CEYHUN
“O piti piti, şimdi sırada hangisi,
Ölüm geliyor kapıdan, sağa sola bakmadan...”
O uğursuz ses yine kulağımdaydı. Hayatım boyunca silinmeyecek bir uğursuzluğun simgesi gibiydi. Gölgelerin arasından sürekli fısıldıyordu. Yine kilitli bir odanın içindeydim. Küçücük, bir penceresi bile olmayan, o rutubetli odada hapsolmuştum. Kapıya ne kadar vurursam vurayım asla açılmayacağını biliyor fakat buna rağmen pes etmeyi düşünmüyordum.
Uykumdan sıçrayarak uyandım. Sanki saatlerce koşmuş gibi nefes nefese ve terliydim. Yatağın içinde vücuduma batan çiviler varmış gibi aceleyle kalktım. Kendimi hızlıca banyoya attım.
Hayat, acımasızca döngülerle doluydu. Kimi zaman insana güzellikleri, kimi zamansa karanlığı sunuyordu. Ben, Ceyhun Ataman... Çocukluğum, unutmaya çalıştığım anılarla dolu. Vücudumda geçmişin acı günleri bir nişane gibi boy gösterirken geçmişi unutmak kolay olmuyordu. İnsan geleceğini inşa ederken geçmişi de peşinden sürüklenip geliyordu bir şekilde. Zincirleri ne kadar kırmak isterseniz isteyin, kıramıyordunuz.
Alışkanlıklar kimi zaman insan için iyi olsa da kimi zaman bir döngünün içinde dönüp duruyormuş gibi hissettiriyordu. Hayatım geçmişin izinden kurtulmaya çalışarak geçmişti fakat bir süre sonra bu çaba da beni yormuş ve pes etmiştim. Geçmişi içimdeki bir yere hapsetmiş, geleceğim için çabalamaya başlamıştım. Bir noktada başarılı da olmuştum.
Bir çocuk cerrahı olarak mesleğimde başarılıydım. Minik hastalarımın yüzlerindeki tebessümleri görebilmek hayattaki tek amacım ve idealimdi artık. Kurtardığım her hasta beni mutlu ediyordu. Kazandığımı hissediyordum. Geçmişin acımasızlığına inat ayakta kaldığımı ve zafer kazandığımı hissediyordum. Onlar kaybeden olurken, ben meydan okuyan kişiydim. Ve bunu hissetmek benim için paha biçilemezdi.
Çocuklar iyi olmalıydı, çocuklar mutlu olmalıydı ve çocuklar asla hasta olmamalıydı. Tüm gayem ve amacım buydu. Çocukların yaşamlarına dokunma fırsatıydı. Bu anlamlı meslekte, çocukların umudu olmak, onların sağlığını geri kazanmalarına yardımcı olmak beni derinden etkiliyordu. İçimdeki bu tutku ve amacın beni her seferinde daha da motive etmesi, kendimi şanslı hissetmeme sebep oluyordu.
Üzerimi giyinip evden çıktım. Bugün yine hastanede yoğun bir gün olacaktı. Bugün ameliyat günümdü. Hastaneye ulaşıp doğrudan ameliyathaneye indim.
Gireceğim ameliyat küçük bir bebeğin kalp ameliyatıydı. Benimle beraber çocuk kardiyoloji dalında uzman olan bir arkadaşım da girecekti. Ameliyatı üç saatin sonunda tamamlamıştık. Yorgunluk ve duygusal bir yoğunluk içindeydim. Bebeğin hayatına tutunmasını sağlamıştık ve bu hissiyatı tarif etmek neredeyse imkansızdı.
Ameliyatın başarıyla sonuçlanması, yüzümde bir gülümseme yaratırken aynı zamanda bir iç rahatlama hissi de getirmişti. Bebeğin ailesinin sevincini görmek bir kez daha içimi burkmuştu. Aklıma yine kendi ailem gelmişti. Her insan anne, baba olmamalıydı.
Aileye yaklaşıp gülümsedim. Ailenin yüzlerindeki teşekkür dolu ifadeler, tüm çabamızın ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyordu. Yine de, hayatın gerçekleri, cerrah olmanın getirdiği zorlu yönleriyle de yüzleşmemi gerektiriyordu. İşimdeki stres, bazen içimde tuhaf bir huzursuzluk yaratıyor ve belirsizliği hissetmemi sağlıyordu. Ama hayatımdaki bu karmaşayı ve soru işaretlerini bir kenara bırakmakta artık ustalaşmış sayılırdım.
Bir sonraki ameliyata odaklanmak için, kısa bir mola verdim. Ameliyathane koridorlarında yürürken, diğer ameliyatlar ve tedaviler için bekleyen çocukların yüzlerini düşünüyordum. Onların hikayeleri, içimdeki alevi daha da körüklüyordu. Bu güçlü tutkuyu hissetmek, beni her engelin üstesinden gelmeye teşvik ediyordu.
Her seferinde, bir çocuğun yaşamına dokunmak ve onlara umut olmak, beni mesleğimde bir adım daha ileriye taşıyordu. Zorluklar ve belirsizlikler ne olursa olsun, bu yolda yürümeyi tercih edecektim. Çünkü biliyordum ki, çocukların hayatlarına değdiğim her an, kendi içimdeki karanlığı da aydınlatacaktım.
“Doktor Ceyhun Ataman. Doktor Ceyhun Ataman. Acilden bekleniyorsunuz.” Anonsla birlikte cebimdeki telefon da çalmaya başladı.
Telefonumun çalması ve acile çağrılmam içimde hızlı bir endişe uyandırdı. Bir çocuğun durumu ciddi olmalıydı ki böyle acil bir çağrı yapmışlardı. Gözlerim hızla hastane koridorlarını süzerek acile doğru koştum. Kalbim hızla atıyordu ve içimde bir umutsuzluk hissi vardı, çünkü bir çocuğun durumunun kötü olduğunu düşünmek bile korkutucuydu.
Acile ulaştığımda ekip hemen beni karşıladı. “Sekiz yaşında kız çocuğu. Anne düştüğünü söylüyor ama aile içi şiddet gibi görünüyor. İç organlar zarar görmüş durumda. Nabız düşmeye devam ediyor. İç kanama şüphesi var.”
Gelen çocuk, ilk bakışta görünene göre acımasız bir şiddete maruz kalmıştı. İçimde öfke ve üzüntü bir arada dolanmaya başladı. Kalbim patlayacak gibi atıyor, içimde sanki dışarıya çıkmayı bekleyen bir volkan büyüyordu. Çocukları korumak, onların güvenliği için mücadele etmek benim görevimdi ve bu tür olaylar beni derinden etkiliyordu.
Hemen hastanın yanına geçtim ve müdahaleye başladım. Durumu ağır olsa da, hayatını kurtarmak için elimden geleni yapmalıydım. Her saniye önemliydi ve bu süreçte ekibimle birlikte tam bir uyum içinde çalıştık.
“Hocam,” dedi yanımdaki stajyer. “Vajinada kanama ve zorlanmalar var. Organ hasarı mevcut. Yalnızca aile içi şiddet değil gibi hocam. Taciz de var gibi.”
Algılarım durdu, beynim dondu. Soğukkanlılığımı korumaya çalışıp işime devam ettim. Stajyere hastane polisine haber vermesini ve aileyi gözlem altına almalarını söyledim. Çabaladık. Dakikalarca küçük bedeni kendine getirmeye, nabız almaya çalıştık ama olmadı. Ne kadar çabalasak da çocuğun hayatını kurtaramadık.
Hastane koridorlarında sessizlik hakimdi. Tüm çabalara rağmen çocuğu kurtaramamanın acısı içimi sardı. Kalbim kırılmış, duygusal olarak derinden etkilenmiştim. İçimde karmaşık bir duygu yoğunluğu vardı; öfke, üzüntü, güçsüzlük...
Yaşadıklarımı yaşayan bir çocuk görmek ve onun hayatını kurtaramamak beni mahvetmişti. İçimdeki kötücül ses 'Kurtulsa ne olacak? Acı çekmeye devam edecek.' diyordu.
Bir çocuğun yaşamını yitirmesi, mesleğimin gerçekliğini hatırlatıyordu. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, bazen hayatın karşımıza koyduğu engelleri aşamıyorduk. İçimdeki umutlar ve tutkular, bu tür acı gerçeklerle bir arada yaşıyordu. Fakat bir çocuğun hastalıktan ölmesiyle, şiddet görerek canice öldürülmesi birbirinden farklıydı.
“Nerede o aile?” Öfkem beni ele geçirmiş gibiydi.
“Baba kaçtı,” dedi stajyer özür dileyerek. “Anne polisin yanında...”
Hızlı adımlarla hastane polisinin odasına yöneldim. Kadın ağlıyor, haberinin olmadığını, babasının düştü dediğini anlatıp duruyordu.
“Kocan nerede?” diye kükredim. Bakışlarını bana çevirip başını iki yana sallamaya ve bilmiyorum demeye başladı.
“Küçücük çocuğun vücudu izlerle dolu. Hepsi de yeni oluşmuş değil üstelik. Nasıl bilmiyorsun?” Elimi boynuna uzatarak kadının üstüne yürüdüm. Neredeyse kadının boğazına sarılacaktım. Bana neler oluyordu? Polislerin beni uzaklaştırmasıyla kendime gelmeye çalıştım. Polis bunun için buradaydı.
Hastane koridorlarında yürürken, yaşadığım bu acı gerçek beni bir kez daha öfkenin kıyısına yaklaştırdı. Bir sonraki ameliyatı arkadaşıma devredip kendimi odaya kapattım.
Elime bir kağıt ve kalem alıp çizmeye başladım. O minik bedene bunu yapan kişiyi düşünerek onun son nefesi olmayı istedim. İçimdeki öldürme isteği çok kuvvetliydi. Kendi ailemi, o miniğe bunu yapan aileyi, çocuklara şiddet uygulayan her canavarı katletmek istedim. Kalem elimde benden bağımsız hareket ediyordu.
Dakikalar sonra kendime geldiğimde bakışlarım kağıda döndü. Gördüğüm çizimle kalemi elimden fırlatarak ayağa kalktım. Ben ne yapıyordum böyle? Hızlıca kendimi odadan dışarıya attım. Ne zaman şiddet olayına şahit olsam kendimi kaybediyor ve anlık hafıza kayıpları yaşıyordum. O anda ne yaşadığımı, ne yaptığımı kesinlikle hatırlamıyordum. Sırf bu yüzden beynimi kontrol bile ettirmiştim. Neyse ki bir şeyim yoktu ama hala bu anlık unutkanlıklar devam ediyordu.
***
İLKE
“Yine mi cesetteki sembolü çiziyorsun? Ezberlemedin mi?”
Mehmet savcının sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak tepeme dikilen adamı görmek için boynumu geriye doğru yatırıp yüzüne baktım. Mehmet bana acımış olacak ki geçip karşıma oturdu. Boynum kısmi felç geçirmeden boynumu indirdim.
“Ezberledim, rüyalarıma bile giriyor.”
“Neyini bu kadar taktın anlamıyorum. Basit bir sembol işte. Herkes bilir Yin ve Yang.”
Nedense ben bu kadar basit olmadığını düşünüyordum. Bir katil neden cinayetlerine bu sembolü çizerdi ki? Yin Yang... Mehmet’in dediği gibi her kötünün içindeki iyiyi, her iyinin içindeki kötülüğü işaret ederdi. Fakat araştırdıkça bu sembolün bu kadar basit olmadığını öğrenmiştim. Gecenin içinde aydınlığın ve sıcağın, gündüzün içinde karanlığın ve soğuğun olduğu anlamına da geliyordu. Ve bunun gibi bir çok zıtlığı temsil ediyordu.
Bu gizemli işaretin ardındaki anlamı çözmek için akıl dolusu düşüncelerle dolup taşıyordum. Yin ve Yang’ın hayatın dengesi olarak kabul edildiği uzak doğu felsefesi, bu cinayetlerin ardındaki nedenleri anlamak için bana ipucu verebilirdi. Zıtlıkların bir arada var olabildiği ve birbirine dönüşebildiği fikri, katilin niyetlerini daha da karmaşık hale getiriyordu. İçimde merak ve korku bir aradaydı, çünkü bu sembolle işaretlenen cinayetlerdeki düşünce sistemi, sıradan bir katilin ötesinde bir şeyi işaret ediyordu.
Bu gizemli katilin neden bu sembolü kullandığını anlamalıydım. Niyeti kötüyü öldürmekti, ancak acaba bu süreçte iyi de mi yok oluyordu? İyi niyetlerle kötüyü öldürmenin sonucunda masumların hayatı tehlikeye mi düşüyordu? Belki de Yin Yang sembolü, katilin iç dünyasında çatışan duyguların bir yansımasıydı. Kötüyü temizlemek isterken, iyi de dahil olmak üzere her şeyi etkiliyor muydu?
Zihnimi meşgul eden bu düşünceleri bir kenara bırakarak, cinayetleri araştırmak ve katilin izini sürmek için harekete geçmeliydim. Cinayetlerin ardındaki niyeti ve sembolün anlamını çözmek için, katilin psikolojik profilini anlamak önemliydi. Belki de iç dünyasındaki çatışan duygular, sembolün kullanımını tetikliyordu. Ama ne olursa olsun, bu cinayetleri durdurmalıydık.
Hem mesleğimin gerekliliklerine uygun bir şekilde çalışmalı, hem de bu gizemli katilin peşine düşmeliydim. Bu karmaşık ve tehlikeli olayın ardındaki gerçekleri aydınlatmak için elimden geleni yapmaya kararlıydım.
Sonra sembol yetmezmiş gibi yeni işlenen cinayette duvara yazılan bir söz de vardı elimizde. “Karanlığın içinde saklanan sırların yüzeye çıkmasını bekleme, çünkü kaderin en karanlık oyunları sessizce yaklaşıyor.”
Bu daha fazla cinayet olacak mı demekti? İki cinayetin devamı mı gelecekti? Bir seri katilin peşinde miydik?
“Yıllar önceki davayı nasıl hatırladın da iki dosyayı birleştirdin aklım almıyor.” Mehmet’in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
“Kayıtlara faili meçhul olarak işlenen dosyalar üzerine tez hazırlıyor ve katilin profilini çıkarıyorduk. Hocanın bana verdiği davada yine bu sembol vardı. O zamanda çok yol kat edememiştim çünkü hiç şüpheli bir durum yoktu. İşaretten yola çıkmaya çalışmıştım o zaman da...”
“Arada on yıldan uzun bir süre var. İki cinayeti de aynı kişi mi işledi sence?”
“İçimden bir ses öyle olduğunu söylüyor.”
Yeniden eğilip sembole ve duvara yazılmış nota baktım. İçimden bir ses bu kez durmayacağını da söylüyordu.
***
Yeni gün önüme yeni bir dava dosyası olarak gelmişti. Yeni dosya beni biraz olsun diğer dava dosyasından kurtaracaktı.
Satırları ve doktor raporunu okurken baştan ayağa titrediğimi hissettim. Bir el sanki yeniden boğazıma sarılmış gibiydi. İnsanların kötülükleri ne geçmişte ne de şimdi bitmiyor, aksine sanki katlanarak artmaya devam ediyordu. Şüphelinin henüz yakalanmadığını öğrenmek öfkelenmeme sebep oldu. Her ne kadar yasak olsa da olayları kendim araştırmayı severdim. Birkaç kez uyarı alsam da bu beni durdurmaya yememişti.
Önce emniyete geçip olayın hangi aşamada olduğunu öğrendim. Ardından Komiser Recep ile birlikte adlı tıpa geçtik. Otopsi sonuçlarının henüz çıkmadığını öğrenince raporda bahsi gecen hastaneyi ve doktoru ziyaret etmek istedim. Recep’i sonucu alması için adli tıpta bırakıp hastaneye gitmek için arabama geçtim. Recep bir kaç kez itiraz etmeye kalksa da benim bu tutumuma alıştığı için çok da bir şey diyemedi.
Çocukla ilgilenen doktorla konuşmak istiyordu. Bana farklı bilgiler verebilirdi. Hastaneye ulaştığımda dava dosyasını gözden geçirirken hala bir tedirginlik hissi vardı. Bu tür trajik olayların beni derinden etkilediğini biliyordum, ancak bu durumu göz ardı ederek doktorun odasına doğru ilerlemeye çalışıyordum.
Kapıya hafifçe vurup içeriye girdim. Ceyhun Ataman başını kaldırıp bana doğru döndü. Yüzüne mesafeli bir gülümseme yayıldı.
“Ceyhun Ataman mı?” dedim ve ardından kendimi tanıttım. “Ben Savcı İlke Seyhan. Doktoru olduğunuz bir dava dosyasını aldım ve olayı araştırmak için buradayım.”
Uzattığı elini sıkıp karşısına oturdum. Bir doktorla küçücük bir çocuğun tecavüz dosyasını konuşmak benim için oldukça zor bir durumdu. Her insanın geçmişinde yaralar olurdu. Benim de vardı. Bahsetmekten hoşlanmadığım, hatırlamak dahi istemediğim yaralar.
“Tabii, nasıl yardımcı olabilirim?” dedi güven veren bir ses tonuyla.
Gözlerim kısılırken Ceyhun’un dikkatli bir doktor olmasını umdum. Detaylara dikkat eden biri bana hiç beklemediğim fikirler verebilirdi.
“Görüşmek istediğim bazı şahitler var. Fakat sizin ifadenize de ihtiyacım var.” Sesimdeki titremeyi kontrol altına almayı başardım.
Ceyhun, olayı anlatmaya başladı, ben de her kelimesini dikkatle dinledim. Onun içtenliği ve mesleğine olan bağlılığı, beni etkilemişti. Anlatırken yüzüne yayılan kasvetli ifade, ölen çocuğa dair duyduğu derin üzüntü ve kızgınlık ses tonundan bile fark ediliyordu. Çocukları koruma konusundaki hassasiyetiyle dikkatimi çekmeyi başarmıştı.
Doktorlar genelde duygularını belli etmezdi fakat olay o kadar hassastı ki genç doktor duygularını gizleyemiyordu.
“Bu olayın ardında gizli kalmış başka bir detay olabilir mi?” diye sordum. Gözüne çarpan küçücük bir detay bile bana farklı bir bakış açısı kazandırabilirdi.
Ceyhun düşünceli bir şekilde başını salladı. “Elbette olabilir,” dedi kaşları çatılırken. “Bu tür olaylarda genellikle gerçeklerin derinlerinde gizli kalmış ipuçları vardır. Belki başka bir şahit ya da delil, olayın daha karmaşık bir boyutta olmadığını görmenize yardımcı olabilir. Benim bildiklerim ve raporum bunlarla sınırlı. Adli tıp raporu daha detaylı bilgiler verecektir.”
Ayağa kalktım ve elimi uzattım. “Yardımlarınız ve görüşleriniz için teşekkürler. İhtiyaç halinde sizinle tekrar iletişime geçebilirim,” diyerek cebimden kartımı çıkarıp uzattım. “Sizde aklınıza bir şey gelirse saat kaç olursa olsun aramaktan çekinmeyin.”
“Teşekkürler, ararım elbette.”
Odadan çıkarken bu dosyanın beni zorlayacağını, canımı sıkacağını biliyordum. Geçmişim sanki yeniden bir başka çocuk bedeninde hortlamış gibi hissediyordum. Benim davam nihayete ermemişti ama bu davanın suçlusunu, varsa suçlularının hepsini içeriye tıkmaya kararlıydım.