Sorduğum soru karşısında kısarak baktığı o gözlerini, bir iki saniye boyunca sımsıkı kapadı ve o anda ben, o yorgun göz kapaklarını bir tülbent oyası gibi çevreleyen, uzun, siyah, deniz dalgası gibi kıvrımlı kirpiklerini fark ettim. Bu yaşta bir adam için fazla parlak, fazla güzellerdi ve sonrasında ağır ağır açıldı o koruyucu kalkanlar. Sanırım hisettiği kızgınlıkla rengi daha da koyulaşan o grimavilerini gözlerimin önüne serdi. Bir an sonra artık hafif gülümsüyordu o gözleri. Romatizmadan mıdır, yoksa zamanında aldığı bir darbeden midir nedir bilmem, sol elinin hafif içe kıvrık o işaret parmağının yan tarafıyla sol şakağını, kaşına yakın bir noktadan kaşıdı. Aynı anda dişlerini sıkıyordu. Belli ki benim asi tavrım, paşamın bir yanıyla hoşuna giderken, bir yanıyla da sinirini bozmuştu ama gördüğüm kadarıyla yinede o sinirine gem vurmayı başarabiliyordu. Valla takdir ettim. Biri bana böyle davransa, çoktan sustalımı çenesinin altına dayamıştım ama bu herif karşımda, bildiğim kendiyle cebelleşiyordu. İçinden ya sabır, der gibi bir hali vardı.
Sanki dakikalardır içinde tutmuş gibi o tütün kokan nefesini soludu bir anda aramıza... tiksindim ama ses etmedim. Oysa bende günde bir paket sigara içen biriydim ve oldum olası başkasının nefesinden gelen o tütün kokusundan nefret ederim.
Ona son sözümü söylediğim sırada yine kendime hakim olamayıp, bu defa ondan tarafa daha çok eğilmiştim ve hala aynı pozisyonumu koruyordum. İstese oturduğu yerden tek hamlede o iri eliyle, benim boğazımı yakalar, bir tavuğun gırtlağını sıkar gibi beni boğazlar ve beni nefessiz bırakırdı, onda bu güç vardı... evet, kesinlikle o kudret vardı bu Boğazkesen Nejat denen yaratıkta.
"Otursana sen şöyle bir karşıma... biraz hasbıhal edelim seninle," derken, aynı anda o kıvrık parmağıyla sırt kısmını parmaklarımla sımsıkı kavradığım sandalyeyi işaret etti.
Artık onda iyice merak uyandırdığımı biliyordum ve aslında bu hiçte istediğim bir şey değildi ama işte, daha o araçtan indiği an ayar oldum herife... üstüne o çocuğu rugan ayakkabıları için öyle azarlaması iyice ona tutulmama neden oldu.
'Adama sorarlar, ne vakittir yanında koruma diye gezdirdiğin, senin gözünde sokaktaki itten hiçbir farkı olmadığını hissettirdiğin bu çocuğun ayakkabılarını yeni mi gördün be kör?' diye düşündüğümü hatırladım.
Yetmedi birde mekana o gıccık gelişi, bana ters bakışları, benim canımın içi Sofia anama moruk demesi, yok mekanı kapattım diye afkırması, hepsi ama hepsi ayarlarımı bozdu... herkesten gizlediğim, varlığını yok saymaya çalıştığım deli Defne'yi ortaya çıkardı.
Al işte şimdi hiç istemesemde bu herifle sidik yarışına girdim.
Ah be Defne! Bok ye... yetmedi birde cankuşunu sergiledin herifin gözlerinin önüne..
Ben tüm bunları düşünürken, herif sırtını iyice duvara verdi... gözüme sokar gibi o tesbihin tanelerini tek tek çekmeye başladı ve kulaklarımı dolduran o tık tık sesleri beni aldı taaa bir yerlere savurdu.... bir görüntü belirdi uzaklardan bana göz kırpan... ve ben hiç sevmedim o görüntüyü..
"Eğer bir daha yaparsan... sonunun ne olacağını biliyorsun değil mi Defne?"
Küçük Defne başı önünde, parmakları birbirine geçmiş, ayağındaki uçlarından yırtık ve kalkmış, kış günü parmaklarını buz gibi üşüten ayakkabıdan başka her şeye benzeyen o şeylere bakıyor, inatla tepesinden ona bakana duymak istediği cevabı vermiyor ve bir an sonrası acımasızca kulağının kıkırdak çeperine asılan o kadının sesini, ama bu kez tiz bir çığlık gibi, adeta kulak zarını patlatacak kadar güçlü çıkan o sesi duyuyor.
"Cevap ver Defne! Ne diyecektik?"
"Bir daha yapmayacağım Nesrin anne!"
Sızı dindi ve, "heeyy sana diyorum be kız! sağır mı oldun?"
Kabadayının bir anda kükreyen sesiyle ana döndüm... götürende oydu, döndürende o oldu.
"Niye oturacakmışım, askerlik arkadaşın mıyım da seninle hasbıhal edeceğim?" diye lafı yapıştırdım.
"Kaç yaşındasın kız sen?" diye sordu artık bastıramadığı merakıyla bir anda ve ben niye bu soruyu bekliyordum ki? Ardından da adım gibi eminim, "adın ne senin, nerelisin, ne kadar zamandır burdasın, anan baban kim, evli misin, evliysen çocuğun var mı, çok mu aradın bu sapa, izbe yeri," ve daha nice soruları ard arda sıralayacaktı. Bundan adım gibi emindim ve aslında her bir sorusuna verilecek cevabım hazırdı... yok.. bazılarının cevabını bende bilmiyordum, bilmekte istemiyordun zaten ama hayır... elbette hiçbirine cevap vermeyecektim.
"Yaşımla ne işin olur senin dayı... kaç görüyorsan oyum işte.. ve mekan kapalı... hadi ufaktan yolcu edelim sizi.. size iyi akşamlar," dediğim an, elalarıma diktiği o mavisi bir tık daha baskın olan grilerini kıstı yine ve gözlerinin etrafındaki sanki susuzluktan kurumuş, yüzeyinden dibine kadar derin çatlaklar oluşmuş toprakları hatırlatan kaz ayakları, daha da belirginleşti.
Elindeki iri zeytin büyüklüğündeki otuz üçlük, gümüş kakmalı, Erzurum Oltu taşından yapılma tesbih tanelerinin tepesinde takılı olan ve saf gümüşten olduğunu bas bas ilan eden kocaman imamesini bana turarak, "kız bana bak... yüz verdim astar isteme.. senin o özgüvenini alır, lime lime eder, önüne leş diye koyarım.. az edep ya hu!" dedi..
Edep mi? O da neydi? Ben edepsizliğimle gelebildiysem geldim şu yirmi üç yaşıma kadar... sen beni ipek kundaklarda büyüdüm sandın herhalde babalık!
İçimden geçenleri kısmen söylemeye niyetleniyordum ki arkamdan Sofia'nın sesini duydum ve aynı anda kolumdan tuttuğu gibi beni arkasına çekti. Deli oldum ya bu hareketine.
"Amman da amman... kimler gelmis, kimler. Beysadem gelmiş hosgelmis, serref getirmis... siz bisim bu kisin kusuruna bakmayasinis passaam! İfinim sise ne ikram edelim bu saatte ajaba, tükkanim hizmetinizdedir be pasaam!" demesin mi elin lavuğuna?
"Sofia anaaa ama olm...." lafımı tamamlatmadı. Döndü o yaşlı siyah gözleriyle bana kızgın bir bakış attı. Sağ elinin işaret parmağıyla bana bir zamanlar hastane duvarlarını süsleyen, çerçeve içindeki sarışın hemşire gibi sus işareti yaptı ve yine döndü kıçımın beyzadesine baktı.
"Sis karar verin beysadem... ben hemmen gelooorum," dedi ve tekrar bana dönüp, kolumdan yakaladığı gibi itekleyerek kendisiyle beraber adeta beni sürükledi, hemde tüm aksiliğimle ona direnmeme rağmen..
Lokantanın mutfak kısmına girdiğimizde yaşlı ama güçlü parmaklarıyla hâlâ sıkı sıkı tuttuğu kolumu bir anda sirkeler gibi bıraktı.
"Kis zen delirdiin, aklin uçti seniin? Kis herif bisi kiser, köpejiklerin ünine aksam lappasi diye atar be more... sen korkmoorsun hiriften be more...kafayı yidin e?" diye bayramlık ağzını açtı.. saydırıyor da saydırıyor.
"Yok Sofia ana! Korkmooorum!" dedim bir hışımla ve o sinirimle kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Kis ni dimek korkmoorum! Ni diimeeek! Hirifler bisi kisijik doorum, anlâmoorsun zen bini yavrus?" dedi, derken de yerinde tepindi. Hani bunun az önce ayajikleri ağroordu?
"Siktirsin gitsinler yav.. bu saatte, gecenin ikisinde bir de hizmet edecem onlara! Ahanda bunu bulurlar!" derken, kol hareketi çektim onlara.
"Kiis yapma.. zenin akil uçti, gitti belli oldi hemide çok belli oldi... kis o sustali nirden çikti e? Kis zen tanoorsun o hirif kimdir e? Adamin parmacikleribin arasina piççak saplamek ne kiiis? Kis hirife tükkani başimiza yiktirecen ee? Allahim Allahim.. zen bisi korii more bu kaççik kisin elinden ah be jannimo!"
"Ay çok korktum jannimo... ben onlara hizmet etmem, ediyosan sen et more.. lavuğa bak ya birde onunla oturup hasbıhal edecekmişim! Sikerler yavrus sikerler!" diye hafif sesimi yükseltmiştim ki benim jannimo yine durduğu yerde tepinmeye başladı.
Ödü patladı garibimin. Elleri ağzında bir dönüp, onun oturduğu ama bizim göremediğimiz tarafa, bir benden tarafa bakınıp duruyor.
"Kis süüsss kiiis! zen o hirifi tanimassin ama, ben tanirim be more... kis bu hirif, eski zamanin biçkin delikanlilarindendir be vre... buralarda az namli değildir o ve bulasilazak biri değildir be jannimo... oyyhh! Amanin!! Addimi sesler be vre... Allahim zen bisi kori o hirifin serrinden, birde bu dili kisin elceğzinden be jannimo!"
"Geloooorumm passam!" dedi ve kanat taktı uçtu bizim Sofia ana.
Al işte oda şimdi benim adımı sesliyor! Ah be jannimo, ne diye adımı seslersin be more?
* * *
"Sofia kadın! az önce sana moruk dedim, kusurumuza bakmayasın.. dışardaki veledlerden biri asabımı bozdu, onun üstüne denk geldi sana da öyle konuşmak... yoksa bilirsin, severiz sayarız seni.. Totori nerde? göremedim," diye sorduğumda, benden her daim ürktüğünü bildiğim kadıncağız yine ürkerek bakıyordu gözlerime.. görmeyeli iyice yaşlanmış... içimi hüzün bastı be!
"Ni dimik passam kusir be janimo.. aramisda kusurin lafı oloorr iç... Totori sanirsam kumceğzine indi eralde... gelir birasdan ifinim," dedi yine ürkerek. Elimi sol göğsümün üstüne koydum.
"Estağfirullah... deme bana öyle ifinim, efenim... passam yeter, yeter de nerden buldun o deli kızı?," diye sorduğumda lap diye görüş alanıma girdi. Yürüyüşe bak hele.. değme bitirimlere taş çıkarır anam avradım olsun! Duramadı tabii arkada meraklı taze.. "dayı, sorularını anama değil, bana soracaksan sor!" diye atladı sazan gibi...
"Sorduk, ama cevap alamadık Defne kız.. bu arada adında güzelmiş senin gibi," dediğimde tek kaşı kalktı hemen.. o ela gözlerindeki şüpheye bak hele ya? Sen ne yaşadın be kız, bu kadar güvensizsin ve aslında çok da korkaksın! Ama öyle bir duvar örmüşsün ki etrafına, kırıpta içeri girebilene aşk olsun. Edepsiz, asabi bir şey de haa! Ne desek götüne diken batar gibi batıyor... çattık gece gece yav! Hasbinallah!
"Var mı sorularıma verilecek cevabın?" diye ısrar ettim. Aynı anda kendime de soruyorum, sanane be Nejat! el kadar bebe ile ne atışır durursun? ama işte merakımı celbetti bu genco.. ne işi var buralarda ya, ne işi olur?
"Kaç yaşındasın sen?" diye ikinciye sordum yine.
"niye yaşımı merak edersin be, nikahına mı alacan beni?"
Al işte... usluba bak, cevaba bak... hoş başka ne beklenir bu edepsizden!
"Yaşın yaşıma uygun olsaydı alırdım da, belki nüfusuma alırım kız seni," dedim inadına ve ekledim. "Bak yıllar sonra geldiğim bu yerde yoluma sen çıktın... vardır bunda da bir hikmet," dedim ve o hiç duraksamadan, "benim yolumda sen yoksun... olma ihtimalinde sıfırın altında sıfır!" dedi ve ben niyeyse bu kızı kızdırmaktan keyif almaya başladım. Cevabına önce onun sinirini daha çok bozacak kahkaham ile yanıt verdim ve sonra da" orasını Allah bilir be Defne kız," dedim. İyice sinir oldu fark ettim.
Sen sinir ola dur!
Döndüm Sofia kadına, "var mı yine sakız rakın?... şuraya da üç bez meze at.. karnımız tok..." dediğim sıra dayanamadı deli kız.
"Mekan kapalı!" dedi yine... "evet! Ben kapattım ve sen! Ağır gel!...hoş gel!... masama gel!" diye ufak yollu kükredim yine. Asap bozalım derken, bizim asabımız bozulmaya başladı ufaktan.
"Sen istedin diye öyle olmuyor o işler!" dedi ya, bir anda beynimden vurulmuşa döndüm. Beni aldı... ta gençliğime fırlatıp attı. * * * * *