Sofia anamın içirdiği o tavuk suyu ile yapılmış çorba ile sanki canıma can geldi. Ben en son kendimden geçtikten sonra o şerefsiz bir doktor getirtmiş eve, elinde kaldım, öldüm diye ödü kopmuş manyağın.
Ulan öyle halsizim ki şöyle ağız dolusu küfür bile edemiyorum ben sana! Hem döv, öldüresiye döv sonrada tutuş aşkım ölme diye! Hay ben senin aşkına sıçayım ya... senin gibi seven ölsün gebersin be! Ohhh! acık küfür edince rahatladım sanki!
Biraz olsun rahatladım ama ne yapacağız işte onu hiç bilmiyorum. Bir yanım o telefonu attığım için çok pişman ama başka çarem yoktu ki. Sanırım birazda o kulağımdaki küpelere güvenmiştim ama o pislik küpeyi fark edipte onuda isteyince işte zurnanın son deliğine geldik diye düşünmüştüm öyle de oldu. Nasıl korkmuştum ama biliyorum ki korkunun da ecele faydası yok. Şimdi burda hepten rehiniz. Kimsenin bizden haberi yok.
Ah o taksi şöförüne iş koysaydım keşke! Neden düşünemedim ki ben bunu ama yok, nasıl derdim ki, anlatırdım ki durumu?
Off Allahım ya! Ne yapacağız biz?
Aklımı esir alan birbiri ardına geçip giden hızlı arabalar gibi düşüncelerle beynimin, benliğimin, ruhumun daha çok yorulduğunu hissettim. Farkında olmadan sessizleşmiştim. "kisim iyimisin e jannimom?" diye soru soran o tatlı sesini duyduğumda Sofia anamın daldığım düşüncelerden sıyrıldım bir anda. Gülümsedim ama dudaklarım her gülümsediğimde çok acıyor. "iyiyim merak etme anacım çorba iyi geldi," dediğimde şüpheyle baktı yüzüme. Yılların ona bir hediye gibi sunduğu o tecrübesiyle, "yalanci zeni! pok iyizin be more... büyle bir menyakin eline düsipte ne kadar iyi olinir ee? Ne yapicigiz oni düsünürsün be, biloorum ben!" dedi.
Haklıydı. Başımı önüme eğdim.
İnsan hep mi çaresiz hisseder kendisini, durmadan hep böyle çaresizliğin dibininde dibini görür... hiçmi nefes aldırmayacaktı şu hayat denen şey bana?
Üstelik yanımda olan sevdiğim bu iki insanı da şimdi, kendi çaresizliğime mahkum etmiştim. Bu durum, daha da çok çaresiz hissetmeme neden oluyordu. Ağlamaya başladım yine, zaten ağlamaktan yada kara kara düşünmekten başka bir şey yapamıyorum ki! Sofia anam o yumuşacık avuçlarının arasına aldı elimi. "üsülme be jannim! Allah bisimle.. kurkma! kurtarecektir be bisi kisim... sabirli ol ee, yanniz degilsin iste.. ben varim, Totori var... sabir et ascik ee jannimom!" diye beni tesselli etmeye çalıştı.
Ah benim korkum ben değilim ki be jannimom... size bir şey yapmasın o manyak! Sizi sağ bırakır mı ki?
Başımı kaldırıp yüzüne bakarken, derin bir nefes aldım. Sanki o batma biraz azalmıştı. "tamam jannimom tamam.. Allah büyüktür ve o bizimle.. elbet bir şeyler olacaktır, üzülmüyorum sen üzülme asıl.. bu deli Defne neleri atlattı, bunu da atlatır elbet," dediğimde aslında artık kendime bile inanmaz haldeydim ama onlara da hala güçlü olduğumu göstermekten başka çarem yoktu. Oysa içimde ne fırtınalar kopuyordu ama onların bilmesine gerek yoktu. Zaten yaşlılar ve yeterince korkmuşlardı. Birde ben onları daha fazla korkutamazdım.
Ne olacağını bilmiyordum ve beklemekten, çaresizce beklemekten başka çıkar yolum yoktu. Aklıma Boram düştü yine. Ne çok özledim ben onu. Kesin öğrenmiştir artık ve deliye dönmüştür, sonrada benim gibi çaresizliğin kucağında bulmuştur kendini.
