"Gökkuşağına kırgınım, renkler bizden bu kadar uzak olmamalı..."

2916 Words
"Hadi Toprak! Acele et!" Jessie siyah pelerini atının dört nala koşuşuyla dalgalanıyor, nalların yerde bıraktığı iz adeta "ben kaçıyorum" diyordu. Elindeki çayını yudumlayan Asır imalı bakışlar ile arkadaşına döndü. Ne işler çevirdiğini merak ediyordu. Ben bir İngiliz'im diye bağıran sarı saçları, sarı sakalları bir yana buz mavisi gözleri Rus'ları da andırıyordu. İstemsizce elindeki çayın fincanını sıkıca kavradı. Tam bir şeyler söyleyecekken duyduğu huysuz at kişnemesi ile bakışlarını ormana çevirdi. Kızıl kahve tüyleri olan bir atın üzerinde siyah ve oldukça kaba pelerinli biri gidiyordu. Atını dört nala vurmuş, kütüklerin üzerinden atlatıp gidiyordu. Kim bilir ne acelesi vardı? Elindeki fincanı yavaşça önündeki ahşap masaya bıraktı. Gözleri yavaşça arkadaşıma döndüğünde giden atlının arkasından bakıyordu. Hafifçe gülümsedi ve belirgin çene hatları ortaya çıktı. "Ne baktın be William?" diyerek genç arkadaşıyla dalga geçti gözleriyle gözden kaybolan atı işaret ederken. "Bu bizim deli kız." dedi arkadaşı dudaklarını yana toparladı. "Yine neler karıştırıyor acaba?" diye sorduğunda hiçbir şey anlamayan genç adam başını yana eğdi. "Deli kız? " Arkadaşının mavi gözleri bir anda parladı ve sanki gözüyle kahkaha attı. "Var ya şu az ilerde bir çiftlik var. Orada Deli Kız denilen genç ve güzel bir kız yaşıyor. Ama görsen suratsız, mendebur biri. Ama köy onu hayvanları otlatırken ne güzel şarkılar söylediğini, çevresinde hayvanlar ile ormanda gezindiğini gördüklerini söylerler. " Gözleri ışıldadı ve büyülü bir şey söylüyormuş gibi sesini alçattı. "Ve diğer çobanlar gibi sürüsünü önüne alıp gitmiyor,sürü onu takip ediyormuş." cümlesi biter bitmez kendisini geriye attı ve sırtını sandalyeye yasladı. "Anlayacağın insanlara karşı soğuk ve itici birisi ama söz konusu yalnız kaldığı anlar olunca köylüler gizlice onun tatlı hâllerini izler. " dedikten hemen sonra gözlerini başka yere çevirdi. Genç adam kimden bahsettiğini nedense anlamıştı. Dün geceki garip kız kesinlikle deliydi! "Sanırım..." Gözleri yanındaki arkadaşında gezindi. Genç adamın gözlerini kaçırması ve son cümlesindeki ton düşüklüğü dikkatinden kaçmamıştı. "Sen de izledin?" diye sordu kaşlarının birini kaldırarak. William dudaklarını büzerken yanağını içten ısırdı. "Belki,biraz..." dedi yakalanmış olduğunun verdiği utanç ile hafifçe yüzü kızarmıştı. "Ne yapıyordu peki?" dedi gözlerini kısarak. William istemsizce kıkırdadı. "Çok komik ve tatlıydı. Ormanda geziniyordum bir iki gün evvel. Tam o sırada çığlık duydum koşarak oraya yöneldiğim sıra yemyeşil bir ovanın ortasında elindeki kıytırık bir sopa vardı, çakalın kafasına kafasına vurup bağırıyordu. " deyip kahkaha atmaya başladı. "Ama görsen sanki üç başlı ejderha ile savaşıyor. Çakal bile ne olduğunu anlayamadı zavallı." Deyip tekrardan kahkaha attığı sıra genç adamın yüzünde tatlı bir gülüş oluştu. Kendisi de bu kız ile tanışma şerefine erişmişti ve o an gerçekten de çılgınlar gibi eğlenmiş, dilediği gibi gülmüştü ama son kısım pek de normal değildi. "Neden deli peki?" diye sordu istemsizce. William başını salladı sağa sola ve omuzlarını yukarı kaldırdı. Belirgin adem elması olan boynu içeri göçtü. "Aslında çok tatlı bir kız ama ona yaklaşınca bir garip davranıyor. Bir an hiç kıpırdamadan duruyor sonra sana kötü kötü bakıyor, sonrasında laf sokuyor ve kaçıp gidiyor sanki. İnsanları kendinden itiyor ve sadece anne babasıyla samimiyet kuruyor. Bazen insan gidip böylesine tatlı ve sevecen gözüktüğü için konuşmak istiyor ama yanına varınca pek de tatlı ve sevecen gözükmüyor. "dedi düşünceli bir hâlde. Genç adam o akşam üstü kızın kaçıp gittiğini hatırladı ve düşenceyle başını eğdi. Bu derin ve gizemli sohbetin sonu bir at arabasının hanın önünde durmasıyla gelmişti. At arabasından inen halktan farklı giyimli biri elindeki sapanı sıkıca tutuyordu ve bakışlarındaki kibir çok net bir şekilde okunuyordu. Tahta basamakları çıktıktan hemen sonra gözleri genç adamların üzerinde gezindi. "Buranın sahibi kimdir?" Dedi genç adamlara hitaben. William hafifçe kaçını çattı ve bu garip adama baktı. Gözlerini hiç kırpmadan önündeki adamın dış görüntüsü ile yargılamaya başladı. Üstündekiler ne kadar pahalı ve güzel kumaşlar olsa da üzerindeki kir , pas inansanı şüpheye düşürüyordu. "Benim." Dedi tereddüt etmeksizin. "Jessie Damon'u nerede bulabiliriz?" deyince iki genç az önce konuştukları kızın sorulmasıyla hızlı bir bakışma yaşadılar. Artık genç adamda bu gizemli adamı süzmeye başlamıştı. "Neden sormuştunuz?" dedi William endişelenerek çünkü az önce genç kızın dört nala koşturduğu atını görmüşlerdi. Tehlike çanları çalıyordu. "Borcumuzu ödeyeceğiz." dedi ve sıkıntılı bakışlarını yanda kendisini ters ters izleyen kara kaşlı kara gözlü adama çevirdi. William hafifçe yutkunurken tereddütte kaldı. Doğru söylüyor muydu? Meçhuldü. "Nasıl bir borç?" dedi mavi gözleriyle genç adamı sorgularcasına baktı. "Can borcu." dedi ağzında geveler gibi ve hemen ardından "yerini biliyor musunuz?" diye devam etti. Yerini bildiklerini biliyordu elbet. "Peki siz kimsiniz?" dedi William merak içerisinde ve ayaklarını tahta hanın girişine sürttü. Bedeni biraz gerilmişti çünkü atlının içerisinde birkaç kişinin daha olduğu açıkça belliydi. "Ben Veliaht Prens Leonardo'nun yakın koruması Thomas Arec. " dedikten sonra başını hafifçe dikleştirdi. William duyduğu şey ile hafifçe geri çekildi ve dostuna kısa ve oldukça meraklı bir bakış attı. "Köyümüze hoşgeldiniz, ben de bu hanın sahibi William Cedric. " dedikten hemen sonra gözleri at arabasına kaydı tekrar. "Affınıza sığınırak soruyorum, Prens Leonardo mu arıyor?" dedi mavi gözlerini karşısındaki adama çevirerek. "Evet, şimdi nerede olduğunu söyler misiniz? Çok bir vaktimiz yok." dedi Thomas sıkılmışcasına. William omuzlarını düşürdü ve sol eliyle dağın arkasını gösterdi. "Bu tepenin ardında geniş ve bereketli bir ova var. Büyük bir çiftliğe sahipler ve ismine Yerkuşağı diyorlar. Bu patika üzerinde kime sorsanız size tarif edeceklerdir. " dedikten hemen sonra bir adım daha geri çekildi. Thomas, William'ın gösterdiği patikaya baktı ve başını sallayarak geri geri birkaç adım attı. "Teşekkürler. " dedikten hemen sonda kısa bir bakışı sandalyedeki soğuk ve kaba adama kaydı ve başını çevirdi. At arabası gözden kaybolduğu sıra iki arkadaş sadece birbirleriyle bakışabildiler. •°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•° "Kızım, güzel kızım al bak çok güzel bu elbise. Çıkar at artık şu pantolonu!" diyen genç ve alımlı kadın hiç de yaşını göstermiyordu. "Hayır anne! Giymeyeceğim!" diyen şımarık ve koşan kızda hiç yaşını göstermiyordu. İki kadın evin içerisinde birbirlerine bir türlü yaklaşamıyordu. Thomas ise karısının kızını sinirli bir halde kovalayışını zevkle izliyordu. Öyle tatlılardı ki aklını başından alıyorlardı. Thomas en son genç kızın annesine çıkardığı dili ile şaşı yaptığı gözü genç babayı kahkahalara boğmuştu. Gabriella , Jessi'nin en son çıkardığı diliyle tehlikeli bir bakış attı ve bunu anlayan genç kız kapıya doğru kaçmaya başlamıştı. "Gel buraya!" Jessie aksak ve komik adımları ile kapıyı açtı ve arkasından bağıran annesine bakarak çiftliğin ahırına doğru koştu. "Jessie!" diye bağıran annesine dil çıkarttı tekrar ve tam önüne döneceği sırada bir at kişnemesi ile geriye doğru itti kendini. Kıl payı bir atın altında kalmaktan kurtulmuş ve poposunu üzerine düşmüştü. Acı ile yüzünü buruşturdu ve at arabasını sürenin soluk tenine , donuk gözlerine baktı sinirle. Elinin tersiyle vurmak vardı ya şimdi! İşte tam ellerini kaldırmış toprak olmuş tenini temizlerken bacaklarına konmuş titrek eller ile kaşlarını çattı. "İyimisiniz Leydi Jessie Damon?". diyen yeşil gözlü , gösterişli adama dehşet dolu bir ifadeyle baktı. "Sen?" dedi inanamaz bir halde. Şaşkınlıktan kahverengi gözleri kocaman kocaman olmuştu. İçerisindeki endişe bu adamın kendisini bulmasından çok babasının bugün yaptıklarını duymasından korkmasıydı. Belki bir daha ava bile çıkamazdı. "Evet Leydim, ben." dedi Prens Leonardo. İntizamlı dudaklarından sızan asil gülüş , gözlerindeki ışıltı; ben soyluların soylusuyum, diye bağırıyordu resmen. Jessie yapacak bir şey kalmadığını kendisine bakan adam ile anlamıştı. Yapacak bir şey kalmamıştı gerçekten. Tek bir şansı kalmıştı. Babası ona gelmeden önce... "Hiçbir şey söyleme. " dedi hızla yaklaşarak. Prens genç kızın düşüşünden duyduğu endişe, onu bulmuş olmanın verdiği huzur arasında kulağında hissettiği nefes ile kalakalmıştı. Ondan hiçbir şey anlatmamasını istiyorsa o da hiçbir şeyi anlatmazdı o zaman. Bu bir çift lafı duyar duymaz omzuna bir el konulup çekilmesi bir oldu. Bay Thomas endişe ile kızını kaldırdı ve toprak olmuş kıyafetini sirkelerken yarası var mı diye bakındı. "Biraz daha dikkatli olamaz mısınız?" dedi kaba bir ses tonuyla. Jessie alttan alttan babasının kolunu sıkmaya