Şöminenin karşısındaki koltukta oturup saçlarımı bir havluyla kurularken yavaşça yükselen alevleri seyrediyor, odayı dolduran sıcaklığın tadını çıkarıyor, şöminenin üstündeki antika saatin ritmik tik taklarını duyabiliyordum. Havluyu ıslanmaktan lüle lüle olup ağırlaşmış saçlarımın uçlarına doğru kaydırırken iç çektim. Fırtınanın birkaç gün süreceğini bildiğim içindi herhalde. Hafifçe çatırdayan odun sesleri kulaklarımı okşarken, pencerelere çarpan yağmurun ve rüzgarın sesi de tam aksini yapıyordu... Fakat kasvetli havaya rağmen içimde bir huzur hissediyordum ve bu huzurun tadını çıkarmaya kararlıydım. Bu düşünceyle gözlerimi kapattım ve alevlerin sıcaklığı göz kapaklarımda dans ederken Damien'ın bugün bana dediklerini düşündüm. Havlu elimden kayıp yavaşça kucağıma düştü ama bir kayıtsızlık kozası içinde hapsolduğum için onu almak için en ufak bir hamle yapmadım. İtiraf etmem gerekirse, Damien'ın dediği şeylere inanmakta hâlâ güçlük çekiyordum. Sanki her şey güzel bir rüyadan ibaretmiş gibi geliyordu ama onu doğru duyduğumdan emindim. Gergindim ancak bu gerginliğin altında heyecanın bir parıltısı, umudun bir kıvılcımı vardı. Gerçekten de ben de 'özel' bir şey mi görüyordu? Öyle bir şey var mıydı? Bir mucit olmam haricinde ilgi çekici pek bir özelliğimin olmadığını düşünürdüm ama Damien'ın dediklerinde samimi olduğundan da emindim. Neredeyse... Tatlıydı. Tatlı? Ah, kimin aklına gelirdi ki?
Düşünceler tembelce zihnimde dans ederken dudaklarımın kenarında hafif bir gülümseme hissettim. Derin bir nefes aldığımda burnuma güzel bir koku doldu. Yanan odunun kokusu, duvarlarda sıcak gölgeler oluşturan mumların hafif kokusuyla harmanlanmıştı. Lavanta, diye düşündüm. İnsanı gevşeten, düşündüğü şeyi daha da düşünmesine neden olan bir kokuydu bu. Neyse ki düşüncelerim ve odağım Abraham tarafından bölündü. Yıpranmış yüzünde sıcak bir gülümseme olan Abraham, ahşap zeminde yumuşakça yankılanan adımlarla odaya girdiğinde havluyu kucağımdan almış, saçlarımı kurutma işine geri dönmüştüm. Gözlerim odanın karşısındaki kitaplığın üzerindeydi. Sadece birkaç tanesini okumuştum ama kitap, gazete ve gergi okumayı gerçekten seven Abraham'ın hepsini bitirdiğinden emindim. Kitap okumakla herhangi bir derdim yoktu ama ben daha çok sayılsal bir hafızaya sahiptim.
"Neden yağmurlu havada dışarı çıktın, Vanessa? Bu şekilde devam edersen gerçekten hasta olacaksın. Kendine hiç bakmıyorsun."
Abraham benimle konuşmadan önce şöminedeki ateşi tutuşturmak için telaşla hareket etti. Usta elleriyle kalın odunları ayarlarken kıvılcımlar havada dans etti. Onun düşünceli, nazik tavrından dolayı minnettar bir şekilde gülümserken varlığından gerçekten memnun olduğumu hissettim. Bir süre sonra, son bir hüsranla, ateşi harlamayı bitirdi. Ardından şefkatli bir şekilde kırışan gözlerini üzerime çevirdi. O sırada ben de homurdanarak havluyu saçlarımın arkasına uzatmaya çalışıyor ama pek beceremiyordum. Çabamı fark eden Abraham alçak sesle kıkırdadı ve bana yaklaşarak havluyu ellerimden aldı. Nazikçe saçlarımın arkasını kurulamaya başladığında iç çektim ve ellerimi kucağımda birleştirerek gözlerimi kapattım. Bu basit iyilik huzur vericiydi... Bir de tanıdıktı. Yeniden yedi yaşına dönmüştüm sanki. O zaman da böyle yapardı. Ben de iri gözlerimi yüzüne diker, ayaklarımı ileri geri sallayarak şapşal şapşal gülümserdim. Yaş kaç olursa olsun, birileri tarafından ilgilenilmek güzel hissettiriyordu.
"Ben..." diye fısıldadım. Abraham gibi bir insanın hayatımda olması gerçekten büyük bir şanstı. "Teşekkür ederim."
"Bir şey değil, ufaklık."
Hafif bir dokunuşla omzuma nazikçe tokat attı, işi bitince geri çekildi ama ayrılmak için herhangi bir hamle yapmadı. Onu tepeden tırnağa süzdüm. Gitme anını olabildiğince uzatmak istiyor gibi bir hâli vardı. İfadesi de gergindi. Aklıma gelen ilk şey bana söylemek istediği bir şey olduğu ama bir şekilde de bunu yapmaya çekindiğiydi. Kuşku dolu bakışları bir an üzerimde durduktan sonra merak dolu bir tonla konuştu.
"Nasıl bu kadar ıslandın?"
Kahretsin. Neden her zaman beni zorlayacak şeyler soruyor?
Kısa bir süreliğine gözlerimi kapatarak göz kapaklarımın ardındaki karanlıkta güç aradım. Kendimi toparlamak için avuç içlerime tırnaklarımı sapladım, amaçsız bir çabaydı. Abraham'a dükkanda olan olaydan bahsedip canını daha da sıkmak istemiyordum ama yalan söylemek de istemiyordum. Bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum, bunaltıcı sessizliği bozmak için herhangi bir şey... Ama ne diyecektim? 'Dükkandayken pislik herifin teki bana küfretti. Damien'da onun ödünü kopardı. Ben de onu dışarı çıkarmak zorunda kaldım ve mümkün olduğunca çabuk eve gitmek istedim. Zaten fırtına birden bastırdı, biliyorsun.' mi? İçimden bir ses 'Yalan söylemen gerektiğini kim söylemiş? Sadece gereksiz olan kısımları çıkar.' dediğinde iç çekerek sandalyemde geriye yaslandım. Sonunda konuşmaya cesaret buldum, sesim titreyen bir fısıltıyla dışarı çıktı.
"Sadece mümkün olduğunca çabuk eve gitmek istedim. Zaten fırtına birden bastırdı, biliyorsun."
Sessizlik, sadece yağmur damlalarının pencerelerin camlarına vuruş sesiyle bozuluyordu. Nefesimi tuttum, büyük bir gerginlikle Abraham'ın bir tepki vermesini bekledim. Sonunda ifadesi bana inandığını gösterircesine biraz yumuşadı, gözleri daha da nazik bir hâle geldi. "Eh, kendini nasıl belaya sokacağını kesinlikle biliyorsun. Sadece fırtına uyarısı verilmişken yanında bir şemsiye bulundurduğundan emin ol. Ya da yürümek yerine bir sığınak bul." diye tavsiyede bulunduğunda önerisini dinleyeceğimi düşünerek başımı öne salladım. Abraham etrafına bakındı, kesinlikle aşırı gergindi...
En sonunda "Bana ayıracak birkaç dakikan var mı? Biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu. Oturma odasında bizden başka kimse olmamasına rağmen bu konuda benden izin istemesi hiç hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceği anlamına geliyordu.
"Pek havamda değilim." Başka bir deyişle; Damien hakkında konuşmak istemiyorum.
"Bu, önemli."
"Şey... Tamam."
Aramıza garip bir sessizlik hakim oldu, lafa nasıl başlayacağını karar vermeye çalışıyor olmalıydı. Sonunda da başını eğip hoşnutsuzca mırıldandı.
"Nereye gidersem gideyim senden bahsediyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla, ağzı olan konuşuyor. Meşhursun ama iyi anlamda değil."
Bunları duyunca yüzümü buruşturdum ama anlamı neydi sanki? Umursamamaya çalışarak, şaşırtıcı derecede sakin bir biçimde, "Sorun değil." dedim.
Abraham, şaşkın bir halde, "Değil mi?" diye sordu.
"Evet... Bunun olacağını tahmin ediyordum zaten. Sen de endişelenme lütfen. Kalabalığın ilgisi yüzeysel ve geçicidir. Seni bir an göklere çıkarırken, başka bir an yere çakabiliyorlar. Birkaç aya konuşacak başka ilginç bir konu bulurlar." Umarım yani.
"Ama bu rahatsız edici değil mi? Herkesin senin hakkında konuşması?"
"Elbette rahatsız edici. Özellikle de aynı fikirde değilken, ama insanların ne söylediğini kontrol edemem."
"Vanessa... Neden yapıyorsun bunu?"
Abraham'ın sözlerinin ağırlığı omuzlarıma binerken belirgin bir biçimde duraksadım. Aynı soruyu kendi kendime sorarak ciddi bir şekilde 'Neden yapıyorum bunu?' diye düşündüm ama kelimeler düşüncelerimin gürültüsünün altında zor duyuluyordu. Yorgun bir tavırla "Bilmiyorum." diye itiraf ettim ve rahatsız bir şekilde koltuğumda kıvranırken gerçekten de bilmediğimi düşündüm. Tek bildiğim, bunu yapmam gerektiğiydi. Damien'a zarar veremezdim. Asla. İnsanların benden ne yapmamı beklediğini de o kadar umursamıyordum. İstediklerini de düşünmekte özgürlerdi, tıpkı benim olduğum gibi.
Abraham sanki aklımdan geçenleri duymuş gibi "Anlıyorum." dedi ama sesi sert değildi, aksine, yumuşacıktı. "Şu anda tüm cevaplara sahip olmak zorunda değilsin. Kalbinde neyin doğru olduğunu biliyorsun zaten."
"Hayır, bilmiyorum." diye isyan ederken parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip öne eğildim. "Kendi istediğim şey ile diğerlerinin benden beklediği şey arasında sıkışmış gibi hissediyorum, Abraham."
"Peki, istediğin şey ne?"
Bir an tereddüt ettim, sonra fısıldadım.
"Onu korumak istiyorum."
"O zaman yapman gereken budur."
Damien'ı korumak istememi onayladığı için şaşırdığımı hissederek "Peki ya sonuçları ne olacak?" diye sordum.
"Hmm," Bana tek kaşını kaldırdı. "Ne garip. Sonuçları o kadar da kafaya takmadığını sanıyordum?"
Şaşkın şaşkın ona bakmaya devam ederken bana usulca gülümsedi. Kendi kafa karışıklığıma rağmen anlayışı için ona minnettardım. Sanırım bu yüzden gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim. Daha sonra Abraham yorgun bir kabullenmeyle başını öne salladı ve başka bir şey demeden karşımda duran diğer koltuğa oturdu. Birlikte bir süre sessizliğin tadını çıkardık. Dayanamayıp arada sırada onu süzdüm. Bacak bacak üstüne atmış, yanan ateşe bakarken dalgın bir edayla alnını ovuşturuyordu. İkimiz de kendi düşüncelerimize dalmış olsak da onu rahatsız eden başka şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Merak etmediğimi söylesem yalan olurdu. Neyse ki ağzından baklayı çıkarması bu sefer o kadar da uzun sürmedi. Söylediği şey ise daha da şaşırmama neden olmaktan başka bir şey yapmadı.
"Çalışanların bazıları işten çıkmak istiyorlar. Hepsi değil ama çoğu. Aslında bahçıvan Bill, hizmetçi Marie ve aşçı Juno hariç hepsi."
"Ne? Neden? Bir sorun mu oldu?"
Abraham bana 'Ciddi misin sen?' diyen bir bakış atınca rahatsız olduğumu hissederek gözlerimi uzaklardaki bir noktaya kaçırdım. İtiraf etmem gerekirse, çalışanlarımın istifa etmek istediği haberi beni çok şaşırtmıştı. Bunu neden yaptıklarını anlamıyordum, özellikle de onlara sağladığım koşullar düşünülünce. Kötü bir iş veren değildim ben. Onlara normalde almaları gereken ücretin üç katını ödüyor ve diğer konularda da elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyordum. Şartlarımdan memnun olduklarına emindim çünkü şimdiye kadar 'istifa' etmek isteyen bir kişi bile çıkmamıştı. Bunun tek bir sebebi olabilirdi. Ah, kahretsin! Bu mesele onları cidden hiç ilgilendirmezken nasıl oluyor da istifa etmek istediklerini söylüyorlardı? İçimde ihanet hissi ve hayal kırıklığı hızla büyüyordu. Yıllardır malikanemde çalışan insanlardı bunlar.
Cevabı çok iyi biliyor olmama rağmen "Damien yüzünden mi?" diye sorduğumda Abraham dürüst olmak isteyip istemediğine karar vermek için bir an duraksadı. Alnını ovuşturarak baş ağrısını hafifletmeye çalıştı.
"Anlaşılır bir şey. Herkes senin gibi baskı altında olmaya katlanamıyor, Vanessa. Damien'ın durumu özel çünkü zaten zor bir hayat geçirdiği için hiçbir şey onu korkutup sindirmiyor ama iş verdiğin o insanlar... Normal insanlar, anlıyor musun? Hepsi kendi halinde ve kimse dikkatleri üzerine çekmek istemiyor. Özellikle de asillerin ve meclisin dikkatini. Başlarına bela almak istemiyorlar diye onları suçlayabilir misin? Hem bazılarının ailelerinin senin yanında çalışmalarına izin vermediğine eminim. Yine de onlarla konuşmayı deneyeceğim, belki fikirlerini..."
"Hayır, gerek yok." Evimde çalışan kadınları ve erkekleri düşündüm ve bir an için onlara kızsam da daha sonra kendileri için en doğrusunu yaptıklarını fark ettim. Önemli olmadığını göstermek için elimi havada rasgele salladım. "Keşke sana gelmeden önce benimle konuşsalardı ama gitmek istedikleri için onlara kızgın değilim. Kırgın da. Gerçekten de başlarına bela almamalılar. Tazminatlarını öde ve gönder."
"Biliyorsun, sözleşmeye göre kendileri istifa etmek istedikleri için onlara tazminat ödemek zorunda değilsin."
"Dediğimi yapar mısın?" diye rica ettim, bir anlamı yoktu ama maddi durumlarının ne halde olduklarını az çok bildiğim için en azından gitmeden önce onlara bu konuda yardım etmek istiyordum. Tazminat onları yeni bir iş bulana kadar idare ederdi. "Ve yeni çalışanlar bulur musun? Eminim bu ülkede paraya ihtiyacı olan başka bir sürü insan vardır."
"Yeni personeller bulmak her zamanki kadar kolay olmayacak."
"Biliyorum... Ve sen de..." Sesim nazik ve kararlı olsa da söylemeyi düşündüğüm şey yüzünden kelimeler boğazımda dizildi. Kendimi çok çaresiz hissediyor, Abraham ile aramda kahya-hanımefendi ilişkisinden çok daha fazlası olduğu için bunu söylemeyi kesinlikle istemiyordum ama yine de devam etmek için irademi zorladım. "Eğer... Eğer artık benimle çalışmak istemezsen anlarım, Abraham."
"Saçma sapan konuşma." diye homurdandı, Abraham.
"Hayır. Anlamıyorsun. Demek istediğim, Başkan Eugine çok kızgındı. Konseyin de öyle olduğuna eminim. Bu mesele büyüyebilir ve ben her zaman seni..."
Sert bir sesle "Umurumda değil." diye mırıldanarak üzgün yüzüme bakmak için oturduğu koltukta öne eğildi. Şimdi şöminenin ateşi kararlılıkla ciddileşmiş suratını yumuşak, turuncu bir ışıkla aydınlatıyordu. "Kim ne söylerse söylesin senin yanında olacağımı biliyorsun, Vanessa. Bağnaz bir aptalın tehdidi beni kaçıramaz."
Başkan Eugine'ne 'Bağnaz Aptal' dediğini duyunca kendimi tutamadım ve alçak sesle kıkırdadım çünkü tam olarak öyleydi. Olan her şeye rağmen Abraham gitmek istemediğini söylediği için öyle rahatlamıştım ki, nefesim dudaklarımdan hafif bir iç çekişle süzüldü.
"Teşekkürler, Abraham."
Kendinden emin bir şekilde, "Her zaman," diye karşılık verirken bundan sonra olacakları onun da göze aldığını biliyordum. Her zaman, diye düşündüm ben de ve bu düşünceyle içim tarifsiz bir sıcaklıkla doldu. Koşullar ne olursa olsun 'her zaman' yanınızda olacak insanları bulmanın ne kadar nadir bir hazine olduğunu biliyordum. Bazen insanı kendi ailesi bile istemiyordu.
Malikanenin içinde yankılanan kapı sesini duyunca dikkatim dağıldı. Abraham "Ben bakarım." diyerek koltuktan kalkarken bakışlarımı şöminenin ateşine çevirdim ve parmaklarımı artık iyice kurumaya başlamış siyah dalgaların arasından geçirirken dalgın bir tavırla az önce konuştuklarımızı düşündüm. Juno'nun yanında çalışan iki kızı, Marie ile birlikte temizlik için çalışan üç kızı, Bill'e yardım edenleri... İçinde oturduğum bu malikane oldukça büyüktü ve tüm işi üç kişinin halletmesi hem mümkün hem de adil değildi. Onlara fazladan ücret versem bile mutlaka işlere yardım etmesi için birkaç kişi bulmam gerekiyordu... Ama nasıl? Abraham haklıydı, yeni personeller bulmak çok zor olacaktı ve bunu da ancak paraya çok ihtiyacı olanlar kabul ederdi. Onlar gelene kadar bir çözüm bulmaya çalışırken fırtına sesine karışan ayak seslerinin yaklaştığını duydum. Abraham geri geliyor olmalıydı. Oturduğum koltukta yan döndüm. "Ah, Abraham, kim gelm-" diye sormak için dönüyordum ki, oturma odasına giren çok tanıdık bir kadının yüzüyle karşı karşıya geldim.
"Merhaba, Vanessa."
Anında suratım düştü.
Elizabeth.
Kuzenim evime sık sık gelmezdi, genelde amcam onu benimle görüşmesi için zorlardı. O yüzden şimdi onu tek başına karşımda dikilirken görmek garipti- Hele ki dışarıda böyle bir fırtına varken... Ama beni özlediği için gelmediğinden çok emindim. Muhtemelen olanlardan sonra dalga geçmeye gelmişti.
Elizabeth'in arkasından gelen Abraham'ın yüz hatları gergin bir ifadeyle kaplıydı. Kızın mutlaka canımı sıkacağını o da biliyordu. Elizabeth, ona doğru dönmeden Abraham'a bizi baş başa bırakmasını belli eden bir el hareketi yapınca Abraham onu umursamadan bana baktı. Onayımı istiyordu. Elizabeth'in Başkan Eugine'den daha fazla canımı sıkması mümkün değildi. O yüzden sorun olmadığını gösteren bir gülümsemeyle baktım Abraham'a. Abraham hızlı adımlarla odadan ayrılırken Elizabeth onun az önce oturduğu koltuğa rahat bir şekilde oturup bacak bacak üstüne attı. Zarif, beyaz atkısını çıkarıp koltuğun koluna asarken meraklı bir tavırla onu süzdüm. Bedenini harika gösteren, dizlerinin altına kadar uzanan pembe, uzun kollu elbisesini giyiyordu. Birbirimize benzerdik ama o benden çok daha güzeldi. Ben minyon bir tiptim ve yüz hatlarım biçimli olsa da pek kadınsı değildim. Gözlerim yüzüne çıktığında kuzenim yüksek sesle gülmeye başladı ve bir sonraki sözleri buraya benimle dalga geçmek için geldiği yönündeki inancımı güçlendirdi.
"Gerçekten harika bir gösteriydi, kuzen. Aslında bu kadar eğlendiğim başka bir an daha olmamıştı."
"Seni eğlendirdiğimi bilmek ne güzel, Elizabeth."
Son derece keyifli bir sesle "Çok şapşalsın cidden." deyip avucunu yanağına yaslayarak kıkır kıkır gülmeye devam etti. Hiçbir şey demeden anın tadını çıkarmasına izin verdim. Bazen ne kadar da çocuksu olabiliyordu. "Beni çok şaşırttın. Oysa senin zeki bir şey olduğunu sanırdım. Bir köleyi herkesin önünde Başkan Eugine'ne karşı savunmak mı? Sırf acayip yakışıklı olduğu için yapmadın herhalde bunu?"
"Adı Damien, Elizabeth. Ona 'köle' diye hitap etmene gerek yok, bunu biliyorsun değil mi?"
"Neyse ne."
Ne sinir bozucu, diye geçirdim içimden. Gerçi ne zaman değildi ki? Aynı şekilde onu sinir etmek isteyerek "Ayrıca sana açıklama yapmak zorunda değilim. Neyi neden yaptığım seni hiç ilgilendirmez." dedim son derece ilgisiz bir tavırla. Elizabeth yüksek sesle oflayarak beş yaşındaki bir çocuk gibi kaşlarını çattı. Buraya gelip öylece ona her şeyi anlayacağımı düşünmesi ne büyük bir yanılgıydı. Sanki ona böyle bir konuda güvenirdim de. Ya da herhangi bir konuda...
İyice küstahlaşarak "Peki, Damien nerede?" diye sordu. "Yatak odanda mı?"
"Sana ne?" diye çıkıştım.
"Merak ettim sadece."
Hızlı hızlı soluyup bakışlarımı ateşten tarafa çevirdim. Biraz sakinleştikten sonra kuzenime bakmak için gözlerimi yukarı kaldırıp, net bir ifadeyle, "Ondan uzak dur, Elizabeth. Mümkünse benden de." dedim. Sırf beni sinirlendirmek için yüzümü kızartacak şeyler söylediğini biliyor olsam da kendime engel olamamıştım. Elizabeth sırıttı, bakışları meydan okuyucu bir hal aldı.
"Sen durmuyorsun ama."
"Aynı şey değil. Senin niyetinin tam olarak ne olduğunu biliyorum. Damien'ı o şekilde kullanmana izin vermeyeceğimi bilsen iyi olur."
"Oh, anladım. Kıskanıyorsun. Belki de benim arkadaşlığımı seninkinden daha çok tercih eder diye mi endişeleniyorsun?"
Tiksintiyle homurdandım, hayal kırıklığımı bir türlü gizleyemiyordum çünkü Damien burada bile değilken onun hakkında böyle şeyler konuşmak bana çok yanlış geliyordu. "Bu kıskançlıkla ilgili değil." diye karşı çıktım ve gerçekten de değildi. Damien Elizabeth'e göz ucuyla bile bakmazdı, bundan emindim. Çaresiz bir biçimde konudan kaçmaya çalıştım. "Neden buradasın? Benden hoşlanmıyorsun bile. Gidip Diana'yla konuşsana."
Diana ve Elizabeth'in yakın arkadaş olmasının ne kadar rahatsız edici bir şey olduğunu düşünmemeye çalışırken kaşlarımı çattım.
"Yapardım..." dedi. "Ama öfkeliyken nasıl olduğunu bilmiyorsun. Hiç çekilmiyor."
"Öfkeliyken mi? Öfkeli mi?"
"Hı-hı."
Elizabeth ilgisizce bakımlı tırnaklarına baktı. Diana'nın neden kızgın olduğu hakkında pek bir fikri varmış gibi görünmüyordu. Bense nedeninin Damien mi yoksa ben mi olduğunu düşünüyordum. O güzel, alımlı kadını pek tanımıyordum açıkçası. Tanımak da istemiyordum. Ondaki bir şeyler... Rahatsız ediciydi. Belki de sadece Damien ile arasında olanları bildiğim için böyle hissediyordum çünkü teknik olarak bana doğrudan bir kötülüğü dokunmamıştı. Sadece Damien'ı önemsediğim için geçmişte olanlar konusunda ona karşı önyargılı davranmak istemiyordum. Sempati yapmaktansa empati yapmayı tercih ederdim ama bu durumda bu çok zordu çünkü kısmen aynı şartlar altında kalmış ve bir şekilde Damien'a zarar vermemeyi seçebilmiştim. Gerçi bizim o türden bir 'ilişkimiz' yoktu. O öpücük romantik bir öpücük değildi. Anlamsız ve gösteriş içindi. Yine de Diana'yı öfkelendirmiş olmalıydı. Onu ne ilgilendirir, diye fısıldadı içimden bir ses; Geçmiş geçmişte kalmış ve Damien'ın artık onu umursamadığı çok açık.
Şansımı zorladım ve öylesine bir havayla Elizabeth'e "Neden öfkeli olduğunu biliyor musun?" diye sordum.
"Diana'nın mı? Bilmem. Söylemedi. Kolay kolay öfkelenmez ama bunu yaptığında çok korkutucu oluyor. Ben onu bırakırken adımlarıyla yerde delik açmaya çalışıyor, bir de birine küfredip duruyordu." Umursamazca omuz silkti. Sonra kaşlarını kaldırdı, şüphe hâlâ gözlerinde duruyordu. "Neden birden onu soruyorsun bana? Bir şey mi oldu?"
"Merak ettim sadece." Umursamazlığını taklit ederek omuzlarımı silktim. Ardından aklıma gelen şeyle duraksadım. Acaba o... Şansımı denemek isteyerek çok daha tatlı bir sesle konuşmaya devam ettim. "Hey, benim birkaç yeni çalışana ihtiyacım var. Sadece üç dört günlüğüne. Acaba bana kendi çalışanlarından birkaç tane gönderebilir misin? Ücretlerinin beş katını öderim ve sana borçlanırım."
"Bana olan borçların giderek artıyor, farkındasın değil mi? Ama tamam. Zaten istemeyeceğim kadar fazla hizmetçim var. Yarın burada olurlar. Neyse, ben gidiyorum. Buraya geldim çünkü seninle alay etmek eğlenceli ama babam seni anlam veremediğim bir şekilde önemsiyor. O yüzden dikkatli ol, tamam mı? Bu tür dramalar iyi sonuçlanmaz."
Bu kadar küstah, kibirli, şımarık ve bencil olmasa iyi kadındı aslında. Elizabeth'in uzaklaşmasını izlerken kalbime yerleşen rahatsızlık hissini saklamakta zorlanıyordum. Gözlerimi yeniden şömineye çevirirken fırtınanın sesi daha da güçlü bir hâle gelmeye başladı. Diana'yı ve öfkesini düşündüm tekrar. Onu tanımadığım için öfkesinin ne boyutta olduğu hakkında bir tahmin yürütemezdim ve Damien'a o kadını sormak da kulağa çok aptalca geliyordu. Üstelik böyle bir şeyi yapamayacağımı bilecek kadar kendimi tanıyordum ama Elizabeth öfkeli olduğu için Diana'dan çekiniyorsa iyi bir şey olmasa gerekti çünkü kuzenim hiç çekingen bir tip değildir. Ne bana karşı ne de başka herhangi birine karşı. Diana hakkında endişelenmeli miydim? Emin değildim. Keşke Damien onun hakkında biraz konuşsaydı ama adını ağzına bile almıyordu.
"O küçük cadı canını bu kadar sıkacak ne söyledi?"
Homurdanan Abraham'a bakmadan avucumu çeneme yaslayarak "Canımı sıkan Elizabeth değil." dedim, bunu hem ona hem de kendime itiraf etmiştim. Canımı sıkan Diana'ydı. Hem de çok. Belki Başkan Eugine'den bile fazla. İşin komik yanı, 'benim' canımı sıkacak bir şey bile yapmamış olmasıydı.
"Kimden bahsediyorsun? Başkan Eugine'den mi?"
Nihayet Abraham'a baktım ve sorun olmadığını göstermek için yumuşak bir şekilde gülümsedim. "Önemli değil. Sana iyi bir haberim var, birkaç günlük çalışan buldum. O arada sen de iş için uygun birilerini ararsın, olur mu?"
"Tabii... Sen nereye gidiyorsun?"
"Çalışma odama, çalışacağım."
Çalışma odama geçtiğimde yeni gelen eşyaların ve aletlerin düzgün bir şekilde raflara yerleştirilmiş olduğunu görünce şaşırdım. Sonra bunu Damien'ın yaptığını tahmin ettim. Ben Abraham ve Elizabeth'le konuşurken her şeyi halletmiş olmalıydı. Aslında çok düşünceli bir hareketti çünkü o eşyalar tek başıma taşıyamayacağım kadar ağırlardı. Masama geçip bozuk makinemin bozuk anahtarı üzerinde çalışmaya kaldığım yerden devam ederken dert etmem gereken çok daha önemli bir şey olduğunu hatırladım. Tüm bu kargaşa arasında 'arızalanan' makinemi unutmuştum. Üstelik o makine artık benden nefret eden Başkan Eugine'nin evinde duruyordu. Bu düşünceyle başımı ellerimin arasına alıp kalbimi yiyip tüketen bir sıkıntıyla iç çektim.
Harika bir detay.