"Manzaramı kaplar yağmur damlaları, hüzün bir insana bu kadar yakışmamalı."

2114 Words
Prens Leonardo sabahın ilk ışıklarıyla Yerkuşağı çiftliğinden kaçarcasına toparlanmış ve bir kese altın bırakır bırakmaz sarayın yolunu tutmuştu. Jessie eski sessiz hayatına geri döndüğünde biraz sıkıldığını hissetme bile artık çok daha farklı bir dünya üzerine ayak bastığın farkındaydı. Bunun verdi heyecan ile tüm köyü gezmiş her hayvan ile konuşmuştu. Hayvanlar arasında en özelinin kendisini uzaktan izleyen kurtların lideri Mai olduğunun farkındaydı. Geç saatler yaklaştığında ulur eve dönmesini isterdi, hep etrafında gezinir ama asla dikkat çekmezdi. Jessie Mai ile arasında bir bağ olduğunu düşünmeye bile başlamıştı. Bir gecesi yatağında dönüp dururken duyduğu fısıltılar ile gözlerini hafifçe araladı. "Bu o mu?" dedi heyecanla. "Evet, çok güzel değil mi?" Sesleri oldukça inceydi, sanki küçük bir bebek çok hızlı bir şekilde konuşmayı öğrenmişti. "Evet, Efendimiz çok güzel." dediğinde Jessie hafifçe yerinde doğruldu ve pencereye baktı. İki serçenin kendisini izlediğini gördüğünde hafifçe gülümsedi. "Merhaba." Küçük serçelerek heyecanla oldukları yerde kanatlarını çırptılar. "Merhaba!" "Merhaba!" "Bu saatte ne yapıyorsunuz?" dedi genç kız saçlarını geriye tararken. "Karanlık çöktüğü zaman insanlar asıl yüzlerini gösteriyor efendim. Biz sahte şeylere kanmak istemediğimiz den aslını öğrenmek için nöbet tutuyoruz." dediğinde Jessie hafifçe yutkundu. "Benim de gerçek yüzümü görmek ister misiniz?" dedi pencereye yaklaşarak. İki serçe birbirlerine baktılar anlamaz bir halde. "Anlatmak isterseniz, tabii ki dinleriz." Jessie hafifçe dudaklarını büzdü ve başını pencereye yasladı. "Dışarıdan nasıl gözüküyorum? Mutlu muyum? Güzel bir hayatım mı var?" dedi fısıldayarak. "Aslında içi dışı bir olmayan bir insan olduğum için kendimi yalancı veya cambaz gibi hissediyorum. " serçenin biri genç kızın saçları üzerinde gezinmeye başladığında Jessie hafifçe gözlerini kapattı. "Hiç arkadaşım olmadı, olmasını istedim ama hiç güzel şeyler görmedim geçmişlerinde. Hiç gezmedim, eğlenceli şeylere katılmadım , hiç arkadaşlarımla piknik yapmadım. Başkasının evine oturmaya gitmedim, balolara uğramadım. Düşününce çok yalnız bir kızım, bir erkek arkadaşım bile olmadı. Derdimi anlatacak sevgiliyi geçtim bir kız arkadaşım yok. Bunları iki serçeye anlattığım gerçeği bile benim Deli damgamı onaylar cinsten değil mi zaten?" Hafifçe göz kapakları arsasından sızan göz yaşının ıslak izleri yanaklarını kaşındırsa da silmedi. "Hiç iyi anılarını görmek istediniz mi?" Diyen serçe ile Jessie hafifçe gözlerini açtı. "Nasıl?" "İnsanlar hata yapar efendim, insanlar dünyaya hata yapmak ve hatalarla büyümek için geldiler. Eğer her şey doğru olsaydı hiç de zevkli olmazdı. Hiç kimse yanlış yapmasa sizce ne kadar normal olurdu?" Diğer serçe arkadışını onaylarak fikrini beyan etti. "Hep insanların kötü anılarını görmüşsünüz, hiç yaptıkları iyi şeyleri görmeyi denediniz mi? Hiç kimsenin kusursuz bir hayatı yoktur ki." Jessie gözlerini bir anda açtı ve tavanda gezinen ateş böceklerini izledi. "Gerçekten böyle olabilir mi?" Bu küçük konuşma genç kıza ufak bir umut ışığı olmakla kalmamış delice bir cesaret vermişti. Ertesi sabah Jessie zorla gözlerini açtığı sıra annesinin babasına hevesli hevesli bir şeyler anlattığını duydu. "Gençler kendi aralarında bir eğlence düzenliyorlarmış, göl kenarında. Ah, keşke Jessie de kabul etse ." Jessie aynanın karşısına geçerken annesinin cümlelerini düşünüyordu. "Kırmızı bir elbise giyse..." Jessie üzerine giydirilmiş kırmızı bir elbise hayal etti. "Saçlarını salsa..." Tepeden toplu olan saçlarını çözdü ve omzundan geriye attı. "Şık ayakkabılar giyse..." Jessie derince nefes aldı ve aynadaki aksine hafifçe gülümsedi. Genç kız penceresindeki serçelere baktı ve hemen gülümsedi. "Bir şans vermeliyim değil mi?" Serçeler şakımaya başladığında samimi bir gülüş ile odasından çıktı. "Günaydın!" dedi kocaman sırıtarak. Prens Leonardo odasındaki gösterişli çalışma masasına oturmuş bir kadeh şarap içiyordu. Aklı o kadar doluydu ki söz üstüne söz duyduğunda kendi adını unutur gibi oluyordu. Küçük köyde yaşadığı hatıralar genç adamı iyice delirmiş bir vaziyete sokmuştu. Sarı saçları lüle lüle dağılmış , yeşil gözleri koyulaşmıştı. Anlını yasladığı koltuğunda gün boyu oturup içkisini içiyor, gözlerini bir an bile tavandan ayırmıyordu. Ruhu işkence ediliyormuş gibi çırpınıyordu sanki. "Onu yalnız bırakamazsın." Prens Leonardo bir anlığına kapattığı gözlerini açıp etrafına baktı. Gösterişli olduğu kadar devasa olan odasında hiç kimse yoktu. "Bıraktım." dedi kendi kendine. "Onu korumak için dünyaya geldin!" Prens Leonardo delirmişcesine kahkaha attı. Kafayı sıyırmasına az kalmıştı. Elindeki kadehi havaya kaldırdı ve git gide koyulaşan yeşil gözlerini kadehdeki kırmızı şaraba dikti. "Delirdim mi? Yaşadıklarım ne kadar büyük bir saçmalık böyle? " deyip sinirli ve kısa bir gülüş attı. "Ne o? Şimdi kendi iç sesimle mi tartışıyorum? " Daha da sinirli güldü ve göz devirdi. "Ah! Doğru!" diyerek yalancı bir şaşkınlık ile ses tonunu yükseltti ve öfkeli sesi boş odada defalarca yankılandı. "Sanki birkaç hafta önce koca bir kaplumbağayla konuşan ben değildim!" Kendi sesi tekrar kulaklarına dolduğu sıra derince bir nefes alıp kontrolünü kaybetmemeye çalışsa da çoktan kendini kaybetmişti. "Neden bu haldesin? " Diye fısıldayan iç sesi ile kaşlarını çattı. "Çünkü kaderine karşı çıkıyorsun! Ne olacak biliyor musun? Benim nefesi titrese öleceğim ruhu sen elinin tersiyle ittin! Şimdi ne olacak biliyor musun?" Bas bas bağıran iç sesiyle Prens Leonardo hışımla ayağa kalktı ve elindeki kadehi aynı öfkeyle yere fırlattı. Paramparça olan kadehin kırıkları etrafa saçılırken kırmızı şarap her tarafı sıçradı. "Ben koca ülkenin veliahtıyım! Bir köylüyü mü koruyacaktım!?" diye bağırdı ve ellerini sinirle saçlarının arasına soktu. "Sen doğanın emrine karşı geldin, öleceksin! Bedenin yakılacak ve tozu orman semalarında süzülecek. Sen can vermelisin ki bu kutsal ruh bir başka beden de can bulsun..." Prens Leonardo kafasındaki sesi çıkartmak için adeta saçlarını yolduğu sıra duyduğu cümleler ile olduğu yere çakılı kaldı. Ne demek istediğini idrak etmeye çalıştığı sıra telaşla çalınan kapı sesiyle bakışlarını kırılmış kadehten çekip kapıya çevirdi. "Efendim! İyi misiniz? Bir şey mi oldu efendim?" Jessie giydiği kıpkırmızı elbisenin içerisinde annesinin yaşlı gözlerine bakıyordu. "Anne! Şimdi neden ağlıyorsun ki! Tam da istediğin gibi olmadım mı?" Gabriella incecik parmaklırıyla göz yaşlarını silerken kocaman gülümsedi. "Tabii ki oldun! Ben çok duygulandım güzelim..." diyerek Jessie'nin örerek taç yaptığı saçında gezdirdi parmaklarını. "Git ve diğer her genç gibi eğlen." Jessie gülümseyerek baş salladı ve dikkatli adımlarıyla evden çıktı. Kızıl kahve rengi atı Toprak onu bekliyordu. "Gerçekten baban seni bırakabilir." diyen Gabriella ile Jessie gülümseyerek annesine dönse de kaşları çatık ve havaya kalkıktı. "Anne hayır, ben buyum. İster böyle bir elbise içerisinde ister patolon içerisinde." diyerek atına yöneldi. Toprak ön dizi üzerine eğildi ve efendisinin binmesini bekledi. "Çok güzel olmuşsunuz, Efendim." dedi yelelerini sallarken. Jessie cevap vermeden önce yan gözle annesine baktı ve el salladı. "Umarım, yalan söylemiyorsundur." diye mırıldandı ve hareket etmesi için hafifçe ayağını karnına vurdu. "İstesek bile söyleyemeyiz." dedi Toprak ve yanlarında uçan serçelere baktı. "Bugün hızlı gidemeyeceğiz." dedi Jessie dudaklarını büzerek. "Saçım bozulur." dediğinde genç at kişnedi. Jessie kaşlarını kaldırarak baktı. "Bu şimdi gülmek miydi?" "Sanırım, evet." diyen Toprak ile Jessie de istemsizce güldü. Omuzlarını açık bırakan elbisesinin üst kısmı beline kadar siyah ve kuyruğu da siyahtı ancak belinden aşağısı kıpkırmızıydı. Örükten taç yaptığı saçlarının arkası salıktı ve Toprak'ın her adımında dalgalanıyordu. Genç kız ilk kez köyün ortasından böyle geçiyordu. Boynundaki yeşil zümrüt parıldıyordu ve artık güçlerini sürekli kullandığından dolayı gözleri eski kahveliğini kaybetmişti. Şimdi en az boynundaki zümrüt gibi yemyeşil parıldıyor, gücün kendi damarları aktığını adeta ispatlıyordu. Köylüler gençlerin yapacağı eğlenceyi bildiklerinden kendileri de birbirlerini ziyaret etmek için yola çıkmışlardı ancak yoldan geçen genç kızı gören herkes dona kalmıştı. "Bu deli kız değil mi?" "Bu da ne böyle?" "Soylu gibi..." "Bu deli olamaz!" Jessie tam omzuna köprücük kemiğine konan serçe ile çenesini dikleştirdi. Geçmiş geride kalmayı hak etmişti. Şimdi yaşayamak istediği gelecek vardı. Köy halkı şaşkın şaşkın arkasından bakarken göl kıyısındaki bir malikanede yapılacak olan eğlence için atının yelelerini okşadı. "Güzel bir gece geçirmeniz dileğiyle, Efendim." diyen at tekrardan dizleri üzerine çöktü ve Jessie'nin inmesini bekledi. Jessie derince bir nefes aldı ve yavaşça indi. Saçlarını geriye doğru attı ve çenesini dikleştirdi. "Teşekkür ederim, git ve güzelce otlan." dedi ve arkasını döndü. Göl kenarına çakılmış kazıkların üzerinde devasa meşalaler etrafı aydınlatıyordu. Ellerinde içkileriyle eğlenen gençler, müzik çalan birkaç gencin şarkısıyla ateş etrafında dans ediyorlardı. "Seni buraya hangi rüzgar attı, Nicolas?" dedi Fried gülümseyerek. Nicolas elindeki kadehi çevirirken ateşi ve ateş etrafında dans edenleri izliyordu. "Aslında biraz sıkıldım ve yoruldum. Bu dövüş meseleleri canımı sıkmaya başladı." dedi ve tek bir dikiş ile içkisini bitirdi. Genç bir kız sarı saçlarını geriye attı ve gözlerini kırpıştırarak güldü. "Köy senin Kral'ın yanında koruma olarak çalışacağını konuşuyor." dediğinde Nicolas derince bir iç çekti. "Eğer o güne kadar yaşarsam." dedi. Fried elini omzuna koydu ve dostça sıktı. "Saçmalama oğlum, sen yıkılmazsın öyle kolay kolay." dediğinde Nicolas çenesini sıkmıştı ki ateş etrafında dans edenlerin durduğunu fark etti. Bakışlarını herkesin sessizce baktığı yöne çevirince gözlerine inanamadı. "Bu deli kız!" Marie şaşkınca genç kıza bakarken kaşlarını kıskançlık ile çatmıştı. Jessie ellerini etteğinin üzerine koymuş dikkatli adımlarıyla kalabalığın olduğu tarafa doğru yürüyordu. Tüm gözlerin neden üstünde olduğunu biliyordu, herkesin ne düşündüğünü de biliyordu. Gerildikçe nefes alışının zorlaştığını hissederek her zamanki gibi çenesini kaldırdı ve dokunulmaz tavrını korudu. Gölün üzerinde oluşan ateş yansılamalarının ne kadar güzel gözüktüğünü fark ederek kendini rahatlattı. "Bu kızın ne işi var burada?" dedi Teressa. Kahverengi gözlerinden akan hırs barizdi. "Aman gelmişse gelmiş, delinin teki zaten. Takılır kendi başına." dedi Marie de. İki kız kıskançlıktan çatlarken Nicolas genç kızı gördüğü son anı hatırladı. "Acıktınız değil mi?" Saçlarını iki eliyle karıştırıp aylar önce yaptığı salıncağa oturan genç kıza baktı Nicolas. "Ben de acıktım!" diyerek sallanırken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Nicolas istemsizce güldü bu duruma. Bir anda genç kızın "sen!" diye bağırarak işaret parmağını saklandığı ağaca doğru tuttuğunu görünce telaşla geri çekildi. Yakalanmış mıydı? "Hemen bana yemek getir!" diye bağırdığı o duyunca aslında kuzunun birine bağırdığını görünce gülmemek için dudaklarını ısırdı. "Tanrım! Bu aç kulun buralarda sefalet içerisinde ölecek!" diye sızlandığını duydu ve yine gülmeden edemedi. "Kuzularımı yiyemem, keçilerin de eti serttir, koyunlarımı da çok seviyorum! O zaman..." diyerek salıncak üzerinde otururken omzu üzerinden arkasına baktı. Nicolas genç kızın o zaman yüzünü gördü. Hafif çilli teni, kahverengi gözleri uzun saçları ile masum ve bir o kadar çocuk ruhlu gibiydi. "Seni yiyeceğim Brave!" diyerek bağırdığında sanki ne olduğunu anlamış gibi kaçmaya başlayan köpek ile Nicolas hafifçe gülmeden edemedi. Elini belindeki torbasına attı ve içerisinden bir elma çıkardı. Zarar görmesin diye elmayı yuvarlayarak genç kızın olduğu tarafa attı. Sesini duymayan genç kız ile bir büyük bir taş attı. Jessie başını çevirip de yerdeki kıpkırmızı elmayı görünce gözlerini kocaman açtı. "Aaa!" Çılgınlar gibi salıncakta atlamış ve tam yemek üzere olan keçinin üzerine atlamıştı. Neye uğradığını şaşıran keçi ile Nicolas kahkahaların durdurmak için yumruğunu ısırıyordu. "İşte bu yüzden keçileri yiyebilirim!" Jessie derince nefes aldı ve eteklerini bırakıp gençlerin içerisine girdi. Attığı her adımda kendisinden birkaç adım uzaklaşmaları onu incitse de kendinden hiç ödün vermedi. Marie'nin yanına gelince hafifçe gülümsedi. "Selam." dediğinde Marie yalancı bir gülüş ile "selam " dedi. "Seni buraya hangi rüzgar attı?" dedi Teressa sabredemeyerek. "Son zamanlar da edindiğim arkadaşlarım artık biraz eğlenmek gerektiğini söyledi. " dedi Jessie gülerek. "Eğlenme vaktim çoktan gelmişti." diyerek daha da güldü. "Katılıyorum, çok iyi düşünmüşler. " dedi Nicolas gülümseyerek. Elini uzattı ve genç kızın tutması için bekledi. Herkesin gözü bu sahneye dönmüştü. Jessie birine temas ettikten sonra ya donup kalır ya da kaçıp giderdi. Peki şimdi ne olacaktı. "Arkandayız Efendim." Jessie küçük serçelerinin sesiyle gülümsedi ve anlayışla gözlerini kapatıp açtı. Elini naifçe uzattı ve genç adamın elini tuttu. Bir anlık durgunluk ile genç adamın kendisini gözetleyip elma attığı anıyı gördü. İlk kez iyi bir anı görmek istediğini hatırladı ve tatlı bir anı gördüğünü fark etti. Hafifçe yaptığı hareketleri hatırlayıp kızarsa da hiç bozuntuya vermeden karşısındaki mavi gözlü adamın gözlerine dikkatle baktı. "Elma için teşekkür ederim." dediğinde Nicolas yüzündeki gülüşün silindiğini hissetti. Fried de dahil olmak üzere onlarca genç ne olduğunu anlamamış olsalar da şaşkınca izliyorlardı olup bitenleri. "Sen- nasıl? Görmüş müydün?" dedi Nicolas şaşkınlıktan zar zor konuşarak. Jessie elini genç adamın elinden çekerek kıkırdadı. "Sanırım delilikten mediumluğa terfi edeceğim." diyerek güldüğünde Nicolas genç kızın yeşil gözlerine baktı. "Ben de hafızamın çok da iyi olmadığını düşünmeye başlıyorum." dedi ve kaşlarını çattı. "Sanki gözleriniz..." diyecekti ki Jessie ne diyeceğini önceden fark etti. "Neden dans etmiyoruz?" dedi sözünü keserek. Nicolas elindeki boş bardağı bırakıp elini tekrardan genç kıza uzattı. "Elbette." İki genç dans etmek için ayrıldıklarında etraftaki herkes fısıldaşmaya başlamışlardı. Jessie elini genç adamın omzuna attı ve diğeriyle naifçe elini tuttu. "Birini gizlice gözetlemek pek de iyi bir şey sayılmaz." dedi gözlerini gölde gezdirirken. "Ben olmasam keçilerini yiyecektin." Jessie başını çevirdi ve gözleri genç adamın gözleriyle buluştu. "Öyle bir şey mümkün müydü sizce?" dediği sıra birden kulağına dolan kurt ulumasıyla olduğu yerde durdu. "Bir şey mi oldu?" diyen Nicolas ile Jessie beynine dolan görüntüler ile şaşkınca olduğu yerde durdu. Prensi öldürmek için gelen adamların daha kalabalık hâli geliyordu. Bu görüntüleri nasıl görebiliyordu? İşte tam o sırada ağaçta bir adamın olduğu garip bir görüntü gördü. Elini Nicolas'ın göğsüne koyduğu gibi ittirdi. Geriye düşen Nicolas ile herkes deli kızın sonunda özüne döndüğünü düşündüğü sıra toprağa saplanan ok ile çığlıklar kulaklaea dolmuştu. Jessie gözlerini hemen ağaca çevirdi. İkinci oktan öyle kolay kurtulamamıştı ve omzunu sıyıran ok elbisesini kana bulamıştı. Prens Leonardo cam kenarında otururken dizleri üzerine düştü bir anda. Eli kalbi üzerine giderken boncuk boncuk terlemeye başlamıştı... Asır dört nala sürdüğü atını dehlemek için kaldırdığı elleri bir anda düştü. Sıkışan kalbi, kesilen nefesiyle attan düşmüş ve yuvarlanmıştı... İkisininde beyninde yankılanan yabancı ses bas bas bağırıyordu. "Efendimiz! Efendimiz! Efendimiz! "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD