordum yoksa akıl sağlığımı mı yitirmeye başlamıştım? Ben bunu nasıl fark etmemiştim ki? Aniden tüm korkum silinirken heyecanla ve hayretle yüzüne doğru yaklaştım. Bir anda dibine kadar girmemle afallarken gözleri dikkatle gözlerimi inceliyordu. Kaşları çatılırken sertçe yutkundu. -Bir şey mi oldu? Gözlerimi inanamazcasına birkaç kere kırpıştırırken kelimeler zorla dilimden çıkmaya çalışıyor ,kendi sesimi zor duyuyordum. -Sen...Senin... Dilim kilitlenmiş gibi dönmüyordu. -Benim ne? Ne oldu? Sonunda kelimeler dudaklarımın arasından çıkarak özgürlüğüne kavuştu. -Senin gözlerin mavi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD