İLKE
Bir cinayet daha mı? Yeni güne gözlerimi gelen cinayet haberiyle açmıştım. Duş falan almadan, kahvaltı etmeden, üzerimi giyip doğrudan cinayet mahalline yönelmiştim.
Sisli bir sabahın serinliği, cinayet mahallini sarmıştı. Adımlarım sessizce ıslak zemini örtüyordu. Deponun kapısından içeriye girdim. Gözlerim, sarı polis bantlarıyla işaretlenmiş olay yeri boyunca gezindi. Yüksek topuklu ayakkabılarımın tik tak sesleri sessizliği deliyordu. Bu tür yerlerde sessizliği rahatsız eden tek şeyin adım seslerim olmamasını dilerdim.
Beyaz bir örtü altında yatan ceset tüylerimi diken diken etti. Cesedin yanına yaklaştım, adımlarımı yavaşça sakinleştirerek attım. Cesedin etrafındaki polis memurları, delil toplama çalışmalarına devam ediyorlardı. Ben de eldivenlerimi giyerek cesedi incelemeye başladım.
Cesedin yüzü solgundu ve kesilmiş aleti ağzındaydı. Şok içinde yüzüne bakakaldım. Hastane kameralarından yüzünü ezberlediğim adamı karşımda bu şekilde bulmak gözlerimin hayretle açılmasına neden oldu. Günlerdir aranan tecavüzcü sapık son nefesini vermişti. Ölmeden önce de işkence yapıldığı belliydi.
Gözleri hala bir sırrı saklar gibi hafifçe açıktı. Gözkapaklarının altındaki hikayeyi anlamaya çalıştım. Gözlerim yavaşça ellerine kaydı, parmaklarının ucunda yaşananları hissetmeye çalıştım. Parmak uçları hafifçe morarmıştı, fakat karşı koymuş gibi de görünmüyordu. Bir boğuşmaya dair iz yoktu. İç sesim onu bu şekilde bulmaktan epeyce memnunken, savcı yanım benden önce birileri bulduğu için sıkkındı. Hem iç sesimi bastırmam mesleğim için oldukça önemliydi. Çünkü iç sesim tam olarak bir caniydi.
Polis memurlarından biri yaklaştı. “Savcı Hanım, delil toplama çalışmalarını bitirdik gibi görünüyor. Size nasıl yardımcı olabiliriz?”
Nazikçe başımı sallayarak teşekkür ettim. Ardından ellerimle cesedin etrafını taradım. Çıplak vücudundaki bıçak darbelerini teker teker inceledim. Bu kadar darbeye rağmen neden boğuşma izi olmadığını anlamaya çalıştım. Hiç direnmemiş olması mantıksızdı.
“Uyuşturulmuş olabilir,” dedim yanımdaki komisere.
“Ben de öyle düşünüyorum,” diyerek beni onayladı. “Bulduğumuz her izi toplamaya çalıştık ama delil yok gibi duruyor. Bir tek bedenindeki sembol ve duvardaki not var.”
Cesedin üzerinde yine o sembolü görmek, içimde bir yerlerde çanların çaldığını hissettirdi. Sanki bu sembol, her cinayetin ardında yatan gizemi temsil ediyordu. Yin ve yang, denge ve zıtlık kavramları... Cinayetlerin arkasındaki düşünceyi anlamak için bu sembolün önemli bir rol oynadığına inanıyordum.
Acımasızlık ve masumiyet, karanlık ve aydınlık... Peki, bu sembolü neden seçmişti? Cinayetlerin ardındaki anlamı anlamadan bu davayı çözemeyecektim.
Cesetler arasındaki benzerlikleri ve sembollerin kullanımını göz önünde bulundurarak, bu seri cinayetlerin birbirine bağlı olduğuna inanıyordum. Birisi adaleti kendi ellerine almış ve bu sembolü kullanarak bir mesaj vermeye çalışıyordu. Ancak mesajın ne olduğunu ve neden böyle bir yol izlediklerini anlamam gerekiyordu.
Gözlerim tekrar cesedin üzerindeki sembole döndü. Belki de katil, adaletin dengesini bozduğunu düşünüyordu ve bu sembolü kullanarak buna dikkat çekmek istiyordu. Ancak bu sadece bir tahmindi ve gerçeği bulmak için daha fazla kanıta ihtiyacım vardı.
Duvara spreyle yazılmış yazıya bakıp fotoğrafını çektim. “Adaletli olmadığını düşünüyorsun, öyle değil mi?”
Dosyayı kapattım ve dışarı çıktım. Yağmur hala yağıyordu, her yer ıslaktı ve sessizliği bozan tek şey yine adımlarımdı. İçimdeki merak, adalet ve gerçeğe olan açlığım, bu cinayetlerin ardındaki sırrı çözmek için beni yönlendiriyordu. Artık geri dönüş yoktu, bu seri cinayetleri aydınlatmak benim görevimdi.
Öldürülenlerin ikisi de çocuk tacizcisiydi. Bu gerçekle yüzleşmek, içimi bir karmaşa içinde bırakmıştı. Adaletin ne kadar karmaşık bir kavram olduğunu biliyordum, ancak bu durum çok daha derindi. Katil, adaletin yerini alarak intikamı kendi elleriyle alıyordu.
Cesetleri inceledikçe, hepsi de vahşice öldürülmüş gibi görünüyordu. Ancak her biri, kendi uyguladıkları vahşetten çok daha kötü bir sonla karşılaşmışlardı. İçimdeki ses sonuna kadar hak ettiklerini söylese de benim görevim cinayetleri çözüp katili bulmaktı.
Sadece ilk cinayet... Sembol olmasına rağmen adamın suç dosyası yoktu. Son iki cinayetten tamamen farklı bir amacı var gibiydi. Bu yeni cinayet açığa çıkana kadar o iki cinayet arasında sembol ve vahşice öldürülmesi dışında bir benzerlik bulamamıştım.
Katilin adaleti kendi eline alması, daha fazla suç işlemesine yol açıyordu. Yağmurun altında durup düşüncelere daldım. Korku, öfke ve adalet arayışı iç içe geçmişti. Bu seri cinayetlerin ardındaki gerçeği bulmalı, katilin motivasyonunu anlamalıydım.
Savcı olarak düşündüğümde katilin üvey babayı öldürmesi beni hem rahatsız etmiş hem de öfkelendirmişti. Adaletin yerini katilin kendi elleriyle almasını kabul edemiyordum. İntikam düşüncesi, benim için yıllardır adaletin peşinden koşmanın anlamını sorgulatıyordu.
Benim işim yasaları uygulamak, kanıtları toplamak ve mahkemede adaleti sağlamaktı. Katilin işlediği suçları engellemek için elimden geleni yapmalıydım.
Belki de bu durum, katilin geçmişindeki bir travmanın veya adaletsizliğin bir sonucuydu. Belki de çocukken tacize uğramış biriydi. Ancak benim görevim, bu motivasyonu anlamak değil, yasaları uygulamak ve suçluları mahkemeye çıkarmaktı. Öfke ve hüsran duyguları iç içe geçmiş olsa da benim işim adaleti savunmaktı.
İçimde kaybolan küçük kız ise kahkaha atıyordu. O kadar çok gülüyordu ki kendimi zor kontrol ediyordum. O küçük kız elinden gelse katile yardım edecekti. Ağzına soktuğu aletini boğazına kadar indirip kendi aletiyle boğabilirdi mesela.
Bu arada kalış, ikinci cinayetten beri had safhadaydı. Bunu yapan kişiyi gerçekten tanımak istiyordu o küçük kız. Savcı olarak içeri sokmak isterken o küçük İlke boynuna sarılmak istiyordu, ortağı olmak istiyordu, bir bıçak darbesi de o kondurmak istiyordu. Arabama ulaşınca Elif’in verdiği ilacımdan hemen bir tane içtim. İçimdeki kız son günlerde çok ortaya çıkmaya başlamıştı ve bu sağlıklı düşünmemi engelliyordu. Ben intikam alma düşüncesini aşıp, doğru yoldan adaleti sağlamayı seçmiştim. Bu yüzden o küçük İlke susmalıydı.
***
Cinayetin üzerinden iki gün geçmişti ve incelemelerim sonucunda katilin geride bıraktığı herhangi bir delil bulamamıştık. Parmak izi, DNA veya başka bir fiziksel ipucu yoktu. Cinayet mahallindeki yin yang sembolü dışında elimde hiçbir şey yoktu. Bu durum, katilin işlediği suçları dikkatlice planladığını ve iz bırakmamak için önlem aldığını düşündürüyordu.
Cumartesi olmasına rağmen rahat duramamış, çalışıyordum. Masanın başında oturmuş dosyalara gömülmüştüm. Cinayetlerin tüm detaylarını incelemiş, kurbanların geçmişlerini araştırmıştım. Ortak noktaları çıkarmaya çalışıyordum. Ancak her şey benim düşündüğüm kadar açık değildi.
Kapı çaldığında irkildim. Başımı kaldırıp odanın kapısına baktım. Kapıyı hafifçe açan Recep komiser içeri girdi.
“Hoş geldin. Yüzünde bir bayram havası var gibi. Bir iz mi çıktı?”
“Elimizde yeni bilgiler var. Gece gündüz dosyayla yatıp kalktığın için gelip söylemek istedim,” dedi Recep monoton bir sesle. Yıllardır hep ensesinde bittiğim için alışmıştı bana ve sağ olsun elinden geldiğince de yardımcı olurdu.
Hızla ayağa kalktım ve Recep’e doğru adımladım. Yeni bilgi demek katile bir adım demekti.
“Neler olduğunu anlat,” dedim sabırsızlıkla.
Recep masanın önündeki koltuğa oturdu ve sehpanın üzerine dosyasındaki belgeleri çıkarıp açtı. Hemen geçip karşısına oturdum. Gözlerim bilgileri hızla taradı.
“Son cinayetin işlendiği gece adamin evine giden yolda güvenlik kameralarına yakalanan bir araç var. Plaka numarası sahte ancak renk ve modeli doğru.”
Gözlerim genişledi. Bu belki de katilin izini bulmamızı sağlayabilirdi. Kamera görüntülerine ulaşmak, aracın sahibini tespit etmek ve onunla bağlantılı olabilecek herhangi bir ipucunu takip etmek gerekecekti.
“Bu önemli bir ipucu. Hemen güvenlik kamera görüntülerini talep edin. Bu aracı ve sürücüsünü bulmamız gerekiyor,” dedim kararlılıkla.
Recep onayladı ve arkasına yaslanıp “bir çay ısmarlarsın artık,” dedi.
“Çay köpeğin olsun,” dedim gülerek. Elimde yeni bir ipucu vardı ve bu iş giderek heyecan verici olmaya başlamıştı. Hem İlke için, hem küçük kız için. Çünkü ikisi de katili tanımayı çok istiyordu.
İki çay istediğim sırada telefon çaldı. Doktor Ceyhun’un arayacağına hiç ihtimal vermezken kendini tanıtan adamla içimde bir heyecan dalgası hissedip şaka yapmak istedim. Şakadan anlamadığını ilk dakikadan belli eden doktor aklımı karıştırıyordu.
Aklıma gözleri gelince nedense kalbim bir anda hızla atmaya başladı. Ceyhun’un yeşil gözlerinin beni içine çeken bir cazibesi vardı.
Cinayet üzerine biraz konuştuktan sonra yemek yemediğimden dem vurdum. Kafam oldukça yorulmuştu. Recep ise ilgiyle beni dinliyordu. Kesin telefonu kapatınca laf sokacaktı.
“Gelmek istersen sana yemek hazırlarım. Açıkçası şu adamın nasıl öldürüldüğünü merak ettim. Senin için işler ters gitmiş olsa da ben o küçük kız için mutlu oldum.” Ben de mutlu olmuştum ama bunu Recep’in yanında dile getirecek değildim. Hatta içimdeki cani tarafı kimse bilmese de olurdu.
“Yemekte mi yapıyorsun doktor?” dedim sadece. Cinayet olayını tamamen kapattım ki tekrar açmasın.
“Neşter kadar bıçağı da iyi kullanırım.” Beni etkilemek için böyle konuşuyorsa çok yanlış bir yol seçiyordu bence.
“Evinde mi hazırlayacaksın?” diye sordum. Yalan değil, daveti ilgimi çekmişti. Sadece iki kere öylesine görüşmeden sonra davet etmesi de ayrı ilginçti.
“Eğer istersen.” Kısa bir süre Recep’in şaşkın bakışları arasında kabul edip etmemeyi düşünerek durdum. Cazibeli yeşil gözler, gözlerimin önünde belirip bana göz kırptı.
“Neden olmasın. Elin lezzetliyse tabi,” dedim. Doktor ilgi çekici biriydi ve bende ilgi çekici kişileri severdim.
“Bilmem. Test edersin. Daha önce kimseye yemek yapmadım.” Vay vay... İlk kez mi evine birini davet ediyordu. Daha hiç aramızda bir şey olmamışken beni davet eden adam kimseyi davet etmemiş miydi? Yoksa beni tavlamak için bu basit numarayı mı kullanıyordu? Nasıl olsa öğrenirdim, tavırlarından anlardım. Bu yüzden davetini kabul etmek de bir sakınca görmedim. Hem yemek yiyecektim ya. Beceriksiz olduğumu düşünürsek bu çok iyi bir fikirdi.
“Yaaa, şimdi ilgimi çekti işte. Konum at. Döktür bakalım doktor. İki saat sonra sendeyim.”
“Tamam,” dedi hoş bir sesle. “Konum atıyorum şimdi. Akşama görüşürüz Savcım.”
Ya savcısı da olmuştum. Ne güzel! “Görüşürüz,” diyerek telefonu kapattım. Recep bir kaşını kaldırıp merakla bana baktı.
“Bakıyorum da ayak üstü bile buluyorsun birini. Senin kadar çapkın bir kadın tanımadım valla.”
Ne çapkınlığımı görmüştü. Ayda bir birileriyle canım isterse takılıyordum işte. Bu özgürlüğün yalnızca erkeklere has bir durum olduğunu mu sanıyordu acaba? Kendi her canı istediğinde birini koynuna alırken benim almam mı tuhaftı? Kendi yattığı kızlar ne oluyordu acaba?
“Sen bu kankalık işini abarttın ha komiser! Bence sınırları bir kez daha çizelim biz. Sonra üzülmeyelim.”
Recep oturduğu yerde dikleşti. Benimle vakit geçirmek istediğini anlamayacak kadar toy değildim. Bu yüzden her öğrendiği bilgiyi hızlıca bana geçiyordu. Aslında işime de geliyordu. Fakat yatmak için tercih edeceğim bir adam da değildi. Yüz yüze bakacağım kimseyle bir ilişki içine girmezdim.
“Ben kalkayım,” diyerek ayaklanan Recep’i başımla onayladım. Son sohbet canımı sıkmıştı. Ben onun kimden aldığına karışıyor muydum? Hayır! O da bir zahmet benim kime verdiğimle ilgilenmesindi.
***
Akşam güneşi batarken Ceyhun'un attığı konumu navigasyonuma girdim. Sokaklar arasında ilerlerken içimde hem heyecan hem de merak vardı. Ceyhun'un yaşadığı yeri görmek, onun hakkında biraz bilgi edinmek isteği içimi sarmıştı.
Sonunda hedefe vardığımda önümde duran eve baktım. Sakin bir mahallede yer alıyordu. Evin önünde durup derin bir nefes aldım, kalbim saçma şekilde hızlı çarpıyordu. Sanki daha önce bir erkekle yemek yememişim gibi.
Binaya doğru adım attım ve zilini çaldım. Kısa bir anın ardından otomatik açıldı ve asansöre yönelip yazdığı kata çıktım. Ceyhun kapıda durmuş beni bekliyordu.
Ceyhun’un yeşil gözleri gülümseyerek bakıyordu. Koyu kahverengi saçları karizmatik bir tarzda düzgünce taranmıştı. Yakışıklı yüz hatları ve çekici duruşu dikkatimi çekmeye yetmişti.
Ceyhun’un yüzüne yakışan gülümsemesi ve karizmatik duruşu beni bir kez daha gafil avladı. Duruşu bile içimde bir elektriklenme yarattı. Trafoydu sanki mübarek!
"Gel, hoş geldin," dedi gülümseyerek. Kırk yıllık bir ayrılığın ardından, sanki yeniden bir araya geliyormuşuz gibi hissettiren samimiyeti rahatlamama neden oldu.
"Teşekkür ederim," dedim ve içeriye doğru adım attım.
Evin içi sıcak ve samimi bir atmosferle doluydu. Ceyhun'un dekorasyon zevki evine hoş bir hava katmıştı. Akşam yemeğini hazırlarken sohbet etmeye başladık. Konuşmalarımızın arasında, davayla ilgili güncel gelişmeleri de paylaşıyordum.
Yemek masasına oturduğumuzda, Ceyhun'un gözlerinin içindeki samimiyeti görebiliyordum. Sohbetimiz daha da derinleşti, zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek, onunla vakit geçirmek beni mutlu ediyordu.
Yemeklerin tadına baktıktan sonra hafif bir gülümsemeyle gözlerimi Ceyhun’a çevirdim. “Gerçekten de harika yemekler yapıyorsun, Ceyhun. İşinle beraber mutfakta da yetenekli olduğunu söyleyebilirim.”
Ceyhun teşekkür ederek gülümsedi. Ona doğru çekilmeye pek meraklı kalbim gülümsemesiyle bir kez daha kanat taktı.
“Eskiden beri yalnızım. Mutfağın başında çok vakit geçirdim. Sanırım öğrenmişim bir şeyler. Elim lezzetlidir demiştim.”
“Ben de yalnızım ama pek mutfakla haşır neşir olamadık. Ben girmek istesem, bir güç beni oraya girmekten alıkoyuyor. Çünkü ne zaman girsem muhakkak bir şey yakarım.”
“İçinden gelmiyorsa demek ki.”
“Aynen,” dedim gülerek. “Sonuçta hayatta kalacak kadar yememiz yeterli. Hem herkes kendi yapıp yese aşçılar işsiz kalır.”
Ceyhun hoş bir kahkaha atıp içkisinden bir yudum aldı. Ben de bir yudum şarap aldıktan sonra yeniden sohbete girdim.
“Çocuk cerrahı olarak çalışman zor olmalı. Hem duygusal hem de fiziksel olarak ne kadar yorucu olduğunu tahmin edebiliyorum.”
Ceyhun bir an duraksayarak başını salladı. “Evet, doğru söylüyorsun. Her gün yeni bir maceraya atılıyormuşsun gibi. Kurtardığımız her hayat bir kazanç, bazen kayıplar da yaşayabiliyoruz tabi. Ama bir çocuğu kurtarabildiğimde tüm zorlukları unutuyorum gibi hissediyorum.”
Düşünceli bir ifadeyle onu onayladım. “Adalet mücadelesi verirken ben de benzer bir duygu yaşıyorum. Her davayı kazanamasam da, adaletin sağlandığı anlarda tüm zorlukları unutuyorum.”
Ceyhun gülümseyerek, “Galiba hepimiz bir şekilde hayatın içinde umutlarımızı ve güzellikleri arıyoruz. Belki de bu yüzden, umutlarımızı paylaşmak bize güç veriyor,” dedi.
“Evet, haklısın. Umutlar ve güzellikler olmasa yaşamanın bir anlamı kalmazdı sanırım.”
Akşam ilerledikçe sohbetimiz daha da samimi hale geldi. İkimiz de geçmişte yaşadıklarımızı, hayatımızın dönüm noktalarını paylaşıyorduk. Onun içtenliği ve anlayışı, kendimi rahat hissettiriyordu. Fakat tıpkı benim gibi Ceyhun’un da geçmişi süzgeçten geçirerek anlattığını fark etmiştim. Kendim bir şeyler saklarken karşımdaki adamın şeffaf olmasını beklemek yanlış olurdu ve geçmişin kuyularına inmek için oldukça erkendi.