HARUN SİLAHTAR’DAN…
34 YIL ÖNCE…
“Bana bak hatun hatırın olmasa sikip atardım o piç kurusunu” dedim.
“Beş evlat sahibi oldum diye Harun Silahtar’ı duruldu sanmasınlar seni nasıl içlerinden çekip aldıysam onları da itin götüne sokmasını bilirim.”
“Tamam Harun sinirlenme. Anladılar bence ne kadar ciddi olduğunu bugün de akıllanmadılarsa sonrasını onlar düşünsün” dedi Süreyya.
Sen kalk 1500 kilometre yol gel Kütahya’da canını sıksınlar. Zaten Süreyya’nın üzüleceğini bilmesem topluca ateşe verirdim bu şehri. İçindeki akrabaları ile birlikte. Üç gün önce bir miras meselesi için gelmiştik. Daha doğrusu babası ne kadar ahlak sahibi bir adamsa kardeşleri ve amcaları da o kadar kansız olan karımın akrabalarına had bildirmeye gelmiştik.
Süreyya’yı baba toprağındaki hakkından men etmek için türlü dalavere çevirdikleri için dayanamamış doğudaki görevi bırakıp işi yerinde çözmeye gelmiştim. Uzaktan ahkam kesmesi kolay tabi Harun Silahtar’ı karşılarında kanlı canlı görünce ne beylik kaldı ne paşalık. Son kalan bir iki pürüzü de halledip geri dönecektik. Bin şükür karımın parasına ihtiyacım olmadan kendi kendimi idame ettiriyordum lakin kimsenin de onun hakkına tecavüz etmesine izin vermem. Hele kollarımda bana “Karının miras hakkına sahip çık. Süreyya’mı silmelerine müsaade etme” diyen kayınpederime söz vermişsem.
Ulan baba oldum azıcık durulayım diyorum izin vermiyorlar ki. Can Yücel’e hak veriyorum “Ben bu kadar orospu çocuğunu küfürsüz nasıl anlatayım” diye boşuna demiyor.
Anadol marka aracımızla dağ yollarından merkeze doğru ilerliyorduk. Etrafımız çam ağaçları ile çevriliydi ve ben şeytanın karı boşadığı saatte sinirlerimi yatıştırmak için derin derin soluyordum.
“Harun oğlanlara giderken birer hediye alalım” dedi Süreyya. Eşek sıpaları aklıma gelinde dudaklarım kıvrıldı. Kapıya boy boy dizilip boncuk boncuk bakacaklardı.
“Alalım güzelim ne al-“
“Ay dur Harun dur” diye bağırdı karım.
“Ne oldu?”
“Bir şey var Harun dur”
“Yahu bura orman güzelim tilki, kurt bir sürü şey vardır”
“Harun dur gözünü seveyim” dedi frene bastım. Geri geri gitmeye başladım.
“O ne? Ay Harun bir çocuk var burada” dedi karım. Ben daha aracı durdurmadan indi.
“Bismillah” dedim bende indim. Yolun kenarında bir ağaca sinmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
“Oğlum adın ne?”
“Dur Harun korkudan titriyor” dedi karım kucağına aldı.
“Ben bir etrafı kolaçan edeyim siz arabaya binin” başını sallayan Süreyya ile ben aracın farlarının ışıttığı kadarı ile ilerledim. “Kimse var mı?” diye bağırdım. Sağa sola bakındım. Görünürde kimseler yoktu.
Epey bir bakındıktan sonra araca bindim. Karımın göğsüne sığınmış tir tir titriyordu.
“Oğlum adın ne yavrum senin” dedim konuşmadı. Ela gözleri ile bakıyordu sadece bir de sık sık iç çekiyordu. Ağlaması durmuştu.
“Harun bu çocuk aç” dedi Süreyya.
“Arkada sütler vardı ben alıp geleyim hatun” araçtan indim yeniden etrafı taradım.
Bir kutu sütü uzattım. Öyle bir içişi vardı ki. En az iki gündür falan aç olmalıydı.
“Adın ne oğlum?” şansımı yeniden denedim. Süreyya’nın bir hareketi ile onu bırakacak sandı. Yakasından bir tutuşu vardı ki. Burnumun direği sızladı. Sanırım onu bırakacağımızı sandı.
“Harun onu bırakacağız sandı” dedi karım gözleri dolu dolu.
“Korkma anneciğim arkadan üzerini örtmek için şal alacaktım.” Başını daha da gömdü. Bir eli ile yakasını tutuyordu. Diğer eli ile süt kutusunu.
Elimi uzattım. Başını okşadım. “Korkma arslan oğlum ben buradayım bırakmam seni” dedim. Bana öyle bir bakışı vardı ki ben hayatım boyunca o bakışı kimsede görmedim. Bir dağ başında bulduğum oğlan çocuğu bana hayatta en güvendiği insanmışım gibi baktı.
SİLAHTAR’DAN…
34 YIL SONRA…
“Komutanım Köroğlu Komutanım hatta” dedi Kartal telefonu uzatırken. Norveç fiyortlarından derin vadiyi izliyordum. Yaklaşık iki haftadır doğu bloku ülkelerinde Rus- Ukrayna savaşının hazırlıklarını ve olası Türkiye tehditlerini değerlendiriyorduk. Tahıl koridorunun ve oluşturulmaya çalışılan gıda krizinin etkilerinin dünya ve ülkemiz üzerindeki yansımalarını ve bu durum yaşanmadan önce Avrupa ülkelerindeki havayı analiz etmek üzere göndermişti Anadolu Aslanı.
“Sizden bir hediye paketi istiyormuş”.
Tek kaşım kalktı.
“Ver aslanım”
“Devrem?”
“Kardeşim” dedi Köroğlu. “Kısa konuşacağım, operasyondayım”.
“Adı Erol Keskiner. Yurt dışında kaçak. Çocuk Pornografisi. Tek parça istiyorum. Muş ovasına yolla. Önce ben ilgileneceğim. Sonra Ayvaz’a vereceğim.” Kapattı uydu telefonunu.
“Ayvaz’a mı verecekmiş?” kendi kendime söylenirken başımda bekleyen Kartal’a ve diğerlerine baktım.
“Doğan?”
“Emredin komutanım?”
“Erol Keskiner adında bir iti arıyoruz aslanım. Muş’a paket gidecek. Janjanlı bir hediye paketi istedi Köroğlu komutanın.”
Sırıttı.
Kripto ile yapılmış bütün şifreleri çözebilirdi. Ve Erol Keskine buralarda bir yerlerdeyse Şahin’in kanadına takılmadan uçması mümkün değildi.
“En fosforlusundan yaparız evel Allah komutanım” dedi.
“Jaguar toparlanın ava çıkıyoruz” diye bağırdım.
Ben Kıdemli Yüzbaşı Arslan Silahtar. Börteçine adında bir dip yapılanmanın Jaguar adındaki timinin komutanıyım. Timimde ben de dahil olmak üzere beş anadan yetim babadan öksüz Kıdemli Üsteğmen bulunmakta. İçlerinde en şanslıları benim çünkü ben ne anne ne baba özlemi çektim büyürken. Kafanız karıştı değil mi en iyisi baştan anlatmak.
Börteçine adında bir yapılanmadan bahsettim ya beşerli üç tim yani on beş adam Anadolu Aslanı ve Panter. Bütün kadro bu. 17 kişi. Ankara’da Mürted havaalanına yakın bir yerde fabrikadan bozma bir üssümüz var. Yani görünüşte öyle. O fabrikanın altında Türkiye Cumhuriyeti’nin kalbi atıyor. Benden başka Pars ve Puma adında iki tim daha var. Pars’a Kıdemli Yüzbaşı Ahmet Tan Köroğlu komuta eder. Pumaya ise Kıdemli Yüzbaşı Oktay Ateşdağlı. Boş zamanlarında da birbirlerini deli ederler. Neyse ne diyordum?
Emirleri Anadolu Aslanından alırız. En tepedeki adamı bilmiyoruz. Adının Panter olduğu dışında yani. Yaklaşık beş yıldan biraz fazla oldu kurulalı. Her birinin özel seçimlere tabi tutulduğu bu timler öyle eğitimlerden geçti ki eğitimler tamamlandığında on bordo bereli gücüne ulaştık.
Özel seçildik dedim ya her birimiz iki metreyi geçkin adamlarız. Timlerde en kısamız İbo yani benim tim komutan yardımcım Kıdemli Üsteğmen İbrahim Batı. Boyu 1,95 olduğu için “Cüce” diye dalga geçerler. Bunun dışında timimde öksüz ve yetim üçüzler mevcut. Evet yanlış duymadınız. Üçüzler ve üçü de kıdemli üsteğmen olarak görev yapıyorlar. Ve aklınıza gelen o soruyu ben cevaplayayım. Evet birbirlerine o kadar benziyorlar ki ayırt edebilmek için epey emek vermem gerekti. Ben onlara “Kuşlar” diyorum. Çünkü isimler Kartal, Şahin ve Doğan.
Soy isimleri de Kanat. Ne kadar manidar değil mi? Üç kardeş üçü birden bulundukları tren yolunun kenarında soğuktan donmak üzerelermiş. Üçü de trenlerden nefret ederler. Doğan bütün Kripto şifreleri çözebilir, Kartal bütün araçları kullanabilir ve Şahin bütün silahları. Bunun dışında başka bir garipte İbrahim Doğu. Onun hikayesi daha da içler acısı.
Sokak köpekleri etrafını sardığında atıldığı çöpte ölümden, başka bir sokak köpeğinin onu korumak için diğerlerinin üzerine atlaması ile hayatta kalmış. Onun için çok sever hayvanları. Bir de Puma timinden Umay’ı. İçimizdeki tek kadın asker Umay. Ve benim aslanım o kıza deli divane aşık.
Gerçi Umay için aynı hisler söz konusu değil. Lakin bu işe karışmaktan özellikle uzak duruyoruz ki bizim düşüncemizden etkilenmesin.
Ve gelelim bana. 37 yaşında ela gözlü buğday tenli siyah saçlı bir adamım. 2,04 santim ve 131 kilo ile hatırı sayılır bir kütle işgal ediyorum. Asker olmadan önce Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldum. Neredeyse ailemin yarısı gibi. Az önce hem yetim hem öksüzüm dedim ya kafanız karışmasın. Üç yaşında gecenin bir yarısı annem ve babam ormanın ortasında ağlayan bir oğlan çocuğu bulmuşlar.
Süreyya Silahtar ve Harun Silahtar. Kütahyalı Süreyya Hanım ile Ankaralı Harun Silahtar’ın dizi olsa izlenme rekorları kıracak aşklarını dinleyerek büyüdük altı kardeş.
O zamanlar doğu görevinde iken bir miras davası için Kütahya’ya geldiklerini anlatır babam. Daha doğrusu gelmek zorunda kalmışlar. Zaman zaman beni bulmaları gerektiği için mi o gece o saatte oradalardı diye düşünmeden edemem. Babam ağır ceza hâkimi idi. Cumhuriyet savcılığı da yaptı. Buldukların da iki gündür açmışım. Günlerce aramışlar ailemi. Başıma ne geldi ise adımı bile diyememişim. İlk bulduklarında “Korkma benim aslan oğlum” deyince adım Arslan olmuş. O günleri hayal meyal hatırlıyorum. Babamın biri yeni doğmuş beş oğlu vardı. Anneme öyle sığınmışım ki ailemi bulamayınca almışlar beni nüfuslarına. Önce adımı Rıfat koyacaklardı. “Benim adım Arslan” diye direndiğimi hatırlıyorum.
Harun Silahtar öz babam değil lakin öz babamı onun kadar sever sayar mıydım emin değilim.
Neden Rıfat?
Çünkü Silahtar mahdumlarının en büyükleri Sedat, Sonra Vedat, Sonra Nihat, Fuat ve tekne kazıntısı Fırat ile birde ben Rıfat olacaktım. Neden bu kadar sonunda -at takısı olan isimlerde direttiğini hala bilmesek te diğer bütün kardeşlerim de avukat. Hem de alanlarında en iyileri. Ve annem o da emekli bir hâkime. Hukuk işleri bizde dededen gelen bir iş. Aile mirası gibi. Hem anne tarafında hem de baba tarafında sayılı hukukçular mevcut.
Aile içinde diğer kardeşlerimden zerre ötekileştirme görmediğim bir ortamda büyüdüm. Mesela ne kardeşlerimden ne de benden evlatlık olduğum saklandı. Lakin diğer Silahtar mahdumları ne ise bende öyle muamele gördüm. Tam bir eşitlik. Mesleğimi seçme zamanı gelince asker olmama karşı çıkmadılar lakin babam sadece “Önce hukuk fakültesini bitirmeni rica ediyorum” dedi. Ben onu kırmadım o da beni. Hukuk diplomamı alınca başladım askerliğe. Onun için Ateşdağlı ile aramda 3 Köroğlu ile aramda dört yaş mevcut. Timlerimdekiler ise üçüzler otuzuna bastı İbo otuz bir oldu.
Ve ben Kıdemli Yüzbaşı Arslan Silahtar Jaguar timinin komutanı olarak bu timin kurulumundaki adını taşıyan görevi yerine getirmek için jeopolitik sırlara vakıf olmak ve ülkenin jeopolitik yapısına karşı her türlü saldırı için yılın on bir ayını yurt dışında geçiriyoruz. Şimdi de madem devrem benden bir hediye istedi. Seve seve yollarız.
EROL KESKİNER’DEN…
Bu yedi yaşındaki çocukların lafına bakan ailelerden hayatım boyunca haz etmedim. “Sen çocuksun anlamazsın” diyen aileler benim daima yakınım olmuştur.
Zaten bu durumun en büyük sorumlusu da Begüm orospusu. Biliyordu ona zaafım olduğunu bir kere siktirse bu kadar ot çöp çocukla uğraşmayacaktım. En sonuncusunu tam sikecekken ailesine basılmakta benim talihsizliğim. Aile dostu falan dinlemediler ellerinden zor kurtuldum kendimi Norveç’e zor attım.
Şimdi işler biraz durulana kadar buralarda takılmalı. Amına koyayım yaşı büyük kadın sikmekte ağız tadı vermiyor ki. Benim bu durumumun en büyük sorumlusu Begüm dedim değil mi? Ona olan zaafım babasının Begüm’ü kız doğdu diye iplememesi ve benim de bunu kullanıp sık sık onu taciz etmem tadından yenmeyecek bir eylemdi. Yusuf Ünsal kadim dostum. Defalarca kızını sıkıştırdığımı gördü de görmezden geldi. O sürtük ise beni tam üç kere deşti. O deşti benim sikim kalktı. Babası büyük elçi ben iş adamı olunca örtbas etmek çok kolay olmuştu. Şimdilerde Begüm 29 yaşında genç bir kadın ona ulaşamadığım için bolca çocuk sikiyorum. Sanırım 47 falan kız oldu. 7 tane de erkek. Koleksiyon gibi bir şeye dönüştü. O gözlerindeki korku. Yapma diye yalvarmaları. Ulan ne büyük his be.
Onlar korkudan titrerken erkekliğim şahlanıyor. Öyle ki o çocukların tanrısı oluyorum. Tabi benim bu çocuklara dokunmam da büyük lütuf. Genelde aile dostlarımdan seçiyorum ki hatırı sayılır çevremde kimse çocuklarına inanmadığı için büyük bir sır olara kalıyordu. Ta ki şu son 7 yaşındaki kızın ailesi ona inana dek. O kargaşada anne baba kızları ile ilgilenirken bir açıklık buldum da attım kendimi Norveç’e sular durulanana kadar burada kalırım.
Sonra ülkeye döndüğümde her şey unutulur. Ben para babası bir adam olarak o ülkenin başına gelmiş harika bir varlığım. Para bende olduğu sürece ne yaparsam yapayım iki bağış yaparım. Bir iki kameralar önünde aç doyururum. İyi haldi falan derken unutulur gider. Türk Adaleti haklının değil paralının yanında olduğu sürece ekmek teknem yürü benim.
Tek canımı sıkan seks odamın orada kalmadı. Burada onlar olmadan nasıl olacak bilemiyorum. Viskimden bir yudum çektim. Altmış yaşımı biraz geçiyorum. Olsun. Bir iki estetik derken kuzey ışıklarını izlemeye giderim alan. Dağıtırım kafamı.
Ah Begüm! Bir kere sikseydim seni!
İçinde bulunduğum lüks otel Norveç’in en lüks dağ otellerinden biriydi. Kapı tıklatılınca gülümsedim. Geceyi geçirmek için birini istemiştim muhtemel o geldi. Gerçi yaşı on beşten küçük birini sikince tadı olmuyordu ya neyse.
Kalktı işte sikim. Tatmin zamanı. Sabah beşe geliyordu saat.
Kapıyı açtığımda burnuma yediğim yumrukla burnumun ucunda yıldızlar uçuştu.
“Erol Keskiner?” dedi önce vurup sonra soran adam.
Burnumu tutuyordum ki “Komutanım adres doğru” dedi. Bakışlarım konuşmadan bana pis pis bakan adama kaydı. İçeri beş tane iri yarı herif girdi. Onlar ne biçim beden amına koyayım. Benim böyle vücudum olsa silmediğim çocuk kalmaz.
“Kimsiniz buraya böyle gire-“
Ulan bir daldılar bana. Bir kişiyi üç kişi mi gördüm üç kişiyi bir kişi mi anlamadım.
Sonunda başlarında olduğunu tahmin ettiğim adam beni muhatap almadan söylendi.
“Köroğlu’nun özel davetlisi olarak Muş’a gidiyorsun” dedi. Bütün konuşma bu kadardı.
“Hikmet’i ara aslanım. Börteçine devreme hediyesini göndersin” dedi. Konu siktiğim 7 yaşındaki kız mıydı acaba? Gerçi sikememiştim ya.