çalıştı ama babası iki de bir genç kızın elini ittiriyordu. "Bu ne kabalık?" diyen babasıyla iç çeken Jessie utançla bakışlarını başka tarafa çevirdi. "Özür dilerim efendim, böyle bir küstahlık yapmak istememiştim. Bu konuda uzun nutuklar vereceğim. " dedikten sonra mendebur adamın yüzüne uyarıcı bir ifadeyle baktı. "Siz kimsiniz?" dedi Bay Damon sabırsızlıkla. At arabasının yanında sessizce dikilen Thomas Prens'ini tanıtmak adına bir iki adım öne çıktı ve reverans yaptı. "Ben Thomas Sky, Veliaht Prens Leonardo'nun yakın korumasıyım ve karşısınızdaki kişi ise Velihat Prens Leonardo." dediğinde Bay Damon yüzüne sağlam bir tekme yemiş gibi oldu. Bir iki adım geri çekilen adam endişe ile dönüp karısına baktı ve hafifçe eğilip prensi selamladı. Gabriella kocası ile eğilirken Jessie hiç oralı değilmiş gibi etrafa bakınıyordu ki babası dirseğini genç kızın karnına geçirdi. Jessie bu darbe ile eğilirken hafifçe gözlerini kıstı ve babasına kötü kötü baktı. Prens Leonardo genç kızın babası zoruyla kendisine selam verişini bıyık altından gülerek izlemişti. Nedense bu sahne hem canını sıkmış hem de onu güldürmüştü. Genç kız hemen doğrulduğu sıra Bay Damon endişe ile sordu. "Sizi buraya getiren nedir , Prens'im?" Thomas hafifçe nefes aldı ve tekrar konuştu. "Prens tahta geçmeden önce halkını tanımak istiyor. Bu yüzden köyde konaklamak için güzel bir yer arıyoruz. Burayı tüm köy methetti. Burada kalabilmemiz mümkün mü? " diyen Thomas ile Bay Demon'nun gözleri parladı. "Elbette efendim, çitfliğimizin kapıları size sonuna ve sonsuza kadar açıktır. " diyerek hafifçe eğilmiş açtığı eliyle çiftliğini taktim etmişti. Prens Leonardo duyduğu cümlelerin tatminliği ile bakışlarını istemsizce genç kıza çevirmiş ve babasının kendisine olan saygısını göstermek istercesine göğsünü kabartmıştı ki genç kızın babasının arkasında göz devirerek babasını taklit ettiğini görmüştü. Şaşkınlık ve böylesi kabalık karşısında dumura uğrayan genç prens ise buna içten içten kahkahalar atmıştı. "Teşekkürler." diyerek Bay Damon'a bakan prens hafifçe gülümsedi. "Yol arkadaşlarım oldukça yorgun ve güçsüzler. Bize biraz yemek verebilmeniz mümkün müdür?" diye sordu ardından ve başını korumlarına ve arabacıya çevirdi. Hepsinin ne kadar bitkin ve çökük olduğunu biliyordu. Su bile içememişlerdi. "Elbette elbette! Gabriella size muazzam bir köy yemeği hazırlayacaktır. Buyurun lütfen, yorulmuş olmalısınız?" diyerek evlerinin girişini gösteren Bay Damon ile Prens Leonardo hafifçe başını sallamış ve teşekkür etmişti. "Bundan önce çitfliğinizi biraz gezebilir miyim?" dedikten hemen sonra başını çevirdi ve ilk kurduğu planı gerçekleştirdi. "Jack , çok yorgunsun biliyorum ama atlara biraz su verebilir misin?" dedi üzgün bir bakışla. Kendisine böyle bir bakış atan prens ile Jack şaşkınca ne yapacağını bilememişti. Hiç böyle yüz yüze diyalog içerisine girmemişlerdi bile. "Hiç önemli değil prensim, ben hallederim Jack de içeri geçsin. " dedi Bay Damon