Affet beni be ruhu çok güzel ruhsuzum benim! * * *
Git git bilmeyen bu uzun yol boyunca, aklımda bir sürü düşünce, beynimim kıvrımlarında, aklımın duvarlarında cirit atıp durdu. Ruhum sanki mengenelerin arasında sıkışıp kaldı.
Yine girdik bir cendereye... ama bu seferki yıllar boyunca girip çıktığım o kahrolası cenderelere hiç benzemiyor... anlayamıyorum, nedir beni bu kıza bu kadar çeken? Varlığım üzerine yemin olsun, hele onu bir kurtaralım o manyağın elinden, büyün imkanlarımı onun yedi ceddini bulmak için seferber edeceğim. Bulacağım bu kız kimdir, kimin neyidir, nesidir? Hiçbir şey bulamazsam eğer oda isterse, nüfusuma alacağım onu. Bu dünyada kimim kimsem kalmadı zaten, olanlar göçüp gitti, kimi de bizi geçmişimizden dolayı sevmeyip, beğenmeyip, birazda korkup terk etti ama artık yalnız değilim. Kızım gibi bağrıma bastığım Defnem var ve bundan sonra cümle alem Boğazkesen Nejat'ın bir kızı var diye bilecek.. yanına yaklaşanı, ona zarar vermek isteyeni ellerimle boğarım... ama önce o Ünal götünü halledeceğim, ama öyle ama böyle.. hiç kaçarı, kuçarı kalmadı bu işin.
"abim, daldın yine... endişelenme bulacağız o kızı.. polisle işbirliği yaptık mı gerisi kolay. Attı mı Rüstem abi sana konumu, o dallamanın resmini, araç plakasını... böyle gidiyoruz ama o bilgiler elzem bize abi, sen daha iyi bilirsin hoş bu detayları ama işte aklın çok karışık belli, hatırlatayım dedim,"'dedi serdengeçti Ahmetim. Çekine çekine yaptığı hatırlatmalar karşısında gülümsedim. "Attı hepsini attı. Elimde o piçin resmi... yoksa nerden bileceğim Allah'ın andavalını. Sarı çizmeli Mehmet aga artık kimdir, nedir, sıçtığımın şekli şemali nasıldır biliyorum," dedim. Arkada otur ısrarına rağmen, hemen yanındaki koltukta oturuyordum ve dönüp bana baktığında o da gülümsedi. "eyvallah abim," dedi.
Gecenin karanlığında nihayet Ölüdeniz'e yakın bir mevkiye vardık. Operasyon sabaha karşı yapılacaktı ve daha çok vaktimiz vardı. Aracın içinde saatlerdir hareketsiz kalmaktan bacaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Ölüdeniz'e dört beş kilometre kala, "Ahmet, adam gibi düzgün bir benzinlik yada yol üstü konaklama yeri görürsen gir koçum.. biraz mola verelim.. bacaklarımız açılsın, bir şey yiyesim yok ama aç ayı oynamaz bilirsin," dediğimde, yoldan gözünü hiç ayırmadan, başıyla onayladı beni bu karayağız, kırbeşlik plak gibi kıymetli çocuk!
Çok geçmeden nihayet, yol üstündeki derli toplu bir mola yerine girdik ve Ahmet aracı park eder etmez, kapımı açtığım gibi kendimi dışarı attım. Sıcak hava yüzüme vurduğunda gevşedim bir anda. Aracın içindeki soğuk üfleyen klima ile farkında olmadan üşümüşüm meğer ama asıl üşüyen yüreğim şimdi. Defne'ye bu kadar yakın olupta, çıkacak olan bir bir aksilikle olurda onu kurtaramayacak olursak ne yaparız hiç bilmiyorum. Bu düşünceyle yüreğim buz kesti bir anda.
Hey kurban olduğum rabbim, bizi yalnız bırakma! Olmazları olduran sensin! Bunca uğraşı boşa çıkarma yarabbim! * * *
GECE... Saat 03:00 civarı...
Bizim birimin özel timiyle son kez planın üstünden geçtik. Evi zaten son model cihazlarla dinlemeye almıştık ama evin içinde sessizlik hakimdi. Nolur nolmaz diye bahçe duvarından diğer tarafa atılan böceklerle de her ihtimale karşı dinleme işlemini sağlama aldık.
Bahçede üç kişinin dolaştığını anladık. Kendi aralarında geyik muhabbeti yapıyorlar, arada patronlarına küfredip, sonrada gülüşüyorlardı. Konuşmaları dinlerken, içerde Ünal pisliğinden hariç iki koruma daha olduğunu öğrendik. Dışardakiler, onların için şanslı piçler diyorlardı. "bizim bahçede sıcaktan imanımız gevresin, onlar içerde ohh klimayla bol bol serinlesin," diye arada bir hayıflanıyorlardı. Bir arada yemek muhabbetine daldılar. Anladık ki evde yemek yapan birde yardımcı bir kadın var. O kadınında zarar görmemesi gerekiyordu. Anlattıklarına göre ekmeğinin derdinde olan iki çocuklu dul bir kadınmış ama çocuklara Ölüdeniz'in köylerinde birinde kadının anası bakıyormuş. Bir ara içerde çocuklarda var sandık ama öğrendiğimiz bu yeni bilgi ile içim rahatladı.
Eve yedi yüz metre kadar uzakta park ettiğimiz sıradan bir minübüs görünümdeki aracımızdan yanımda Rıfat ile indm. İkimizde çok gergindik. Özel tim çoktan evin dört bir yanında yerini almıştı..Evin şehrin içinde olmaması hem avantaj, hemde dez avantajdı operasyon için. Evin arka tarafında nerdeyse dipsiz bir orman uzayıp gidiyordu ve yolun karşısında uzun aralıklarla tek tük başka özel villalarda vardı. Olurda o piç ormana kaçmayı başarırsa araki heriften iz bulasın. Gerçi çocuklar bu konuda da çok deneyimli ama işte olabilecek her türlü aksilik gerim gerim gerilmeme neden oluyordu.
Bahçeden gelen dinlemelerde o üç kişinin, bahçe içinde farklı yönlere dolaşmaya çıktığını öğrendik. Asayiş berkemal mi diye etrafı kolaçan ediyorlardı ve bu bizim in artık operasyona başlamanın gerektiğini hatırlatıyordu. "Haydi Bismillah Rıfat!" dediğim anda Rıfat, elindeki kulağındaki özel aparattan," on saniye sonra," diye ilk emri verirken, bende özel timin başındaki evladıma, "yılanın deliğine girin, av başlasın!"dedim. Aynı anda etrafı aydınlatan direklerdeki ışıklar söndü önce. Ardından tüm alanın ışıkları gitti. Ortalık zifir karanlık oldu bir anda. Çocuklar gece görüşlü gözlükleri ve tüm diğer techizatlarıyla işe koyuldular. Duvarlara attıkları çengelleri sağlamlaştırdıklarını ve adeta sessiz sedasız ninjalar gibi o duvarlara attıkları çengellere bağlı iplerle tırmandıklarını gece görüşlü dürbünle izliyordum. Tüm bu süre boyunca kalbim deli gibi çarpmaya devam etti. Nefesimi tutmuşum. Ne zaman ki çocuklar duvarın diğer tarafına geçip görülmez oldular, o zaman soluğumu bıraktım.
Sen yardım et çocuklara Allahım!
Rıfat ile hemen minübüse girdik. Minübüsün içindeki ekranlardan bahçenin içini izlemeye başladık. Çocukların başındaki kameralardan an be an bahçede ne olup bitiyor izliyorduk. Bizim ninjalar tek tek bahçedeki sapları indirdi, üçünüde bayılttılar ve çabucak ters kelepçe yapıp oldukları yerde bıraktılar.Bahçeye sızma operasyonu umduğumuzdan kolay olmuştu ama asıl iş şimdi başlıyordu. Çocuklar evin kapısının iki yanında yerlerini aldılar. Karanlıkta görülmeleri imkansızdı. Simsiyah giyinmişlerdi, yüzlerinde mevsimlik yine siyah maskeleri ve gözlerinde o gözlükleriyle kim olduklarını bilmek imkansızdı.,Timin başındaki kobra kod adlı evlat, diğerleriyle işaret diliyle konuşuyordu. "Bir, iki, üç dediğimde, kapıyı çalacağım, beni koruyun," emrini verdi ve o simsiyah eldivenli elindeki ağır silahı kapıya tutarken, sol elinin önce işaret parmağını gösterdi, ardından iki işareti yaptı ve en son üç yaptığında kapıyı çaldığını gördüm. Nefesimi tuttum yine. Şakaklarımdan ter sızmaya başladı. Sırtımdan aşağıya süzülen buz gibi teri hissediyordum. Bunca yıllık deneyimim vardı ama bu iş çok başkaydı. Kalbimin atışları kulaklarımı zorlarken, bir ara kalbimin duracağını sandım. Deli bir heyecan ve yanında hissettiğim korku tüm bedenime benliğime sahip oldu bir anda. Gözlerim hiç kıpırdamadan ekrandan çocukları izlerken, biraz sonra kapı açıldı ve Kobra'nın, "o çok güçlü ve ürkütücü tok sesiyle "yat yat yat!" diye bağırdığını duyduk. İlk anda neye uğradıklarını şaşıran o korumalar anında silahlarına sarıldılar ve rastgele üst üste ateş etmeye başladılar. Gecenin karanlığında patlayan silahların namlularından çıkan ateşleri ve kulakları sağır edecek o güçlü sesleri duyduk. Duyduğumuz sesler alışık olduğumuz seslerdi ama yine de korkunçtu. Rıfat, anında ikinci emri verdi ve ışıklar hızla geri geldi. Evin içindeki korumalar korkusuzca çatışmaya başlamıştı ve bizim çocuklar, kendilerini korurken, aynı anda hedef aldıkları korumalara durmadan ateş ediyorlardı. Evin içinde kıyamet kopmuş gibiydi. Çok geçmeden aynı anda keskin nişancı olan çocuklarım, korumaların ikisini de vurdular. Film izler gibi izlediğimiz olay karşısında heyecanına ve sevinçlerine yenik düşen minübüsteki çocuklar deli gibi "Allaaaah Alllaaah!" diye bağırdılar. Rıfat ile birbirimize bakıp gülümsedik.
Ekrandan bir ok gibi fırlayan Kobra'nın üst kata giden merdivenleri koşarak çıktığını gördük. Evladımın o hızlı nefes alışverişlerini duyduğumda ürperdim.. onlarla duyduğum gururun haddi hesabı yoktu. Aynı anda yukardan gelen çığlıkları duyuyorduk. Bunlar bizimkiler olmalıydı. Öyle değişik duygular yaşıyordum ki göz pınarlarımdan yaşların akmasına engel olamadım. Bütün çocuklar evin içinde deli gibi koşturuyor, tek tek odalara dalıyorlardı ama Ünal piçi yoktu. Dikkatimi yeniden Kobra'nın kamerasına verdiğimde onun girdiği bir odada Defne'yi gördüm ve o an gözlerime inanamadım. Şerefsiz pislik kızı ne hale getirmişti... garibim kızlm iki yaşlı insanı arkasına saklamıştı. Onları Kobra'dan korumaya çalışıyor ve bas bas bağırıyordu. "gelme lan, gelme piç kurusu bizi rahat bıraak!" diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kobra'nın ona, " sakin olun... biz polisiz, sizi almaya geldik," dediğini duyduğu an sustu önce. Çok korktuğu belliydi. Ekran başındaki evlata, "söyle Kobra'ya Balıkçı Rüstem dışarda sizi bekliyor desin,"dediğimde, çocuk hemen söylediklerimi Kobra'ya iletti. Hepimiz Kobra'yı duyduk. Gözlerimi saniye olsun Defne'den ve arkasında korkuyla sinmiş iki ihtiyardan alamıyordum. Bu halleri yüreğimi yaktı, kavurdu. Şu yaşımda birde onlar ağlattılar beni. Aynı anda odaya giren diğer çocuklar Kobra'ya, "komutanım ele başları yok, evin her yerini aradık ama bulamadık... aşağıdaki kadında korkudan bayıldı, bilgi alamadık," dediğini duyduğumda okkalı bir küfür salladım. Bildiğim duygu bombardımanı yaşıyordum. Sevinç, mutluluk, kızgınlık, öfke hepsi birden acımazsızca bana saldırmaya başladı ve bunlarla başa çıkmak çok zordu. Daha fazla duramadım minübüste, duramazdım.
Rıfat ile beraber indik araçtan ve koşarak eve girdik. Çocukların bazıları çoktan evin arkadındaki ormanda keşfe çıkmışlardı. Bunun emrini önceden vermiştim. Evin üst katına deli gibi koşarak çıktım. Uzun koridor boyunca sıralanan odalardan birinin kapısında evlatlardan birini gördüğümde hemen oraya koşmaya başladım. Ben odaya girdiğim anda Defne ile göz göze geldik ve kızcağız beni gördüğü anda yere yığılıp kaldı. Deli gibi ağlamaya başladı. Koştum, yanına oturdum. Sarıldı bir anda bana. "çok korktum Rüstem abi çok korktum," dediğinde içim yandı. "tamam kızım, geçti gitti.. bulduk sizi güvendesiniz artık," dediğimde biraz benden uzaklaştı, elime yapıştı bir anda.. öpmedik bir nokta bırakmadı evladım. Yeniden bana sarıldığında tüm bedeni titriyordu. İçin acıdı. Bildiğim kadarıyla bu kızın tüm yaşadıkları bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti bir anda ve isyan ettim içimden her şeye.
Bu evlatları bu hallere düşürenlerin Allah bin türlü belasını versin.
"Kalk kızım, çıkalım artık bu evden.. güvendesiniz, korkma artık," dediğimde acıyla gülümsedi bana.. "ah be abim, o ölmediği ve onun hizmet ettiği o pislikler yok olmadığı sürece ben güvende olamam ki!" dediğinde çaresizliği, bitmişliği, tükenmişliği beni can evimden vurdu. Şu yaşına kadar neler yaşayacan bu çocuk hayata hiç güvenemez olmuştu.. öyle de haklıydı ki.
"O ne biçim söz kız! biz niye varız.. yok öyle pes etmek... hadi bakalım, yok öyle kötü şeyler düşünmek.. kalk, önce bir hastaneye gidiyoruz, baktıralım sana... ve yine sana söz veriyorum, o piçide, köpeklik yaptığı o babalarınıda yakalayacağım, senin gibi evlatlara daha çok zarar vermelerine izin vermeyeceğim," dedim tüm inancımla. Beni duyduğunda ve o mosmor, şişmiş göz kapaklarının altındaki elaları iki yıldız gibi parladı bir anda. İnanmıştı bana ve biraz olsun rahatlamıştı. Zorda olsa gülümsedi ve hepimize bakıp, "Allah sizleri başımızdan eksik etmesin, ayağınıza taş değmesin," diye dua etti tüm minnetiyle yaralı kuşum.
Defne'yi ve yanındaki iki yaşlıyı alıp, bizim araçlardan birine bindik. Rıfat'a ve Kobra'ya evin altını üstüne getirmelerini emrettim. O piç nasıl kaçabildi aklım almıyordu.
Bizim araç yola çıktıktan kısa bir süre sonra Rıfat aradı beni. Çok heyecanlıydı. "komiserim, evden nasıl kaçtığını bulduk. Evin en alt katında şarap mahseni var ve orda gizli bir geçit bulduk ama kötü haber şu ki herif, ordan bir araçla kaçıp gitmiş. Yaklaşık yedi yüz sekiz yüz metrelik bir tünelin çıkış bölümünde iki araç daha bulduk. Oraya kadar da bir motorla gitmiş.. lastikleri sıcak çünkü. Sanırım, burdan otoyola çıkmış.. evdeki kadın az önce ayıldı ama hala konuşamıyor, eğer biliyorsa aracın tipini ve plakasını öğrenmeye çalışacağız," dediğinde bende en az onun kadar heyecanlandım. "tamam Rıfat, kadınınsakinlrştirin ve konuşturmaya bakın. Allah yardımcınız olsun, beni her şeyden haberdar edin," dedim ve kapadık telefonları. Arkaya dönüp baktığımda Defne'nin Sofia anaya sokulduğunu ve gözlerini kapadığını gördüm. Usul usul nefes alıp veriyordu. Çok biçare görünüyordu. Bu kızda gerçekten insanı etkileyen bir şey vardı.. insanı kendisine çeken bir mıknatıs gibiydi ama yazık ki hep kötülük bulmuştu onu.. içim acıdı yine. Dönüp yola baktığımda asi gözyaşım firardaydı.
Nejatı arayıpta kızı bulduk ama herifi kaçırdık nasıl diyeceğim ki ben? Offf Allahım, şu pisliği yakalamayı nasip et bize... daha fazla bu vatanın gençleri, evlatları zarar görmesin! * * * * *