"Boğazıma takılan bir şey var ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım hiç gitmeyecekmiş gibi..."

1895 Words
Nicolas evin kapısını tekmeleyerek açtıktan hemen sonra kucağındaki baygın kızı koltuğa yatırdı. Telaşlı adımları direk çekmecelerde yönelmişti. Genç adam bulduğu bezleri genç kızın uzandığı koltuğun önündeki koyu kahve masanın üzerine attı. Bu sefer telaşlı adımlarının rotası mutfaktı. Bir kova içerisine su doldurdu ve genç kızın yanı başına döndü. Omzundaki yara fazla derin değildi şükürler olsun ki. Nicolas Jessie'nin yüzüne düşen saçlarını geriye taradı ve bir müddet durgun haliyle genç kızı izledi. Her halinden belliydi ki Jessie şu an huzur içerisinde uyuyordu. Belki de çok yorulmuştu ve bedeni bu güçsüzlüğü fırsat bilip dinleniyordu. Nicolas parmaklarının tersiyle genç kızın elmacık kemiklerini okşadığı sıra sertçe tekmelenen kapı olduğu gibi duvara çarpmıştı. Nicolas içeri dalan adam ile olduğu yerden sıçramıştı. Siyah saçları dağılmış , kapkara bakışlara sahip bir adamdı. Yüzü gözü kan ve toprak içerisinde, elleri çamurdu. Dizlerindeki toprak da yırtık kumaşlar da dikkat çekiciydi. Ürkütücü bakışlarıyla birlikte sessizliği de fazlasıyla gergin bir ortam yaratıyordu. "Sen de kimsin?" diye sordu Nicolas öfkeyle. Siyah saçları gözleri önüne düşen Asır uyuşmuş parmaklarını kıtlattı. Boğazına dizilen yumrular genç adamın gözü dönmüş haline kamçı vuruyordu. Tek bir laf etmeden Jessie'nin olduğu koltuğa doğru yürüdüğünde omzuna doğru atılan tekme ile geri çekildi. Nicolas kir pas içindeki adamın gözlerinin karasına temkinli bir ifadeyle bakıyordu. Hiç de tekin bir insana benzemiyordu. "Sana kim olduğunu sordum." diye bağırdı. Asır sinirle Nicolas'ın üzerine atladı. "Sanane lan? Sanane!" diyerek Nicolas'ın üzerine atladığı gibi zavallı adamı sırt üstü yere düşürmüş ve tüm öfkesini genç adamdan çıkarırcasına onu dövmüştü. Nicolas, aldığı ardı ardına agresif darbeler yüzünden ne olduğunu anlayamamış, ağır bir dayak yemişti. Asır en sonunda adamın bayıltınca tiksintiyle üzerinden kalkıp koşarak Jessie'nin yanına çömelmişti. Kan ve çamur içerisindeki ellerine aldırmadan genç kızın yanaklarını avuçladı. "Özür dilerim.." dedi fısıltıyla. "Özür dilerim, çok geç kaldım değil mi?" Asır boğazı düğümlenirken genç kızın omzuna baktı ve hemen ardından nazikçe kucağına aldı. "Merak etme, kimsenin seni bulamayacağı bir yere götürüyorum." Asır , Jessie'yi kucağına aldığı an genç kızın tenindeki mis gibi koku etrafa yayıldı. Asır bu kokunun verdiği dinginlik ile ayakta durduğunu hissetti. Kırdığı kapıdan çıkıp atına bindi ve genç kızı ters çevirip yanağını göğsüne gömdü. Ülkesini Jessie'nin sağlam omzundan ve diğer kolunun altından geçirip kendi beline bağladı. Pelerininin içerisinden genç kızın ellerini tuttu ve beline sardı. Artık Jessie sanki ona sarılıyormuş gibiydi. Pelerinini en son genç kızın bedenine sardı ve onu geceden bile sakladı. Yavaş bir tempoyla , genç kızı sarsmadan gizli yerine atını dehledi. Yavaş yavaş ilerledikleri yol üzerinde Mai ve Toprak da arkalarındaydı. Devasa kurt zaten Asır'ın geleceğini bildiğinden rahattı. Tabii bunu bilen bir tek kendisi değildi. Gecenin unutulmuş bir vaktinde Asır genç kıza bir kolunu sarmış ve istemsizce yüzünü boynuna gömmüştü. Tenindeki koku genç adamı rahatlatıyordu ve Asır sırf hissettiği bu huzur için bile onun yanında savaşabilirdi. Genç adam en sonunda ormanın ortasına gelince durdu. Atları bağlama gereği duymadan genç kızı kendinden ayırmadan attan indi. Zaten efendileri buradayken hiçbir yere gitmezlerdi. Jessie'nin açıkta kalan çıplak bacaklarını beline sardı ve sıkıca tuttu. Ağacın kenarlarına saplanmış tahtaları tutup kenara itti ve sarmaşıkları çekip kendisinin yıllar önce yaptığı mağaradaki eve girdi. Tahtaları geri iterek girişi sakladı. Genç adam mağaraya girdikten hemen sonra üzerini çarşaflarla kapattığı mobilyaların üzerini açtı. Jessie'yi nazikçe yatağa yatırdı. Mağaranın üstünde küçük bir açıklık vardı ve o kısımdan içeri süzülen ay ışığı genç adama büyük yardım sağlıyordu. Asır odunları aldı ve her zaman ateş yaktığı yere attı. Kenardaki çakmak taşını aldı ve yere oturup bağdaş kurdu. İki taşı birbirine defalarca vurup sürterken kendi kendine konuşuyordu. "Yıllar oldu baba ve koyduğumuz her şey yerleri yerinde."dedi buruk bir ses tonuyla. Asır uzun uğraşları sonunda ateşi yaktı ve ellerini çırptı. Arkasını döndüğünde Jessie'nin kıvrıldığını gördü. Üşüyen genç kız ısınmak için cenin pozisyonunda yatıyordu. "Birazdan ısınırız." diyerek Jessie'nin yanına adımladı. Genç adam Jessie'nin önünde diz çöktü ve yüzüne düşen saçları geriye attı. "Gerçekten geç kaldım." Genç adam kendi içerisinde kavga ederken en son sinirle kalkacağı sıra Jessie bulduğu sıcak elleri tuttu. "Soğukmuş..." diye mırılandığında Asır dudaklarını yaladı. Yavaşça ayağa kalktı ve genç kızı yatırdığı yatağın içerisine girdi. Nazikçe başını kaldırdı ve kolunu altına soktu. Genç kızın başını göğsüne koydu ve kendisine iyice çekti. Jessie bulduğu sıcaklık ile Asır'a iyice yaklaştı. Asır gergince bir iki kez yutkundu ve ardından o da yorgun düşen bedenini uykuya teslim etti. Gece boyu birbirlerine sıkıca sarılan iki genç soğuk havayı kırıp ısınıyorlardı. Ancak bilmedikleri bir şey vardı ikisi de deli gibi yatıyordu. Gece Asır genç kızın üzerine çıkmış başını müptelası olduğu boynuna gömmüş ilk kez huzur içerisinde uyuyordu. Jessie üzerindeki ağırlığın verdiği sıcaklık ile mayışmış ve biraz da ezilmişti. Asır bir kolunu genç kızın belin sarmış öteki eliyle genç kızın elini avuçlamıştı. Jessi ise bir elini Asır'ın saçları arasındaydı. "Çok tatlı değiller mi?"dedi biri heyecanlı sesiyle. "Elbette değiller!" dedi kızgın bir sesle diğeri. "Benim oyum prense!" dedi kırık bir sesle tekrardan manzaraya bakarken. "Bunu nasıl yaparsınız Efendim?" dedi isyankar bir ses ile. "Saçmalama! Baksana ne kadar da yakışıyorlar?" diyerek üzerlerinde uçtu biri ve yüzlerini aydınlattı. "Siyah ve kızıl-kahve! Hiç hoş değil!" diyerek diretti ve kendisi biraz daha yüksekten uçarak daireler çizdi. "Ama düşünsenize sarı ve kızıl-kahve... Bir gün batımı gibi..." dedi büyülenmişcesine. "Saçmalama! O çok kibirli biri!" dediğinde öteki sinirle önüne atladı. "Sanki bu kaba değilmiş gibi konuştun!" dediğinde bütün ateş böcekleri mağara içerisinde kavga etmeye başlamışlardı. Mai daha fazla sabredemediğinden hırlayarak bütün ateş böceklerini kaçırmıştı. Mai gözleri önündeki manzarayı biraz daha izledikten sonra bir ninni gibi uludu ve bir anda mağaranın etrafından uzanan sarmaşıklar genç adam ve kızın üzerinde örülerek bir battaniye oldu. Ateş böcekleri mağaranın tavanında gezinirken onlara uğur böcekleri de katıldı . Böcekler büyük bir tartışma içerisindeydiler. Efendilerine en çok yakışan muhafız hangisiydi. Mai bu kavgalara iyice sinir olduğundan dolayı pençelerini bir dışarı çıkarıyor bir içeri sokuyordu. Biraz daha devam etseler buradan bir hamlede hepsini çiğneyip tükürecek gibiydi. İki genç uzun zamandır bulamadıkları huzuru soğuk bir mağarada bulmuş ve bu fırsatı dinlenmek için kullanmışlardı. Prens Leonardo sarayın devasa yatağı kendisine küçük geliyormuş gibi bir sağa bir sola yuvarlanıyor, bas bas bağırıyordu. "Yardım edin!" "Yardım edin!" Kral oğlunun bağırışlarını duydukça odada dönüp duruyor, kötü bakışlarıyla adeta şifacıları liğme liğme ediyordu. Müttefik devletleriyle görüşmek üzere yola çıkan oğlu suikaste uğramış ve döndüğünden beri bir beladır hastalıklardan kurtulamamıştı. Her geçen gün çok daha kötü oluyor, git gide bir deri bir kemik oluyordu. Kral bütün siniri başına toplanmış gibi sabır taşını çatlatmıştı. "Yeter! Biri bir şey yapsın artık!" Kralın kükreyişi odadaki tüm şifacıların boynunu büktü. Aralarındaki en yaşlı ve en bilgin olan korkuyla konuştu. "Efendim, ne bir yara izi var ne de bir zehir. Büyü yapılmış olabilir mi?" dediğinde Kral sinirle arkasını döndü. Prens Leonardo beyninde yankılanan sesleri ayırt etmeye çalışıyordu. "Yaralandı..." "Nasıl canı yandı, hisset! Hisset! " "Hisset! Efendimizin canı yandı!" "Hisset! Hain!" "Can çekişerek öleceksin!" " Baba! Baba!" Prens Leonardo ağlayarak babasını çağırdığında Kral oğlunun acı dolu feryadı ile yanına gitti. "Oğlum." dedi hayatında ikinci kez. Prens Leonardo boğazının parçalandığını hissederken zorla yutkundu. "Be-ni gel-di..." iki üç kıvrandı, sanki vücudundaki kanı çekiyorlarmış gibi hissediyordu. "Thomas... geri gö-türsün! Gel-diğim köye..." dedi. Genç adamın boynu morarmaya başlamış, tüm vücudu kızarmıştı. Damarları şişmiş, gözleri kan çanağına dönmüştü. Kral, oğlunun tuttuğu eline baktı. Tırnakları morarmaya başlamıştı. Teninin rengi giderek solmuş, yaşayan bir ölüye benziyordu. "Derhal bana Thomas'a haber verin, tez vakitte yola çıkılacak. Beş araba ayarlayın! İkisinde asker, ikisinde eşya, birinde de Prens olacak!" Verilen buyruk ile tüm saray ayağa kalktı. Thomas dostu bildiği Prens Leonardo'nun hastalığından dolayı çok telaşlıydı. Verilen emir ile bütün sorumlulukları üstlendi ve yanında gelecek en iyi askerleri seçti. Saray hizmetkârları prens için çeşit çeşit kumaşlardan yapılmış kıyafetleri toplarlarken, diğerleri ziynet eşyaları doldurmuştu. Prens Leonardo birkaç askerin yardımıyla at arabasına taşınmış ve bir de bakıcı yanında yer almıştı. Sofia, elleri titrerken gözleri yaşlarla dolmuş bir halde saraya baktı. Anne ve babasının da gözleri dolmuş halde kendisine bakıyordu. Ne yapacağını bilemeyen genç kız titrek ellerini saklamaya çalıştı. Ne yazık ki hiçbir şey titrek ellerini durduramıyordu. Prens boncuk boncuk terlerken Sofia yanağından süzülen bir damla yaşı elinin tersiyle sildi ve eteği üzerindeki işlemeli mendilini aldı. Prens'in anlında birikmiş terleri silerken derince nefes alıp verdi. "Eğer bu işi halledersem aileme kavuşabilirim." diye fısıldadı kendi kendine. At arabası engebeli yola girip gözden kaybolana kadar Kral oğlunun gidişini izledi. Rüzgarın çok sert estiği balkonundan anladığı kadarıyla uzun soluklu bir yağmur yağacaktı. Yağmurun habercisi kara bulutlar her yere yayılmıştı. Kral bu gidişin bir cenaze olmaması adına kararan göğe baktı. "Dualarım seninle evlat. Dualarım seninle." Taşlı yol at arabasını bir beşik gibi sallıyordu. Prens Leonardo sallanan vücuduyla dişlerini ve yumruklarını sıkmıştı. "Yeter!" diye tısladı sinirle. "Yeter, kabul ediyorum! Yeter!" "Bu senin kaderin, kabul etmek zorundasın!" Prens Leonardo beynindeki sinir bozucu sesin yankılanışıyla dudaklarını yaladı ve zorla yutkundu. "Artık bir son ver! Gidiyorum! Son ver!" "Sana neden inanayım? Acın bitince geri dönmeyecekmişsin gibi konuşuyorsun." Prens Leonardo yumruklarını öyle bir sıkmaya başlamıştı ki tırnakları etine batıyordu. Sofia telaş içerisinde bakışlarını etrafta gezdirdi. Ne yapacağını bilemiyordu. Bir hizmetli olarak Prens'in elini tutamazdı. Gerginlikle yutkundu, kalbi kulaklarında atıyordu. Prens Leonardo acı içerisinde kıvranarak biraz daha yumruklarını sıkınca tırnaklarının kestiği etinden sızan kan avuçlarından aşağı damlamıştı. Sofia elinin üzerindeki kan damlasıyla hıçkırdı. Telaşla Prens'in sıktığı avuçlarını açtı ve genç adamın iki elini sıkı sıkı tuttu. "Sakin olun prensim, yalvarırım sakin olun." diyerek ağlmaya başlamıştı bile. Sofia çok sulu göz, saf ve biraz da sakar bir kızdı. Bunu yüzünü gören herkes anlayabilirdi. Prens Leonardo yanan gözlerini araladı ve kendisine ağlayarak bakan küçük yüzlü kıza baktı. "Lanetlenmiş olmalıyım!" diye fısıldadı kendi kendine. Jessie boynu üzerinde gezinen sıcak bir tüy gibi farklı his ile hafifçe gülümsedi. Bu ılık hava boynundan köprücük kemiklerine yayılıyor genç kızın içini bir hoş ediyordu. Nazikçe gıdıklanıyor gibi... Belini saran güçlü bir şey yavaş yavaş sırtını okşuyordu. Bilinçli bir şey olmadığı bariz belliydi çünkü ara sıra duruyor ve aksıyordu. Gülümseyerek başını hareket ettirdiği sıra çenesine sürtünen yumuşaklık ile gıdıklandı ve istemsizce kıkırdadı. Asır duyduğu ses ile panik ile yataktan kalkmak istedi. Genç adam bir anda ellerini yatağa dayayarak kalkmak istemesi ile sarmaşıkların onu geri ittirmesiyle Jessie ile burun buruna geldi. Genç adam kapkara gözlerini genç kızın yeşil gözlerine dikti. Ne bir nefes alabiliyor ne de hareket edebiliyordu. Bir eli genç kızın elini sıkıca tutuyor, bir dirseği hemen yanında duruyordu. Dudakları bir nefes kadar birbirlerine yakından burunları birbirine değiyordu. "Asır?" diye fısıldadı Jessie şaşkınlıkla. Genç adamı karşısında görmeyi beklemiyordu ki onunla uyuduğunu idrak edince çok daha garip hissediyordu. "Sen gitmiştin?" diye fısıldadı Jessie, birbirlerine o kadar yakınlardı ki genç kız içinden konuşsa duyacağına inanıyordu. Asır kendini olabildiğince geriye ittirirken zorlanarak yutkundu ve gözlerini kaçırdı. "Senden gitmek ne mümkün?" diye mırıldandığında Jessie anlamayan bakışlarını genç adamın gözlerine çevirdi. "Efendim?" Asır derince nefes aldı, genç adamı bir anda saran ateş nedensizce kötü hissetmesine sebep olmuştu. Böyle hissetmemeliydi. "Yakında Prensciğinizin de burada olacağına yemin edebilirim, o çakma adamın acıya toleransı sıfırdır." dediğinde Jessie yine anlamamıştı. "Gerçekten hiçbir şey anlamıyorum." dediğinde Asır bir an gözlerini genç kızın gözlerine çevirme gafletinde bulundu. "Jessie..." diye fısıldadı. Jessie bir anda genç adamın değişen ses tonuyla kaşlarını kaldırdı. "Efendim." Asır genç kızın tuttuğu elini sıkarken alt dudağını ısırdı. "Şu sarmaşıklara çekişmelerini söyle." dedi sanki biri boğazına ip bağlamış gibi. Jessie ne olduğunu anlamasa da genç adamın isteğini yerine getirdi. Asır sarmaşıklar çözülmesini bir bahane görerek genç kızın boynuna eğildi ve müptelası olduğu o kokuyu içine çekti. Sarmaşıklar çözüldüğü an Asır yaydan fırlamış bir ok gibi yataktan adeta uçarak kendisini dışarı atmıştı. Genç adam saçlarını çekiştirerek temiz havayı içine çekerken ağaç yapraklarından gelen gürültüye kaşlarını çatarak baktı. "Hain!" Bir daldan diğer dala bağıran ateş böceklerine bir başka grup ateş böceği bağırıyordu. "Kahraman!" "Sarı!" "Siyah!" "Kaba!" "Kibirli!" . . .
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD