1.BÖLÜM
LİLAN
Konağın kapısı menteşelerinden sallanarak şiddetle çalınıyordu. Korkumdan tir tir titriyordum, odanın içindeki yatağın üzerinden yere inerek köşeye sinmiştim. Gelenlerin kim olduğunu tahmin etmekte zorlanmıyordum. Babam olacak o vicdansız Çavreş Ağa, ecelim olmaya gelmişti.
Titreyen ellerime; korku dolu gözlerimle bakıyordum. Derin soluklar alıp vermeyi denerken tek amacım; kendimi sakin tutmayı başarabilmekti.
“Odadan çıkmayacaksın!”
Serdal Ağa, oturduğu koltuktan fırladı. Sehpanın üzerinde duran silahı beline takmasıyla rüzgâr gibi yanımdan geçip gitti. Sertçe kapattığı kapının sesi, konağın avlusunda yankılanıyordu. Beni konağa getirip himayesi altına almasının üzerinden yaklaşık yedi saat geçmişti. Küçük yerlerde haber hızlı yayılıyordu.
“Kapıyı açın lan! Bu konağı başınıza yıkarım!”
Duyduğum sesle kulaklarımı ellerimle kapatırken gözlerimi sımsıkı yumdum. Babam demeye dilimin varmadığı adamın, her duyduğumda midemi bulandıran o çirkin sesinden kendimi korumak istercesine avuçlarımı daha bir sıkı bastırdım.
Tacize uğradığım anlar gözümün önünden film şeridi gibi geçerken gözlerimi doldurdu, yaşların yanağımdan dizi halinde akmasına yine mâni olamadım.
İnsan kızını taciz eder miydi?
Benim babam bunu defalarca yapmış, lakin istediği sonucuna ulaşamamıştı.
Babam odama daldığında gün ışımamıştı. Açtığı kapının önünde dikilip bana nefret ettiğim o aç bakışlarını yönelttiğinde kendimden bile tiksinir haldeydim.
Niyetini bildiğim için çaresizce kıvranıp beklemekten, elimden bir şey gelmemesinden yorulmuş, artık canımı bile umursamaz olmuştum.
Canından vazgeçmek… Bunu yaptığınızda, canınızdan, hayallerinizden, amaçlarınızdan açıkçası kendinizden tamamen vazgeçtiğinizde önünüzdeki hiçbir şey sizi durduramıyordu işte… Ben de o aşamaya gelmiştim…
Dakikalar sonra çatıdan evin dışındaki taş zemine atlarken bir an olsun tereddüt etmemiştim. Böylesine kirli bir duyguyla yaşamaktansa ölmeyi yeğlerdim. Ölmek, evde yaşayacaklarımın yanında çok hafif kalırdı. Çileli bir hayat sürmüştüm. Ailem beni bir hizmetçi gibi avlunun ortasında oradan oraya yıllarca koşturmuş, tüm hizmetlerini yaptırmıştı. Uğramadığım şiddet, zulüm ve dayak kalmamıştı.
Dış kapının açılma sesi kulaklarıma ulaştığında oturduğum dokuma halının üzerinde kuş gibi, hali hazırda olduğumdan daha çok titremeye başladım. Nefes alamıyor, düşünemiyordum...
Serdal Ağa'nın sesi gür biçimde avluda yankılanıyordu. “Hayrola Çavreş Ağa? Nedir derdin?”
Babam, duyabileceğim sesle avlunun orta yerine bağırdı:
“Lilan, çık lan dışarı! Ben seni saklandığın o delikten çıkarmadan hemen buraya gel! Yoksa andım olsun herkesi kurşuna dizerim! Lilan!”
Serdal Ağa, “Çevreş Ağa!” diye kükredi. “O sesini bir kıs, senin karşında marabaların yok. Beni yok saymaya devam edersen olacaklardan mesul olmam, bilesin!”
Babam, şaşırtıcı bir şekilde geri adım attı. Bir an sustu.
Serdal Ağa’nın sesi yeniden kulaklarıma ulaştı: “Heh şöyle… Şimdi, adam değilsin ama iki dakika adam olduğunu sayarak seni muhatap alıyorum… Ne diyorsun? Söyle bakalım, derdin ne?”
Babam, “Derdim belli! Lilan! Kan dökülmesini istemiyorsan o kızı soktuğun delikten çıkartarak, bana teslim edeceksin,” dediğinde ellerimi bedenime doladım.
Serdal Ağa, beni koruyacağını söylemişti ama annesinden bile koruyamamıştı. Saç diplerim hala acıyordu. Yanağım, üzerinden akan göz yaşlarımla birlikte cayır cayır yanıyordu. Halimi gördüğü halde ne elini uzatmıştı ne de tek kelime etmişti. Ondan böyle bir şey beklemiyordum elbette… Belki de beklemiştim… Bilmiyorum…
“Lilan… Artık benim, onu size vermem!” dediğini duyduğumda kalbim bir an sanki atmayı bıraktı.
Babamın sesi yeniden yükseldi. “Ne demek senin lan! Lilan benim, benim kızım… Yakında Harun Ağa’nın da karısı olacak! Dediklerini duymazdan geleceğim, kızı alıp gideceğim. Ama ben şimdi almazsam olacakların önüne sen değil, aşiretin bile geçemez! O güvendiğin aşiretinin soyunu kuruturum!”
Babam normalde Serdal Ağa’ya kafa tutamazdı ama Harun Ağa’ya güveniyor, şimdi tehditler savuruyordu. Serdal Ağa’nın, Harun Ağa’nın adını duyduğunda geri adım atacağından korkarak tırnaklarımı etime geçirmek istercesine bastırarak yavaşça ayağa kalktım. Daha fazla saklandığım yerde duramıyordum.
Kapıyı açarak avluya çıktığımda Serdal Ağa'nın tüm erkek akrabalarının avluya döküldüğünü gördüm. Babam, abim ve para için kendisini bile satacak olan amcamla karşı karşıya geldiğimde, silahlarını Serdal Ağa’ya doğrultmuş olduklarını korkuyla fark ettim.
“Buraya gel seni namussuz!” diyen babamın sesiyle adımlarım dururken gözlerimi Serdal Ağa’ya çevirmiştim.
Babam, yeniden “Lilan!” diye kükrediğinde yerimde sıçradım.
“Gel buraya… Emrime nasıl karşı gelirsin?”
Serdal Ağa ve tüm Badilli aşireti silahlarını havaya kaldırarak babamı ve amcamı nişan almışlardı. Korkudan tir tir titreyen bedenim bir adım daha atmayı reddederken Serdal Ağa, kendisine doğrultulmuş olan silahları yok sayarak birkaç adımda önüme geçti. Beni, tek koluyla büyük cüssesinin ardına sakladı.
Korktuğum olmamıştı: Serdal Ağa konuşmaya başladığında sesinde korkunun zerresi yoktu.
“O silahlarınızı indirin! Gecenin bir vakti konak basmanın cezası nedir bilmez misiniz?” dedi hiddetle.
Babam, “Sen kim oluyorsun lan! Kimsin de Lilan üzerinde hak iddia ediyorsun! Kan dökülmeden ver kızı!” dediğinde başımı eğmiş her an patlayacak silah sesini beklerken bayılmamak için bedenimi kasmıştım.
Babam bana uzanacak kadar yakında olmasaydı, belki de artık bu işkence son bulsun diye Serdal Ağa’nın önüne dikilirdim. Ama ona benim ölüm değil, dirim lazımdı. Ölüden farksız olmam önemli değildi.
Ruhum değil, bedenim önemliydi.
Bana sıkmaktansa avludaki kardeşi ve oğlu dahil herkese sıkmayı yeğleyeceğini biliyordum. O yüzden çaresizce Serdal Ağa’nın arkasında dikilmeye devam ediyordum.
“Esas sen kim oluyorsun? Ağanın nikahlı karısına doğrultulan silahın bedeli nedir bilmez misiniz?” dedi Serdal Ağa.
Her şeye rağmen bir adım atıp babama baktım. Gözleri şaşkınlıktan yumurta gibi yuvalarından çıkmak üzereydi. Kocaman olan burun delikleri hırsından açılıp kapanıyordu.
“Ne nikahından bahsediyorsun ulan sen?” derken uyarı mahiyetinde havaya bir kez ateş etti. Dili söylemese de bedeni sonraki sana diyordu. Korkudan dilimi yutmuş gibiydim, konuşamıyordum.
Serdal Ağa, bundan da etkilenmemişti.
"Lilan benim. Lilan, benim nikahlı karım! İki saat önce nikah kıyıldı! Bir adım daha atarsan, iki aile arasında kan davası çıkar Çavreş Ağa! Ayağını denk al!” diyerek beni tutup yeniden arkasına itti.
Babam cevap vermeden önce Serdal Ağa, hafifçe bana dönüp sadece benim duyacağım bir şekilde “Sen de bir yerinde dur!” dedi.
Serdal Ağa, şerefsiz babamla aramıza duvar olarak beni onun zulmünden korumuştu. İnşaatta söz verdiği gibi beni aileme geri teslim etmiyordu. Sözünün eri olmakla tanınırdı. İki saat önce nikahımız kıyılmıştı. Ve Mardin’de Serdal Ağa’nın karısı ilan edilmiştim.
Yine de ona tam olarak güvenmemiş, babam geldiğinde beni ona vereceğinden endişe etmiştim.
Etmeyecek gibiydi…