2.BÖLÜM
Babam kısa boylu, tıfıl ve çelimsiz bir adamdı. Bakışlarında meymenet yoktu, küçükken annemle nasıl evlendiğini düşünür dururdum. Onun da dedem tarafından parayla satıldığını öğrenene kadar küçük aklımla romantik senaryolar yazar dururdum.
Annem çok güzel, alımlı bir kadındı. Parayla satın alınamayacak güzellikte derlerdi ya, annem Nazgül Hanım ağa öyle bir kadındı işte… Ben ise tüm özelliklerimi annemden almıştım.
“Ne evliliği lan? Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” dedi babam. İrkilerek hayal dünyamdan çıktım. Zor anlarda her zaman zihnimi dağıtarak korkularımı başımdan savmaya çalışırdım. Bir nebze olsun işe yarardı. Babam silahını kaldırarak etraftaki tüm aşiretin üzerinde tek tek gezdirirken Serdal Ağa’nın arkasına sindikçe siniyordum.
“Karımın babasısın diye, sana silah sıkmadım. O silahı beline sok…” dediğinde duraksamıştı Serdal Ağa. Sesindeki öfkeyi hissedebiliyordum. “Buralarda karısının babasını vuran ilk ben olmam. Beni zorlama! Yalan söylediğim nerde görülmüş?” demesiyle babam silahını sakin davranmaya çalışarak indirdi. Biraz daha zorlarsa olacakların farkındaydı.
“Evlendim diyorsun… İspatla,” dedi babam.
Korkumdan titreyen elimi, göğsüme götürerek, iki saat önce kıyılan nikah senedimi çıkarttım. Sağ elimin parmağını yavaşça Serdal Ağa’nın omzuna dokundurdum. Omzunun üzerinden bana göz ucuyla baktığında seneti çekinerek uzattım. Elini omzuna götürerek seneti aldı ve babama doğru uzattı.
“Alın sana senet Çavreş Ağa,” demesiyle babam Serdal Ağa’nın elindeki kağıdı kaptığı gibi üzerinde yazılı olan arabi harfleri okudu. Okudukça yüzü kızarıp bozarıyordu. Nikahın gerçek olduğunu, Serdal Ağa’nın palavra sıkmadığını anlamıştı.
“Derhal Lilan’ı boşayacaksın!” dedi babam konağın ortasına bağırırken.
Serdal Ağa’nın kaslı kolu bedenimi arkadan sarmaladığında tam anlamıyla babamın ve amcamın önünde siperdi. Beni vermeye hiç niyeti yoktu. Bu ona olan güvenimi tazeledi, kolaylıkla pes etmiyordu. Sanırım ona güvenerek doğru bir karar vermiştim. Badilli konağında beni nelerin beklediğini bilmiyordum lakin tek bildiğim; her yerin baba evinden daha iyi olacağıydı. En azından her gece babam tarafından taciz edilme korkusuyla uyumayacaktım.
“Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Çavreş Ağa!” dedi Serdal Ağa kükreyerek. “Böyle söylemeye nasıl cesaret edersin? Senin şuracıkta kafana sıksam, ağalar meclisi gıkını çıkartamaz!”
“Harun Ağa, Lilan için on milyon para ödedi! Alacağımı aldım. Ben uğraşamam bu saatten sonra, gidin birbirinizin kanını dökün!” dediğinde babam abime dönerek konuştu: “Oğlum git, Harun ayağa durumu anlat.”
Babamın son söyledikleri, tüm Badilli aşiretinin erkeklerini düşündürdü. Serdal Ağa’yı da derin bir sessizlik kapladı. Gözleri konağın yer taşlarında gezinirken derin düşüncelere daldı. İşler sandığından daha fazla karışmıştı.
Ben ise gözlerimi kapatarak beni babama geri teslim etmemesi için Allah’a dua ediyordum. Konağın üst katından çıkıp gelen fitneci Zergül Hanım’ın bakışları yüzümü buldu ve kinle baktı. Ardından oğluna seslendi.
“Oğul! Var boşa bu kızı, başımıza bela açacaksın! Bu orospu için değmez! Zaten Mardin’de adı çıkmış, alnımıza kara leke sürmeye yemin mi ettin?”
Zergül Hanımın sesini duymasıyla Serdal Ağa’nın öfkeyle soluk alışverişlerini duydum. Sanki annesiyle arasında görünmez bir kan davası var gibiydi. Konağa ilk girdiği andan itibaren aralarının iyi olmadığını sezmiştim. Aralarındaki dava her neyse beni getirmesine sebep olmuştu. Kendimi şanslı sayıyordum. Annesi beni burada istemedikçe, Serdal Ağa inatla diretiyordu.
“Lilan burada kalacak! Bu konuda masaya yatırılacak! Herkes silahlarını indirsin!” dediğinde babamlar ne de Serdal Ağa’nın aşireti silahlarını indirdi. Sonunda Serdal Ağa silahını havaya kaldırarak bir el ateş etti.
“Silahları indirin ulan!” dediğinde arkasında zangır zangır titriyordum. Önümde duran cüsse bana duvar olmuş tüm bedenimi koruyordu.
Tüm erkekler ellerindeki silahları indirdi. Babam Çavreş Ağa’nın soluk alışverişleri bir nebze olsun duruldu.
Serdal Ağa kardeşlerine döndüğünde; “Çavreş Ağa’yı yandaki konağa alın, hep birlikte konuşucaz!”
“Konuşacak bir şey yok Serdal Ağa, bu saatten sonra konu sen ve Harun Ağa arasında…” demesiyle babam amcama ve abime gitmeleri için işaret ettiğinde peşlerine düştü ve konağın kapısından uzaklaşarak ayrıldılar…
Serdal Ağa sakin karşılamaya çalışarak kolundan beni yakaladı. Annesinin yanında kötü davranmamaya özen gösteriyordu lakin gözlerinden çıkan ateşi görmemek imkansızdı.
“Bu namussuz Badilli aşiretinin sonu olacak!” dediğinde Zergül Hanım.
“Ana!” diye bağırdı Serdal. “Zaten canım burnumda, sus artık!”
Kendi odasına doğru beni sürüklerken görüş alanlarından ayrılmamızla birlikte odasının kapısını açtı ve beni sertçe içeri fırlattı. Odası konağın en dip tarafındaydı. Öfkeli gözlerini bana dikti, adeta alev fışkırıyordu.
“Parayla satıldığından bahsetmedin! Bana oyun mu oynadın? Senin şuracık ta kafana sıkarım! Bizi neyin içine soktuğunun farkında mısın lan!” demesiyle elini havaya kaldırdı, lakin bana vurmadı. Korkudan gözlerimi kapattım, tir tir titriyordum.
“Vallahi bilmiyordum! Harun Ağa’nın on milyon ödediğinden haberim yoktu. Nikahtan sonra para verilecek sanıyordum! İnan bana… N’olursun!”
“Şimdi Harun Ağa gelse, hepimizin kafasına sıksa yeridir! Adam seni satın almış! Hem de on milyona!” dediğinde Serdal Ağa’nın sesi kükrer gibi çıkıyordu.
“Ya seni boşayıp teslim edicem! Ya da on milyon Harun Ağa’ya ödeme yapmam gerekecek! Bana çok pahalıya patladın! Tüm Mardin namussuzluğunu biliyor! Hem şanımdan, hem paramdan edeceksin beni!” dediğinde Serdal Ağa’nın ayaklarına kapandım.
“Ne olursun beni geri verme! Ne istersen yaparım! Yalvarırım beni gönderme! Yemin billah ne istersen yaparım, bir dediğini iki etmem…” dediğimde köpek gibi yalvarıyordum. Zangır zangır titrerken Serdal Ağa’nın ayaklarını öpüyordum. Ağlama hıçkırıklarım yalvarmalarıma karışıyordu. Harun Ağa olacak namussuza beni verirse kendime acımam öldürürdüm.