Prens Leonardo'nun tuzağına düşerek. "Çok teşekkür ederim , o zaman ben biraz gezineyim. Meyve ağaçları ne tarafta?" diyerek yalandan etrafa bakınan genç Prens planının son aşamasındaydı. "Jessie , Prens Leonardo'yu gezdirir misin , tatlım?" dedi Bay Damon. Bu "gezdirebilir misin?" değildi. Bu bir "gezdir!" di ve Jessi bunu biliyordu. "Peki." diye ağzının içinde mırıldandı ve Prens Leonardo'ya yolu göstermek adına ilerledi. Bir elini patikaya doğru uzatırken arkadan babasının gittiğini görüyordu. "Neden geldiniz?"dedi Jessi bıkkın bir ifade ile. Prens Leonardo kızın çıktığı yapmacık kibarlık ile şaşkınlıkla ona baksadan gülmeden edemedi. "Bir Prens ile nasıl böyle konuşaniliyorsunuz, Leydim?" dedi o da minik bir tebessüm ile. "Ben leydi değilim." diyerek göz deviren Jessie son kez babasına baktı ve yürümeye başladı. "Sizi kurtardığım için pişman olmaya başladım.". dedi homurdanarak. "Bunu üzerime alınmayacağım. " diyen prens ile Jessie öfkeli gözlerini genç adama çevirdi. "Ama ben alınmanız için söylemiştim." dedi zorlama bir kibarlık ile. Annesinin gece uyurken kestiği perçemlerini yana ittirdi sinirle. Prens Leonardo bakışlarını etrafta gezdirdi ve hiçbir şeyi unutmamak adına beynine bir bir kazıdı. Sürekli gidip gelmekten aşınan yol kahverenginde dümdüz olmuştu. Yanlarındaki yemyeşil çimlerin arasında gezinen kedi ve köpekler ağaçların gölgelerinde uzanıyorlardı. Bir çit ile etrafı çevrilmiş olan yerin içerisinde ise yaklaşık beş tane at vardı. Uzun ve seyrek olan ağaçların alt dalları budanmış güzel bir gölgelik yaratmıştı. Çiftliğin sınırları ise bir tel ile geçilmiş ve diplerine böğürtlen, ahududu ekilmişti. Dikenler teli sarmış ve hem teklikeli hem tatlı bir görüntü oluşmuştu. " Nasıl bu kadar iyi bir savaşçı oldunuz? İnanın aklım almıyor o anı hatırladıkça. " diyen Prens Leonardo hayran bakışlarını esirgemeden genç kıza baktı. Prens Leonardo sarayda pudradan dolayı beton suratlı leydilere ve onların kibarlıktan kırılan hallerine o kadar alışmıştı ki karşısındaki kız ona dünyadan bir parça gibi gelmiyordu. Uzun elbisesinin aksine bacaklarını saran pantolonu gördüğü andan beri şaşkınlıktan kırılıyordu. Üzerindeki gömlek ve açık yakası onun oldukça cürretkar ve cesur olduğunu bağırıyordu sanki. İstemsizce bakışlarını genç kızın gözlerinde gezdirdi. Kesinlikle özel ve nadirdi. Jessie dudaklarına yapışan bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı ve altından geçtikleri elma ağacından bir elma kopardı. Elmayı yakasına sürterek parlatırken kaba hallerinden oldukça memnundu. "Bilmem, küçüklükten gelmedir herhalde. Alışkınım, avlanmadan falan. "diyerek omuz silkti ve elmasından koca bir ısırık aldı. Kütürdeyen elma sesiyle Prens Leonardo bu kabalığa ve vurdum duymazlığa şaşkınla baktı. İnanılmazdı! "Oldukça misafir perversiniz Leydim, bir elma bile vermediğine göre." dedi kinayeli bir halde. Jessie gülümseyerek genç prensin yeşil gözlerine baktı. "Burada elmalar ağaçtan alınır , yenir. " dedikten hemen sonra ilerideki elma ağacını işaret etti. "İsterseniz sizde alabilirsiniz, Prens'im. " dedikten hemen sonra prensin şaşkın bakışlarını görünce gözlerini şaşkınca açarmış gibi yaptı. "Ben gibi narin ve kırılgan bir leydiden elma almasını beklemiyorsunuzdur herhalde?" dediğinde Prens Leonardo hemen göğsünü kabarttı. "Elbette ki kendim alırım." diyerek inatlaşmış ve ağır adımlarını elma ağacına yönlendirmişti. Yavaşça bir iki dal çıktığı sıra dallar sıkıştığı için zor hareket etmeye başlayını Jessie çimenlerin üzerine kurduğu bağdaşı ve elindeki elmasıyla gülerek izliyordu. Prens Leonardo genç kızın kıkırtısını duydukça hırs yapıyordu. Gözüne kestirdiği kıpkırmızı elmaları görünce içerisinden sevinç nidaları attı ve dala uzandı. O elmaya elini uzattıkça durduğu dal aşağı eğiliyor elmalar yukarıda kalıyordu. Bir denedi olmadı , iki de olmadı en son gözünü kararttı ve elmaları kaptı ancak kendisi ağaç tutamadı. Genç prens oturur şekilde Jessi'nin tam ayak ucuna düştüğünde şaşkınlıktan gözlerini kocaman açılmıştı. Jessie ise elmasını tam ağzına götürdüğü sıra dibine düşen adamla daha fazla kahkahasını tutamadı. Genç kızın şen kahkahaları neredeyse ormanı inletirken Pren Leonardo rezil olduğu için hiç de eğlenmiyordu ancak az önceki şeyin gerçekten de komik olduğunu fark edince kendisi de gülmeye başlamıştı. İki genç şen şakrak bir hâlde gülüşürlerken gülmekten gözleri dolmuştu. "İyi misin? Neden hemen böyle gaza geliyorsun ki? Hepimizin yaşadığı yer farklı ,hepimizin birbirinden farklı yerlerde iyi olduğu konular var. Her şey de böyle gaza gelirseniz Prens'im ülke elden gider." diyerek göz kırptığında Prens Leonardo gülmeden edemedi. "Aslında çok haklısın Jessie. " diyen Prens Leonardo ile Jessie gözlerini şaşkınca açtıktan hemen sonra en samimi gülüşünü gösterdi ve genç prens bu gülüşe tav oldu. "Ya , bak işte böyle. Göbeklerinden dolayı gömleğinin düğmesi atmış, ağzındaki pipolar ile keltoş amcalar gibi konuşmak oldukça sıkıcı! Böyle kendini daha mutlu edersin ve ben de boğuluyormuş gibi hissetmem. Hadi benim yanımda rahat ol ben çaktırmsm kimseye gayriresmi konuştuğumuzu..." deyip göz kırptığında Prens Leonardo o an doğduğundan beri atmadığı en büyük ve en samimi kahkahasını attı. "Sen ne kadar da çılgın bir kızsın!" dedi hayran bakışlarını genç kızın kahbe rengi gözlerine dikerken. "Tevvecüğünüz... " diyen Jessie hafifçe başını eğdi. "Bunu sana aldım." diyen Prens Leonardo avuçlarında sıkı sıkı tuttuğu iki elmadan en kırmızısını genç kıza uzattı. Jessie elindeki elmaya baktı ve genç adamı kırmak istemedi. Bitirdiği elmasını tellere fırlattı ve genç adamın uzattığı elmayı aldı. "Bu çok büyük bir şeref!" diyerek elmayı gömleğine sürterken genç prensin kendisini izlediğini fark etti. Prens Leonardo hazırlanan meyve tabaklarının aksine böyle bir elmayı üstüne sürüp yenmesi gerektiğini bilmiyordu. İşlemeli gömleğinin ucunu tuttu ve sürtmek için elmayı kaldırdı. Jessie genç adamın ne yapacağını anlar anlamaz bir çırpıda elindeki elmayı aldı. "O pahalı kumaşa elma sürtülür mü hiç?" dedi ve genç adamın elmasını sürtmeden önce kendi elmasını ısırıp ağzında tuttu. Prens Leonardo genç kızın kaba samimiyetini şaşkınlıkla izliyordu. Küçük kalkık bir burnu vardı, hafifçe güneşten yanmış ve birkaç çil çıkmıştı. Kirpikleri siyah ve uzundu. Hilal gibi yukarı kıvrılmış ve gölgeleri elmacık kemiklerini süslemişti. Yanaklarında hafif bir pembelik dudakları ise kuruduğundan çatlaklık vardı. Düşününce sıradan bir köylü kızıydı ama tatlı, sempatik ve ender bir köylü kızı. Prens Leonardo genç kızın kendisine uzattığı elma ile düşüncelerinden sıyrılırken parmakları genç kızın parmaklarına değdi ve kız bir anda dondu kaldı. "Merhabalar, Prens'im. Bugün nasılsınız?" diyen turkuaz uzun bir elbise içerisindeki kadın bembeyaz , ruhsuz yüzündeki gülümsemesi ile bakıyordu. "Teşekkür ederim, Leydi Odette. İyiyim , siz nasılsınız?" dedi nazik ancak uzak bir gülüş ile. "Biraz sinirliyim işin gerçeği..." diyen genç bayan soğuk gözlerini etrafta gezdirdi. "Saraydaki bazı densiz leydilerin dedikodularına şahitlik etmiş bulunmaktayım ve inanın çok canımı sıktı kar." diyerek inanamaz bir ifade ile gözlerini kapattı. "Sizin gibi bir soylunun sarayın ordusuyla kampa gideceğinden bahsediyorlardı. Böyle bir saçmalık olamaz!" diyerek sesini yükselten genç kadın ile Prens sinirle nefes aldı. "Bu doğru Leydim, ordu ile kampa gideceğim çünkü o benim ordum ve istediğimi yapacak en büyük özgürlükte benim. Siz böyle zırvalıkları galeye alarak endişe etmeyin yoksa güzeller güzeli yüzünüzde kırışıklar çıkacak. " dedikten sonra selam verip geri çekildi. "Kendine iyi bakın." diyerek giden prensin ardından kal gelmiş gibi kalakalan genç kız ne yapacağını şaşırmıştı. Prens Leonardo karşısındaki genç kızın bir anda yeşile dönen gözlerine şaşkınlıkla bakarken hiç hareket etmediğini fark etti. Telaşla elini kaldırdı ve omzuna koymak istediği sıra genç kız sirkelenerek kendine gelmiş ve yeşil gözleri kahverengine dönmüştü. Prens yanlış gördüğünü düşündü. Jessie kendine gelir gelmez hemen ayaklandı. "Yemek çoktan hazır olmuştur, geç kalmadan yola çıkmalıyız." dedi ve başını eğip yolu gösterdi. Prens elmasını bile yiyemeden genç kızın böylesine değişmesini anlayamamıştı ama başını sallayarak onu reddetmedi. Beraber geçen sessiz yolun ardından Gabriella evde yahni yapmış ve sobada güzel ekmekler pişirmişti. Tarladan topladığı sebzeler ile güzel bir salata yapmıştı. Sofrayı gittikçe dolduran genç kadın misafirlerin karnını iyice acıktırmıştı. Kapıdan giren genç prens ve kızı ile de herkesi sofraya davet etmişti. Jessie ilk kez uslu bir kız oldu ve herkese yemek dağıttı. Prensin kendisini izlediğinin de bilincinde olarak iyice gerildi. Prens ise genç kızın bir o yana bir bu yana salınışını ağzındaki lokmaları yavaş yavaş çiğnerken izledi. Bu genç kıza tav olmamak elden gelir şey değildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD