? GİRİŞ: IŞIK VE GÖLGE

2169 Words
Cesaret ve ahmaklık arasında ince bir denge vardır, derler. Bu adamı tüm bir şehrin karşısında öperken hangi noktada durduğumu anlamak zor. Gerçi kendimi bu kadar ahmak hissettiğim başka bir an daha yoktu. Nasıl bu duruma düştüğümü hâlâ anlamıyor olsam da Damien'ı tüm bir şehrin önünde ÖPMEMEM gerektiğini çok iyi biliyordum. Bu bir hataydı, yanlıştı ve hepsinden öte yasaktı. Demek istediğim, gerçekten yasaktı. Damien bir köleydi. Gerçek bir köle. Özgürlüğe yabancı, onu gördüğünde tanımayan bir adamdı. Hayata olan öfkesi onu vahşi bir savaşçıya dönüştürmüştü. Bense öyle değildim. Bunu zengin ve özgür olduğum için söylemiyorum. Biz farklıydık. Ruhlarımız birbirine benziyor olsa da dünyalarımızın arasında bir uçurum vardı. En samimi olduğumuz anlarda bile o uçurumu hep orada hissederdim. Şimdi de hissediyordum. O uçurum tam orada, aramızdaydı. Yine de parmaklarımı bir kaya gibi sağlam olan omuzlarının üzerinden göğsüne kaydırdım ve gömleğini avuçlarımın arasında sıkarak Damien'ın bedenine sığındım. Tanıdık kokusu beni kucaklarken kalbimin çaresizlikten sızladığını hissettim. Sanki ne kadar çabalarsam çabalayayım ona asla yeterince yakın olamayacaktım, hep benden bir adım uzakta olacaktı... Dudaklarının tadı dudaklarımdayken bile... Daha önce hiç böylesine bir yakınlığı deneyimlememiş olmanın farkındalığı, zaten karmaşık olan duygularıma bir katman daha eklerken parmaklarım içgüdüsel olarak Damien'ın gömleğini biraz daha sıkı kavradı. Avuç içlerim garip bir elektrik hissiyle karıncalanıyordu ve kalbim düşüncelerimin kaotik ritmiyle başa çıkmaya çalışıyormuş gibi hızla atıyordu. İtiraf etmem gerekir ki, ilk öpücüğümü tüm bir şehrin önünde vermek pek planlarımın arasında yoktu. Onu alan kişinin birkaç hafta önce tanıştığım bir adam olduğunu düşündükçe mideme kramplar giriyordu. Dahası herhangi bir adam değildi, bu Damien'dı. Gladyatör ya da köle değil... Sadece Damien... Anılar parmaklarımdan kayıp gidiyormuş gibi hissettiğimde ismini ilk duyduğumda hissettiklerimi anımsamaya çalıştım ama her şey uzak geçmişin pusunda kaybolup gittiği için başaramadım. Kalbime saplanan acı dalgasıyla gözlerimi daha da sıkı kapattığımda Damien ruhunu parçalayan bu öpüşmeyi kesen taraf oldu. Bana o kadar uzun süre, öyle dikkatle baktı ki göğsüm sıkıştı. Yanaklarım alev alev yanıyordu. Uzandım, titreyen elimi yanağına koydum. Başını elime doğru eğdi. "Damien..." dedim sadece. Ağzı bir şeyler daha demek için açılıp kapandı ama sesi çıkmadı. Bana kızgın mıydı? Ona fikrini sormadan tüm bir şehri, daha da kötüsü, Başkan Eugine'ni karşısına almasına neden olmuştum. Etraftaki insanların uğultularını duyuyordum. Berbat bir fikirdi ama kalabalığa bakmak için gözlerimi omzumun üzerinden kaydırdım. Abartısız bir şekilde insanların hepsi bize bakıyordu. Kimi şaşkın, çoğu da ölümüne kızgındı. Abraham ve Peter'ı hiçbir yerde görmüyordum -Şükürler olsun! Her ikisinin de bunu görmesini istemezdim. Biri babam gibiydi, biri de...- Ama kuzenim Elizabeth tam orada, en öndeydi. Parmaklarını dudaklarına bastırmıştı ve gözleri ortaya dökülmemiş bir kahkaha ile parıl parıl parlıyordu. Asiliği ile tanınmış olan bir köleyi, bir gladyatörü herkesin önünde öpecek kadar aptal olduğumu görmekten ne kadar da zevk alıyordu! Bakışlarım biraz ileride duran Diana'ya kayınca onun aptallığımdan Elizabeth kadar eğlenmediğini gördüm. Hatta hiç eğlenmiyordu. Belki de sorun Damien'dır çünkü tek fark ettiğim kadının güzel yüzüne açıkça işlenmiş olan şaşkınlık ve hayal kırıklığıydı. Gözleri iri iri açılmıştı ve akmayan yaşlarla nemlenmişti. Canı yanıyordu. Bu o kadar belliydi ki bencilin teki olsa bile bir noktada Damien'a gerçekten değer verdiğini düşünmeden edemiyordum. Yoksa neden bu kadar üzgün görünsün ki? Yine de üzüntüsünün altında başka bir şey, bir hırs vardı. Bu ifadenin aynısını daha önce Başkan Eugine'nde görmüştüm. Kaybetmemiş olmayı hazmedememenin getirdiği bir şeydi bu. Onu Damien'la görüştürmemi isterken geçmişte ne yaşanırsa yaşansın Damien'ı istediği şekilde geri alacağından o kadar emindi ki, burada olanlar en çok onu şaşırtmıştı. Gözlerimi eski sevgilisinin üzerinden ayıramazken Damien kadının varlığının zerresini bile fark etmiyormuş gibiydi. Aslında orada olduğunu bildiğini bile sanmıyordum. Burnunu giderek ısınan elmacık kemiğim boyunca dokundurdu. Sesi yorgun ve boğuktu... "Gerçek mi bu?" Birkaç hafta öncesini düşününce, hediye edildiği asil tarafından tüm şehrin önünde öpülmek gelecek planlarının arasında olmasa gerekti. Gerçi neden olsundu? Onu tanıdığımda kimseye güvenmiyordu. Biri bir asilin ona zarar vermek istemediği için şehir başkanına ve diğer asillere kafa tutacağını söyleseydi bir an olsun inanmazdı bile. "Evet." Sesim çatladı ama cesur olmaya, yaptığım şeyin arkasında durmaya çalıştım. "Kesinlikle gerçek." "Neden? Neden diğerleri gibi değilsin? Neden yapıyorsun bunu? Anlamıyorum. Asla da anlamayacağım. Zenginsin, başarılısın, asiller meclisine bile üye edildin. Her şeyi riske atmaya değmez." "Hayır, Damien. Kaybedeceğim hiçbir şey sana zarar vermiş olmama değmez." Orada bir yerlerde anlayışa dair bir şeyler arayarak tutkulu bir yoğunlukla gözlerine baktım. Ne kadar içten olduğumu anlasın diye parmaklarımı teninden çekmeden önce yanağında dolaştırdım, sol kaşının üzerine düşen siyah tutamı kenara çektim. Damien'ın uzun, koyu kirpikleri zarifçe açıldı. Kadifemsi bir dokuya sahip olan saçlarının altında yakışıklı bir erkeğin suratına sahipti. Düz bir burun, belirgin çene hattı, hafif bir pembe tona sahip orantılı dudaklar, insanı başka bir dünyaya çeken ve gizemli bir ruhu saklayan büyüleyici, lacivert gözler... Hayatı boyunca bir gladyatör olarak yetiştirildiği için savaşmaya alışmış olan bedeni güç ve zarafetin karışımından oluşuyor, geniş omuzları belirgin bir şekilde daralan V şeklindeki siluetini vurguluyordu. Yumuşak bir tonla konuşmaya devam ederken tek dileğim beni anlamasıydı. "Kimsenin ne düşündüğü, ne hissettiği ya da ne yapmamı istediği umurumda değil. Yapmak istemediğim bir şeyi yapmayacağım. Bu yanlış ve kimse bu düşüncemi değiştiremez." Reddeden bir jestle başını sağa sola salladı. "Ama Başkan Eugine..." "O da umurumda değil. Hatta en çok o umurumda değil. Benim hakkımda istediğini düşünebilir." dedim kesin bir şekilde. Aptal, narsist ve sadist adamın tekiydi. Damien'a zarar vermek sadece onun kibirli ve acımasız eğilimlerini beslerdi ve onu tanıdığım için söyleyebilirim ki, asla da bununla yetinmezdi. Damien'a baktım. Bir şey demedi. Özür dilemek istiyordum ama zerre kadar fark yaratmayacakken o kadar anlamsız geliyordu ki... "Damien, bir şey söyle lütfen." Sesim neden bu kadar çaresizdi? Kelimelerimdeki gücü örten korku muydu? Yoksa belirsizliğin ağırlığı mıydı? "Bazen beni öldürtmek istediğini düşünüyorum." Dudaklarından keyifsiz bir nefes kaçtı ama gözleri hiç olmadığı yumuşaktı. "Uzun bir süre insanların konuşma konusu olacağız." Yeniden bizi izleyen insanlara bakmak için başımı çevirdim. Çeşitli yaşlardan ve kültürlerden gelen kalabalığın görüntüsü bana rengarenk bir denizi hatırlatıyordu. Her biri kendi benzersizliğiyle süslenmiş yüzlerin çoğunda yargılamanın ve merakın birleşimi vardı. Konuşmalar o kadar çoktu ki, sesler bir süre sonra bir arka plan gürültüsüne dönüşüyordu ama bazılarını, özellikle de yüksek sesle konuşanları, net bir şekilde duyabiliyordum. Belki de onları duymam için bilerek böyle konuşuyorlardı? Çünkü cidden sinir bozucu şeyler söylüyorlardı... "O asil az önce onu öptü mi? İnanılmaz! Hiçbir zaman böyle bir şeye şahit olacağımızı düşünmemiştim. Bu gösterinin bir parçası mı?" "Neden onu cezalandırmadı? Ben bunun hukuki bir yargılama olacağını sanıyordum." "Bu tür uygulamaların kabul edildiğini görmek gülünç. Birisi bunu yetkililere bildirmeli, göz ardı edilemez." "Adam, şu meşhur gladyatör değil mi?" "Bu şey yasal mı ki? O köle Yeraltı Şehri'nden gelmedi mi? Bileğindeki damgaya bakın." "İnsan haklarının bu kadar açıkça ihlal edildiğine tanık olacağımı hiç düşünmemiştim. Yeraltı Şehri'nden gelenleri hayvan gibi damgalamaları gerçekten rahatsız edici." "Ne saçmalık! O asil gözümüzün önünde kuralları çiğniyor! Yetkililerin buna göz yumduğuna inanamıyorum!" Ve devam eden bir sürü fısıltı... Başkan Eugine'nin dediğini yapmayıp, bir de kimseyi umursamadığımı göstermek için Damien'ı öperken bunun olacağını çok iyi biliyor olmama rağmen insanların yorumları karşısında ufalıp küçücük kaldığımı hissedebiliyordum. Bu bir şekilde utanç verici geliyordu. İnsanların bakışları ve söyledikleri benim için bile bu kadar rahatsız ediciyken Damien kim bilir nasıl hissediyordu? Onu resmen bu saçmalığın önüne atmıştım, hem de bile bile... Ama insanlar ebediyen bizim hakkımızda konuşmaya devam edemezlerdi, değil mi? Devam etseler bile bir önemi var mıydı? Kendi kendimi rahatlatmaya çalıştım; ne de olsan insanların dedikleri kim olduğumuzu belirlemez. Ne söylerlerse söylesinler, gerçek özümüz dokunulmamış bir şekilde kalır. Yine de tüm bu durum çok rahatsız ediciydi. Damien başını eğdi, bakışlarımı yakalayarak ifademe baktı. Her şeye rağmen insanların sohbet konusu olmaktan dolayı utanıyor, rahatsız oluyordum. Yüzümü saklamak için yanağımı Damien'ın köprücük kemiklerinin arasına yerleştirdim. Dar aralıktan kalabalığa göz attığım sırada Damien tüm bu söylentilerin arasında kalmış bedenimi kendini bedeninin yanına çekerek beni insanların yargılayıcı gözlerinden sakladı. Gergindim. O da gergindi. Solgun teninin altındaki sinirli kaslar, her hareketinde dalgalanarak güç ve çeviklik arasında zarif bir denge sağlıyordu. Derin bir sesle "Hadi, gidelim buradan. Tabii bu insanlara söylemek istediğin başka bir şey yoksa?" dediğini duyduğumda etrafına saçtığı koruyucu hava sayesinde sakin bir rahatlama hissettim. Alnımdaki endişe çizgileri hafifledi, minnettar bir ifadeyle değişti. Damien'ın sarsılmaz varlığı dünyanın sert yargılarına karşı bir kalkan gibiydi. Ne saçma. Sanki onunlayken kimse bana zarar veremeyecekti. "Hayır, yok. Hepsi buydu." dedim uysalca. Tek istediğim... "Eve gidelim, Damien. Burada daha fazla kalmak istemiyorum." "Sen nasıl istersen, Usta." Damien elimi tutmak için parmaklarıma uzandı. Normal şartlar altında asla yapmayacağı bir şeydi bu. O yüzden bir an şaşırarak tökezledim. Neyse ki dengemi geri sağlamam kolay oldu da birkaç saniye sonra adımlarına ayak uydurmayı başardım. Damien beni kalabalığın önünden götürürken uzaklardan gelen seslerin hafif mırıltısı yavaşça kayboldu. Meraklı bakışlardan uzak, daha sakin bir noktaya doğru yürürken bugünü hiç de böyle hayal etmediğimi fark ettim. Güya sadece özür dileyecek, sözlerimi geri alacaktım. Bir de şu olanlara bak! Dünyaya meydan okumuştum resmen. "Damien?" Yürümeye devam ederken, nazikçe, parmaklarımı elimi tutan elinin üzerine bastırdım. Bir teselli sıcaklığı iç içe geçmiş ellerimizden aktı. Küçük bir andı ancak bağımız hakkında çok şey anlatıyordu. "İyi misin?" "Evet." "Emin misin?" Kuşkusuz bir şekilde "Evet, eminim." dedi. Buna inanmakta güçlük çekiyordum ancak zamanla şüphelerim dağılmaya başladı çünkü endişelenecek çok daha önemli bir şey buldum: Başkan Eugine. Bizi bekleyen zorlukla yüzleşmeye hazırlanarak derin bir nefes verdim. Her masal mutlu sonla bitmez. Başkan da canımızı sıkmak için oradaydı, yolumuzun üstündeydi işte... Bizi binanın giriş kısmında bekliyordu ve dürüst olmak gerekirse, onu hiç o kadar kızgın görmemiştim. Sıkılmış yumrukları ve çatılmış kaşları hoşnutsuzluğunun derinliğini işaret ediyordu. Öfke duygusunun somut bir formu hâline gelmişti sanki. Yaptığım şeyin sonuçlarına kendimi hazırladım, ne de olsa bu durumun nasıl gelişeceğinden emin değildim. Koridorda sadece adımlarımızın hafif sesleri tarafından bozulan, sağır edici bir sessizlik vardı. Başkan Eugine gözlerini indirdi, birleşen ellerimize olması gerekenden daha uzun bir şekilde baktı. Kaşları daha da çatıldı. Ne kadar memnunsuz olduğunu daha ne kadar belli edebilirdi acaba? Korkum yoğunlaşınca ondan destek almak için Damien'ın parmaklarını sıktım. Yalnız değildim ve bunu kendime iyice hatırlatmam gerekiyordu. Başkan Eugine'nin tam karşısında dururken onun kızgın gözlerinin altında huzursuzluğum arttı. Damien yakınımda duruyor, Başkan Eugine'nin etrafındaki adamlara bakıyordu. On kadar adam vardı ve burada kavga çıkması durumunda ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gerçi Başkan Eugine meclis binasında kavga olmasına müsaade edecek bir adam değildi ama şu an çok kızgındı ve kızgınken insanlar düzgün kararlar veremezler. "Eğleniyor musun, Vanessa?" Dayanamayarak yüzümü hafifçe buruşturdum. Başkan Eugine'nin sakin, alaycı tavrı bağırmasından bile daha kötüydü. Yine de Damien'ı yok sayıp benimle konuştuğu için rahattım. Öfkesi tamamen bana yönelikti. Daha da öfkelenmesin diye sessiz kalarak cevap verdim. "İtiraf edeyim, ilginç bir gösteriydi." Güldü. Öfkeli bir gülüş. Kesinlikle keyifli değil. "Böyle anlaşmamıştık." dedim kendimi savunma ihtiyacı hissettiğimde. "Sadece özür dileyeceğimi söyleyerek beni kandırdın. Sonra da onu cezalandırmamı istedin, hem de tüm bir şehrin önünde. Bunu asla yapmam. Damien'ı asla cezalandırmam. Onun saçının tek teline bile zarar vermem." Belki de ağzımı asla açmamalıydım. Dediğim her sözcükle birlikte Başkan Eugine'nin yüzünün rengi değişerek kırmızıya döndü ve ateşini üzerime püskürtmekten bir an olsun geri durmadı. "Kes sesini, seni küstah! Ne saçmalıyorsun sen? Bu küçük pisliği sana ben verdim! Ben! Onu sana hediye etmesem onu tanımayacaktın bile, senin için sadece adını duyduğun bir gladyatörden başka bir şey olmayacaktı! Yani sana onunla ne yapmanı söylüyorsam onu yapmak zorundasın! Senden onu cezalandırmanı istiyorsam cezalandıracaksın, senden onu toplum içine çıkarmamanı istiyorsam çıkarmayacaksın, senden onu arenada dövüştürmeni istiyorsam dövüştüreceksin!" Damien parmaklarımı hafifçe sıktı. Ona baktığımda yüzünde sert bir ifade vardı. Sanki Başkan Eugine'ne vurup vurmaması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Yeniden Başkan Eugine'ne odaklanırken "Hayır." dedim kesin bir şekilde. Damien'ın varlığı ruhumda silinmez bir iz bırakmıştı. Bu yüzden kim isterse istesin ona zarar veremezdim. Başkanın asla anlamayacağını bilsem de açıklamak için elimden geleni yaptım. "Hediyeni takdir ediyorum ama bu konuda nasıl davranacağımı kontrol edemezsin. Sen ne yapmamı istersen iste, onun için en iyisi neyse ona karar vereceğim. O yüzden bir daha sakın benden 'özür' dilememi isteme çünkü aynı şeyi bir daha yapmaktan çekinmem." Başkan Eugine gittikçe kontrolden çıkan bir öfkeyle haykırdığında adamlardan biri -Esmer ve iri yarı olanı- bana doğru bir adım attı. Damien'ın onu fark etmesi bir saniye falan sürdü, omzunun üzerinden adama ölümcül bir bakışla baktı; Devlet başkanına saygısızlık ediyorsa ne olmuş yani? Geride dur yoksa çeneni kırarım senin, diyen bir bakış. Net, derin bir sesle "Yaklaşma." diye uyardı adamı ve şaşırtıcı bir şekilde tehdidi işe yaradı. Adam yüz hatlarında yeşeren bir tereddütle olduğu yerde kaldı. Şükürler olsun, çünkü en son arenada olanlardan sonra bir kavga daha görmeyi kaldıramazdın. Damien zaten yeterince gergindi ve burada da olay çıkarmaya istekli bir sürü adam vardı. Karşı taraf bu kadar öfkeliyken ve sayı olarak üstünken bir kavga çıkmaması mucize gibi bir şey olurdu ama şans bu defa bizden yanaydı. Halk hemen dışarıdaydı ve olayın çatışmaya dönüşme potansiyeli göz önüne alındığında Başkan Eugine parlamento binasındaki bir kavgayı tolere edemezdi. Başkan Eugine isteksiz bir tavırla adamlarına geri durmalarını belli eden bir işaret yaptığında düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu anladım. Bu adam için itibar her şey demekti. Tam da bu yüzden ne dersem diyeyim beni dinlemeyecekti. İç çekerek "Hadi gidelim," dedim Damien'a. Elini bir an olsun bırakmadan çıkışa doğru yürümeye başladım. İlk başta hazırlıksız yakalanan Damien yürüyüşüme hızla ayak uydurdu. Yanından geçerken Başkan Eugine bana doğru eğildi ve yarım bir gülüşle, sadece benim kulaklarımın duyacağı bir şekilde fısıldadı. "Tebrikler, Vanessa. Artık bir düşmanın var." Bu sözlerin ağırlığı kemiklerimin içine kadar işledi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD