"Sen hiç nefes aldıkça boğulduğunu hissettin mi?"

2699 Words
Jessie , iki genç adamın bağırışıyla gözlerini açtı ve açtığı gibi yere düşmüştü ki Prens Leonardo koşarak onu kaldırdı. Daha ne olduğunu bile anlayamadıkları sırada mağaranın duvarlarına çarparak gelen koca bir dalga üçünü de yutmuştu. Su altında kaldıkları için bir müddet çırpınmış sonrasında yüzeye çıkmaya çalışarak kollarını kaldırmışlardı. Prens Leonardo, bir eliyle Jessie'yi tutarak ona destek veriyordu. Gelen su onları içine aldığı gibi mağara duvarına çarptırmıştı. Ne şanstı ki çok büyük bir hasar almamışlardı. Mağaranın üstündeki açıklığa doğru yüzdüler ve o kısımda vardıklarında derin derin nefes aldılar. "Ah!" diyen Jessie'nin belinden ittiren Prens Leonardo onu sudan dışarı çıkarmıştı. Kendisi de çıktıktan sonra yüzeye çıkan Asır'a baktı. Yüzü kıpkırmızı olan genç adam bacağındaki acıdan dolayı kaşlarını çatmıştı. Kancalı dile sahip olan o yaratık gerçekten biraz daha zorlasa bacaklarını bedeninden söküp alacaktı. Kendini sırt üstü pembe çimenlerin üstüne attığı sıra Prens Leonardo da kendisini yanına atmıştı. İki genç adam nefes nefese bir süre toz pembe gökyüzüne baktı ve bir anda sanki anlaşmışlar gibi son güçleriyle bağırdı. "Jessieeee!" Jessie , korkuyla geriye sıçrarken gözlerini kocaman kocaman açtı. Islanan saçları yanaklarına yapışmıştı ve kirpiklerine dolan su damlaları nedeniyle sürekli gözlerini kırpıştırırken yavru bir sincaba benziyordu. "Ne!" diye bağırdı Jessie de sinirle. "Sanki kırk yıllık cadıyım! " diye bağırarak ayağa kalktığı sıra Asır başını yana yatırdı ve sinirden yanakları kıpkırmızı olmuş kızın yüzüne baktı. "Vur dedik öldürdün." dediğinde Jessie sinirle dişlerini sıktı ve ölümcül bakışlarını Asır'ın kara gözlerine çevirdi. "O zaman sende çengelli bir sopa bulup su arasaydın!" diye çemkirdiğinde Prens Leonardo başını yana yatırıp Jessie'nin sinirden gittikçe kırmızı bir hâl alan yüzüne baktı. Nedense bu kızın her hâli insanın ilgisini çekiyordu. "Unuttun mu? " diyen Prens ile alev alev yanan bakışlarını Prens'e çeviren Jessie sinirden kuduruyordu. "Biz muhafız olanlarız." dediğinde Jessie kahkaha atmaya başladı. Bu zoraki değildi, gerçekten gülüyordu. Asır , Jessie'nin bu gülüşüne sinir olarak doğruldu uzandığı yerden. "Siz? " dedi Jessie işaret parmağını onların yüzüne tutarken. "Siz mi?" dedikten sonra elinin tersiyle zaten ıslak olan yanağından akan göz yaşını sildi ve dudaklarını yaladı. "Nedense kıçınızı kurtaran hep benim!" diye bir anda çığlık atınca iki adamda gözlerini kapattı ve yüzlerini buruşturdu. Bu kadar tiz çığlık atabildiğini bilmiyorlardı. "Bize de verilseydi öyle güçler..." demeye başlayan Asır ile Prens Leonardo dirseğini karnına geçirdi. Asır dönüp Prens'e baktığında başını sağa sola sakladığını görerek kaşlarını çattı. "Ne?" diye fısıldadığı sıra Jessie'nin alaylı sesini duydu. "Sizin de güçleriniz olduğunu hatırlıyorum oysaki, daha bulamadınız mı, beceriksizler? " diyerek ıslak saçlarını savururcasına arkasına döndü ve kıvırtarak yürümeye başladı. "Hah!" dedi Asır ağzı beş karış açık bakakalırken. "Ben de seni kibirli bilirdim. " diyen Asır ile Prens Leonardo sinirle alt dudağını yalayarak Asır'a döndü. Asır da başını çevirip Prens ile göz göze gelince göz devirdi. "Tamam tamam, şu lanet olası yerden çıkana kadar, ateş kes?" dediğinde Prens etrafa bakındı. Şimdi çok daha farklı bir yerdelerdi. Sanki su onları bir dağın tepesine çıkarmıştı. Başlangıçtan çok uzaktalardı ve etraftaki hayvanlar asla dünyadaki hayvanlara benzemiyorlardı. "Tamam." dediği sıra duydukları mırıltılar ile ikisi de çıktıkları açıklağa döndü. Jessie, mutluluk ile göl oluşmuş olan yerden kana kana su içiyordu. Bunu gören iki adam da acele ile göle doğru hareketlendiler. Prens Leonardo, avucuna doldurduğu suyu son damlasına kadar içiyordu. Asır ise bacakları üstünde eğilemediğinden yüz üstü uzanmış başını göle sokmuştu. Susuzluktan öldükleri için o sıra da kimsenin dikkati Asır'ın komik hâlini çekmemişti. Takii herkes doyana kadar... Herkes Asır'ın su içişine güldükten sonra ani bir yorgunluk ile kendilerini geriye atmışlardı. Üç gencin harcadıkları efor sebebiyle uykusu gelmişti. Asır ve Prens Leonardo kendilerini geriye attılar. İki adam bu durgun vakitten yararlanarak kestirmeye karar vermişlerdi ancak yaram bir kız çocuğu olan Jessie bir hobbit gibiydi. Sekerek etrafta dolanırken birden karşısına çıkan pespembe tarla ile gözleri kocaman açıldı. Domatesler, salatalıklar, çilekler, böğürtlenler, biberler... Jessie , koşarak domatesten bir tane kopardı ve ısırdı. Tam mutlulukla gülümseyecekti ki birden yüzü ekşidi. Isırdığı domatese benzeyen şeyi tükürürken dilini köpek gibi dışarı sarkıtmıştı. "Bu ne be?" diyerek tükürürken ekşimiş dilini salladı. "Bunun tadı limon gibi. " dedikten sonra domatesi yere atıp salatalıkları yöneldi. Salatalıktan bir ısırık alınca gözleri daha da açıldı. "Aaa!" diyerek bir ısırık daha aldı. "Bu muz!" diyerek daha da büyük bir ısırık aldı. Heyecanla başka bir şeye atladı. Biberlerden bir tane kopardı ve merakla ufak bir ısırık aldı. Tadı tıpkı ayvaya benziyordu! Biberi de birkaç lokmada yuttu ve dikenliklere koştu. En sevdiği şey böğürtlendi acaba böğürtlenlerin tadı nasıldı? Bir tane böğürtlen aldı ve ağzına attı. Ekşi bir tat ile yüzü buruşurken dikenlikteki böğürtlenlere baktı. Tadı erik gibiydi. "Vay canına!" diyerek tarla boyu koştu ve gördüğü meyve ağaçlarıyla olduğu yerde zıpladı. Limon ağacı görünce yüzünde koca bir gülüş oluştu. "İşte bunu çok merak ettim!" diyerek koştu ve bir tane limon aldı. Limonu soyup ağzına atınca diline yayılan kivi tadı Jessie'yi şoka soktu. "Yaşasın!" genç kızın mutluluk çığlığı iki adamı da yerinden sıçratmıştı. Asır, topallayarak ayağa kalktığı sıra Prens çoktan telaşla koşmaya başlamıştı bile. Nefes nefese tarlaya koşan prens Jessie'nin tarlanın tam ortasında durup bir şeyler yediğini gördü. Koşarak genç kızın yanına varmasıyla elindeki , yediği şeyi, alıp yere atması bir oldu. Jessie , şaşkınca Prens Leonardo'ya baktı ve sinirli bir çocuk gibi " Ne yaptın ya?" dedi. Prens Leonardo gittikçe gayri resmi konuşmaya alışmaya başlamıştı. Sanki bu boyutta kendisi bir prens değilmiş gibiydi. Ne selam, ne reverans, ne de saygı vardı. Gittikçe veliaht oluşunun farkındalığını kaybediyordu. "Bilmediğin şeyleri neden yiyorsun? Ya zehirlenirsen?" demesiyle Jessie sinirle güldü. "Onun ne olduğunu biliyorum!" demesiyle prens yerdeki limona baktı. "Belki limona benziyor ama ya zehirliyse?" dediğinde Jessie yerdeki kiviyi gösterip kaşlarını havaya kaldırdı. "Lütfen