?1.BÖLÜM: KIRILGAN BAĞLAR

2965 Words
Eve dönmek gibisi yoktur. Genellikle böyle düşünürdüm çünkü evim benim güvenli, sıcak, korunaklı limanımdı ancak o gün böyle hissetmekten çok uzaktım. Özellikle de Başkan Eugine yüzünden. Adamın kinle damıtılmış sözleri hâlâ zihnimde yankılanırken malikaneme dönmek bana hiç de 'güvenli' gibi gelmedi. Dahası Damien yol boyunca hiçbir kelime etmemişti. Tek düşündüğüm gösteri yüzünden bana kızgın olduğuydu ve kızgın olmaya hakkı da vardı. Kendi suçluluğumun yükü üzerime kurşun gibi çöküyordu. Ona fikrini sormadan böyle bir şey yapmamam gerekirdi çünkü bu karar onu da etkiliyordu, hatta daha çok onu. Başkan Eugine'nin öfkelendiği tek kişi ben değildim... Ama herkes Damien'a zarar vermemi isterken öfkemi, hayal kırıklığımı, endişemi kontrol edememiştim. Her gün gördüğüm yüzlerdi bunlar. İşlerini yaptığım, yardım ettiğim, bana saygılı ve nazik davranan, güzel ve akıllı insanlar. İyi insanlar! Nasıl olur da benden başka kimse bunun yanlış bir şey olduğunu düşünmezdi? Nasıl olur da insanlar başka bir insanın cezalandırılmasını izlemekten bu kadar zevk alırdı? İnsanın özünde kötülük var ve önünde sonunda bu ortaya çıkar, demişti Damien bir keresinde bana. O zaman ona karşı çıkmıştım ama haklı olduğunu şimdi anlıyordum. Toplumumuz çürümeye başlamış bir akşam yemeği gibiydi ve bu gidişle tamamen küf tutması uzun sürmezdi. Öyle bir durumda bizden daha güçlü olan ülkelerin 'kanserli kolu kesip atma' konusunda bizim kadar aptalca davranmayacaklarından emindim. Siyasetten ve politikadan pek anlamasam da güç dengesinden ve sömürgecilikten anlardım. Damien'ın sandığı kadar saf değildim. Malikanemi temizlemek ve düzenlemek için gelen genç, hizmetçi kızlardan biri -Sanırım adı Marie'ydi- gergin bir ifadeyle bizim için kapıyı açarken elimi zonklayan başımda gezdirerek 'Ne mide bulandırıcı!' diye düşündüm kendi kendime. İnsanlar iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamışlardı. Sorun onun sadece Damien olması ve benim de ona bir şekilde değer veriyor olmam değildi- Sorun, düşünce tarzlarıydı. Asillerden değilsen hiç kimseydin ve bir köleysen hiç kimse bile değildin. Onlar iyi ve saygılı insanlar değillerdi. Bana karşı iyi ve saygılı davranmalarının tek sebebi onlardan daha zengin, daha üstün bir statüde olmamdı. Eğer bir köle ya da sıradan bir ailenin kızı olarak doğsaydım ve yine başarılı bir makinist olsaydım beni sömürmekten başka bir şey yapmazlardı. Bu yüzden Damien'a değer verdiğimi söylemem, onu öpmem hem Başkan Eugine hem de diğer insanlar için kabul edilemez bir şeydi. Aslında içten içe böyle olduğunu hep biliyordum. Diana bu yüzden Damien'la olan ilişkisini saklamamış mıydı? Korkmuştu. İtiraf etmem gerekirse ben de korkuyordum ama Diana ve ben farklı ruhlardan yaratılmıştık. Onun aksine sırf insanlardan ve başkandan korktuğum için Damien'a zarar verecek bir şey yapmazdım. Üstelik sınırı aşan ben değildim. Özür dilemeyi ve aksini düşünmüyor olmama rağmen meclis kürsüsünde söylediğim her şeyi geri almayı kabul etmeme rağmen Damien'a zarar vermemi emrederek Başkan Eugine zaten sınırı aşmıştı. Marie, bir kez daha konuştuğunda ruhumun en derinliklerinde yükselen kasırgayı dizginleyip suratıma yerleştirdiğim sakin bir ifadeyle ona geri döndüm. Kız ellerini ovuşturuyor, her zamankinden biraz daha gergin görünüyordu. Belki de olması gerekenden daha gergin. Bir sorun olduğu açıktı. Gergin bir sesle "Hanımefendi... Rahatsız ettiğim için çok özür dilerim ama Abraham sizi çalışma odasında konuşmak için beklediğini söylememi istedi." dediğinde haber mideme bir yumruk gibi indi. Lanet olsun. Bana çok kızgın olsa gerekti. Abraham'la yüzleşmeye şu an hazır değildim ama bu yapmam gereken bir şeydi. Hem şimdi bir şekilde geciktirsem bile bir noktada mutlaka onunla konuşmam gerekecekti. Sonuçta aynı çatı altında yaşıyorduk. Zihnimi sarıp sarmalayan tüm karmaşaya rağmen sakin bir ses tonuyla "Teşekkür ederim, Marie." dedim. Öte yandan kendimi kontrol edemeyerek biraz ötemde duran Damien'a bir göz attım. Parmaklarını gömleğinin üzerinden karnına, Başkan Eugine'in daha önce o korkunç elektrikli sopayı vurduğu yere bastırdı. Kaşları çatıktı ve yüzünde hafif bir can sıkıntısından başka herhangi bir duygu yoktu. Canı mı yanıyordu? Yoksa sadece kızgın mıydı? Keşke ne düşündüğünü anlayabilmemin bir yolu olsaydı. Abraham'la konuşmak için ayrılmak üzereyken Marie'nin sesi adımlarımı durdurdu. "Hanımefendi?" "Evet, Marie?" "Eğer... Eğer herhangi bir desteğe ihtiyacınız olursa veya konuşacak birini ararsanız... Ben buradayım." Geri kalan herkes gibi olanları o da duymuş olmalıydı. Kıza döndüm ve kibar olmaya çalışırken buruk bir şekilde gülümsedim. "Teşekkür ederim, Marie. Bunu takdir ediyorum ama sen sadece işine odaklan, tamam mı? Benim için endişelenecek bir şey yok." dedim; Abraham dışında tabii ama bunu kendim de halledebilirim. Hizmetçi kız bu konuda onunla konuşmak istemediğimi fark edince isteksiz ama uysal bir şekilde "Peki." dedi. Parmaklarını karnının üzerinde birleştirip bizi rahat bırakmak için birkaç adım geri çekildi. "Sadece kendinize dikkat edin, lütfen." "Edeceğim, endişelenme." Marie'yi orada bırakıp çalışma odamın olduğu koridora yürürken Damien'ın sessizce beni takip ettiğini hissedebiliyordum. Bir şey demek yerine yürümeye devam ederek yüksek sesle iç çektim. Aşırı temkinli davranmak istemiyordum ama bu konuşmaya onun da eşlik etmesi konusunda ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Bir an ona gelmemesini söylemek istedim. Sonra bu fikrinden hemen vazgeçtim. Bu konuşma ya da azarlama sandığım kadar kötü gidemezdi herhalde... Ama çalışma odamın kapısından içeri adım attığım anda yanlış düşündüğümü anladım çünkü Abraham onu hiç görmediğim kadar öfkeli görünüyordu. Hatta öfkeli demek bile az kalırdı. Resmen köpürüyordu! İleri geri volta atıyor, artık uzamaya başlamış olan gri sakallarını ovuştururken kıpkırmızı bir yüzle kendi kendine bir şeyler söyleniyordu. Hem feci endişeli hem de feci kızgındı. Ayak seslerimizi duyunca volta atmayı bıraktı ve başını kaldırıp bize baktı. Birdenbire garip bir utancın ifademe yansıdığını hissettim çünkü bana tıpkı onu hayal kırıklığına uğratmışım gibi bakıyordu. Kahretsin. Bu adam benim manevi babam gibi bir şeydi. Hayal kırıklığını yüzünde görmek isteyeceğim son şey bile olamazdı. "Tanrı aşkına, Vanessa! Orada yaptığın şey de neydi öyle? Sen aklını mı kaçırdın?" Sorduğu ilk şeyin bu olması nedense beni hiç şaşırtmadı. Abraham'ın hayal kırıklığının ağırlığını hissederken omuzlarım düştü. Biraz olsun cesaret bulduğumda ona doğru bir adım atarak "Abraham... Ben... Açıklayabilirim..." dedim. Gerçi böyle bir durumu nasıl açıklayacaktım ki? "Ben yalnızca..." "Hayır, sus. Tek kelime daha etme. Bahanelerini duymak bile istemiyorum." Zaten susmuş olmama rağmen avucunu hızla havaya kaldırdı. "Seni başkalarının yanındayken nasıl davranman gerektiği hakkında uyarmıştım. Hem de defalarca kere! Ve buna rağmen oraya çıkıp tüm şehre meydan okumaya mı karar verdin? Bir an olsun kendi güvenliğini düşündün mü hiç? Ne yaptığını bile biliyor muydun ki?" "Abraham, lütfen... İşlerin bu kadar kötüye gitmesini istemedim." Bu durumu ne kadar umursamadığını göstermek için kollarını göğsünde kavuşturarak gri kaşlarını çattı. Alaycı ama bir o kadar da hırçın bir sesle "Oh, istemedin mi?" diye çıkıştı - Damien'ı korumak için ne kadar ileri gidebileceğimi o ana dek yeterince gördüğü için bana inanamıyordu. "Evet, elbette istemedim. Başkan Eugine..." Sözümü aceleci bir edayla kesti. "Ne yaptı? Ne yapmış olabilir ki? Seni Damien'ı cezalandırman için tehdit mi etti? Zorladı mı? Başkan Eugine ne merhametli ne de iyi bir insan ama aynı zamanda da bu şehrin başkanı. Çocuk değilsin artık. Meclis konuşmandan sonra sözünü geri almanın onun için yeterli olmayacağını düşünemedin mi? Bu köleye yalnızken nasıl davrandığın umurumda değil ama orada, tüm insanların önündeyken Başkan Eugine'nin dediğini yapmalı ve Damien'ı cezalandırmalıydın. Sonra ikiniz de kendi yolunuza bakabilirdiniz ama sen bunun yerine baş meclisin emirlerine doğrudan karşı çıkmayı seçtin. Hem de tüm bir şehrin önünde! Başkan Eugine orada yaptığın şeyin hesabını mutlaka senden soracak. O adamın ne kadar tehlikeli olabileceğini bilmiyorsun sen." Abraham'ın karşısında dururken sözleri ok gibi kalbime saplandı, her biri hayal kırıklığının ve öfkenin ağırlığını taşıyordu. Nasıl böyle şeyler söyleyebiliyordu? Her zaman şefkatli davranan Abraham nereye gitmişti? Ağzımın kuruduğunu hissederek kendimi açıklamak için doğru sözcükleri bulmaya çalıştım. Konuştuğum zaman sesim de bedenim gibi hafifçe titriyordu. "Ne olursa olsun, kim isterse istesin, ona zarar vermem... Tamam mı?" "Ama bu zaten en başta senin hatandı! Sana hediye ettiği köle hakkındaki düşüncelerini kendine saklasan Başkan Eugine senden Damien'ı o şekilde cezalandırmanı istemezdi. Yine duygularının seni yönetmesine izin verdin, tıpkı konsey toplantısında yaptığın gibi. Anlamıyor musun? Kimse asla kabul etmeyeceği gerçeklerin yüzüne vurulmasından hoşlanmaz! Başkan Eugine belki en merhametli lider değil ama bu şehri düzende tuttu ve senin böyle otoritesini sorgulaman... Tehlikeli. Üstelik bu gösterinin ana kentte ve yeraltı şehrinde ne gibi yansımaları olabileceğini düşünsen iyi olur çünkü bu Damien'la ilgili değil. Bu seninle ve tüm toplumumuzun istikrarıyla ilgili. İstesen de istemesen de meclis üyesi bir asilsin sen. O yüzden hayal kurmayı bırak. Kölelik karşıtı reformun hiçbir zaman meclisten onay almayacağı gibi her şeyi daha da kötüleştireceksin. Sırf Damien'ı orada cezalandırmak istemediğin için yeraltı şehrindeki insanlar senin yüzünden ölürse hoşuna gider mi? Bununla yaşamaya devam edebilecek misin?" Damien'ın sesi kulaklarımda patladı; şiddetli bir gök gürültüsü gibi sarsıcı bir tonla "Abraham!" diye bağırdı. Abraham'ın ifadesi taşa döndü, gözleri kısılırken sert ve kasıtlı bir yavaşlıkla Damien'a doğru döndü. Ona karşı hissettiği tüm olumlu hislerin çok geride kaldığını görebiliyordum. Her kelimesi tıpkı bir bıçak gibi havayı keserken, her bir harf bariz bir hor görmeyle damlıyordu. "Bu konunun dışarıda kal, Damien. Seni ilgilendirmiyor." "Onunla sakın bir daha bu şekilde konuşma." Damien'ın ses tonundaki şiddetli korumacılık hem benim yüzümde hem de Abraham'ın yüzünde bir anlık bir şaşkınlık oluşturdu. Abraham kendine geldiğinde "Demek sonunda onu umursamaya başladın." diye alay etti ve ardından da nefes almakta zorluk çekiyormuş gibi parmaklarını boynuna kaldırıp fularını gevşetti. Başını iki yana sallarken keyifsiz bir şekilde yüksek sesle güldü. "Ah, senin adına sevindim ama açık olayım mı Damien? Vanessa'nın benim için Peter'dan hiçbir farkı yok. O benim kızım gibi. O yüzden benim için senden de sergilediğiniz bu gösteriden de çok daha değerli. Ustan olduğu için ona hayır deme lüksün olmadığını biliyorum ama nasıl onu böyle bir tehlikeye atarsın? Tek yapman gereken orada durup-" Bir anda ne demek üzere olduğunu fark etti, anında pişman olarak dudaklarını birbirine bastırırken Damien 'Hadi, devam etsene.' dercesine gözlerini ona dikti. Hissettiğim panik daha da büyürken dayanamayarak Damien ve Abraham'ın arasına girdim yoksa birazdan geri dönüşü olmayan bir kavga çıkacaktı. "Abraham! Damien'ın bununla bir ilgisi yok!" "Şunu yapmayı kes artık!" "Hayır! Onu bu şekilde suçlayamazsın!" "Ne var, biliyor musun Vanessa?" Abraham ellerinden birini sıkıntıyla kaplı yüz hatlarında gezdirdi. Öfkesi git gide azalırken omuzları aşağı düştü. Şimdi kızgın bir adamdan ziyade 'yorgun' bir adam gibi görünüyordu. "Haklısın. Damien'ı suçlayamam çünkü bu benim hatam. Keşke onu kabul etmen için en başta seni hiç cesaretlendirmeseydim. O zaman hayatını böyle mahvetmeni izlemek zorunda kalmazdım." Bunu söylediğine, dahası cidden böyle düşündüğüne inanamıyor, inanamak da istemiyordum. Donup kalmış bir halde ona bakarken Abraham başını iki yana salladı ve oldukça öfkeli bir şekilde Damien'ın yanından geçip çalışma odamdan çıktı. Bir saniye bile duraksamadan peşinden gitmek için dönerken "Hemen döneceğim!" dedim Damien'a. Önce Abraham'la bu meseleyi konuşmak zorundaydım. Benim için endişelendiği için böyle konuştuğunu anlıyordum ama benim hatam olan bir şey için Damien'ı suçlamaya devam edemezdi. Bu hiç adil değildi. Arkasından "Abraham, dur! Bekle!" diye seslendim. Durmadı. Aksine daha da hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Öfkeli adımlar malikanenin koridorunda yankılandı. Abraham hızlı bir şekilde odasına gidip kapıyı kapattığında adımlarımı hızlandırdım, kalbim göğsümde hızla çarparken onun ardından yetişmek için çaresizce koştum ama kapı kolunu çevirdiğimde çoktan kapıyı kilitlemişti bile. Onu cidden daha önce hiç bu kadar öfkeli ve kontrolsüz görmemiştim. Oysa her zaman bana mantıklı tavsiyeler veren, sakin olan taraftı bu yaşlı adam. Kilitli, ahşap kapıya hafifçe vurarak "Abraham, lütfen! Bunu konuşamaz mıyız? Seni kızdırmak istememiştim!" dedim ama beni duyduğundan emin olmama rağmen ne kapıyı açtı ne de bir şey söyledi. Üzgünce duraksadım ve ne yapacağımdan emin olamayarak iç geçirdim. Öylece pes etmek istemiyordum ama onu kapıyı açmaya nasıl ikna edeceğimi de bilmiyordum. "Hanımefendi? Bir sorun mu var?" Yüksek sesle nefes aldıktan sonra Marie'ye doğru döndüm. Epey uzun bir süredir aşçılığımı yapan Juno'da yanındaydı ve daha önce hiç Abraham'la bu şekilde kavga etmediğim için, ikisi de koridorun ucunda durmuş gergin ve üzgün gözlerle bana bakıyorlardı. Abraham'ın kapısından biraz uzaklaşırken bir an kelimeler benden çok uzaklara kaçtı. "Ben... Evet? Bir şey mi oldu?" Juno, gözlerindeki hüznü yansıtan bir biçimde bana gülümsedi. Yumuşak bir tavırla "Bunu bizim size sormamız gerekmez miydi?" dediğinde dudaklarım sessizce aralanıp kapandı. "Ah, şey... Bir şey olduğu yok. Abraham ve ben biraz tartıştık sadece." "Bence onu biraz rahat bırakmalısınız." Şaşkın şaşkın "Ne?" diye mırıldandım. "İnsan öfkeliyken yalnız kalmalı." Juno bir kez daha gülümsedi ve bir an ifadesindeki sıcak bilgeçlik bana Abraham'ı hatırlattı- en azından eski Abraham'ı... "Onu biraz rahat bırakırsanız bir süre sonra sizinle konuşacak kadar sakinleşecektir. Biliyorsunuz, bugün olanlar herkesi biraz sarstı." "Böyle olsun istememiştim." "Biliyorum, hanımefendi." Kilitli kapıya yeniden baktım. Belki de haklılardı. Belki de Abraham'ın ihtiyacı olan şey biraz zamandı. Onunla konuşma ihtiyacımı zor da olsa görmezden gelerek kapıdan uzaklaşırken Abraham'ın daha önce bana dediklerini düşünüyordum. Endişe ve acı duygusu kalbimi kemirirken -Orada pişmanlık yoktu- ifademi saklamak için başımı öne eğdim. Dönüp Marie ve Juno'nun yanından geçtim. Bir yandan da "Hepiniz birkaç günlüğüne izinlisiniz. Ücretlerinizi alacaksınız." diyerek yalnız kalma ihtiyacımı gerçekleştirdim. İnsanların, özellikle de evimdeki çalışanların bu bakışlarından kaçmak istiyordum. Bana sadece şaşkınlık ve dehşet içinde bakmıyorlardı. Bakışlarında yargılama da vardı- Bana sanki Vanessa'ya tıpatıp benzeyen başka bir kadınmışım gibi bakıyorlardı. Damien çalışma odamda değildi ve onu bahçenin arka tarafındaki merdivenlerde otururken bulduğumda evdeki çalışanlar çoktan malikaneden ayrılmıştı. Birdenbire yalnız kalma düşüncesi o kadar da iyi bir fikir gibi gelmemeye başladı. Abraham benimle konuşmak bile istemiyordu ve Damien'la konuşma fikri de mideme inen sert bir yumruktan farksızdı. Alt dudağımı ısırarak Damien'ın bol, beyaz gömleğinin altından bile belli olan geniş omuzlarına dikkatle baktım; kapının oradan onu seyrediyor, yanına gidecek cesareti bulmayı ümit ediyordum. Geri kaçma dürtüm görmezden gelemeyeceğim kadar yoğundu ama sonra garip bir şekilde, anlık bir cesaretle, ona doğru yürüdüm ve oturduğu basamağın yanındaki boşluğa oturdum. Bir sürü cebi olan kahverengi pantolonumun altındaki mermerin serinliğini hissederek Damien'a baktım. Gün batımını seyrediyor, parmaklarının arasında çalışma odamdan aldığını düşündüğüm entegre bir pili çeviriyordu. Hiçbir şey demeden gözlerimi şehrin arkasından göz alıcı bir manzara sunan gün batımına çevirdim. Ufuk çizgisinin altına doğru kayan güneş her yeri rengarenk yapmıştı. Gökyüzü maviden turuncuya, turuncudan pembeye ve mor tonlarına dönüyordu. Yeni kesilmiş çimen kokusu burnuma dolarken doğanın bu sessiz huzuru karşısında gözlerimi kapatıp iç çektim. Ağaçların yapraklarını hafif bir meltem hışırdattı. Sonra küçük, cılız bir miyavlama sesi duydum. Gözlerimi açıp ayaklarıma indirdim. Yavru kedim Iron, şımarık bir şekilde bacaklarımın altında dolanıp bana sürtündü. Olanları -O gün içinde yüz kere yaptığım gibi- bir kere daha düşündüm. Dalgın bir şekilde tırnaklarımı oturduğum mermer basamağın üzerindeki bir çatlakta gezdirdim. Damien'e göz attığımda göğsümdeki acı daha da arttı, kafam karışmıştı ve onu herkesin için öptükten sonra aramızda ağır bir sis gibi duran sessizliği nasıl bozacağımı bilmiyordum. Ne yapmalıyım? Onu hiç öpmemişim gibi mi davransam? Bu onu aniden öpmek kadar garip ve rahatsız edici olmaz mı? Hayır, bir şeyler söylemeliyim. En azından kendimi ona açıklamalıyım. Adı dudaklarımdan tek bir nefeste döküldü. "Damien..." Entegre pil parmaklarının arasından kayıp düştü. Damien hareketsiz kaldı, varlığını unutmuş gibi pili düştüğü basamaktan almak için bir hamle yapmadı. Konuşmak için kendimi zorlayarak, içten bir biçimde, "Her şey için özür dilerim." dedim. "Özür dilemene gerek yok." dedi hemen. Gözleri hâlâ ufuktaydı. Bana bakmayacak. "Ben de senin kadar hatalıydım." "Ben daha çok hatalıyım. Abraham haklıydı, yaptığım aptalcaydı. Seni de peşimden sürüklemeliydim. Ben sadece... Seni incitmemi istediği için Başkan Eugine'ne çok kızgındım ve bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyordum. O şeyleri söylemek, öyle bir gösteri yapmak ve onu kızdırmak için seni ö-öpmek..." Kalp atışlarımın kulaklarımda yüksek sesle çarptığını hissedebiliyordum. Utanarak gülümsedim ve hafif bir hareketle başıboş bir saç telini düzelttim. Damien'ı öperken sadece Başkan Eugine'ne ne derse desin ona asla zarar vermeyeceğimi göstermek istemiştim ama garip bir şekilde o öpücüğün tadını hâlâ dudaklarımda hissedebiliyordum. "Ben... Ben o şekilde davranmamalıydım. Aptalca ve sorumsuzca bir şeydi. Eğer sinirlendiysen ya da rahatsız olduysan anlarım." Normalde lacivertin çok hoş bir tonu olan ama batan güneşin etkisiyle içinde sarı pırıltılar dolaştığı koyu mavi bakışlarını gözlerime çevirdi. Sonra güldü ve parmaklarını uzatıp başımı okşadı. "Sana kızgın değilim, hiç olmadım. O öpücüğün sadece gösteriş için olduğunu biliyorum ama ne olursa olsun, Başkan Eugine'in yüz ifadesini görmeye değerdi. Sadece... Böyle böyle bir şey yapmanı, öyle şeyler söylemeni beklemiyordum. Beni cidden şaşırttın." "Ama bu bir hataydı. Seni korumaya çalışıyordum. Oysa şimdi sadece işleri daha da kötü yaptığımı görüyorum. Başkan Eugine'i hiç o kadar öfkeli görmemiştim. Bu gösterinin sana ne gibi belalar getireceğini tahmin bile edemiyordum." "Bir saniye olsun kendini düşünemez misin?" diye yakınarak gözlerime daha iyi bakmak için biraz üzerime eğildi. Gerçekten de bu konuda endişeliydim. O'ysa Damien'ın suratında en ufak bir korku ya da endişe yoktu. Aksine sakin bile görünüyordu. Güneşin öptüğü kirpiklerinin gölgesi yanağına düşüyor ve simsiyah saçlarının arasında, gözleriyle aynı renkte olan teller parlıyordu. Rahat bir tavırla omuzlarını silkti. "Başkan Eugine zaten benden nefret ediyordu. Yani, sorun ne? Ondan çok daha kötüyleriyle karşılaştım. Sen sadece kendini düşün." "Bu hiç kolay değil!" "O halde ben seni düşünürüm." dedi gözlerini yüzümde gezdirerek, uzandı ve mermerdeki çatlak izini takip eden elimi yakaladı. "Hiçbir şey için endişelenmene gerek yok. Kimsenin orada olanlar yüzünden seni incitmesine müsaade etmeyeceğim. Hiç kimse, hatta Başkan Eugene bile, sana dokunmaya cüret edemez." Nefesim kesilirken gözlerim şaşkınlıkla genişledi. Bunları derken öyle kendinden emin görünüyordu ki! Hafif bir kızarıklık yanaklarımı renklendirirken, neredeyse bir fısıltı kadar alçak bir sesle, "Neden?" diye sordum ona. "Neden şimdi bu kadar korumacı davranıyorsun?" "Çünkü senin gibi biri savaşmaya değer. Sen her zaman gerçeksin, Vanessa. Nazik, samimi ve dürüstsün. Ayrıca şimdiye dek tanıdığım en güçlü insansın. Şartlar ne olursa olsun, doğru olduğuna inandığın şeyi yapmaktan vazgeçmiyorsun. Bu yüzden sana saygı duyuyorum." Bu... Vay canına. Damien'ın hakkımda böyle şeyler düşündüğünü bilmiyordum ve açıkçası kendimi hiç bu şekilde düşünmemiştim; Gerçek. Ve bana saygı mı duyuyordu? Bu eve ilk geldiğinde bana karşı sergilediği açık sözlülüğü düşününce bunu ondan duyuyor olmak bana kendimi garip hissettiriyordu. Kelimeler dilimin ucuna kadar gelse de sözcükler bir türlü dudaklarımdan dökülmedi. Damien'ın benden bir cevap beklediğini sanmıyordum gerçi. Bakışlarını yeniden ufuk çizgisine çevirirken bir süre daha yüzüne bakmaya devam ettim. Gözlerimi belirgin çene hattında, yüz hatlarına mükemmel bir şekilde uyan düzgün burnunda ve acayip yumuşak görünen, gür, dalgalı saçlarında gezdirdim. Bir an için ne kadar yakışıklı olduğunu unuttuğumu fark ederek şaşırdım. Ardından ben de gözlerimi manzaraya diktim. İron kucağıma sıçradı ve mırıldanarak kıvrılıp beyaz, tüylü bir top halini aldı. Sonra da o iri, masmavi gözleriyle bana baktı. Hafif bir gülümsemeyle kucağımda uyumaya hazırlanan yavru kedinin kulağının arkasını ve sırtını okşadım. Uzun ve en az Damien'ınkiler kadar siyah olan saçlarım yanaklarımdan süzüldü. Kediye şefkatle bakarken Damien'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Gelecekte bizi nelerin beklediğini bilmiyordum ama o an, o eski merdivenlerde onunla yan yana otururken hiç olmadığım kadar huzurlu olduğumu hissediyordum. Kimin ne istediğin, ne dediğinin bir önemi yoktu. Abraham'ın bile. Ona orada zarar verseydim eğer kendimi asla affedemezdim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD