Hani insan ne yapacağını bilememenin çaresizliğini yaşarya, nefes alsın mı almasın mı, sussun mu, cevap mı versin bilemez ya.. öylece anda ve mekanda donup kalır ya ve der ya hani ben nerdeyim ya, ben kimim ya, şu an gerçek mi, yaşanıyoru mu yoksa bir uykunun en korkulu anında, o uykunun tek ve acımasız sahibi kabusun, en nefes kesen, korkudan ciğerlerin en büzüştüğü anı vardır ya, hani insanın canı ciğerlerinden acır ya işte tamda öyleyim şimdi.
Defne diye adımı seslenenin hatta haykıranın kim olduğunu ayırd etmek öyle zor ki kulaklarıma korkum zalimce hücum etmişken.
Sessiz kalabilmek şu an, bu dakikada çok zor çünkü yaramaz hıçkırıklarım, korkunun bir tsunami gibi vurduğu dudaklarımı deli gibi titrettiği, çene kemiklerime kökünden bağlı dişlerimi sanki yok etmek ister gibi birbirine vururken, ses vermemek, sesimin duyulmaya çalışmasını önlemek zor hemde çok zor. * * *
Başımın belasıyla yine restleşirken dışardan gelen o çıtırtı, sanki bir ayak altında kırılan, parçalarına ayrılan bir kuru dal parçasından geliyormuş gibi algıladığım o ses, beni yanıltmadı..
Defne'yi, banyoya tıkmamla, odasının kilitlediğim kapısını açmamla aşağıda çocuklara bağırmam, onları uyarmam bir oldu.
Genelde sadece heyecan, sadece adrenalin patlamsası yaşadığım bu tip olaylarda nedense ilk defa korktum.
Biliyorum aslında neden korktuğumu. Defne'ye ne kadar illet olsamda, beni deli etsede ona bir şey olmasından, onu koruyamayacak olmaktan ödüm koptu.
Babanın emaneti o bana ve gerekirse canım pahasına onu korurum. Onu banyoya götürdüğüm sırada o ilk kurşun seslerini duyduğunda korkuyla canıma yapıştıya kötü oldum... çok kötü oldum be! Onu o banyoda yalnız bırakıp, odasından çıkıp gitmekte ağır geldi... odasının kapısını kilitliyip gitmek hepten kötü hissettirdi çünkü bir daha geri dönüp onu ordan çıkarabileceğimden emin değildim.
Şimdi kapısını açmış, odasına girmiş ona seslenirken canım çok yanıyor.
"Defneee aç kapınıı... benim Boraa!"
Bağırmak insanın canını yakar mıymış? yakıyormuş be!
Açtı sonunda ve bana bakan o elalarında saf korku var, birde yanında kardeşi gözyaşları. * * *
Defne diye seslenen bu sesi tanıdım ya, tanıdım. Ünal değilmiş ya değilmiş..korku dolu gözyaşlarım, şimdi de hissettiğim o ani gelen sevinç yüzünden akmaya başladı. O küvetin yanında can cekişir gibi büzüşüp kaldığım yerden nasıl kalktım, nasıl kapıya gittim hiç bilmiyorum ki.
Elektirik verilmiş gibi titreyen o bacaklarım beni nasıl taşıdı, hiç anlamadım ki. Rüzgara kapılmış bir yaprağın titremesi gibi titreyen şu buz kesmiş parmaklarımla, o kiliti nasıl açtım hiç anlamadım ki ve kapıyı açtığım anda onu karşımda gördüm ya deli oldum sevinçten deli. Sanki aklım uçmuşta, bilmediğim diyarlara gitmişti de ışık hızında, sahibine, bana geri döndü onu yeniden karşımda görünce.
Tutamadım kendimi.. sarıldım tüm heyecanımla, korkumla, sevincimle bir anda ona.. öyle kaldı bir an. Kırk yıl geçse aradan ona böyle sarılacağımı düşünemezdim ki ben. Şaşırdı oda fark ettim ama yine de boşlukta kalan o elleri bedenimi buldu bir an sonra ve oda sarıldı, sımsıkı sarıldı sonunda bana. Ne kadar süre geçtiğini bilemeden ona öyle sarılı kalmış bedenim hâlâ titriyordu, tıpkı onunda titrediğini hissettiğim gibi.
"Tamam.. geçti korkma.. bitti hepsi.. senin o Ünal piçi ölmedi ama yaralandı... kaçtı gitti elimden şerefsiz!" dedi sıktığı dişlerinin arasından.
Başımı kaldırıp ona baktım.. gözleri yangın yeri sanki.. alnında boncuk boncuk ter birikmiş.. ve sanki nefesi kesik kesik..
yaralı mı bu ya... niye yine böyle deli gibi korkmaya başladım ki ben? * * *
O korkuyla faltaşı gibi açılan gözleri bedenimi, yüzümü tarıyor... ceketimin altından kanayan yaramı görmedi.. o banyonun kapısını açmadan, hemen ceketimin önünü kapamış, kendi kanıma bulanmış elimi, pantalonumun arkasına silmeye çalışmıştım.. kanı görsün istemedim, yaralı olduğumu bilsin istemedim.. yeterince korkmuştur çünkü ve çok şükür ki fark etmedi.. fark ettirmemeyi başardım ve sanki artık yüzünde sevinçe var.. anlamamış belli.. ama nereye kadar?Sarıldı bir anda bana.. canım yandı ama ses etmedim.
"İyi misin Bora... iyi misin ha?" diye sordu ve ilk kez bana adımla hitap etti. Bunun hiç farkında değil ama ben farkındayım.
Niye onun ağzından adımı duymak böyle hoşuma gitti ki?
Hâlâ korkusunun etkisinde ve hâlâ yaralı olduğumu fark etmedi. Deli gibi sımsıkı sarılıyor bana ve ben, öylece kaldım. Dişlerimi sıkıyorum. Çok canım yanıyor. "İyiyim ben, iyiyim... hadi aşağıya inelim.. defolup gitti, kaçtı o piç kurusu ama büyük ihtimal yaralı!" dedim yine, beni bıraktı ve başını kaldırıp yüzüme baktı. Onun yüzünde yeniden gördüğüm o korku hiçbir şeye benzemiyor. Dehşet içinde öylece yüzüme bakıyor ve şimdi gözleri, bedenime kaydı, ordanda yere... loş ışıkta yerde birikmeye başlayan kanımı gördü ve o gözlerdeki korku şimdi bambaşka.. bağıracak belli, besbelli... çektim onu kendime.. sarıldım.. deli gibi titriyor.. son nefesini verir gibi nefesini bıraktı. "Yaralısın... yaralısın sen!" dediğinde, o sesinde hem korku hem acı var.
Neden acı var ki?
Onu bedenime daha çok bastırdım. İlk kez başından öptüm onu. "Allah belanı versin pis ruhsuz diyordun ya bana... verdi işte! bela diye seni verdi bana!" dediğimde zor bela, bedenini çekti benden.. başını kaldırıp yüzüme baktı. Gözlerinde yine yaşlar var, aynı anda da şaşkınlık! Gülümsedim ona önce ve sonra tutamadım kendimi. Onu bana emanet edene ihanet ettim. Emanetinin dudaklarına yapıştım ve deli gibi öptüm onu.. hiç karşı çıkmadı.. hiç kendisini geri çekmedi.. onu bıraktığımda, "sakın ölme ruhsuz!" dediğini duydum nefes nefese. Güldüm. Duramadım daha fazla ayakta.. taşımadı ayaklarım. Sendeledim. Ben yere yığılacakken tutmaya çalıştı beni, bedenin bedenime siper etmek istedi ama yapamadı.. bağırıyor yine ama sesi sanki uzaktan geliyor gibi... "Boraa... nolur yaa nolurr ölmeee!" Olmuyor ya... olmadı işte.. dayanma gücüm kalmadı ve bedenim bir anda duvarlarda, her yerde patlayan o kurşunlara ait boş kovanlarının düştüğü ahşap zeminle buluşurken, kulağımda onun korku dolu çığlığı, adımı haykıran o ölesiye korkusuyla attığı çığlığı kaldı.
Olsun be! böyle de olsa ondan adımı duymak çok güzel be! * * *
Düştü ya, düştü yere! tutamadım ben onu.. deli gibi bağırdım adını ama, duymadı beni ya.. duyamadı. Bayıldı.. bayıldı ya bayıldı.. geberesice, asla ona bir şey olmaz dediğim şu adam şimdi yerde.. çok zor nefes alıyor gibi ve ben ne yapacağımı şaşırdım. Az öncesinde hiçbir şeyi yok gibiydi hani bunun.. öptüya beni az önce.. ama ama şimdi yerde yatıyor öyle ya... hiç kıpırdamıyor ki! "Boraaa uyan ya uyaan! Nefes al yaa nefes al ruhsuz heriif!"
Allahım ne yapacağım şimdi ben ya! Öldü mü ya öldümü? Nasıl bırakırım ki ben onu?
Aşağıya inmeye de korkuyorum ama gitmem de lazım. Yardım getirmem lazım.. aşağıda durum ne bilmiyorum ki. Bir ona, bir kapıya bakıyorum ve sürekli bağırıyorum. Boğazım yırtılırcasına bağırıyorum.. gelen giden yok ki.
O, yere yığılıp kaldığında bir an ne yapacağımı şaşırdım ve sonra hemen yere, kıvırdığım bacaklarımın üstüne oturdum, başını dizlerimin üstüne koydum. Kıpırdamaya, onu kıpırdatmaya korkuyorum ama gitmem lazım ya.
Tuttuğum başını yavaşça yere bıraktım ve hızla kalktım oturduğum yerden. Çıktım hemen odamdan ve merdivenlere giden o kısa koridorda koşmaya başladım. Korkuyorum çok... hemde çok korkuyorum. O merdivenlerin ahşap trabzanlarına nasıl tutundum, nasıl aşağıya indim bilemedim.. gördüğüm manzara dehşet içinde bıraktı beni.. evde duvar, cam namına hiçbir şey kalmamış... tüm duvarlar delik deşik.. tüm camlar kırılmış.. eşyalar devrilmiş.. viran olmuş her yer.
Yerde yatan birkaç çocuk var.. kanıyorlar hepside... kanamaları var.. yaralanmışlar ve inliyorlar acıyla hepside.. ben daha önce hiç böyle bir şey görmedim ki. Şoka uğradım ama toparlanmalıyım.
"Hayriye teyzeee! nerdesiiin?"
Evi çekip çeviren, bize yemek yapan şu kadına bağıran ses bana çok yabancı... benim sesim bu... duyuyorum ama bana çok ama çook yabancı.
Mutfaktaki adanın arkasını tutmaya çalışan o titreyen elleri gördüm ilk önce... sonra yavaşça başını çıkardı ve oda korkmuş, çok korkmuş benim gibi belli.. besbelli.. ona doğru koştum, olduğu yerde deli gibi titreyen kadına sarıldım.
"Hayriye teyze, tamam.. sakin ol... bitti gitti.. kendine gel.. bu çocuklar yaralı, Bora yaralı... yukarda benim odamda.. hemen şu doktoru arayalım, gelsin baksın bu çocuklara, var mı telefonu sende?" diye sorduğumda hızlıca başını evet anlamında salladı. Konuşamadı kadın. Sanki dilini yutmuş korkudan... çok korkmuş belli.
Ben onu sakinleştirmeye çalışırken, dışardan sesler gelmeye başladı. Son anda fark ettim ki kapı kırılmış ve içeri bir anda bir sürü adam doluştu... ne olduğunu anlayamadım ki ben. Adamlar asker mi polis mi hiç anlamadım ve yine sesler geliyor dışardan.. ambulans sesleri... acı acı bağıran o siren sesleri tüm evin içini doldurdu bir anda... bizi fark etti iri kıyım, yüzünü göremediğimiz, sadece gözlerini görebildiğimiz siyah maskeli biri ve seslendi bize...
"İyi misiniz?"
Burda ne oluyor ve biz iyi miyiz? Rüyada mıyız biz... gerçek mi bu olanlar? * * *.
İSTANBUL ~ SIĞINAK
Delirmemem mümkün değil.. çaresizliğin kör kuyusunda boğuldum, boğulacağım.
Nasıl oldu bu... nasıl bu kadar çabuk buldu o piç kurusu çocuklarımı nasıl?
Kulaklarımda hala Boramın sesi... "babam baskın yedik.. sonuna kadar savaşacağım.. ancak cesedimi çiğner alır kızını!" dedi bana tüm cesaretiyle, inancıyla bana güç vermek istercesine.. ulaşamıyorum hiç birine.. ne kadar ararsam arayayım telefonların hepsi de o lanet olası mesajı vermekte.
Allahım aklımı koru nolur?
"Telefonun çalıyor aga baksana şuna ya?" dediya Atmacam, demese duymayacağım... öyle olabora oldu ruhum.
"Noldu Rüstem nolduu... yetiş mi imdada evlatlar?" diye sordum tüm korkumla, heyecanımla. Duyacaklarımdan korkar bekledim bir an.
"Nejat baba çocuklar ulaşmışlar eve ama çatışma bitmiş... Defne ve yardımcı kadın iyiymiş ama çocuklar yaralı... Bora," dedi sustu bir anda... derin bir nefes aldı.. tuttum nefesimi...
Deme bana sakın Rüstem deme... yakma canımı sakın Rüstem! vurma can evimden beni! * * * * *