cahillik etmeyelim o limon değil kivi." demesiyle Prens Leonardo şaşkınca bir adım geri gitti. Bu kız çıldırmış olmalıydı , bir prense nasıl cahil diyebilirdi!? Gittikçe sinirlenen Prens etrafa kısa bir bakış attı ve "Bu muymuş kivi? Bana cahil diyene de bakın!" demesiyle Jessie burnunu havaya kaldırdı. "Tabii ki kivi! Ye de bak istersen!" demesiyle Prens Leonardo alayla güldü. "Yemeye gerek mi var? Bildiğin limon işte!" diyerek daldan sinirle bir limon kopardı ve gözlerini Jessie'nin gözlerine kilitledi. Bakmadan soyduğu limondan koca bir ısırık aldı ve alır almaz tükürdü. "Ah kahretsin!" diyerek tükürmeye devam ettiği sıra Asır da yanlarına gelmişti. Prens öksürüp duruyor ayrıca bir lama gibi etrafa tükürük saçıyordu. "Ben sana limon değil demiştim!" diyen Jessie ise karnını tutmuş katıla katıla gülüyordu. İşin kötü tarafı Prens'in kiviye alerjisi vardı. Dili hemen uyulur ve vücudunda küçük küçük pembe benekler oluşurdu. Ayrıca çok da kaşınırdı. "Kivi ne alaka!" diye bağıran prens ile Asır kaşlarını kaldırarak yerde yarısı ısırılmış limona baktı. "O limon değil miydi?" dediğinde Jessie kıkırdayarak Asır'ın kolunu omzuna attı ve yavaş yavaş yürüttü. Hafif çimenlikten bir kısma getirip onu oturttuğu sıra Prens Jessie'nin oluşturduğu göle gitti. Acilen ağzını su ile çalkalamalıydı. "Ne yemek istersin?" diyen Jessie ile Asır başını çevirip pembe tarlaya baktı. Herşeyin pembe oluşu biraz iştahını kapatıyordu ama deli gibi açtı. "Aslında canım muz istiyor." dediğine Jessie gülerek kalktı ve az önce yediği salatalıkları topladı. Neşeyle geri gelip Asır'ın karşısına oturduğunda Asır kaşlarını kaldırarak genç kıza bakıyordu. "Bu salatalık?" dedi Asır elindeki salatalıkları işaret ederek. "Sanırım biz boyut değiştirdik. O yüzden bu sebze ve meyveler bizim dünyamızdakinden daha farklı." dedikten sonra salatalığı ortadan ikiye kırıp Asır'a uzattı. İçi de dışı gibi pembe olduğundan pek bir şey anlaşılmıyordu. Asır tedbirli bir şekilde muzdan ısırık aldı ve hemen ardından gözleri parladı. "İnanılmaz!" diyerek Jessie'nin elinden diğer yarısını da alınca Jessie şaşkınca genç adamın kara gözlerine baktı. "O benimdi ama." demesiyle Asır kaşlarını kaldırarak genç kızın anlını işaret parmağıyla geriye ittirdi. "Bu bacaklarla nasıl ayakta kalayım?" dediğinde Jessie iç çekerek bacaklarına baktı. Gerçekten o an aklına geldikçe kötü oluyordu. "Geceyi nasıl geçireceğiz?" diyerek gelen Prens'in yüzündeki pembe benekler ile Asır ve Jessie bir an bakıştı. Gülmemek için gözlerini yere çevirmişlerdi ve içten içe ikisi de dudaklarını ısırıyordu. "Size diyorum!" diyen Prens ile Jessie hafifçe yerinden doğruldu. "Ş-şey b-bilmi -yyorum." demesiyle prens Leonardo kaşlarını çatarak genç kıza baktı. İlk defa kekelediğine şahit oluyordu. "Sen iyi misin?" diyerek Jessie'nin üzerine eğildiği sıra Jessie başka bir yöne yüzünü çevirip kaçmaya çalıştı. "Asıl sen iyi misin? Bebek elbisesi gibi, pembe pembe, beneklerin var yüzünde." demesiyle Prens hızla ellerini yanaklarına koydu. "Kahretsin! Kiviye alerjim vardı!" demesiyle Jessie daha fazla dayanamadı ve koca bir kahkaha patlattı. Asır da bu gülüş ile kıvılcım atılmış barut misali kahkaha patlaması yaşadı. İki gencin katıla katıla kendisine gülmeleriyle iyice sinirlenen Prens sırtını dönmüştü. Asır birkaç tane muz daha yedi ve sonrasında yorgun düşen bedenini tekrardan toprağa bıraktı. Jessie, Asır'ın uzandığı yerde uyuduğunu görünce bakışları Prens Leonardo'ya döndü. "Ne yapacağız?" dedi Jessie endişeli bir ifadeyle. Prens, sırtında birleştirdiği ellerini bozdu ve omzunun üstünden genç kıza baktı. "Hiçbir fikrim yok." dedikten sonra bir müddet daha gün batımını izledi. Gün batımının bile rengi pembeydi. Herşey neden böylesine pembeydi ki? En sonunda pes edercesine arkasını döndü ve genç kızın yanına oturdu. "Ateş de yok. Tekrardan garip yaratıkların saldırısına uğramayız değil mi?" diyen Jessie ile Prens derince nefes aldı ve oturduğu yerden tekrardan ufuğu izledi. "Bildiğim tek şey adım Jessie. " dedi başını geriye atarken. Jessie , gün batımının pembeliği yüzüne vurmuş prense baktı. Yüzünde ve boynunda küçük küçük pembe lekeler vardı. Kulakları hafifçe kızarmış ve gözleri kanlanmıştı. Sanırım kivi gerçekten onu kötü bir hale sokmuştu. Bilseydi ona o limona benzeyen kiviyi yedirmezdi ama bilmiyordu ki. İçindeki pişmanlık ile parmaklarını ovuşturdu. Kendisini oldukça yorgun hissediyordu. Topukları sızlıyor ve baldırları et kesiği olmuş gibi yanıyordu. Arkasını döndü ve Asır'a baktı. "Ben de biraz kestireceğim. Uykunuz geldiğinde beni uyandırın, sırayla nöbet tutalım." diyen Jessie ile Prens Leonardo dönüp genç kıza baktı. Gözlerindeki samimiyet buraya düştüklerinde beri ilk kez genç adamı gülümsetmişti. Sanki üflese uçacak kendisi değilmiş gibi bir de nöbet tutacağını mı söylüyordu? "Tamam, hadi uyu." dediğinde Jessie'nin Asır'ın yanına uzanıp gözlerini kapattığını görünce bakışlarını şişmiş parmaklarına çevirmişti. Buraya nasıl düşmüşlerdi, peki burası neresiydi ve en önemlisi buradan nasıl çıkacaklardı? Prens yeşil gözlerine vuran pembe ışıkla etrafa baktı. Bir çıkış var mıydı ki? Hava gittikçe kararmaya başladığı sıra prens hafifçe esnedi. Vücudu tam anlamıyla sızlıyordu. Bütün hücrelerini bu sızı ile hissedebiliyordu resmen. Ellerini ağrıyan ayak bileklerine attığı sıra duyduğu hışırtıyla arkasını döndü. Jessie'nin havalandığını görerek telaşla ayağa kalktı. Neden uçuyordu? Kahve saçları sallanıyor, elleri iki yandan aşağı sarkıyordu. Sanki görünmez biri belinden tutmuş onu havaya kaldırıyordu. Prens bir adım daha geri gitti. Yeşil gözleri Jessie'nin boynunda parlayan başka yeşil şeye takıldı. Kamaşan gözlerini kısarak boynundan yukarı doğru kalkan kolye ile prens etrafa bakındı. Yine ne oluyordu acaba? Jessie'yi uyandırmak mıydı? Etrafa kaçamak bakışlar attıktan sonra Asır'ın da Jessie'nin biraz aşağısında uçmaya başladığını görmesiyle gözlerinin sonuna kadar açılması bir oldu. Koşarak Asır'ın olduğu tarafa geçti ve onu incelemeye başladı. Tam Jessie'nin sağ alt çaprazında duruyordu. Yeşil kolye taşından sarımsı ışık taneleri önce Jessie'nin yüzüne oradan saçlarının arasına düşüyordu. Su gibi akıp giden sarı ışık taneleri en son parmak uçlarından Asır'ın göğsüne düşüyordu. Prens şaşkınlıkla Asır'ın üzerine dökülen sarı ışık tanelerine baktı. Birkaç adım daha yaklaştı Prens Leonardo ve meraklı bakışlarını Asır'ın yüzünde gezdirdi. Tam biraz daha yaklaştığı sıra garip bir ses duydu. Telaşla arkasını döndüğü sıra elektrik mavisi bir kürenin etraflarını sardığını gördü. Telaşla kürenin içinden çıkmak için koştu ama küreye çarpmasıyla geriye doğru sendeleyerek gitmesi bir oldu. Şaşkınlıkla küre içinde döndükten sonra gözleri kürenin tavanına kaydı. Bir elektrik gibi ağ ağ olmuş mavi ışık süzmesi kolyeden çıkıyordu. Prens alt dudağını ısırarak Jessie'nin yanına yaklaştı. Saçlarının uçları tıpkı kalkan gibi elektrik mavisi olmuştu. Bunu kendini korumak üzere yaptığını düşünerek tekrardan Asır'ın yanına giden Prens gözlerine inanamadı. Sarı ışık taneleri genç adamın yüzündeki tüm yara izlerini, morarıkları yok etmişti. Saçları eskisi gibi simsiyah ve capcanlı bir hâl alırken dizlerindeki morluklar yavaş yavaş silinmeye başlamıştı. Prens o an Jessie'nin kendilerini iyileştirdiği mi anlayınca koşarak Jessie'nin sol tarafına yattı. Gözlerini kırpıştırarak beklemeye başladı. Acaba delirmiş miydi? Kendisinin de uçacağını mı sanıyordu gerçekten? Prens Leonardo çıldırdığını düşünerek tam kalkacağı sıra bileğindeki sızıyla gözlerinş bileğine çevirdi. İç içe girmiş üç yıldız parlıyordu ve sanki parladıkça yakıyordu. Bir anda bedeninin havalanmasıyla başı geriye düştü. Gözleri paniklediğinden dolayı hızlı hızlı kapanıp açılıyordu ayrıca nedensizce nefesini tutma ihtiyacı duyuyordu. Bir müddet sakinleşmek adında gözlerini kapattı ve derin derin nefesler aldı. Tam o sırada göğsü üzerine düşen su taneleri ile gözleri açıldı. Işık taneli damla damla Jessie'nin parmaklarından akıp göğsüne düşüyor oradan bedenine yayılıyordu. Yüzünde gezinen ıslaklık gibi bir his veren bu ışık , kivinin yaptığı alerjik reaksiyonu, pembe yaraları iyileştiriyordu. Prens Leonardo, uzun zamandır bu kadar huzurlu ve dingin hissetmemişti. Krallığın yolunu tuttuğu an ruhu bir örgünün ipi gibi Jessie'nin ellerine bağlanmış ve o uzaklaştıkça bedeninden sökülmüştü. Belki krallık biraz daha uzak olsaydı ruhu tamamen çözülecek ve ölümün eşsiz tadına varacaktı. Şimdi ise kendisini öldürebilecek yegane kadın kendisine can veriyordu. Gerçekten kaderi ona böyle bir oyun mu oynuyordu? Yoksa kader dedikleri zaten bir oyun muydu? Bedeni iyileştikce Prens'in ruhu arsızlaşıyordu. Sağlığı yerine geldikçe uyumak istiyor ve bu huzurun tadını sonuna kadar çıkarmak istiyordu. Öyle de oldu, prens en sonunda kendini uzun zamandır bırakmadığı uykunun kollarına bıraktı. Huzur içinde. Uyuduğu o saatler gerçekten ona çok iyi gelecekti. Jessie ise çok başka bir alemdeydi. "Şimdi hafifçe dön. " Orman perisi, bir elini Jessie'nin beline koydu ve öteki eliyle boştaki elini tutup kaldırdı. Jessie bir iki adım ileri gittiğinde onunla gitti ve duruşunu düzeltti. "İşte böyle." diyerek kanatlarını çırptı ve Jessie'nin elini tutup kendi ekseninde döndürdü. "Bu ne işe yarayacak?" dediğinde orman perisi gülerek havaya uçtu ve kendi ekseninde döndü. "Efendim, sizin gibi birçok Efendi var. Koca kâinatta bir tek insanların var olduğunu düşünmek sizce de çok saçma değil mi?" dediğinde Jessie kaşlarını çatarak dikleşti. "Nasıl yani?" Peri o güzeller güzeli gülüşünü paylaşarak Jessie'nin önüne geldi. "Şimdi şöyle, kainat aslında boyutlardan oluşur. Bu boyutların kendine has renkleri ve canlıları vardır. Dünya ise 'gökkuşağı' adı verilen boyuttur. Bunun sebebi diğer boyutların temel oluşudur ancak Dünya temel boyutların parçalarından oluşmuştur. " dediğinde Jessie durduğu yere bağdaş kurarak oturdu. Orman perisi Efendisinin oturuş şekline şaşırsa da kendisi de onu taklit edip karşısına oturdu. "Yani demek istiyorsun ki Dünya'yı rengarenk yapan diğer boyutlardan aldığı parçalar." dediğinde Peri kocaman gülümsedi. "Tam üstüne bastınız efendim. Bu yüzden Dünya özel bir boyuttadır. En genç boyuttur. Diğer boyutlar tek renk oldukları gibi Efendilerinin de güçleri tek seçenektedir. " demesiyle Jessie başını sağa eğdi. "Başka efendiler de mi var?" demesiyle Orman Perisi değişik bir ifadeyle güldü. "Tabii ki! Eğer Efendileri olmasa onların boyutlarını kim koruyacak?" dediğinde Jessie anladığını belli ederek başını aşağı yukarı salladı. "Peki güçleri tek seçenekli derken?" dediğinde Orman Perisi dudaklarını yaladı ve altın kirpiklerini kırpıştırdı. "Şöyleki efendim. Her boyutun rengi onlara özel bir güç verir. Her boyutun Efendisi de o rengin gücünü taşır. " dediğinde Jessie'nin kaşları havaya kalktı. "Peki benim? Benim boyutun rengarenk?"dediğinde Orman Perisi'nin gözleri ışıldadı. "İşte! İşte biz de bunu merak ediyoruz!" diyerek ellerini çırptı. "Nasıl yani? Benden öncekiler güçlerini kullanmadı mı?" dediğinde Orman Perisi güldü ve dudaklarını büzdü. "Şöyleki sizden önceki Efendiler için çok büyük olarlar olmadı. Sadece boyut kapısının yerini öğrenmek için uğraşıp durdular ve bu zamana kadar sadece boyut kapısının buldunduğu ormanı bulabildiler. Bu yüzden diğer Efendilerin güçlerini kullanmalarına gerek kalmamıştı ama siz şimdi savaş için hazırlanıyorsunuz bu yüzden diğer boyutların efendileriyle tanışacaksınız." dediğinde Jessie'nin kaşları çatıldı. "Sana bir şey soracağım tatlım." dedi Jessie bir anda garip bir şeylerin farkına vararak. Orman perisi altın kirpiklerini kırpıştırarak Jessie'nin gözlerine baktı. Jessie önce sağına baktı, güzel bir dere akıyordu. Yem yeşil çimenlerin üzerinde uzun uzun ağaçlar vardı. "Ben buraya nasıl geldim? " Orman perisi telaşla ellerini kaldırdı. "Hayır hayır! Etrafa bakmayın!" diye bağırmasıyla Jessie kaşlarını çattı. "Ne? Neden?" "Fark..." derken birden bire tatlı mavi gözleri simsiyah olan Orman Perisi'nin bütün dişleri sipsivri oldu ve bir anda uzadı. İçinden çıkan uzun yılan dili dışarı çıkarken altın kirpikleri yere dökülmüştü. "Kara büyü! Telapatik bir rüya olduğunu fark edersen..." derken kanatları kan kırmızı oldu. Jessie korkuyla ayağa kalkıp arkasını dönmüştü ki muazzam nehir artık lavdandı. Etrafı saran yanardağ dumanıyla Jessie ellerini havada salladı. Kaçmak için sağa sola bakındığı sıra biraz önce orman perisi olan o şey "Öğrenmemen için yapılmış bir kara büyü!" diye bağırmasıyla korkunç yaratağın suratına atlaması bir olmuştu. "Aaaa!" Bir anda üç genç birden bire sertçe sırtlarını yere vurmuşlardı. Hepsi acı içinde kıvranırken bir sağa bir sola dönüyorlar, acılarını hafifletmeye çalışıyorlardı. Asır elini ensesine götürdüğü sıra bacaklarını büktüğünde acımadığını fark ederek ayağa kalktığı sıra Jessie'nin ağladığını gördü. "Ne oldu?" dedi endişeli bir ifadeyle. İki genç adam hıçkıra hıçkıra ağlayan kızı sessizce izlerlerken Jessie içinde ne var ne yoksa hepsini döküyordu. En son ağlamaktan kızarmış olan gözlerini açtı ve avazı çıktığı kadar bağırdı. "Korktum seni deve boku!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD