İBO’DAN…
Kadın komutanıma “Toynaklarını çek bebeklerimi eziyorsun” diye bağırınca Arslan Silahtar’ın yüzündeki ifadeyi hayatım boyunca unutacağımı sanmıyorum.
Adam ateşe düşmüş gibi çekildi Ömür hanımın tepkisiyle. Oysa ki Silahtar Komutanım pek öyle geri adım atacak bir adam değildir. Bazen sükûneti sizi deli edecek kadar derin olur. Küfür etmez. Evet evet yanlış duymadınız. Bu kadar itin kopuğun içinde nasıl bu kadar temiz kalmış bilmiyoruz lakin küfür etmez. En sık kullandığı hakaret “Lan oğlum orman kibarı mısın?” Bu Silahtarca “Göt lalesi” falan demek sanırım. Gerçi Silahtarlar Süreyya annem yoksa küfür sözlüğünü yeniden yeniden cilt cilt yazıp yıl yıl yayın yaparlar. Tabi Süreyya annem varsa her biri Ankara beyefendisi olur.
Silahtarlar kim derseniz Arslan komutanımın kardeşleri ve babası lakin öz değil. Gerçi öz olsa da fark etmezmiş. Yine böyle severlermiş bence. Belki de bu kadar sevildiği için üveylik görmediği için bu kadar mert bu kadar ayakları yere sağlam basan bir adam olmuştur kim bilir. Sadece karakteri değil adamlığı da başkadır komutanımın. Biz jaguar timi her birimiz anadan yetim babadan öksüz bir timiz. Ben tim komutan yardımcısı İbrahim Doğu. Bırakıldığım yerde sokak köpekleri parçalayacakken başka bir köpeğin aralarına girmesi ile hayatta kalmışım. Bizim timde pek lakap yoktur diğer iki tim gibi. Birde kuşlarımız var. Kartal Doğan ve Şahin. Onları da bir tren rayında bulmuşlar. Hayatın tozlu yollarından geçip jaguar timine asker olduktan sonra Silahtar komutanım hepimize abilik yaptı. Süreyya annemiz, Harun babamız, Rahime babaannemiz, derken hayat bize biyolojik anne baba vermedi belki lakin bir sürü anne baba ile ödüllendirdi.
Her birimiz bekarız. Ben Umay’ımı ikna edebilirsem inşallah evliler kervanına katılacağım. Zalımın kızı bir türlü ikna olmadı. Kuşlarda da pek bir hareket hasıl değil çünkü nasıl olacak bilmiyorum fakat üçüz istiyorlar. Yani anladığınız üzere pek normal bir tim sayılmayız. Yıllarca Yurt dışında görev yaptığımız için apar topar Panter’in ülkeye çağırması garibimize gitmişti. Akabinde de görevimiz bir tarih profesörünü korumak olunca şiraze kaydı her birimizde. Şimdi de komutanımla ilk karşılaşma çok şiirsel oldu.
Silahtar beni biraz uzağa çekti. Kadın hala dünyanın en eski mozaiği olarak bilinen yerde bir bebekle ilgilenir gibi bir şeyler yapıyordu.
“Biz bu işi iade edelim aslanım. Gidip Pentagona falan sızalım daha kolay olur” dedi bir yandan da yerde bir şeyler yapan kadını izliyordu.
“Komutanım Panter’in net talimatı varmış. Gidemeyiz ki?”
“Lan oğlum bu çingene ile ömür mü geçer, şuna baksana bozar bu bizim ayarlarımızı. İşi Pars’a devredelim” dedi. Olmaz komutanım Pars El Zübeyir’in peşinde. Puma’ya verelim.
“Ateşdağlı zaten toryumu korumak için can hıraş çalışıyor”
“Lan orman kibarı ona olmaz buna hayır. Bu çingene ile nasıl olacak?”
“Buluruz bir yolunu komutanım”
“Hıı bulursun. Sen yolunu bulana kadar ömrümüzü törpüler bu törpü” yeniden o tarafa baktı. Kuşlar çoktan etrafını sarmış bir şeyler soruyorlardı. Sonunda işi bitmiş olacak ki kalktı üzerini başını toparladı. Ellerini birbirine vurup tozu toprağı çırptı.
“Şimdi tanışabiliriz ben Ömür” tokalaşmak için üçüzlere elini uzattı. Arslan Silahtar film izler gibi şaşkınlıkla izliyordu.
“Doğan”
“Şahin”
“Kartal”
“Sen de Atmaca mısın?” bana sorduğu soruya “Hayır atmaca Parsta ben İbo” dedim. Yanına ulaşıp elini sıkarken.
“Ve komutanımı biliyorsunuz”
“Hııı biliyoruz” ona elini uzatmadı. Silahtar kendi kendine “Çattık vesselam” diye söylendi.
Gerilimi azaltmak için söylendim.
“Evet Ömür Hanım nereden başlıyoruz ne yapıyoruz?”
“Şurada kalmam için hazırlanmış bir çadır var dilerseniz orada konuşalım” dedi yol gösterirken. Kuşlar o tarafa ilerlerken bende peşinden gittim. Gelmesi için de komutana baktım.
“Fesubhanallah” diye söylene söylene peşimize takıldı.
Bir kamp masasının etrafında oturduk. Lakin Silahtar komutanım ayakta kalmayı tercih etti. Ömür hanımda pek oralı değildi.
“Şimdi meseleye gelecek olursak” dedim.
“Sizi korumak için görevlendirildik. Lakin neden ve kimden koruyacağımızın detayları verilmedi.” Zaten bu daha da garipti. Sadece Tapınakçılardan korunacak bir Tarih profesöründen bahsedilmişti.
“Ben kendimi koruyabilirdim. Bir MİT ajanı da yeterdi bunun için koskoca bir timi göndermeleri talihsizlik olmuş”
“Hay ağzına sağlık” dedi ters ters Silahtar komutanım.
“Neyse önce bir nedenleri anlayalım da” dedim. Birbirlerine dalacak gibi bakıyorlardı.
“Ben Ömür. Tarih profesörüyüm. Devlet eli ile bir sürü yerde araştırma yapmak için gönderildim.”
“Ne tür araştırma?” sesi sertti Silahtar’ın.
“Birçok dünya ülkesinde Türkiye’den kaçırılan tarihi eserlerin envanterini tutup onları kayıt altına alarak ülkenin milli değeri olarak geri getirmeye çalışıyordum”
“Sonra?” bu sefer Ömür ona ters ters baktı.
“Sonra araştırmalarımı yaparken tapınakçıların kuyruğuna bastım”
“Sonra?”
“Sonra onu başka gizli tarikatlar ve örgütler izledi. Ayinleri sırasında çocukları nasıl katlettiklerini kayıt altına aldım”
“Nasıl?” Doğan’ın sorusuna bende merakla baktım.
“Küçük çocukları kaçırıp korkutuyorlar ve bu korku esnasında adrenalin salgılamalarını sağlıyorlar sonra da bunu okside ederek elitlere gençlik aşısı olarak satıyorlardı”
“Kayıtlar nerede?” Şahin sordu bu sefer.
“Güvende”
“Seni gördüler mi?”
“Hayır aradıklarının ben olduğumu bilmiyorlar”
“Bu Adrenochromu anlat” emir veren sesi ile Silahtar’a ters ters baktı.
“Önce lütfen demeyi öğren”
“Ne?”
“Diyorum ki önce lütfen demeyi öğren”
“Kızım manyak mısın? Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.”
“Ben de önce lütfen demeyi öğren nazik ol ki bildiklerimi anlatayım diyorum”
“Çattık ya. Allah kocana sabır versin seninle ömür geçmez anca ömrü törpülenir adamın”
“Seninle geçeceği ne malum kedi yavrusu?”
“Kartal kulağıma eğilip Arslan Silahtar’a kedi yavrusu mu dedi o? Sıcaktan beynim mi bulandı?” sorusuna “Benim de beynim bulanmadıysa öyle dedi” diye cevap verdim.
“Bana bak”
“Baktım be ne var?”
“Ihımm komutanım hadi biraz hava alalım”
“Zaten açık havadayız ya”
“Tamam işte hadi bakalım etrafta ne varmış. Keşif gezisi olsun” kolundan çekerken gerilen kol kaslarını hissedebiliyordum.
“İbo ara Panteri bu işi başkasına versin. Çekeme ben bu manyak karıyı”
“Manyak sensin bi kere” Kuşlara işaret edince sırıtmayı bırakıp onlarda Ömür hanımı sakinleştirmeye çalıştı. Pek hızlı başlamıştık maşallah.
ÖMÜR’DEN…
Arslan Silahtar.
“Hahhhh papucumun aslanı. Olsa olsa kedi yavrusu olur”
İki dakikada sinirimi tavan yapmayı başardı. Derin derin soluttu bana havayı. O yetmezmiş gibi Yozgat güneşinde attım kendimi dağa bayıra.
“Hödük”
Kendi kendime söyleniyordum ki telefonum çaldı.
“Ne var Ebru?”
“Upsss gelmiş yine terelelliler” dedi şen sesi. Hayat işte bazılarına şen bazılarına neyse.
“Niye aradın?”
“Kızım ne demek niye aradın? Ülkeye gelmişsin haber vermiyorsun Sibel’i görmesem gel-“
“Arslan burada”
Cümlem ile lafı yarıda kesildi.
“Ne?”
“Ne demek Arslan burada?”
“Sağır mısın Ebru Arslan Silahtar burada” dillendirmekten hoşlanmadığım bir şeydi bu.
“Ne alaka ya bir bok anlamadım? Asker değil miydi o?”
“Asker ve bil bakalım görevi ne?”
“Beni korumak deme düşer bayılırım”
“İyi demem”
“Ohaaaa çüş Ömür ne diyor o senin pembe dillerin?” abartılı seremonisine uyuz oldum yanımda olsa saçını çekerdim.
Sessizliğime dayanamadı o konuştu. “Bunun ne demek olduğunu biliyor musun Ömür”
“Bir şey demek değil Ebru. Adam beni tanımadı bile” dedim.
“Ama bu ”
“Tamam Ebru önce hazmedeyim”
Niye yani hayır ne gerek vardı ki?
“Sonra konuşalım” deyip Ebru’nun suratına kapattım telefonu.
“Bunca yıl sonra. Kıdemli Yüzbaşı Arslan Silahtarmış. Hıhhh pabucumun kedi yavrusu”